3- Kendisine Yemin Teveccüh Edip Etmeyen Kimseler İle Yemin Verilmesi Helâl Olup Olmayan Kimseler

Bir adam, diğeri hakkında "küçük kızının bana nikahladı." diye iddia eder; kızın babası da bunu inkar ederse; iddiacı dava vaktinde kız küçükse yemin teklif eder.

İmâm Ebû Hanîfe(R.A.)'ye göre yemin teklif edilmez, İmâmeyn'e göre yemin ettirilir.

Şayet dava zamanı kız büyükse; hiç birine göre babaya yemin teklif edilmez. Kadın, davaya karşı yemine tâbi tutulur.

Bu da İmâmeyn'e göre böyledir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam diğer bir şahıs hakkında "cariyesini bana nikahladı." diye iddia ederse; İmâmeyn'e göre, cariyenin efendisinin yemin etmesi istenilir.  Câriye büyük  olsa  bile  böyledir.   Füsûlü'Mmâdiyye'de de böyledir.

Bir adam, diğerinden, mal iddiasında bulunup, beyyine de ikame eder; dava olunan da hakime: "îddia sahibine yemin ver. Ve onun    ' davasının veya şahitlerinin hak olup olmadığını sor." derse; hakim yemin vermez.

Keza, şer'îşirife muhalif hiç bir yerde, yemin verilmez.

Şayet davacı, şahitlerin, hak üzerine şahitlik yaptıklarına karşı -yemin etmelerini istese, onlara da yemin verilmez. Hulâsa'da da böyledir,

Şayet davalı: "Bu şahit, daha önce, bu hududun benim olduğuna şehadette bulunmuştu." der ve o şahidin veyauddia sahibinin yemin etmesini isterse; onlara yemin ettirilmez.

Keza, şahit, şehadeti inkar ederse, hakim ona yemin vermez.

Keza, da'valı: "Bu şahit, daha önce hududu şöyle iddia ediyordu." derse, ona yemin verilmez.

Keza. i'ddia sahibi, hakimden "davalının yemin etmesini" isteyerek:

"Sen bu yemini doğru yaptın mı? diye yemin ver." derse, ona yemin verilmez. Hâkim, bu gibi tekliflere icabet etmez. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Küçük  oğluna  karşı  dava  yapılan  babaya,  yemin  verilmez. Serahşî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir adam, diğerinin yanında bulunan bir eşyasının zayi olduğunu iddia ettiğinde, davalı: "O, filan küçüğün malıdır." derse; iddia olunana yemin verilmez.

Şayet yemin etmesi istenir, o da yeminden kaçınırsa, yeminden kaçınması sahih olmaz.

Eğer iddia sahibi onun küçük oğlunun ikrarı sebebiyle: "bu benim yerimi zayi etti." der ve o-zaman, adam, yeminden kaçınırsa; zoraki tazmin eder.

İmâmeyn'e göre yemin istenmez.

İmâm M uhanım e d (R.A.)'in bir kalvine göre yemin etmesi istenir.

Çünkü, İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, akar gasb edilirse, ödet­tirilir.

Şeyhu'lrİmâm Ebû Bekir Muhammed bin Fadl: "Küçük çocuğunun ikrarı sebebiyle, yeminden düşmez." buyurmuştur.

Kadî İmâm Ebû Ali en-Nesefî: "Sabî için ikrar olunduğu zaman, o küçük ister kendisinin çocuğu olsun; isterse başkasının çocuğu olsun; ondan yemin sakıt olur." buyurmuştur.

Şayet, davalı olan-zat: "Bu yer, benim hazırda olmayan büyük oğlumundur." der; bir yabancı da bunu ikrar ederse; ondan yemin düşmez. Yemin ederse eder; etmezse, o yer iddia sahibine verilir.

Bundan sonra, o hazırda olmayan oğlu gelip babasının irkarım doğrularsa; o yüzden yerini geri alır.

Keza, küçük çocuğun ikrarı sebebiyle, ona yemin düşmeyen kim­seye yemin verilir. Eğer kaçınırsa, o yer iddia'sahibine verilir. Küçük büyür de bulûğa erişir ve onu iddia ederse; ona iade edilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Komşuluğu sebebiyle şüf'a iddia eden kimse için, hakim davalıya: "Bu iddiaya karşı ne diyorsun?" der. O: "O yer, benim şu küçük çocuğumundur." derse; onun ikrarı sahih olur. Şefi hakime: "Allah adına, ona yemin ver; ben, onun şefi-i değil miyim." derse; hakim, yemin vermez.

Eğer şefi, satın aldığını isbaî ederse, baba davalı olur ve ona göre beyyinesi dinlenir. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Bir adam, başkasının elinde olan bir köleyi iddia ettiğinde, köle -    elinde bulunan şahıs: "Bu köle, filan gaibin kölesidir. Onu bana emânet etti. "der ve beyyinesi bulunmasa; iddia edenin hasmı (= davalısı) olur. Davacı davasına göre yemin isteyebilir. Eğer yemin ederse, davadan kurtulur. Eğer yemin edemezse, iddia sahibinin iddia eylediğini yerine getirir.

Eğer önce ikrar eylediği (köle filanındır. Bana emanet etti; dediği) zat gelir de, kölenin kendisine ait olduğunu isbat ederse; köle ona verilir. Sonra da iddiacıya: "Sen önceki adamı da'va eyle" denilir.

Eğer davacı, kölenin kendisine ait olduğunu isbatlarsa; köle kendi­sine verilir.

Eğer beyyinesi yoksa, önceki zattan yemin etmesini ister. Eğer yemin ederse, davadan düşer.

Şayet yemin edemezse, köle iddia sahibine verilir. Bu, önceki zat için, ikrar bulunduğu zaman böyledir.

Şayet bir şey söylemezse, yemin etmesi istenir. Yemin edemezse, köle iddiacıya verilir.

Bundan sonra, ikrar ederse, ikrarı sahih olmaz. Başka bir tazmi­natta da bulunmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adamın yanında bir cariye bulunur ve: "Onu, bana, filan gaib emanet bıraktı." deyip, bunu isbat eder; müddeîde: "Onu, bana sahibi sattı." veya "Sana emanet ettikten sonra, bana bağışladı." der; iddia olunan şahıs da, bunu inkar ederse, "vallahi, sana satmadı." veya "bağışlamadı." diye yemin eder, Kerderî'nin Verizi'nde de böyledir.

Ticaretten men edilen bir sabî hakkında müddeîninde beyyinesi yoksa, onun onda hakkı olmaz ki, onu hakim huzuruna getirsin. Çünkü, ö çocuğa yemin teveccüh etmez. Zira, yemin etmese bile, onun yeminden kaçınması sebebiyle hükmedilemez.

Eğer davacının beyyinesi varsa ve onun zayi ettiğini iddia ediyorsa; bu durumda, müddeinin bu çocuğu hakim huzuruna çıkarmaya hakkı vardır. Çünkü, sabî yaptığı şeyden sorumlu tutulur.

Bu durumda, davacının, şahitlere de ihtiyacı vardır.

Bu meyanda, çocuğun babasını da huzura getirir; tâki, çocuk ilzam edilince, babaya onun malından ödeme yapması emredilsin. Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.

Ticarete izinli sabi baliğ (= bulûğa ermiş kimse) gibidir. Biz, bu görüşü alırız.

Mükâteb, ticarette izinli köle ve izinsiz köle de, yemin etmek husu­sunda böyledir.

Sonra, eğer mal, helak sebebiyle icab eylemişse; o hususta köle satılır.

Eğer, alınmayan (Nikah borcu gibi;..) velisinin izni olmaksızın ve kefaletsiz bir mal (alacak) ise o takdirde, azad olduktan sonra, alınır.

Keza, bu köleye yemin verilir.

Eğer yemin ederse kurtulur.

Şayet yeminden kaçınır veya ikrar ederse azad edildikten sonra, . borcunu öder. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Vadeli borç hususunda alimlerimiz ihtilaf eylemişlerdir. Esahh olan kavil, vakti gelmeden yemin vermemektir. Hulasa'da da böyledir.

Şayet bir adam, iddia ederek: "filan adam öldü ve bu adama vasiyet eyledi." der; bahsi geçen şahıs da: "Bana, bir şey vasiyyet eyle­medi." derse; bu durumca, ona yemin etmesi söylenilir.

Keza, iddia ederek: "O adam, filanın vekilidir." der; o da bunu ; kabul etmezse, yemin verilir.  Hasşâf'ın Edebü'I-Kâdî Şerhı'nde de böyledir.

Bir adam diğerine bir şey yapmasını söyler, sonra da yapılan şeyde görüş ayrılığına düşerler ve yaptıran yapana: "Sen, benim istediğim gibi yapmamışsın." der; sanatkâr da: "Dediğin gibi yaptım." derse; alimler: Bu hususta birisi diğerine yemin veremez." demişlerdir. Fetâvâyi Kâdî-hân'da da böyledir.

Bir kimse, "ölenin terekesinde, alacağının olduğunu" iddia eder ve vasiyi hakime götürür; beyyinesi de olmazsa; eğer vasi varis ise, yemin eder. Varis değilse, yemin etmez. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam, diğer birine karşı ismiyle beraber: "filan oğlu filanın gerçekten, onun üzerinde bin dirhemi vardır. O malda benimdir." der; o ismini söylediği adam da: "Mal benimdir. Ben, senin yanın emanet koymuştum. Sen, beni onu almaya vekil eyledin." derse; eğer dava olunan zat, iddiayı kabul ederse; malın iddiacıya verilmesi emredilir. Gaibin ödemesi, o gelene kadar gerekmez. Gaib gelir de davalıdan aldığını inkar ederse, diğerine müracaat eder. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Şayet dava tamamen inkar edilir ve iddiacı hakime: "Ona, benim için yemin ver." derse; hakim, müddeîden daha önce o adamın malı ikrar ettiğine ve onu malı almasına vekil ettiğine dair beyyine ister.

Vekii ettiğinin üzerine, beyyinesinin şartı, o adamın davalı olduğunu tesbittir. Eğer, bunu tesbit edebilirse, o davalıdır.

Bundan sonra, mala karşı beyyine ikame ederse, müddeî malı alır. bu hüküm, gaibe karşı olur.

Şayet, gaib gelir de, bunu inkar ederse; davalıdan mal alma yoktur.

Eğer, onun için mala karşı bir beyyine bulunmaz ve onun yemin etmesini isterse, o zaman hakim, ona yemin verir. O da: Allah adına, filan oğlu filana ne bin dirhem nede daha az borcum olmadığına yemin ederim." der ve yine, yemin ederim ki, filan oğlu filanı vekil yaptığını da bilmiyorum." der.

Böylece yemin edince, iş sona erer.

Şayet, yeminden kaçınırsa, vekaleti ikrar etmiş; malı inkar etmiş olur.

Eğer iddia sahibi gaib olanın ikrarını belgeler; ancak vekil kıldığına beyyinesi olmazsa; aralarında dava olmaz.

Eğer hakimden, yemin etmesini isterse, o da dediğimiz gibi yemin verir.

Eğer yemin ederse, iş bitmiş olur.

Eğer yemin etmez ise, vekaletini ikrar; malı inkar etmiş olur. Ve davada hasım olmaz.

Hatta iddia sahibi, iddia olunana karşı, mal üzerine yeminden önce veya sonra, beyyine ikamesini murad ederse, ona kulak verilmez.

Bunun benzerini, alimlerimiz şöyle söylemişlerdir: . Bir adam: "Gerçekten bir adama filan oğlu filan diyorlar; onu bu adamda olan bütün haklarını almak üzere vekil tayin eylemiştir. Onun da, bu adam üzerinde, bin dirhemi vardır." diye iddia eder, iddia olunan da, vekaleti ikrar (= kabul) ettiği halde, bin dirhemi kabul etmez; iddia eden de: "Ben, onun üzerinde olan malı isbat ederim." derse; bu hususda davacı olamaz.

Eğer iddia olunan, bir şey ikrar ederse; hakim, onu vermesini emreder."

Eğer ikrar etmezse, yemin etmesi istenir. O da yemin eder; bundan sonra da gaib geiip, vekaleti inkar ederse; onun sözü geçerli olur.

Fakat, malı ikrar, vekaleti ise, inkar eder ve eğer vekâletine karşı beyyine ibraz ederse; o takdirde mutlaka da'vacı olur. Ve ona, malı teslim etmesi emredilir.

Eğer beyyinesi olmaz ve yemin etmesini isterse; yemin verilir. (Yukarıda söylediğimiz gibi.)

Eğer yemin ederse, iş sona erer.

Eğer yemin etmezse vekalet sabit olur. Fakat, ondan mal alma hakkı ve dava etme hakkı olmaz. Hüküm gaibe göre verilir. Hassâf*m Edebü'l-Kâdî Şerhı'nde de böyledir.,

Bir kimse, diğerini şüf*asım aimaya vekil ettiğinde, müşteri, vekile karşı,  şüf'asını müvekkiline teslim ettiğini iddia eder ve hakimden, vekilin yemin etmesini isterse; bu durumda hakim, vekile yemin vermez.

Eğer, vekile teslim ettiğini iddia eder ve bunu da hüküm meclisinin dışında yaparsa; vekile, yine yemin verilmez.

Eğer hüküm meclisinde verdiğini iddia ettiği halde, vekil bunu inkar ederse, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, yemin etmesi istenir.

İmâm Muhammed (R.A.)'e göre ise, yemin etmesi istenmez. Muhıyt'te de böyledir.

İkrar olunan her yerde, ilzam olunur. Şayet inkar olunursa, —üç yer hariç— yemin etmesi istenilir.

Birincisi: Satın alma vekili; müşteri satın aldığı şeyde, bir kusur görür ve onu, o kusuru sebebiyle geri vermek ister; satıcı da vekilin ona razı olarak aldığına yemin etmesini isterse, bu durumda vekile yemin verilmez. Eğer vekili ikrar ederse, red hakkı düşer.

yemin etmesini taleb ederse; vekil yemin etmez. Eğer ikrar ederse, ödemesi lazım olur.• Şayet bir müslüman, bir zimmîden, bizzat içki iddia ederse, sahih olur.

Eğer inkar ederse, yemin etmesi istenir.

Eğer   içkinin   zayi   olduğunu   iddia   ederse,   yemin   verilmez. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Bir adam, ba§ka birisinden bir mal iddiasında bulunur; iddia ! olunan da inkar eder; sonra da ona karşı başka bir mecliste "sen, bana bu hususta mühlet verdin." derse; işte bu ikrar olur. İkrar da davacı için bir hüccettir. İddia olunan, müddeînîn hücceti üzerine yemin etmez. '.  Aslolan, böyle meselelerde, gerçekten insan hasmının hakkına karşı ; yemin ettirilir veya hakkının sebebine karşı yemin ettirilir. Hakikaten İİmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre hasmının hüccetine karşı yemin etti­rilmez. Zehiyre'de de böyledir.

Ortaklık hükmü üzerine, bir adam, diğerinden bir mal iddiasında bulunur; iddia olunan da onu inkâr eder; sonra da iddia olunan zat: "Benim yanımda, seninşu kadar malın vardı." ''Ortaklık hükmüyle idi." diye de ilave eder ve: "Fakat ben, bunu, sana verdim." der^müd-deîde onun verdiğim ve kendisinin de aldığını inkâr eder ve iddia olunan ortaklığı inkâr ederek, malın aslanı yanında olduğunu söylerse; (Şöyleki: "Seninle, benim aramda, asla ortaklık yok ve ben senden ortaklık hükmüyle bir şey almadım." derse) müddeiye aldığına karşı yemin yerilmez.

Şayet iddia olunan zat, inkârı sırasında: "Benim yanımda, ortaklık malından bir şey yoktur." derse; o zaman, iddiacı ona yemin verir. Fü-sûlü'l-lmâdiyye'de de böyledir.

Mudarabe veya ortak mal verdiğini iddia ettiğinde, mal sahibi veya ortağı, onu inkâr ederse; mudâribe veya ortağa yemin verilir.

Eğer müddeî, mal bedelini ödediğini iddia eder; satıcı da bunu inkâr ederse; müşterinin, onun yemin etmesini istemesi halinde satıcıya yemin verir.

Şayet hakim, satıcıya müşteri istemeden yemin verir, sonra da İkincisi: Eğer amirine karşı razı olduğunu iddia ederse, yemin verilmez. İkrar ederse ilzam olunur.

Üçüncüsü: Alacak almaya vekil edilen zat, eğer borçlu, müvekki­linin alacağından vaz geçtiğini iddia ederde vekil bunu bildiğine karşı, müşteri, onun ikinci defa yemin etmesini isterse, buna hakkı vardır.

Bundan sonra satıcı, "parasını vermedi." diye yemin eder müşteri de: "ben verdiğime beyyine getirici değilim." derse; hakim, müşteriyi icbar eylemez. Belki de şahidlerini getirmek şartıyîe üç gün mühlet verir.

Fakat müşteri: "Şahitlerim hazırda yoktur." derse, o takdirde hakim, ona mühlet vermeksizin, satıcının parasını ödemesine hükmeder.

Bir adam şirket (= ortaklık) veya mudaraba malını yahut emanet malım iddia eder ve: "Ben, onu sana ulaştırdım." derse; buna itibar olunmaz.

Şayet, ödünç verdiğini veya sattığının bedelini iddia eder de, karşıdaki: "Ben, onu bilmem." derse, sözü kabul edilmez. Satıcının ve alacaklının yeminine itibar edilir.

Hulasa, bir adamın elinde emanet olan malın bulunduğu her durumda yeminle birlikte, verenin sözü geçerlidir. Beyyinesi de böyledir.

Eğer, mal ödenmişse ödeyenin beyyinesi kabul edilir. Yeminle bir­likte, onun sözü geçerli değildir. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Bir adam, diğeri hakkında "malımı zayi etti." diye iddia eder ve hakimden ona yemin vermesini isterse; hakim, ona yemin vermez.

Keza: "Bu, benim ortağımdi; bana ticaret (kâr) hususunda hıya­nette bulundu. Mikdarını bilmiyorum." derse; sözüne itibar edilmez.

Keza: "Bana, gerçekten haber ulaştı ki, filan oğlu filan, bana vasiyet eylemiş; fakat ben, mikdarını bilmiyorum." der ve varislerin yemin etmelerini isterse; hakim, bunu da kabul eylemez.

Keza borçlu: "Ben, borcumun bir kısmını ödedim. Fakat ne kadarını ödediğimi bilmiyorum, (veya "mikdarını unuttum)" diyerek, alacaklıdan yemin etmesini isterse; buna da iltifat edilmez.

Şemsü'l-Eimme H&lvânî (R.A.): "Cehalet (= bilgisizlik) beyyineyi kabulü men etiği gibi, yeminin kabulüne de mani olur. Ancak hakim, yetimin vasisi veya vakfın kayyımı itham edilirse; onlardan malum bir şey iddia olunmasa bile vakfa ve yetime nazaran onlara yemin verir. Fetâvâyi Kadîhân'da da böyledir.

Bir adam, diğerinin elinde bulunan bir yeri "Benim mülkümdür. Benden zoraki aldı." diye iddia eder; müddeâ aleyhde: "Gerçekten belirli bir yönden, onu bana vakfeyledi." derse; bu müddea aleyhin yemin etmesi gerekir.

Eğer yemin ederse; tazminattan beri olur.

Yemin etmezse o yeri değil, kıymetini tazmin eder.

Şayet, iddia olunan zat onun vakfeylediğine dair belgeler ibraz eder fakat vakfediciyi söylemezse; yeminden kurtulamaz. İkrarı ve beyyine-siyle vakıf, vakıfolur. Bu, "bu vakıftır." dediği zamanda olur.

Fakat: "Ben, onu belirli bir vakit üzere vakfeyledim." der, iddia olunan da, onun yemin etmesini isterse; İmâm Muhammet! (R.A.)'e göre yemin verilir. Diğer imamlarımız buna muhaliftirler.

Eğer, evi aîmak üzere yemin etmesini irade ederse, bu durumda bil-ittifak yemin etmez.

Fetva, İmâm Muhammed (R.A.)'e göredir. Hulâsa'da da böyledir.

Bir adam, diğeri hakkmd aelbisemi gasbeyledi." diye iddia ettiğinde gasıb da, bunu ikrar eder; sonra da kıymetinde ihtilaf ederler ve elbisesi zoraki alınan: "Elbisemin kıymeti yüz dirhemdi." dediği halde, gasbeden şahıs: "Ben, kıymetini bilmiyorum; fakat bildiğim şey, onun yüz dirhem olmadığıdır.." derse; yeminle birlikte gasbeden şahsın sözü geçerli olur ve ona açıklaması emredilir.

Eğer açıklayamazsa, gasbedene, gasb olunanın iddiasından fazla olup-olmadığı hususunda yemin verilir.

Eğer yemin ederse, ^asbolunamn iddiası sabit olmaz. Istihlaf Kitabında şöyle zikredilmiştir: Gasbolunana: "Gerçekten, kıymeti yüz dirhem mi idi?" diye yemin verilir.

Eğer "kıymeti yüz dirhemdi." diye yemin ederse, gasbeden şahıstan yüz dirhem alınır. Muhıyt'te de böyledir.

Satıcı, parasını aldığını ikrar ettikten sonra: "Ben almadım." der ve müşterinin yemin etmesini isterse; ona inanılır ve istihsanen müşteriye yemin verilir.

Bu, İmâm Ebû Yûsuf (R. A.)'a göre böyledir.

Diğer iki imama göre, kıyasen yemin verilmez.

Burada beş mes'ele vardır.

Birincisi: Söylediğimiz bu mes 'eledir.

İkincisi: Bir adam, evini sattığını ikrar eder. Sonra da:  "Ben, sattığımı ikrar eyledim. Fakat, ben satmadım." derse; işte ondan yemin etmesi istenir.

Üçüncüsü: Müşteri, satılan şeyi, aldığını ikrar eder; sonra da: "Ben almadım." der.

Dördüncüsü:  Borçlu  borç  aldığını ikrar  eder;  sonra   da: "Almadım." der.

Beşincisi: Bağış yapan şahıs, bağışı ikrar eder; sonra da: "Ben, bağışlamadım." der.

Bu durumda kendisine bağış yapılana, yemin verilir.

Bu ihtilafların tamamından İmâm Muhammed (R.A.), İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'ıın kavline dönmüştür.

İmâm Serah'sî: İhtiyat olan, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavlini almaktır." buyurmuştur.

Âlimlerimiz bu kavli almışlar ve hükme tealluk eden şeylerde, bu sözü kabul eylemişlerdir. Hulâsa'da da böyledir.

Mal sahibi, alacağını borçludan aldığını ikrar edip, ona şahitde gösterdikten sonra, aldığını inkar ederse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, borçlunun yemin etmesini arzu ederse; hakim, borçluya yemin vermez. İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre hakim, borçluya yemin ettirir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam: "Bir şeyi, filana bağışladım. O da, onu benden aldı." diye  ikrar  ettikten  sonra:   "Benden  almadı.   Ben,  aldı  diye,  yalan söyledim." der ve bağış yapılan zatın yemin etmesini isterse; İmâm Hâher-Zâde: "İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, bağış yapılan şahıs yemin eylemez. İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre ise, yemin eder.

Keza, kişinin ikrarını yalanladığı her yerde bu böyledir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, bir kağıt çıkarır ve onda, başka bir adam hakkında: "Senin için şu kadar malı ikrar ediyorum. Ancak, sen benim ikrarımı kabul etmedin." diye yazılı olursa; kendisi için ikrar olunan şahsa yemin verilir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adamın varisi, mal iddia eder ve murisinin malı ikrar ettiği kağıdı çıkarır; diğer varis de:  "İkrarını kabul etmedi" diye iddiada bulunur ve talibin-yemin etmesini dilerse; onun yemin etmesi gerekir. Hizânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

İkrar sahibi öldüğünde, onun varisleri gerçekten o, ikrarını zoraki, icbar ile yaptı" diye iddia ederlerse kendisi için ikrar olunana, Allah adına yemin-verilir. Ve o yemin ederek: "Gerçekten o, benim için ikrarı sahih ile ikrar eyledi." der.

Keza, Za'ferânî:

—Kendisi için ikrar yapılan şahıs öldüğünde varisleri yemin ederler mi? sualine şu cevabı verdi.

— Buhârâ'lıların bazı talikinde açıklanmış ki, gerçekten varislere, bildikleri üzerine yemin verilir.

Ben de, babamdan "yemin verilmez." dediğini işittim.

Bu, murisler hakkında, yemin etme mes'elelerindendir.

Varis ise, yemin etmez. Emanet bırakılan şahsın emaneti verdiğini veya onun zayi olduğunu söylediği gibi... O, yemin etmeden ölmüşse; varisi yemin etmez. Câmi-i Kebir'de buna dair nas vardır. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Bir adam, bir şahıs için, mal ikrar eder ve ikrar eden bu kimse de ölür ve,ölümünden sonra, varisleri: "Gerçekten babamız, bir mal ikrar etmişti. Bu ikrarı yalandan yapmıştı; ikrarı sahih olmaz. Ey kendisine ikrar yapılan zat, sen de bunu biliyorsun." derler ve onun yemin etme­sini isterlerse, ona yemin ettirmeye haklan yoktur. Muhıyt'te de böyledir.

Şayet bir satıcı, sattığına ve parasını aldığına şahit getirdikten sonra, "bu satış, cebren yapıldı." diye iddia eder ve müşterinin yemin etmesini isterse; İstihlal kitabında "Bütün alimlere göre, müşteri yemin eder ve: "Allahıma yemin olsun ki, ikimizin arasında olan alım-satimda cebr olmadı." der denilmiştir. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Bir adamın yanındaki köleyi, başka birisi iddia ederek: "Bu, benim malımdır. Yedi gün önce, filandan satın aldım." der; köle elinde bulunan şahıs da: "Ben, bunu o adamdan on gün önce satın aldım." karşılığını verince de, iddia sahibi: "Aramızda cereyan eden ahm-satım cebren oldu." derse; ona yemin verilir. Hulasa'da da böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.) şöyle buyurmuştur:

Bir adamın, başka bir şahsın evinin yanında, bir evi bulunduğunda, bu ev sahiplerinden birisi, iki evin arasında bulunan duvarı, diğerine tasadduk eder; kendisine sadaka edilen şahıs da onu aldıktan sonra sadaka veren şahsın, geride kalan evini satın alsa; komşu için şüf a hakkı olmaz. Evin duvarının arkasında evi olan, başka bir şahıs satıcıdan ve alıcıdan yemin etmelerini isteyerek: "Satıcı, şüf a hakkına cebren zarar verdi ve şüf a hakkını ibtal etti." derse hakim, onun dediği gibi yemin verir. (Allahu a'lem.)

Eğer bu şahıs: "Duvarı cebren tasadduk eyledi." derse; ev elinde duruyorsa, satıcının veya alıcının yemin etmesini ister.

Eğer yemin ederse, duvarın cebren tasadduk edilmediği sabit olur ve dava sona erer.

Eğer yemin etmezse, tasaddukun ikrah (- cebren) olduğu sabit olur ve komşunun şüf a hakkı sabit olur. Muhıyt'te de böyledir.

Şayet onlardan birisi, "diğerinden satın aldığını" söylerken, diğeri rehin aldığını veya kiraladığını iddia eder ve kirasının bin dihem olduğunu söyler ve bunu da, rehin alan veya icarlayan ikrar eder; satın alan şahıs da: "Allah'a yemin eyle, onu bana satmadığına." derse; o şahsın yemin etmesi gerekir.

Eğer yemin ederse; iş tamam olur.

Şayet yemin etmezse, satış sabit olur.

Bu durumda, müşteri muhayyerdir: İsterse, rehinden kurtulana kadar sabreder ve icar müddetini bekler; isterse, pazarlığı fesheder.

Eğer satın alan şahıs, önce ikrar ederek: "Rehin konmuş veya kiraya verilmiş..." derse; o takdirde yemin yoktur.

Keza, ikisi de icara verilmiş olduğunu iddia ederler ve birisi bunu ikrar ederse; diğerine yemin yoktur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir adamın elinde bir ev veya bir arsa yahut bir hayvan olduğunda iki kişi, bu şahsı hakime getirerek, her birisi, "onun elinde olanı satın aldıklarını" iddia ederler; iddia olunan da, onlardan birisini ikrar eder ve "bizzat ona sattığım" söyleyip diğerini inkâr eder; diğeri de hakime: "İddia olunan şahsa bana satmadığına dair yemin ver." derse, gerçekten hakim, ona yemin vermez.

Keza, dava edilen zat, ikisinin de iddiasını inkar ederse; hakim onlardan birisine yemin verir. Eğer o yemin etmezse, ona yeminden kaçındı hükmünü verir.

Sonra da ikincisi: "Benim için de yemin ver." derse; işte o zaman yemin vermez.

Bir şahsın elinde bir ev veya bir arsa bulunur; iki kişi, bu adamı hakime getirerek, her birisi, mal sahibinin kendisine bağış yaptığını ve teslimeylediğini  söyleseler;  mal  sahibi  de,  onlardan  bizzat  birisine bağışladım ikrar edince, diğeri, ondan yemin talebinde bulunsa; yemin etmez.

Keza hakim, bu iki şahıstan birisine, yemin verse, fakat o, yemin etmese; bu durumda diğerine yemin vermez.

Keza, her ikisi de, "bin dirheme, onun yanında rehin olduğunu" iddia ettiklerinde, o şahıs bunlardan birini ikrar etse veya hakim, onlardan birine yemin verdiği halde, o yemin etmekten kaçınsa, diğerinin yemin etmesi gerekmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adamın yanında bir cariye veya bir köle yahut bir arsa bulunur; iki kişi gelerek; her birisi, "onun, kendsinin olduğunu" iddia ederek: "O şeyi elinde bulunduran şahsın gasbetmiş olduğunu" söyle­seler veya "onun yanma, emanet bıraktıklarını," iddia eyleseler ve o adamı hakime götürseler; hakim onlardan davalarını sorar.

Eğer davalı, onlardan birisini"ikrar, diğerini inkar ederse; hakim, ona "ikrar eylediği kimseye, o şeyi teslim etmesini emreder.

Şayet diğer adam, onun yemin etmesini isterse; buna hakkı olmaz.

Bu defa da'va ikisinin arasında cereyan eder. Eğer, diğeri hakime: O nefsinden yemini def etmek için, bunu ikrar eyledi. Ona benim için, yemin ver." derse; bu durumda da doğru olanı, ona yemin vermemektir.

Emânet bırakılan da böyledir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, gasb hususunda yemin vermek vardır.

Emânet bırakmak da böyledir. Bu da, İmâm Muhammed (R.A.) göredir.

Eğer, iddia olunan şahıs, her iksirri de ikrar ederse; "o şeyi ikisine teslim etmesi" emredilir.

Bu  durumda,  o  şahıslardan her hangi birisine,  başka bir şey ödemez.

Eğer, o iki kişiden birisi veya her ikisi de "kendi nefsine ait olan yarısı hakkında, yemin isterse; mutfak mülkte yemin olmaz.

Fakat, davalı, her ikisini de inkâr ederek "hakimden, onların yemin etmelerini isterse; hakim, ikisine birden yemin vermez. Fakat, onlardan her birisinin, yemin etmelerini ister.

Bu hususta aümler ihtilaf eylediler:

Bazıları: "İkisine bir yemin verir. Onlardan her birine ayrı ayrı yemin verilmez." dediler.

Bazıları da: "Onlardan her birisine, ayrı ayrı yemin verilir. Rey ( = görüş) hakime aiddir.'' buyurdular.

Hakim isterse, kur'a çektirmeksizin, birinden başlar; isterse, ara­larında kur'a çektirir. Töhmeti yok etmek ve kalblerini mutmain kılmak için böyle yapar.

Eğer hakim, onlardan her birine, ayrı ayrı yemin verirse; bu durumda üç mes'ele vardır:

Birincisi: Onlardan her birine, ayrı ayrı yemin verir. Bu durumda, onların davasından kurtulur. Bu zahirdir.

İkincisi: Onlardan birisine yemin verince, diğerine yemin vermekten çekinir.

Eğer önceki yemin ederse; davasından beri olur.

Diğerinden çekinince, o şeyin tamamını —yalnız başına dava etmiş gibi— yemin edene hükmeder.

Eğer Öncekine yemin vermezse, hakim, onun yeminden kaçınmış olduğuna hükmeylemez. Belki de diğerine yemin verir. Bununla beraber, hallerine nazar eyler.

Bazı alimler de: Hüküm-, iki vecih üzeredir: Birisi mülk da'vasında o şeyi yarı yarıya hükmetmektir.

Gasb davası hususunda ise, hakim o şeyin kıymetini, ikisine hük­meder.

Emanet hakkında ise, o şeyi aralarında hükmeder. Kıymetini hük­meylemez.

Bu, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göredir.

İmâm Mu ha m m e d (R.A.)'e göre kıymetine göre hükmeder. Muhiyt'te de böyledir.

Bir adamın yanında, babasından miras kalma bir kölesi bulunduğun da; onu, bir şahıs iddia ederek: "Gerçekten bu köle, benim kölemdir. Onu, bu şahsın ölen babasına, emanet koymuştum." der; köle yanında bulunan şahıs da, bunu iknar ederse; i$te o zaman, köle yanında bulunan şahsa, bu davada bilgisinin olup olmadığı hususunda yemin verilir.

Eğer yemin ederse; davadan uzak olur.

Eğer yeminden kaçınırsa, o köle iddiacıya hükmedilir. Ve bu köleyi elinde bulunduran şahsın ona teslim etmesi emredilir.

Şayet o köleyi teslim eder ve bir başkası da aynı şekilde, iddia olunan şahsı dava eder, Önceki gibi de yemin etmesini istersek onun, böyle bir talepte bulunmaya hakkı yoktur.

Alimler: "Bu, oğulun elinde, yalnız o köle miras olduğu, başka bir şey bulunmadığı zaman böyledir. Fakat, elinde, o köleden başka miras bulununca, ikinci adamın da yemin verme hakkı vardır.

Eğer yeminden kaçınırsa üzerine hükmohınur.

Eğer dava gasb davası ise bu durumda ikincinin yemin verme hakkı yoktur.

Bu şayet o köleden başka, oğlanın elinde bir şey yoksa, —her ne kadar, iddiacı yemin etmesini istese bile— böyledir. Füsûlü'Mmâdiyye' de de böyledir.

İki şahıs, bir kadının nikahını iddia ederek, onu hakime götür­düklerinde, kadın birisini ikrar, diğerini inkar eylese, nikahı inkar edilen şahıs, hâkime: "Benim için, kadına yemin ettir." derse; hakim onun sözüyle kadına yemin vermez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bu durumda kadının ikrar eylediği kocasına yemin verilir mi? Fahru'l-İslâm Ali Pezdevî, Şerhin'de: "öerçekten bu mes'elede, ihtilaf-ı meşayıh (= alimlerin ihtilafı) vardır. Bazıları: "Yemin verilmez, demişler; bazıları da: "Yemin verilir." buyurmuşlardır.

Eğer o, yemin ederse; bundan sonra kadına yemin verilmez.

Eğer o yeminden kaçınırsa, o takdirde kadın yemin eder.

Kadın da yemin etmezse, hakim o kadını diğer adama hükmeder ve öncekinin nikahı batıl olur." buyurmuştur. Muhıyt'te de böyledir.

Şayet, bu kadın, ikisinin davasını da inkar ederse; bunlardan bizzat birisine yemin verilir.

Bu İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre böyledir.

Şayet kadın, yemin etmezse diğerine yemin verilmeden, ona hük­medilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam bir cariye satın aldığında,  karşılıklı alım-satım ve teslim-tesellüm yapıldıktan sonra; bu cariyeyi, bir kusuru sebebiyle, satıcıya geri verir; sonra da satıcı gelerek: "Sen onu bana geri verdin. Halbuki, o hamiledir." derse; müşteri bu durumu ikrar ederse; bu cariye müşteriye geri verilir.

Ancak, bu durumda önceki kusurunun karşılığını, satıcı tazmin eder. Eğer, müşteri bu durumu inkar ederse; cariye, kadınlara gösterilir. Şayet onlar: "Evet, bu cariye hamiledir." derlerse; bu durumda müşteriye bu hadisenin, onun yanında olup olmadığı hususunda yemin verilir.

Eğer yemin ederse, bu cariye satıcıya geri verilir.

Şayet yeminden kaçınırsa, satıcı serbestir: İsterse, bu cariyeyi yanında tutar. Müşteriye onun için bir şey gerekmez. İsterse, bu cariyeyi eski noksanının bedeli ile birlikte müşteriye geri verir. Hulâsada da böyledir.

Eğer müşteri, hakime: "Bu   hamilelik, satıcının  yanında olmuştur." derse; satıcı onun yemin etmesini ister.

Alimler: "Uygun olanı, satıcının: "Yemin olsun Allah'a ki, ben bu kusurdan uzak olarak sattım." demesidir." buyurmuşlardır.

Eğer cariye, müşterinin yanında ise, kusuru hakkında, satıcı davacı olabilir.

Hakim onu satıcıya geri verdiği zaman, satıcı: "Gerçekten cariye, hamiledir ve bu hami müşterinin yanında olmuştur." der; müşteri de: "Hayır, onun yanında olmuştur." derse işte o zaman hakim, böyle olduğuna dair satıcıya yemin verir; müşteriye vermez. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adama yemin tevcih edildiğinde, o şahıs: "Gerçekten davacı, bu dava hakkında, bana hakim huzurunda (şu beldenin hakimi huzu­runda) yemin verdi.'* der ve buna dair da'vacının yemin etmesini ister. Eğer o şahıs, yemin etmekten kaçınırsa; davalının yemin etmesi gerekmez. Eğer yemin ederse; mal hakkında davalıya yemin verilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Da'valı iddiasında: "Davacı, bu davadan vazgeçti." derse; hakim ona yemin verir. Ve ona: "Hasmına cevap ver." denilir.

Bu, şunun hilafınadır: Şayet: Benden, bu bin dirhemi almaktan vaz geçti." derse; o zaman, ona yemin verilir.

Bazı alimler: "Gerçekten, davalıya davadan vaz geçildiğine dair, —dava üzerine yemin verildiği gibi— yemin ettirilir." demişlerdir.

Şemsü'I-Eimme Halvanî'de buna meyletmiştir.

Zamanımızın hakimleri de, bunun ü zennedirler. Füsûlü'I-Imâdiyye'de de böyledir.
Bir kimse düğerinden mal iddiasında bulunduğunda, da'valı: "Gerçekten, davacı bu davadan vaz geçti." der; hakim de, davalının bu durumdan tevehhüm ederse (şüphelenirse) beraat hususunda davacıya mı, yoksa, da'valiya mı yemin verir? Hassaf ve Şeyhu'1-İmâm Ebû Bekir Muhammet! bin Fadl: ''Davalıya yemin verilir. Onun: "Müddeî daVadan vaz geçti demesi, ikrar değildir." demişlerdir.

Hakimin müddeiye: "Mal hususunda beyyinen var mıdır?" diye sorması icabeder.

Eğer o, beyyine ile, malı isbat eder, bundan sonra da "da'vadan vaz geçtiğini" söylerse, mesele biter.

Şayet mal hakkında beyyinesi yoksa, hakim önce, mal hakkındaki dava için, davalıya yemin verir. Onun: "Da'vacı davadan vaz geçti." demesi, ikrar olmaz.

Eğer, davalı yemin ederse, dava terk olunur. Eğer, yeminden kaçınırsa, bu defa da davacıya, "vaz geçtiğine" dari yemin ettirilir.

Mütekaddimin alimlerimiz, şöyle buyurmuşlardır:  Davadan vaz geçme iddiası, ikrar değildir. Esahh olan da budur.

Şeyhu'I-İmâm Zahîrüd'd-dîn'in üstadı şöyle buyurmuştur: "Uygun olanı, önce iddia sahibine, "davadan vaz geçip geçmediğine dair" yemin vermektir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Yemin etme işi varislere teveccüh ederse; onlardan birsinin yemin etmesi.diğerleri için kâfi gelmez. Hepsine ayrı ayrı yemin verilir.

Eğer, yemin başkalarına teveccüh ederse, onlardan birisine yemin verilir; onun yemini, hepsinin yemini olur.

Bu hususun îzahı şöyledir:

Bir adam, bir ölüye karşı hak iddiasında bulunsa ve ölenin varisle­rine yemin vermek gerekse; bütün varislerden yemin etmeleri istenilir. Bunlardan bir tanesinin yemin etmesi kafi gelmez.

Eğer, varislerin, içinde, bir küçük veya bir gaip varsa; ölüye karşı da iddia ediliyorsa, hazırda bulunanlara yemin verilir. Küçük bulûğa erişene, gaip de gelene kadar, bunlara yemin verilmesi ertelenir. Sonra onlara da yemin ettirilir.

Şayet varisler, —ölü için— bir adamdan hak iddiasında bulu­nuyorsa, onlardan birisine yemin verildiğinde, diğerlerinden yemin istenmez. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Inân ortaklarından birisi, veya müfaveda ortaklarından birisi, şirket için bir adama karşı hak isterse; iddia olunan şahsa yemin verilir. Diğer ortaktan, yemin etmesi istenrhez. Muhiyt'te de böyledir.

Bir kimse, o ortaklardan birjne karşı, hak iddia ederse; onların ikisine de yemin verilir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir şey satın alan bir topluluk, bir adama karşı iddiada bulunduk­larında onlardan birisi yemin edince, diğerleri de yemin etmiş olurlar. Hizânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

İbnü Semaa, İmâm Muhammed (R.A.)'un şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

Bir adam, iki sözleşme ile, bir kadını ve onun kızını nikahlar sonra da: "Ben, hangisinin önce olduğunu bilemiyorum." derse; o iki kadına da Allah adına yemin verilir. Ve: "Hanginiz örtee nikah oldunuz?" diye sorulur.

Uygun olan, hakimin onlardan hangisini önce isterse, ona yemin vermesidir. İsterse; kur'ada çektirir. Onlardan birisine yemin verince, diğerinin nikahı sabit otur. Eğer, önceki için yemin etmezse, o ilzam olunur ve diğerinin nikahı batıl (= geçersiz) olur.

Onlardan her birisi, "kendi nikahının önce olduğunu" iddia ederse, nikahları batıl (= geçersiz) olur. Serahsî'nîn Muhiyti'nde de böyledir.

Bir adam, babasının mirasından, bir yer bağışlayıp onu da bağış yaptığı zata, teslim ettikten sonra; ölen zatîn karısı gelerek, bağışlanan yeri iddia edip: "Burası benimdir. Onlar, sana burası bağışlandıktan sonra, mirası taksim ettiler. Burası, bana düştü." der; bu yer kendisine bağışlanan şahıs da,, iddia ederek: "Bu yer bana; taksim yapılıp, bana bağış yapan şahsa hisse olarak düştükten sonra, verildi." der, beyyi-neden de aciz olursa; kadına yemin verilir; deiğer varislere yemin yoktur. Ve, o yerin, kadına verilmesi emredilir. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam, diğerine: "Benim sende, bin dirhemim vardır." der; iddia olunan da: "Sana ödemediğime dair yemin edersen, onu öderim." der o da: "Onu, sana verdim." diye yemin ederse, o geri ödenir mi?

Eğer   ona,    şartlarına   uygun   olarak   ödemişse,   geri   ödenir. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Bir adamın yanında, bir miktar kumaş bulunur ve o bunun kime ait olduğunu bilmez; başka bir şahıs da gelerek, onun kendisine ait olduğunu  iddia ederse; kumaş yanında bulunan  şahsın, "Kumaşın müddeîye ait olup olmadığı hususunda Allah adına ona yemin vermesine ruhsat vardır.

Eğer iddia eden, iddia olunanla anlaşma yaparlar ve iddia sahibi, dirhemleri alıp kumaş davalıya kaldıktan sonra, iddia olunan şahıs, "iddia edenin, o kumaşda hakkı olmadığını" iddia ederse; bundan sonra ona yemin verme hakkı yoktur.

Hatta onun bu kumaşta'hakkının olmadığını iyice bilse bile yine de yemin veremez. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adamın, diğer adama borcu olur ve ona, borcuna mukabil bir rehin bırakır; alacak sahibi de, bu rehni inkar ederse; iddia olunan (rehin koyan) "billahi, bu adamın bende iddia eylediği gibi, alacağı yoktur." diye yemin eder. Fe'âvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam diğerinden yüz dirhem borç alıp, onun yanma da rehin bıraktığında, eğer alacağını ikrar ettiği halde, rehin bırakılan şeyi inkar ederse; rehin bırakan zat, hakime: "Sorunuz bakalım, hangi yüz dirhemi iddia ediyor? Rehini mi, değil mi?" der.

Eğer o adam rehni ikrar ederse, malıda ikrar etmiş olur.

Eğer rehni inkar ederse; diğer şahıs: "Benim, sana rehinsiz borcum yoktur." diye yemin eder ve yemininde de hanis olmaz. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Bir adam, diğer bir şahısta bin dirhem alacağı olduğu iddiasında bulunsa; iddia olunan şahıs da, bu bin dirhemin nesi (yani vadeli verilmiş) olduğunu bilir ve eğer, bin dirhemi ikrar ederse, onun müddet iddia edeceğinden çok kerre müddet inkar ediliyor ve bin dirhem tale­binde bulunacağından korkarsa; buna çare: O adam, hakime: "Ona sorunuz; gerçekten bu bin dirhem, muaccele (=  acele ödenecek şey) midir? müeccele (= vadeli olan şey) midir? der.

Hakim, sorduğunda, o: "Hali hazırdadır." der ve davalının yemin etmesini isterse,, davalı: "billahi onun benim üzerimde, bu istediği bin dirhemi yoktur." der.

Şayet yemin eder ve:"billahi, onun iddia eylediği şeyin edası benim üzerimde yoktur." derse; yemininde sadık olur.

Eğer alacağı muaccel ise, adamın da gücü yoksa, "billahi bu iddia eylediği bin dirhemi, benim üzerimde yoktur." dîye yemin eder.

Şayet talakına yemin eder ve: "Benim üzerimde, bin dirhemi yoktur." derse, —her ne kadar fakir bile olsa— talak vaki olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, eli altında bulunan bir yerde, bir topluluğun hakkının bulunduğunu bilir; —bu hakkın miktarını bilsin veya bilmesin— başka bir şahıs da gelerek, o yerde, kendisinin —üçte bir veya dörtte bir gibi— belirli bir hissesinin olduğunu iddia ederse; iddia olunan zat hakime: Ben,  iddia sahibinin hakkının olduğunu biliyorum; fakat, hakkının miktarını bilmiyorum. Ona sen, istediğin kadarını ver." derse; hakimin müddeîye bir şey arz etmesi uygun olmaz.

Ancak, müddeînin iddiasına göre, hakim davalıya yemin verir. Eğer davalı yemin etmezse, müddeînin iddiasaını ikrar etmiş olur.

İşte bu bir hüccettir.
Eğer belirtilen miktara göre yemin ederse; bu durumda hakim, —ikrarı sebebiyle— davalıyı ve davacıyı, beraberce orada sakin kılar. Çünkü onun daorada hakkı vardır. Muhiyt'te de böyledir. [12]


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..