2- Yemin Etmenin Ve Yemin Talep Etmenin Keyfiyyeti

Bir adama yemin tevcih edildiği zaman, hakim Allah adıyla yemin verir.

Başka şeyle yemin edilmez. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Şayet iddia sahibi, müdde aleyhin (= davalının) talak veya ıtak üzerine, yemin etmesini isterse; zahiru'r-rivayeye göre hakim onu kabul eylemez. Çünkü, talaka, ıtaka yemin etmek (ve benzerleri) haramdır.

Sahih olan kavil budur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Allahu Teala'nın evsafını söylemek ağır olur. Mesela: "Öyle ilah ki, ondan başka Allah yoktur. O, gizliyi ve aşikârı bilir. O Rahman ve Rahimdir. Öyle Allah ki, gizliden aşikardan haberdardır; de" filanın sende hakkı var mıdır? Sen onun iddia eylediğini kabul ediyor musun? O şöyle şöyle iadiada bulamıyor gibi... İsterse bu ağirhf;ı daha da artırır veya eksiltir Yalnız,, bunu ihtiyat eder; va lafzını söylemez ki, yemin tekerrür etmesin; yemin üzerine yemin olmasın.

Şayet hakim ağırlık yapmak dilerse, yalnız: "Vallahi." de veya "billahi de." der. Kâfî'de de böyledir.

Bazı alimler: YHakimin dayalıya bakar; eğer, onda bir hayır ve islâh-ı hal veya yüzünde bir hayır jgörürse, onu —başka değil— yalnız Allah'ın adıyla yemin^ tabi tutar.

Eğer bunun hilafıj olursa, yemini ağırlaştın.'' demişlerdir.

Bazı alimler ise: 'tHakim iddia) olunan mala bakar: Eğer mal çoksa, yemini ağırlaştırır. jAz bir şe^se, yalnız ismullah ile yetinir." buyurmuşlardır.      

Alimler: "Çok mail, zekat nisabı kadar olandır." buyurmuşlardır.

Bazıları da: "Sirkat miktarı olan mal, çok maldır." demişlerdir.

Eğer hakim, bir yahudiye karsı, yemini ağırlaştırmak isterse; ona "öyle Allah ki Tevratı Hz. Musaya indirdi." diye yemin ettirir.

Şayet nasranininıyenninini ağırlaştırmak isterse, "öyle Allah ki, İncili Hz. İsa'ya indirdi." diyeyemin ettirir. Muhıyt'te de böyledir.

Belirli  bir  Mushaf'a  işaret) 'Yemin  ederim  o Allama  ki,  bu ederek  yemin  ettirmez.   Şöyleki: İncili  veya  bu  Tevratı  indirdi." dedirtmez.   Çünkü,   onl^mn   bazı j ayetleri   tahrif- olunmuştur.   Ona inanılmaz. Ona işaret etnj'.ek muhar tağliz olmaz. Çünkü o, tanjı kelamull ıh değildir. Bedâi"de de böyledir.

Hakim, mecûsiye: V*Ateşi yaratan Allah'a yemin ederim." Diye ef olan kitaba işaret olurki, bu ise yemin ettirir. Bunu, İmâm reylemiştir. Bunun benzeri böyledir.

Muhamijned (R.A.) Asi kitabında böyle zik-Hidâye'(İe de vardır. Kenzü'd-Dekâik'te de

İmâm Ebû Hanîfe (Ijl.A.) vejEbû Yûsuf (R.A.)'a göre, bu böyle değildir. Zahirde, bunun Ijûlafınadır. Ancak, Nevadır isimli kitabda, İmâm Ebû Hantfe (R.A.)'d«în bir rivayet vardır.

Mecûsiye de, yalnız Allah'ın adıyla yemin ettirir. Bazı alimler: "Yemin zamanı, ateşten söz etinek uygun olmaz." demişlerdir. Mebsût'ta da böyledir.                   

Şirk ehlinden olan,  başka irjanç sahiplerine ise, yalnız Allah'ın adıyla yemin ettirilir. Yoksa,  "öyle Allah ki, pqtu ve seni yarattı." dedirtilmez. Serahsî'nin Muhiyti'nde de böyledir.  

İbadetlerini   yaptıkları   evlerirje   de   yemin ( ettirilmez.   Muhtar Şerhi'nde de böyledir.                    

Müslüman olan şahsa, zaman|ve mekan ile yemin ağırlaştırılmaz. KâH'de de böyledir.

Ahrasdan yemin istemek; hakimin ona karşı şöyle söylemesi ile olur: Bu hak üzerinde ise, Allah'ın alı'ıdi üzerine olîsun mu?

Ahras da başı ile işaret ederek "evet" der.    

Ondan, Allah adıyla yemin etmesi istenilmez. "Bunun sende bin dirhem alacağı var mı denir? Ah'irasda işaret! ederek "evet" derse tamamdır. Serahsî'nin Muhıyü'nde d'e böyledir, Eğer davacı ahras ise, on a onun, anlayacağı şekilde işaret yaptırılır. Hasmı onu anlaısa, davii sahih olur.-Bu durumda hakim, ahrasın isteğine karşı, hasmına yemiin verir ve lona: "Kendinden başka ilah olmayan Allah'a yemin ederim " dedirtir. /İki tarafta sahih, sağlam kişilerse, böyle yapar.  

Bununla beraber, dayalı hem ;ahras, hen'ı de sağır ise; hakim de onun sağırlığını biliyorsa; bu durum ia hakim, lona yazar ve yazıya cevap vermesini emreder.

Eğer sağır, yazmasını bilmiyo sa; ona bildiği işaretle işaret edip iddiayı kabul etmesi veya etmemesi emredilir. Ahraslara yapılan mua­mele gibi cevap verilir. Zehiyre'de de böyledir.

Bir adam alacak iddiasında bulunduğunda sebebini bildirmese; Allah adına yemin ettirilir ve bu şahis, borçlu, suna hitaben: "Senin üze­rinde, şu kadar alacağım vardır." der; başka b'nr şey gerekmez.

Keza, bir mülk veya belirli b,ir şey ipdia eden şahıs, sebebini açıklamamış ve "Filan oğlu filanda, işu alacaıfım var." diye yemin eder. ihtiyaten parça ile küllü cem eder. Mııhıyt'fc (ie böyledir.

Bir kimse, (müddei) borç veirme, ve;/a satın alma, mülkiyetini satma, bağışlama, zoraki alma yahut eman et bırakmak sebebiyle alacağı olduğunu iddia ederse, zahirü'r-riyayede .alimlerimize göre, hakim davanın husulü üzerine yemin ister;  se'beb'ine karşı yemin istemez.

Böylece "ben, ondan, bu malî borç almadım." veya "Gasbetmedim."; "satın almadım." demesi engellenmiş olur. Keza, "ona, bir şey sat­madım." diye yemin etmesin. İddia olunan arz olunup olunmaması müsavidir. Ancak, elinde bulunan ve iddia edilmekte olan şu emanet müstesnadır.

Eğer emanet bırakılan şey zayi olmuş veya o çalınmış ise ve elinde bulunmuyorsa, o zaman yemin eder. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Aslolan davanın husulü üzerine yemin vermektir.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir. İmâm Muhammed (R.A.)'e göre de böyledir.

Sebeb olunca, davacı davasını hakime çıkarır. O takdirde, bi'i-icma sebeb üzerine yemin eder. Şöyle ki: Bir kadın kocasından nafaka davasında bulunuyor veya birisi müşterinin satın aldığında şüf'a davasında bulunuyor ve karşı taraf onu safi görmüyorsa yemin verir. Kâfî'de de böyledir.

İmâmeyn'e göre iddiacı, mutlak bir mal, üzerine iddia da bulu­nuyorsa o mala karşı yemin eder. Her ne kadar, sebbini söylememiş olsa bile, bu böyledir.

Eğer sebebini söylemiş ise, o zaman karşı taraf:"Yemin olsun Allah'a, ben bu malı ondan borç almadım, (veya zoraki almadım veya benzeri bir şekilde) diye yemin eder.

Ancak, davalı hakime arz edilir o da: "Ben, böyle yemin etmedim. Gerçekten adam borç verdi." der; sonra da bu mal, dava zamanı mevcut olmazsa; (geri vermiş olması veya bağışlanmış olması gibi...) bu şekilde, arz ederse, ona göre yemin etmesi gerektiğini bazı alimlerimiz beyan etmişlerdir.
Şemsü'1-Eime Halvani: Da'valınm ve dava olunan şeyin durumuna bakılır. Eğer, da'vah inkar .ederek: "Borç almadım. Gasbetmedim." derse; ona yemin verilmez.

Eğer, iddia olunan şahıs: "Onun, bende bir hakkı yok" derse; o zaman yemin veriîir.

Sözlerin en güzeli de budur.

Hakimlerin ekserisi de buna göre hüküm vermişlerdir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir müşteri, satın alış iddiasında bulunduğunda, eğer, "parasını verdiğini" söylerse;  davalı Allah adına  "bu köle,  iddia eden zatın değildir iddia eylediği bir şey değildir." diye yemin eder. Füsûlü'I-Imâdiyye'de de böyledir.

İsterse: "Seninle benim aramda, Alım-satım olmadı" diye yemin eder.
Veya:   "Billahi,  parası  iddia  edilen  ev,  bu  ev  değildir."  der. Hassâf'ın Edebü'1-KâdîŞerhî'nde de böyledir.

Şayet müşteri, satın aldığı şeyin parasını ödediğinden bahsetmezse ona: "Parasını hazırla." denir. O da parasını hazırlayınca; hakim ona "bu bedeli sana karşı vermedim." veya "bu köleyi vermedim." diye yemin ettirir.

Veya dilerse, "aramızda alım-satım olmadı." diye yemin eder. Fü-sûlü'I-Imâdiyye'de de böyledir.

Satıcı, sattığını iddia eder; alıcı da bunu inkar ederse; eğer satıcı, "sattığı şeyi, teslim ettiğini, söyler ve "bedelini almadığını" dava ederse; bu müşteriye yemin verilir.

Eğer satıcı, sattığını teslim eylediğinden bahsetmez ve bedelini aldığını da söylemezse, o zaman müşteri: "Söylediğin bedel ve bu ev senin değildir." diye yemin eder. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bu müşterinin, o belirli şeye ve bedeline toptan yemin etmesi iste­nilir. FüsûlüM-Imâdiyye'de de böyledir.

Nikah hakkında da, "hal-i hazırda aramızda nikah yoktur." diye yemin ettirilir. Hidâye'de de böyledir.

Kadın, nikah ve mehir iddiasında bulunduğunda, zahirü'r-riva-yede, bu kadının kocasına "bu kadın senin karmmıdır ve üzerinde mehri . var mıdır? diye yemin ettirilir.

Eğer, iddia eden erkekse, kadına "bu senirî kocan mıdır? İddia ettiği doğrumudur diye yemin verilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kadın, "kocasının, kendisini boşadığmı" iddia eder ve bunun ric'î talâk olduğunu söylerse; kocaya yemin verilip, "bu, senden boş mudur?" denilir.

Eğer kadın, bain talak iddiasında bulunuyorsa; zahirü'r-rivayede: "Bu, senden bir veya üç talak boş mudur? diye yemin verilir.

Veya koca: "Billahi, ben onu bain de, üç talak da boşamadım." diye, Allah adına yemin eder. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Keza, kadın dava etmez, fakat şahitler hakimin yanında (bir adil şahit veya bir toplum fasık şahit) şehadette bulunurlar ve:  "Şer'an bunlar, bir birine haram oldular." derlerse; hakimin vazifesi bu gibi hallerde yemin vermektir. Muhıyt'te de böyledir.

Kadın iddia edip: "Ben talakımı istedim; kocamda "iraden elin­dedir." dedi ve ben de ayrılmayı istedim ve nefsimi ona haram kıldım." der;  kocası  da,  onun muhayyerliğini  inkar  ederse,  hilafsız,  "ben, talakını istediği andan bu zamana kadar, ona muhayyerlik hakkı ver­medim diye yemin eder ve  "onun muhayyer   olduğunu   da bilmiyorum." der. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Koca, işin aslını ikrar eder de, kadının muhayyerliğini inkar ederse; kocaya "kadının iddia eylediği mecliste, ona muhayyerlik verdi mi, vermedi mi?" diye yemin verilir.

Şayet işin aslını inkar eder de, kadının muhayyerliğini ikrar ederse; bu defada "bu iş, ona muhayyerlik verilmeden önce yapıldı." diye yemin eder. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Bir kadın kocasına karşı:"Beni ila eyledi; onun da müddeti geçti. Aramızda ayrılık vaki oldu." der ve hakimden kocasının yemin etmesini isterse; hakim dört ay bekler.

Koca yemin ederse, kadın bainen boş olur. Hakim, sebebi hakkında da yemin verir. Koca da: "Şu zamana kadar, sana yaklaşmayacağım, diye yemin ettim." derse kadın boş olur.

Eğer yemin etmeden kaçınırsa, —onun tatliki sebebiyle— kadın kocasından bainen boş olur. Her ne kadar, kocarun zararına da osla bu böyledir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Eğer kocası, ilayı kabul eder fakat, o müddet içinde, karısına döndüğünü iddia eder; karısı da "döndüğünü" inkar ederse; kadının sözü, yemin etmek şartıyla geçerli olur.

İmâm Muhammet! (R.A.)'e göre husulüne yemin eder. Hakim ona, "dört  ay  içinde, ."karısına  döndüğüne"   değil  de  el'an  karısı  olup olmadığına yemin verir.

İstihlaf Kitabı'nda şöyle zikredilmiştir:

Bişr şöyle diyor: Ben, İmâm Ebfl Yûsuf 'un şöyle buyurduğunu işittim.

Hakim kocadan "dört ay içinde, karısına dönmediğine dair" yemin etmesini ister.

İhtiyat olan, "kendisinin, kocası olduğu kadına, dört ay içinde dönmediğine dair" yemin etmesidir. Muhiyt'te de böyledir.

Şayet kadın, "kocasından mal mukabili boşandığını" iddia eder; kocası da bunu inkar ederse; bu durumda kocanın sözü geçerli olur.
İmânı Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, bu durumda, koca sebebi üzerine yemin eder. Hızanetü'1-Müftîn'de de böyledir.

Bir kadın, kocasının "kendisini, üç talak ile şu eve girmemek üzere" yemin ettiğini; yeminden sonra da, kendisinin o eve girdiğini iddia ederse; kocası da hem yeminini, hem de kadının eve girdiğini ikrar (= kabul) ederse; gerçekten talakı ikrar etmiş olur.

Şayet, yemini de, eve girdiğini de inkar ederse; zahirü'r-rivayeye göre, kocaya "bu kadın, senden üç talak bainen boş mudur, iddia olunduğu gibi.' diye yemin yerilir.

Şayet, yemini ikrar ettiği halde, eve girmeyi inkar ederse; ona "yenlinden sonra, eve girmediğine dair" yemin verilir.

Eğer, "eve girdiğini ikrar ettiği halde, yemin ettiğini inkar ederse; o zaman da: "Ben, üç talakına yemin etmedim." diye yemin eder. Fetâ-vâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Köle azad etmekde böyledir.

Köle veya cariye, efendisine karşı "Şu eve girersen, hürsün dedi." diye, iddia eder ve o eve de girdiğini" söyler veya kadının kocası böyle yaparsa; kocaya "Bu yemininle, karın üç talak boş oldu mu?" diye yemin ettirilir.

Eğer yemin ederse, dediği olmuş olur. Edebü'KKâdî Şerhı'nde de böyledir.

Bir adam, gerçekten ben, senin yanına şunu emanet bıraktım," diye iddia eder; müddea aleyh de "Başkasının yanına bıraktın." derse iddiacının yemin etmesi halinde emanetçi emaneti verir. Hızanetül-Müftîn'de de böyledir.

Bir adam, bir cariyeyi gasb ettiğin de, sahibi de, "onun, kendi malı olduğunu ve onu gasbeden şahsın habseyîediğini" söylerse; bu dava üzerine, cariye sahibine teslim edilir.

Eğer,  cariyenin sahibinin beyyinesi yoksa, Allah adına yemin verilir. Cariyenin kıymeti kaç dirhemse, onu da noksansız söyler. Ker-derî'nin VecîzFnde de böyledir.

İcarede, ziraatta, muamelede,, "bu evin icarı veya ziraatı bugüne kadar, seninle benim aramda böyledir." diye yemin ettirilir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

İddiacı, evin icarım iddia eder; iddia olunan da, inkar ederse; hakim Allah adına, belirtilen bu ücret iddia vaktine kadar, böyle idi." demesi hususunda yemin verir.

Âlimler şöyle buyurmuşlardır: "Şayet hâkim isterse, iddia olunan şahsa, ücrtin ne kadar olduğuna dair yemin verir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, bir malın veya bir yerin kefaletini iddia ederse, davanın husulüne yemin eder. Fakat o, kefaletin sıhhatini ve geçerliliğini veya şarta taalluk ettiğine ve kefaletin kendi izniyle olduğunu ister aynı mecliste olsun ister başka mecliste olsun yemin eder.

Bunun dışında, kefalet olmaz ve yemin de terettüp etmez.  Yemin ettiği zaman, Allah adına yemin ederek, "bu bin dirhem, kefalet sebebiyledir." der.

Keza kefalet, bir yer içinse, kefalet sebebiyle, diye yemin eder. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Bir adam, diğeri hakkında, "evimin yanında bir ev satın aldı." diye iddia eder ve hududunu da "şudur, şudur" diye belirtirse, iddia olunan zatın, satın alışını ve komşu oluşuna ikrar etmesi halinde bir şey gerekmez.

Ancak: "şefi, şüf'a hakkı istemedi." der; şefi de "hayır istedim." derse, yeminle birlikte, şefinin sözü geçerli olur.

Yeminle birlikte, şefinin sözü geçerli olunca müşteri hakimden, "şefinin yemin etmesini" isterse; işte o zaman hakim şefi'ye, Allah adına yemin verir; ve müddeî ona: "Gerçekten evin satışı haberi bana ulaşır ulaşmaz şüf'a hakkımı istedim ve ahm-satım yapanların her hangi birisini de şahit gösteririm." der. İstihlâf ta da böyledir.

Fakat  bu,   ancak  müşterinin:   "Haber  şefi'a  ulaştı  da,   ses çıkarmadı." diye iddia ettiği zaman böyledir.

Fakat, iddiasına şahidi olmazsa şuf a hakkı hal-i hazırda şahidi olmasa bile, batıl olmaz.

Şayet bunu kabul ederse; şefi: Haber bana erişince, ben şüf'a hakkımı istedim." veya "Şahitlerimi ev için sözleşenlere hazırladım."

Şefî, "haber bana akşam erişti. Ben ise, şüf'a hakkımı sabahleyin istedim." diye iddia ederse, hakim, ona "Allah adına", haberin ne zaman kendisine yetiştiğine dair yemin verir. Muhıyt'te de böyledir.

Şefî yerinde olan kimsenin şüf'a hakkını istemekteki binefsihî muhayyerliği ve yemin verilerek nefsi muhayyerliğinin sorulması, (şüf'a hakkını isteyecek mi?) eğer hakime: Ben, nefsimin buluğa erişmesini seçiyorum." veya: "haber bana ulaşınca, ayrılığı kabülettim." demesi halinde, yeminle birlikte onun sözü geçerli olur. Şayet; "Haber bana dün ulaştı. Ben, ayrılığı talep ettim." derse; sözü kabul edilmez. Beyyi-neye ihtiyaç olur.

Keza, şefî: "Ben öğrenince şüf a hakkımı istedim." derse onun sözü geçerlidir.

Şayet: Dün öğrendim ve istedim." derse beyyine getirmesi gerekir. Ve bu beyyinesiz sözü kabul edilmez. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir. • Bir adam diğerine karşı, onun gümüş bir ibriğini kırdığını veya su dökerek, yemeğini onu fesada verdiğini iddia ettiğinde, şayet idda olunan ikrar ederse; ibrik sahibi, yemek sahibi muhayyerdir. İsterse, kırılan ibriği, bozulan yemeği- alır; isterse, onları verip kıymetini ödetir. Fakat, ödemeyi, onların cinsinden başka şeyden yaptırır.

Eğer, iddia olunan zat,, inkar ederse, yemek veya İbriğin kıymetinin ne olduğuna dair sahibine yemin verir.

Eğer,   iddiacı,   iddia  olunan  şeyin  kıymetini  söylerse  tazminat gerekmez. Ancak noksan olanı (no k s ani aşanı) kadarını tazmin eder.

Hakim, bu defa da, ibriğin kırılış sebebine yemin verir. îbrik kasden mi kırıldı, hataen mi kırıldı, araştırır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, başka bir şahsın, "elbisesini yaktığını" iddia eder ve elbise ile birlikte, o adamı da hakimin huzuruna getirerek, onun yemin etmesini istese; o zaman, hakim elbisenin yakım sebebine yemin vermez. Fakat, yangına bakar. Çünkü, yangın elbisenin değerini düşürmüştür. Eğer, yanık az ise, iddialıyı muhayyer bırakır: O isterse, elbiseyi kendisi alıp, bedelini tam öder. İsterse, elbiseyi almayıp, kıymetinin noksanı kadarım tazmin eder.

Eğer, yanık çoksa; muhayyer olmaksızın elbisenin tamamının kıymetini öder. Ve hakim, elbise sahibine elbisenin kıymetinin ne olduğu hususunda —elbise hazırda ise— yemin verir.

Elbise sahibi hazırda değilse, İddia sahibi onu huzura getirir. Ve hakime: İşte şu adam, bu elbiseyi yaktı." der. Hakim de ona: Yangın az ise: "Bu yanığın kıymet bakımından, zararı nedir?" diye sorar ve ona yemin verir.

Yangının zararı çok ise, hakim, davalı şahsa, yangının sebebi husu­sunda yemin verir.

O da, iddiacının iddiası gibi, "kasden yaktığını" itiraf ederse; elbi­senin kıymetini tam öder. Hassâf'in Edebü'I-Kâdî Şerhı'nde de böyledir.

Sahih olanı da budur. Muhıyt'te de böyledir.

Şayet bir adam, didia ederek, başka bir şahsın duvarını yıktığını söyler ve mikdarını, yerini, noksanlık kıymetini açıklaryarak ondan noksanını talep ederse; hakim hadisenin husulüne yemin verir. Eğer, basit bir şeyse, bir şey gerekmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Şemsü'I-Eimme Halvânî şöyle buyurmuştur:

Hâkime lâyık olan, husul sebebini değil de; yıkış sebebini sorması ve yemin vermesidir.

Sahih olan da budur. Muhıyt'te de böyledir.
Bir adam, iddia ederek, diğer bir şahsın, koyununu veya ineğini kestiğini  veya  kölesinin gözünü çıkardığını söyler ve o yüzden de öldüğünü haber verir yahut hayvanın gözünü kör ettiğini iddia eder veya bir malının sakladığını söyler; o da huzurda olmazsa; hakim, ona: "Ne kadar, noksanın vardır? diye sorar. O da arzederse, hakim davanın aslı­na yemin verir;  sebebine yemin vermez. Çünkü, yemin davalıya sebebi için yerilmiş sayılır. Yoksa iddiacının davanın aslına yemin değildir. Hassftf in Edebü'1-Kâdî Şerhı'nde de böyledir.

Bir adam, diğer bir şahıs, kendi evinin duvarına, ağaç koyduğunu veya arazisinde kanal açtığını yahut evine akan oluk koyduğunu veya duvarından kapu açtığını yahut duvarının üzerine bina yaptığını veya arsasına toprak veya gübre saçtığını yahut arsasına İaşe attığını veya ağaç diktiğini yahut arsasını bozduğunu iddia ederse; mahkemeye mü­racaatı gerekir.

Ve bu şahıs, davasının sıhhati için duvarın uzunluğunu, enini, yerini arazisinin hududunu, mevzisini söyler.

Da'vah da onu inkar ederse, sebebine göre, ona yemin ettirilir.

Şayet odun sahibi davacı ise, hakime o önce müracaat eder. Ve: "Bu adamın duvarında, benim ağaç yerim vardır. Ağacımı yerine koydum. Duvar sahibi ise, mani olup koydurmuyor." derse; davasını tashih etmedikçe, dinlenilmez.

Ancak dava komşu olan ağacının yerini ve kendine ait olduğunu, bir ağaç mı, iki ağaç mı olduğunu, ağacının kalınlığını, hafifliğini iyice açıklar;  dava olunan da,  bunu inkâr ederse;  bu durumda hakim davanın aslına, duvarda hakkının olup olmadığına ve iddia edilen ağaç yerinin, onun olup olmadığına dair yemin verir.

Keza, duvarın ön duvar mı, arka duvar mı olduğuna da, yemin vermesi gerekir. Eğer, adam yemin edemezse, hakim hakkı davacıya verir.

Bir adam, diğeri hakkında, "arazime kuyu kazdı." diye iddia ederek onun, arazisine zarar açtığını söyler ve arazisinin zararını talep ederse; eğer yerini, hududunu, kuyunun miktarını ve verdiği zararı açıklarsa; hakim davasının aslına yemin ettirir. Sebebini sormaz. Fetâ-vâyS Kâdîhân'da da böyledir.

Şayet iddia sahibi, yerinden su akıttığını veya yol geçirdiğini söylerse; hakim kendi elinde olan yerden, ne için öyle yaptığına yemin verir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir adam, bir başka şahsın, "oğlunu öldürdüğünü, hemde kasden öldürdüğünü" veya kölesini veya velisini kısası gerektirecek bir aletfe öldürdüğünü iddia edip kısas yapılmasını istese; veya kasden elini kestiğini veya küçük çocuğunun elini kopardığını veya yaralama diyetini dava ettiğinde, davalı inkar etse bile, kısas gerekir ve ona yemin ettirilir.

Katilde yemin etmenin şekli hakkında, iki rivayet vardır:

Bir rivayette: "Allah adına, davanın esasına yemin ettirilir." O şahısta oğlunun veya kölesinin veya velisinin kanı olduğuna dair yemin ettirilir.

Bir rivayette de: "Allah adına, sebebi üzerine yemin verilir.

"Yemin verilen şahıs: "Ben filan oğlu filanı, kasden öldürmedim veya yaralamadım." der veya benzeri bir şekilde yemin eder.

Eğer, yemin ederse, kısastan kurtulur.

Yeminden kaçınırsa, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'egöre, ona diyet lazım olur.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre yemin veya ikrar edene kadar o şahıs habsedilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, diğer  bir  şahsın, "oğlunu   veya  velisini   hataen öldürdüğünü" veya hataen elini kestiğini, yahut başını yardığını veya diyet lazım olacak bir şey yaptığını iddia ederse; karşı tarafın, yemin etmesi istenilir. Şayet: "Ben, böyle bir şey yapmadım." diye yemin ederse, yapacağı bir şey yoktur. Yemin yaparken, diyetten de bahseyler.
İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) şöyle buyurmuştur: —Kendisine iddia olunanın haricinde— her hak için (hataen kati ve cinayet gibi...) ersi ( = yaralama diyetini) gerektiren şeylerde, Allah adına yemin etmesi istenilir ve "Ben filan oğlu filanı öldürmedim. Yaralamadım. Başını yarmadım." derse; bir şey gerekmez. Yemin etmezse, diyet gerekir. Sadru'ş-Şehîd'in, Edebü'1-Kâdî isimli eserinde de böyledir.

Eğer dava, bir köleye karşı işlenmiş bir suç ise, o da, onu kasden öldürmek olursa, o zaman davalıya yemin ettirilir.

Eğer suç hata ile işlenmiş ve onun efendisi davacı olmuşsa; efendi yemin eder. Muhıyt'te de böyledir.

Eğer dava her yönüyle, davalıya göre ise, (şöyleki: "Bu eşyayı benden sen çaldın, veya zoraki elimden aldın.") o zaman davalıya yemin ettirilir.

Eğer dava, her yönüyle başkasına aitse, o zaman, bildiğine göre yemin verilir.

Şayet davacı varisleri hazır olan ölü bir kişiyi dava ediyor ve malını zayi ettiğini iddia ediyorsa; veya birisine: "Senin baban, benim şu malımı çaldı veya zoraki aldı.." diyorsa; bizim mezhebimize göre, varis­lere, bu hali bilip bilmedikleri hususunda yemin verilir. Zehıyre'de de böyledir.

İmâm Haivânî şöyle buyurmuştur: "Bütün, bu gibi meselelerde aslolan; kusuru sebebiyle reddeyİemektir.

Gerçekten bir adam, kaçan bir köleyi veya benzeri bir şeyi iddia ediyorsa; satana yemin verilir.

Eğer o yemin eder ve onun yemin etmesini de müşteri ister ve bu işi başkasının yaptığını söylerse; satıcı —kusursuz olarak— satın alınanı teslim eder. Ve yemin, o köleyi, "benimdir." diye verene düşer.

Görülmüyor muki, emanet konulan zat: "Emâneti sahibi aldı." derse; onun, "ev eşyası olduğuna" yemin eder.

Keza, satışa vekil edilen zat: "Vekil eden zat, satılanın bedelini aldı." derse, iddiasına karşı yemin eder. Tebyîn'de de böyledir.

Eğer da'va bir cihetten davalıya, bir cihetten de başkasına aitse, (Şöyleki:  Benden  bir  şey  satın  aldı";   "Benden,  kiralama  yaptı."; "Benden, borç aldı." derse) bunlara karşı yemin eder. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, diğer bir şahsı hakime, getirerek: "Bunun babası öldü; Benim de, onda bin dirhem alacağım vardı." derse; işte o zaman hakime layık olan, davalıya:  "Baban öldü mü?"  diye sormasıdır.  Eğer o: "Evet." derse; davalının davası hakkında sorar. Eğer adam, babasının borcunu kabul ederse; hissesine düşen kadar borcu, ona ödettirir.

Eğer inkar eder; iddia sahibi de isbat ederse; kabul edilir ve ona hissesi miktarı borç ödettirilir. —Diğer varisler harjç—.

Eğer adamın beyyinesi olmaz ve o oğlanın yemin etmesini isterse; ona, "babasının borcunun olduğunu bildiğine" yemin verilir.

Bu, bizim alimlerimizin sözüdür.

Şöyleki: Hakim, o adama yemin vererek: "Filan oğlu filanın, babanda, bin dirhem alacağının olduğuna yemin eder misin?" der.

Eğer, yemin eder ve "hayır" derse; bir şey gerekmez.

Şayet yemin edemezse; hissesi nisbetinde borcunu öder.

Eğer: "Bana, babamdan miras kalmadı." der, onu da davacı doğrularsa; yine bir şey gerekmez. Eğer, davacı yalanlarsa; o zaman, ona yemin verilir. Ve o: "Babamdan bana hiç bir şey isabet etmediğine yemin ederim." der. Bu durumda yine bir şey lazım gelmez.

Eğer yemin edemezse, borcunu ödemesine hükmedilir.

Önce, borca karşı, sonra da kendine bir şey miras kalmadığına yemin ederse; müddeî onun borca karşı yemin etmesini ister; oğul da: "Artık bana, yemin etmek yoktur." derse; hakim onu kabul etmez. Borcun olduğuna karşı yemin verir.

Eğer, önce borca karşı yemin etmesini ister; oğlan da: "Bana, babamın mirasından hiç bir şey isabet etmedi. Bana başka yemin verilp mez." derse; eğer davacı onu doğrularsa; bununla beraber, babasının borcuna karşı onun yemin etmesini isteyebilir.

Eğer, davacı, ona inanmazsa, hem borca, hem de kendisine miras isabet etmediğine dair, ikisine birden yemin verir mi? Alimler bu hususta, ihtilaf eylediler. Ekserisi: "İki defa yemin verir; birisi borcuna karşı, diğeri kendisine miras isabet edip etmediğine dair." demişlerdir. Bu yemin, "babamın borcu var." dediği zamandır.

Fakat, oğul, babasının öldüğünü inkar ederse; o zaman alacaklı bütün alimlere göre, iki defa yemin verir. Eğer, yeminden kaçınır, babasının öiümü de sabit olursa; onun borcuna karşı yemin verilir.

Eğer yemin ederse, bir şey gerekmez.
Şayet yemin etmezse, borcu nisbetinde ödeme yapar. Sadru'ş-Şehîd'in Edebü'1-Kâdî Şerhı'nde de böyledir.

Bir adam, diğerinin elinde olan bir şeyi iddia eder ve iddia olunan adamın yemin etmesini isterse; eğer iddia olunan adam: Bu, benim yanımda olan mirasdır." der; hakim onun öyle olduğunu bilsin veya bilmesin, müddei bunu ikrar etsin veya etmesin; iddia olunan zat, beyyine ibraz ederse, bu hallerin tamamında, iddia olunan adam: "Bu, malı senin bana teslimettiğini bilmiyorum." diye yemin eder.

Şayet hakim, durumun hakikatini bilmez; iddia, sahibi de ikrar etmez; iddia olunan da beyyine gösteremezse, o takdirde, hakim elbette yemin verir.

Eğer iddia olunan zat.  hakimden;  "bu malın,, kendisine miras olarak düşmediğine dair" yemin ettirmesini talep ederse, o zaman hakim, iddia sahibine bunu bilip bilmediğine yemin etmesini ister.

Eğer müddeî böylece yemin eder ve: "İddia olunan adama, miras cihetinden vasıl olmadı." derse, o takdirde hakim iddia olunana hük­meder.

Şayet iddiacı yemin edemezse; bu durumda o malın, o adama miras yönünden vasıl olduğu anlaşılır. Muhıyt'te de böyledir.

Şayet, iddia olunan zat: "Elimdeki mal satın alma, veya bağış veya sadaka cihetiyle benimdir." derse; iddia sahibinin'kendisine böyle bir mal teslim etmediğine yemin eder.

Eğer iddia olunan adam, bu malın bizatihi kendisinin olduğunu söylerse, aynı şekilde yemin eder. Zehiyre'de de böyledir.

Bir adamın yanında bir köle bulunur; bir başkası da gelipde bu kölenin kendisine ait olduğunu iddia ve onun, kendi kölesi olduğunu isbat eder; köle yanında bulunan şahıs da onu başkasından satm aldığını" söylerse; zahirü'r-rivayede, iddia eyleyen zat, "Allah adına, o kölenin kendisine ait olduğuna" yemin eder. Muhıyt'te de böyledir,

Bir adam, birisinden bir cariye satın aldıktan sonra, bir başka şahıs, "onu, satıcıdan aldım." diye iddia eder ve kendisinin daha önce satın aldığını söylerse; işte o zaman, cariye elinde bulunan şahıs, "bunu bilmediğine dair, yemin eder. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

İddia olunan şahıs, hakime müracaat ederek: "Gerçekten bu adam bir şey satm aldı. Sonra da ahm-satım aralarında bozuldu." derse, o zaman hakim, "o saata kadar aralarında tekrar ahm-satım olmadığı hususunda bilgisinin olup olmadığına dair" iddia olunana yemin verir.

İmâra Rüknü'I-İslâm Ali es-Sağdî'nin şöyle buyurduğu hikaye olunmuştur:

Gerçekten Allah'a yemin etmekte, görüş rmıddeînin yemin etme­sidir.

Sonra da, hakikaten İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavli üzerine hareket edilir.

Fakat zahirü'r-rivaye bu geçen hallerin tamamında, iddianın hususlü üzerine yemin etmektir. Muhıyt'te de böyledir. 

Şayet rehin, rehin konulan şahsın yanında ise; rehin koyan ve rehin yanına konulan şahıs, başka bir yerde karşılaştıklarında, rehin konulan zat, rehin koyandan, alacağını ister ve rehinin deahıs, "bunu bilmediğine dair, yemin eder. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Eğer iki kişi, rehinlerini adil bir kişinin yanma koyarlar ve zayi olup olmadığı hususunda da ihtilafa düşerler rehin bırakılan şahsa yemin verilir. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Bir adam, bir hayvanı diğerinin yanına emanet olarak bırakır; emanet bırakılan şahıs da, o hayvana biner ve sonra da bu hayvan ölür; emanet bırakılan şahıs da: "Ben, ondan indikten sonra, öldü." der; emanet koyan da: "Hayır, sen inmeden önce öldü." derse; emanet koyanın sözü yemin ile birlikte geçerli olur. Sonra, emanet koyan nasıl yemin eyledin? Hayvandan indikten sonra öldüğünü bildiğine, Allah'a yemin eder misin?" der. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

İki kişi bir gün de, veya bir ayda, bir .senede, satm alacakları şeylere ortak olarak, yapacakları ticâretin sınıfını da belirtseler; vaktini veya gününü de tahsis etseler işte bu ortaklık caiz olur.

Eğer onlardan birisi: "Ben, eşya satın aldım. Fakat zayi oldu." der ve arkadaşından onun yar? .parasını ister; diğer arkadaşı da bunu inkar ederse; ortağının sözü yemin etmek suretiyle geçerli olur.

İnkâr eden, arkadaşına, "satın aldığına dair" yemin verir. Hâkim Ebû Muhammed bu yeminde, "ikimizin ortaklığına, satın aldım." diye, Allah adına yemin ettirirdi. Muhıyt'te de böyledir.

Bundan sonra, eşyada yemin etmeyi gerektiren her yerde, bir kimse  bilgi  üzerine   yemin  ederse,   bu   —yemin  ondan   sakıt  olup düşmeyince ve hükmedilmeyince— muteber olmaz.
Bilgi üzerine yemin icab eden her yerde ise, eşyaya karşı yemin edince, yemini —yemin ondan düşene veya ona hükmoiunana kadar— muteber (= geçerli) olur. Çünkü, eşya üzerine yemin daha te'kidîidir; mutlaka muteberdir. Aksi, bunun hilafmadır. Tebyîn'de de böyledir. [11]


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..