6- MÜDDEÎNÎNIDA'VASINI ENGELLEYEN VE ENGELLEMEYEN ŞEYLER

Bir adam, diğerine karşı bir hak veya bir mal idiasında bulunup, beyyine de ibraz ettiğinde, iddia olunan zat: "Benim, bu davadan kur­tuluş imkanım var." derse; hakim bu davayı ikinci oturuma erteler; müddeâ aleyhin aleyhine hükmeylemez. Müddeâ aleyhin (= da'valınm) böyle söylemesi de müddeî lehine bir ikrar olmaz.

Bu durumda, hakimin, müddeâ aleyhin bu davadan nasıl kurtulacağını sorması uygun olur. Eğer ileri sürdüğü imkan sıhhatli bir şeyse, onun sözüne iltifat edip de, mühlet vermez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, başka bir şahsın yanında bulunan bir kölenin, kendisine ait olduğunu iddia eder; köle yanında olan şahıs da: "Bu köle, filan gaibindir. Benim yanımda emanettir." veya "ariyettir." yahut "ica-redir." veya "rehindir." veyahut da "gasbdır." der ve buna göre de beyyine getirirse veya bu köleyi yanında bulunduran şâhıs, "Müddeînin, o kölenin filana ait olduğunu irkar ettiğini" belgelese, bu dava davacı­dan düşer, (son bulur).

İmâm Ebû Yûsuf (R. A.) şöyle buyurmuştur:

Eğer köleyi yanında bulunduran zat, salih bir kişiyse, beyyine ibrazı ile dava düşer.

Eğer, hileleriyle tanınmış birisiyse, dava düşmez. Mahkemeye mü­racaat edilir.

İmâm Ebû Yûsuf (R. A.) şöyle buyurmuştur:

Hileci Mmse şudur: İnsanlardan zoraki mal alıp, sonradan, onu, beldeden kaybetmesi için gizlice istediği kimseye verir; o adam da onu  (zoraki alınan malı) şahitlerin huzurunda, birisine emanet bırakır. Sahibi gelip de, onun kendi mülkü olduğunu isbat etmeyi murad ettiği zaman da bu, malı elinde bulunduran kimse, "bunu, filan şahıs emanet bıraktı." diye beyyine ibraz eder ve böylece asil sahibinin hakkı def olmuş bulunur. Böyle yapan kimseye hileci denir. Kâfî'de de böyledir.

Eğer mal yanında olan şahıs belge ibraz edemezse, zahirü'r-riva-yeye göre, o davacı olur. Muhıyt'te de böyledir.

Şayet hakim müddeî için hüküm verir; gaib de gelerek, "onun kendi mülkü olduğunu" belgelerse; mal elinde bulunan kimse ona verir. Bu durumda hakim, hükmünü ona göre verir. Muhıyt'te de böyledir.

Eğer hakim, beyyinesi sebebiyle müddeîye hükmeylemez; kendisi için ikrar olunan zat gelir, mal elinde olan da onu (n söylediğini) doğrularsa, köle kendisi için ikrar olunan şahsa verilir.

Eğer, kendisi için ikrar olunan zat, "müddeîye karşı, kölenin ken­disinin olduğunu ve onu yanında bulunan şahsa emaneten bıraktığını" belgelerse; bu beyyinesi kabul edilir ve köle ona hükmedilir.

Bu durumda müddeînin beyyinesi geçersiz kalır.

Bunu, İmâm Muhammed (R.A.) Cami' kitabında böyle zikreylemiştir.

Hakim Ebû Heysem şöyle buyurmuştur:

İbnü Semâa, bu mes'eleyi İmâm Muhammed (R.A.)'e yazdı.

İmâm da cevaben, ona şöyle yazdı: Bu köle ikisinin (iddia edenle diğerinin) arasında hükmolunur.

Bundan sonra, kendisi için ikrar olunan şahıs davasına beyyine getirirse, iddiacının beyyinesi batıl olur. Hakim, müddeîye: Hazıra karşı beyyineni getir. Aksi takdirde bir hakkın yoktur." der. Muhıyt'te de böyledir.

Mal yanında bulunan şahsın şahitleri: "Onu, bir adam emanet bıraktı. Fakat biz, onu tanımıyoruz; asla tanımıyoruz." derlerse, o zaman hakim, bunların şehadetlerini kabul eylemez.
Bu, durumda bil-icma, müddeînin davası, mal yanında olan şahıstan mündefi [15]  olmaz. Kâfî'de de böyledir.

Eğer şahitler: "Emanet bırakanın yüzünü tanıyoruz; fakat ismini de nesebini de bilmiyoruz." derlerse, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ve İmâm Ebû  Yûsuf   (R.A.)'a göre, yine şehadetleri caiz  olur.  Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Şayet davalının şahitleri: "Biz, emanet bırakan şahsın adını ve nesebini tanıyoruz; fakat yüzünü tanımıyoruz." derlerse, bu hususta İmâm Muhammed (R.A.) bir şey zikretmemiştir.

Alimler de, bu hususta ihtilafa düşmüşlerdir. Onlardan bir kısmı: Da'va —malı yanında bulunduran şahıstan— düşmez." demişler; ba'zıları da: "Düşer." buyurmuşlardır.

Keza, Akdiyye'de şöyle zikredilmiştir:

Gerçekten hakim, müddeîye: Bu isim ve-neseb o şahıs mıdır?" diye sorar. Eğer: "Hayır" derse; bu durumda, o şahsın emanet bırakan şahıs olmadığı açığa çıkmış olur. Muhıyt'te de böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.) şöyle buyurmuştur: Elbette üç yoldan tanınması gerekir.

İmamların tavili (itimadı) de İmâm Muhammed (R.A.)'e göredir. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Eğer mal yanında bulunan zat, tanınan bir adamı kasdederek: "Onu filan şahıs benim yanıma emanet koydu." der; şahitleri de: "Gerçekten onu, bir adam emanet koydu." derlerse, şahitlikleri kabul edilmez. Muhiyt'te de böyledir.

Mal yanında olan zat: "Onu bir adam emanet bıraktı ve ben o şahsı tanımıyorum." der; şahitler de: "Gerçekten onu, bir adam emanet bıraktı." derler ve ikisi de onu tanımazsa, müddeî davacı olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Mal yanında olan zat: "Onu, tanımadığım bir adam bıraktı." der şahitler de: "Onu, filan oğlu filan   bıraktı."derlerse, Hassâf, Edebü'I-Kadî kitabında şöyle buyurmuştur: Gerçekten hakim, bunların şehadetini kabul eylemez. Mal yanında bulunan şahıstan da dava def olmaz. Zehıyre'de de böyledir.

Müddeî "gerçekten, bir adam ona verdi." diye ikrar ettiği halde onu tanımıyorsa, aralarında dava olmaz.

Keza, mal yanında bulunanların şahitleri, müddeînin ikrarına şahitlik yapsalar ve: "Onu bir adam verdi, fakat müddeî onu tanımıyor." deseler, hakim onu davacı yapmaz. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Şayet şahitler: "Onu, birisi emanet koydu. Biz onu üç vecihten tanıyoruz; fakat onu söylemiyoruz ve şahitlikte yapmıyoruz." deseler, bu, durumda dava kalkmaz.

Eğer "Onu bu şahsa tanınmış bir adam verdi." deseler ve fakat, o şahsın kim olduğunu açıklamasalar, dava sükût eyler.

Eğer şahitler: "Onu, filan emanet etti. Fakat, kimin için olduğunu bilmiyoruz." veya şahitler: "Bu müddea (= iddia olunan şey) filan gaibin elinde idi. Fakat bilmiyoruz verdi mi, vermedi mi?" deseler, mal yanında olan şahıs da: "Bana onu verdi." dese dava mündefî olur. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Davalının şahitleri: "Gerçekten müddeî filan gaibi ikrar eyledi ve filan gaib onu bana emanet koydu; dedi." diye şehadet etseler veya müddeînin böyle ikrar  da bulunduğuna şahitlik yapsalar da  "mal yanında olan filan gaib" demeseler; alimler: "Da'va ondan sakıt olur." demişlerdir.

Eğer müddeî, hakimin yanında ikrar ederek: "Filan gaib ona verdi." derse, işte o zamanda dava mal sahibinden düşer. Fetâvâyi Kâdî­hân'da da böyledir.

Eğer müddeî: "Gerçekten o, filanın yanında idi. Bilmiyorum, buna verdi mi vermedi mi?" diye ikrar eder; mal yanında olan şahıs da: "filan  bana  verdi." derse, yine aralarında dava yoktur. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Şahitler müddeînin ikrarı üzerine şehadette bulunarak: "Müddeî, gerçekten, o mal filanın yanında idi. Fakat bilmiyoruz, o malı fülana verdi mi, yoksa vermedi mi? dedi" deseler işte o zaman da, aralarında husûmet olmaz.

Eğer mal elinde olan şahsın şahitleri: "O mal filanındır." deseler, fakat ona emanet bırakıldığına şahitlik etmeseler, bu durumda hakim, bu şehadeti kabul etmez. Ondan husumet de kalmaz.

Şayet müddeî, mal elinde bulunan şahsın şahitlerini o kendi nefsi için iddiada bulunuyor diye bertaraf edecek belge getirirse o takdirde, mal yanında olanın "emanet bırakıldı." diye getirdiği belgeleri kabul edilmez. Muhiyt'te de böyledir.

Eğer şahitler: "Bu ev, filan gaibindir. Bu şahsı, bu evde, o gaib sakin kıldı, (oturttu.) Ve biz buna göre şahitlik ederiz. Bu ev, bu gün gaibindir." deseler, veya "...içinde oturanındır." yahut "...biz, bu evin kime ait olduğunu bilmiyoruz. Lakin bu gün içinde oturanın elindedir." veya "...gerçekten, bu evin kime ait olduğunu zikredilmedi." deseler; şehadetleri   kabul  edilir  ve  dava  düşer.   Kerderî'nin  Vecizi'nde  de böyledir.

Eğer şahitler: "Üçüncü şahsın elindedir." derlerse, dava düşmez. Şahitlerin: "O oturuyor. Ancak, ona bu evi başkası teslim etti." deme­leri   halinde   de,   —yukarıdaki   gibi—   dava   düşmez.    Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Müddei, "gerçekten ev içinde oturandan başkasınındır; mesken fülanındır." diye, burhanını (=  delilimi, beyyinesini getirirse) kabul edilmez. O şahıs gelip, bu vech üzere burhan getirirse, imamların ikisine göre bu da kabul edilmez. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Dava olunan zat: "Evin yarısı benimdir. Yansı da filanın emane­tidir." der ve bunun üzerine beyyine de ibraz ederse, evin tamamı hakkında dava düşer. el-İhtiyâr Şerhü'l-Muhtâr'da da böyledir.

Mal yanında bulunan şahıs,  "onun emanet olduğunu" iddia eylese de bunun isbatı mümkün olmasa; hakim de iddiacıya hükmeylese, hükmü geçerli olur.

Bundan sonra, isbata çalışırsa, emanet olduğu hususundaki beyyi-nesi kabul  edilmez.

Gâib gelip bu hususta hüccet getirir mal elinde bulunan şahısta, bu hususta bir beyyine getiremez ve karşılıklı dava etmekte olurlar; müdde-înin de şahidi tek olur veya iki şahidi olduğu halde hakim, hükmetmemiş olur ve bu sırada ev elinde bulunan şahıs da belgesini getirirse; bu belgesi kabul edilir. Çünkü, bu açıktır. Hakim hükmetmeden, o, onun hasmı değildi. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Bir adam, diğer bir şahsın elinde bulunan bir evi iddia eder; ev elinde olan zat: "Onu, bana filan emanet bıraktı." der; müddeî de: "Evet, o emanet bıraktı. Fakat, onu bana bağışladı." veya "Onu bana sattı." derse; bu durumda hakim, davalıdan, böyle olup olmadığına dair yemin etmesini ister.

Eğer o, yeminden kaçınırsa, hakim müddeîyi davacı kılar. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Müddeî beyyine ibraz ederek: "Fiian elinde olanı sattı." derse beyyinesi kabul edilir ve iddia olunana (= müddea aleyhe) davacı kılınır.

İddia olunan şahıs, onun emanet olduğunu söyler, beyyinesi de bulunmaz ve müddeîden yemin etmesini isterse; hakim ona yemin verir. Füsûlü'l-Iınâdiyye'de de böyledir.

Bir adamın yanında başka bir şahsın emaneti bulunduğunda, başka bir şahıs gelerek,  "kendisinin , emanet bırakan şahsın vekili olduğunu" iddia ve bu hususta, beyyine ibraz eylese, yanında emanet bulunan şahıs da, "emanet bırakan şahsın, o şahsı vekâletten çıkarmış olduğunu" iddia etse, beyyinesi kabul edilir.

Keza, "vekilin şahitleri köledir." derse durum yine böyledir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, başka bir şahsa karşı, bir ev iddia ettiğinde, ev elinde olan zat: "O, benim elimde, filanın emanetidir." der ve buna göre beyyine de getirirse, ondan dava mündefî olur. (= bertaraf olur).

Sonra da, gâib olan zat gelir ve ev elinde olan şahıs bu evi ona teslim eder, müddeî de davayı yenilerse, davası kâbûl olunur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir adam, diğerinin elinde bulunan bir evi iddia ettiğinde, ev elinde  bulunan  şahıs  da bunu  ikrar  ederek:   "Bu,  müddeînindir." dedikten sonra da: "O, filanındır ve benim yanımda emanettir." derse; onun emanet olduğuna dair beyyine getirmesi halinde dava mündefi (-bertaraf) olur.

Eğer beyyinesi olmadığı halde, önce ikrar etmiş, sonra da "ema­nettir." demişse, ona, "evi müddeîye teslim etmesi" emredilir.

Eğer gaib gelir ve onu doğrularsa, evin müddeîye ait olduğunda, bir tereddüt kalmaz;, bu durumda ev onun hakkıdır.

Fakat, kendisi için ikrar olunan şahsa: "Bu evin tamamının sana ait olduğuna dair beyyine getir." denilir.

Şayet ev elinde olan zat, önce: "Bu emanettir." der; sonra da, müddeiyi doğrularsa yine evi müddeîye teslim etmesi emrolunur. Çünkü, müddeînin hakkı sabit, gaibin hakkı ise mevhumdur. Zira o, müddeîyi tasdik etmiştir.

Gaibin, bunu yalanlaması da me'müldür. Fakat, bununla gaibin hakkı sabit olmaz.

Eğer, onun emanet olduğuna dair beyyinesi olmaz, fakat hakim, gaibin, onu emanet bırakmış, olduğunu, bilirse, tarafların aralarında davayı sürdürmez.

Keza, müddeî böylece ikrar ederse durum yine böyledir.

Şayet hakim onun, müddeînin olduğunu bilir ve ev elinde bulunan şahıs da "onu filan gaib emanet bıraktı." diye belge getirirse, gaib gelene kadar davaya bakılmaz.

Eğer hakim gaibin onu müddeîden gasbedip, evi elinde bulunduran şahıstan emanet bırakmış olduğunu bilirse, o takdirde, hemen evi elinde bulunduran şahıstan alıp müddeîye teslim eder.

Yemin babında şöyle zikredilmiştir:

Ev elinde bulunan şahıs: "Bu evi, gaib zat bana emanet eyledi." dediği halde beyyinesi olmazsa, ona yemin verilir.

Eğer yemin ederse, davadan berî olur.

Şayet yemin etmezse, ona ilzam olunur.

Eğer önceden kendisi için ikrar edilen zat gelirse, onu müddeîden alır. Sonra da, kendisi için ikrar da bulunulan şahsa: "Önceki ile davan davadır," denilir.

Eğer o, beyyine ibraz ederse, evi alır.

Eğer beyyinesi yoksa, yemin verilir. Yeminfcederse beri olur. (-davadan kurtulup evi alır.)

Aksi takdirde ilzan olunur, (haksız sayılır.) Muhıyt'te de böyledir.

Eğer iddia olunan şahıs: "Sen, onu gaibe sattın." derse, işte o davacı olur. Hidâye'de de böyledir.

Bir adamın elinde bir ev bulunur, başka birisi de, onun mutlak mülkü olduğunu, veya "bir sene önce satın almış olduğunu yahut onda şüf'a hakkının bulunduğunu iddia eder, ev elinde bulunan şahıs da: "Bu benimdir. Ben bunu filana sattım." veya "Ona bağışladım ve teslim eyledim. O da, bana emanet bıraktı." derse, bu dava mündefi (= ber­taraf) olmaz.

Ancak müddeî onu doğrularsa, o zaman, dava bertaraf olur.

Hakim durumun böyle olduğunu bilirse, o takdirde dava ondan bertaraf edilmez. Böyle bir şey olmaz, fakat ev elinde bulunan şahıs, satışa karşı beyyine getirirse, bu kabul edilmez.

Hükümden sonra, gaib gelip, satın aldığını belgelerse, bu kabul edilmez.

Onun mutlak mülk olduğu kabul edilir.

Şayet gaib, "müddeîye mutlak mülk olarak hükmolunduktan sonra" gelir ve burhan da getirirse, müddeî ile yabancı gibi olurlar.

ikisi de idiasmi belgelerler ve gaib satın aldığına, bir ay olduğunu isbat ederse, bu yabancının beyyinesini ibtâl hususunda kabul edilir. Ve müddeîye: "Şahitlerini hazırla." denilir.

Şayet müddeî: "Ev filanın elindedir. Fakat, ben, ona verdi mi, vermedi mi bilmiyorum." der; elinde olan da: "Bana verdi." derse, dava kalmaz. Kâfi'de de böyledir.

Bir adam, başkasının yanında bulunan bir köleyi iddia ederek "onun, kendisinin olduğunu" söylerse; ondan, beyyine istenilir.

Hakimin yanından kalktıkları zaman köle elinde bulunan şahıs, üçüncü bir şahsa satar ve teslim tesellümde yaparlar; sonrada müşteri onu satıcının yanına emanet bırakır ve kaybolur^ sonra da iddia sahibi beyyinesini getirir ve eğer hakimin onun böyle yaptığını bilirse; veya müddei bunu ikrar eylerse müddeinin beyyinesi, köle elinde olana karşı kabul edilmez.

Eğer hakim böyle bilmez ve müddeî de ikrar etmezse müddeinin beyyinesi kabul edilir; köle elinde bulunan şahsın beyyinesi kabul edilmez. Ancak o, müddeînin ikrarını isbat ederse, o zaman müstes­nadır, yani bu durumda beyyinesi kabul edilir. Ve ondan müddeînin husumeti (= davası) bertaraf olur.

Ancak, bunun için bağışın teslim almaya muttasıl olması gerekir. Sadaka da bu menzilde satış gibidir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.   

Bir adam bir ev iddia eder; iddiasına da bir şahit gösterir, sonra da taraflar hakimin huzurundan ayrılırlar, bir müddet geçtikten sonra tekrar hakime gelirler ve müddeî başka bir şahit daha getirir, ev elinde bulunan da beyyinesiyle, "hakimin yanından ayrıldıktan sonra" o yeri filana onu bağış yaptığım söyler, onu da teslim ettiğini haber verirse, müddeînin böylece kabul etmesi veya hakimin böyle bilmesi yahut yurt elinde bulunan şahıs müddeinin bunu ikrar ettiğini isbat etmesi halinde aralarındaki dava bertaraf olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, diğerinin elinde bulunan bir köleyi iddia eder ve beyyine gösterir; iddia olunan da beyyinesiyle,  "onu müddeinin filan gaibe sattığını belgelerse, dava batıl (= geçersiz) olur.

Keza eğer: "Sen, onu filana sattın. Filan da bana sattı. Fakat isbat etmeme imkan yok.'* derse, dava batıl olur. Hulâsa'da da böyledir.

Dava olunan zat, müddinin ikrarını belgeler ve:  "Gerçekten filandan satın aldı; dedi." derse veya onun, filanın mülkü." dediğini isbat ederse, bu kabul olunur. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Bir kimse, başka birinin elinde bulunan bir evi iddia eder; müdea aleyh de (= iddia olunan da) davanın müddeîden defi için: "Ben, onu filandan satın aldım. Sen de satışına izin verdin." derse; bu mülkü iddia olunan şahıs adına ikrar olmaz.  Müddeîden davayı def de olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, diğer birinin yanında bulunan bir evi iddia ederek, "kendisinin olduğunu" söyleyerek beyyine de ibraz eder; ev elinde bulunan da, beyyinesiyle "O evin, filan gaibin olduğunu ve iddiacıdan satın aldığını, kendisinin de vekil olduğunu" isbat ederse; Münteka'da: Ev elinde bulunan kimsenin beyyinesi kabul edilir ve o vekil kılınır. Ve dava ondan bertaraf edilip, gaibin satın  aldığı  ilzam   olunur." denilmiştir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adamın elinde, satın almış olduğu bir ev bulunur; şafîi'de şuf a hakkını ister; müşteri: "Ben onu filan için satın aldım." der ve bunu beyyineler; halbuki, onu vekil eden .zat, bu şahsı bir sene önce satın almaya  vekil  tutmuş  olsa,  beyyinesi  kabul  edilmez.   Muhıyt'te  de böyledir. '

Eğer dava, bir şeyin helakından sonra açılır, iddia olunan zat da: "O benim yanımda emanetti.' veya "...rehindi." yahut "...roüdarebe malıydı." veya "...ortaklık malıydı." derse, bu durumlarda, iddia olu­nanın beyyinesi kabul edilmez. Sonra onun kıymeti, müddeî için hük­medilir. Ve o, o şeyin kıymetini iddia olunan şahıstan alır.

Gaib gelir de, iddia olunan şahsı (= müddeâ aleyh M) doğrular ve: "Evet, emanetti." "Rehindi.", "icareydi.", "Müdarebe malıydı." veya "ortaklık malıydı." derse, dava olunan şahıs gaibe müracaat ederek onu tazmin ettirir.

Bu durumda ariyet bırakana gasbedene, hırsıza müracaat olunmaz.

Eğer mat elinde oları, doğrulamaz da o gaibi yalanlarsa, ona bizim söyleyeceğimiz yönlerden vasıl olur. Ve onun için İddiasını belgeleme-dikce, (iddiası, onun icare, rehin, emanet, ortaklık malı müdarebe malı olduğu idi) rücû yoktur.

Bir köle kaçtığında, elinden kaçan şahıs onu iddia eder; iddia olunan da, şu vücuhîara göre ona karşı beyyine getirirse, bu durumda cevap, ölen hakkındaki cevap gibidir,

Kaçan köle geri gelirse, işte o emanet, rehin, icare, ortaklık malı ve müdrabe malı faslında olduğu gibi, gaibin mülkiyetine avdet eder. ( = döner.)

Sirkat, gasb ve ariyet hakkında ise, mal elinde olanın mülküne döner. Çünkü ona karşı, tazminat yoktur. Hızânetül-Müftîn'de de böyledir.

Eğer köle duruyor, gözü gitmiş olursa, onun diyetini alır. Ve "Gerçekten filan, onu emanet bıraktı." diye beyyine ikame eder. Bu durumda kale ve diyet hakkında dava yoktur. Kâfî'de de böyledir.

Şayet bir cariye, doğum yaptıktan sonra ölür; müddî de beyyine ile, "cariyenin kendi mülkünde doğum yaptığını" söyler; cariye yanında bulunan şahıs ise "Onun, doğumdan önce emanet edildiğini" belgelerse; işte o zaman, müddeî için, gaib gelene kadar cariyenin kıymeti hükme­dilir;   doğanın   kıymeti   hükmedilmez.   Serahsî'nin   MuhıytTnde   de böyledir.

Bir adam, diğerinin elinde olan bir köleyi iddia ettiğinde, köle yanında bulunan şahıs da: "Bu köle, benim yanımda filan tarafından bir emanettir." der; müddeî de: "Köleyi bana teslim et." der ve o filanı, getirirse, köle ona verilir.

Köle, müddeinin yanında ölür, sonra da o filan şahıs belgesiyle gelip, "kölenin kendisinin olduğunu" isbat eder ve "onu, emanet bıraktığını" söyler; müddeî ise, "kendisinin kölesi olduğunu" belge­lerse, o filan şahsın beyyinesi geçerlidir.

Eğer köle sağ ise müddeîye "köleyi ikrar olunan adama vermesi" emredilir. Ve sonra da, müddeiye: "Ona karşı beyyineni getir." denilir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir şahsın yanında bulunan bir cariyeyi, bir köle öldürür ve bu köle öldürdüğünün yerine, cariye yanında bulunan şahsa verilir; bir adam da, beyyinesiyle "O cariyenin kendisinin olduğunu" iddia eder; cariye yanında bulunan şahıs da, "Onun, emanet olduğunu" isbat ederse, bu durumda müddeîye "Eğer köleyi istersen, senin için dava " yoktur. Eğer cariyenin kıymetini istersen, dava edersin." denilir. Kâfî'de de böyledir.

Eğer hakim, "cariye yanında-bulunan şahsın, onun kıymetini ödemesini" hükmeder ve müddeî ondan bu bedeli aldıktan sonra, gaib şahıs... gelerek, bu cariyenin yanında olan şahıstan alınır, cariye yanında olan da gaibe müracaat ederek, bu cariyenin kıymetini tazmin ettirir.

Şayet, bu cariyeyi, köle öldürmeseydi de, onun elini kesseydi ve o köle, ele bedel olarak verilseydi, gaib gelene kadar, aralarında ne cariye ne de, köle hakkında dava olmazdı. Muhıyt'te de böyledir.

Eğer köle yanında bulunan şahsa karşı, onun yaptığı iddia olunsa, (Şöyleki: "Sen, onu benden zoraki aldın." veya "...icareledin." yahut "...bağışladın" der; köle yanında bulunan şahıs da: "Gerçekten o, emanettir." veya "...ariyettir." (yahut benzeri) diye iddia eylese ve: "Filan cihetinden böyledir." diyerek buna beyyine de ibraz eylese; dava mündefi olmaz.

Eğer kendisi için ikrar olunan zat gelir ve beyyine de ibraz ederse, beyyinesi kabul edilir. Serahsî'nin Muhiyti'nde de böyledir.

Keza, yanında bulunan zat, iddiası hususunda beyyinesi olmaz ve kendisi için ikrar olunan şahıs gelip beyyinesini ibraz ederse, beyyinesi kabul edilir. Muhıyi'te de böyledir.

Bir adam, diğer bir şahsın elinde bulunan bir evi iddia ederek, "onun, kendisinin olduğunu" söyler ve: "Onu, benden zoraki aldı." der; dava olunan da: "O, benim babamın mülküdür. Benim yanımda ermanettir." derse, ondan dava bertaraf edilmez.

Eğer müddeî, davalıya karşı beyyine ibraz eder, sonra da davalı, "babasının mülkü olduğunu" belgeler ve "Onu, davacıdan satın aldığını" söylerse, alimler: "Da'valınm beyyinesi kabul edilmez." demişlerdir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Eğer iddia eden şahıs: "Onu, benden sen çaldın" veya "Benden çaldı." derse, bu durumda dava bertaraf olmaz.

Eğer mal elinde bulunan şahıs, "onun emanet olduğunu" belgeler ve ona hükmedildikten sonra da gaib gelerek onun mülkiyetine karşı beyyine ibraz ederse, beyyinesi kabul edilir.

Benden çaldı dediği hakkında kıyas iddiasına göre beyyinesi olursa mal elinde bulunan şahıstan davanın mündefî olmasıdır.

Bu, İmâm Muhammed (R.A.)'in kavlidir.

İstihsanda ise, bu dava bertaraf olmaz. Bu da, îmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'e ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göredir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse bir aynı (= belirli bir şeyi) iddia ederek: "(Filan şahıs) benden gasbetti." veya "...aldı." der; o mal elinde şahıs da, gaib cihe­tinden, ona erişebilmek için, beyyine ibraz ederse; bi'I-icma dava ber­taraf olur. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Bir adamın yanında bulunan bir köle, —beyyinesiyle— "yanında bulunduğu zatın, kendsini azad eylediğini" iddia'eder; köie yanında bulunan şahıs da, beyyine ile "Onun, filanın kölesi olduğunu ve onu emanet bıraktığını" iddia ederse, bu durumda hakim, kölenin azad edildiğine hükmeder.

Köle yanında bulunan şahıstan dava —beyyinesi sebebiyle— def edilmez. Zehıyre'de de böyledir.

Gaibe karşı hükmedildikten sonra, gaib gelerek, iddia da bulu­nursa onlara karşı hükmün nüfuz etmesi için iltifat edilmez. Kâfî'de de böyledir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir. Muhıyt'te de böyledir.

Zehiyre'nin Azâd Etme Da'vası Bölümünde şöyle zikredilmiştir:

Bir köle, bir adama karşı, 'Kendisinin, onun malı olduğunu ve gerçekten kendsini azad eylediğini'' iddia eder; efendisi de: "Ben, onu azad ederken, benim malım değildi. Filan onu sattı. Sonra da, ben satın aldım." der ve azad olmadan satıldığını söylerse, beyyinesi kabul edilmez. Şayet, bu kölenin efendisi: "Seni, satın almadan önce azad eyledim." demiş olsaydı; köle de: "Hayır satın aldıktan sonra azad eyledin.'' deseydi kölenin sözü geçerli olurdu. Muhıyt'te de böyledir,

Mal yanında olana karşı fiil iddia ederse, onun hükümleri son bulmaz.

Şöyleki: Bir adam, "bin dirheme satın aidiğını" iddia ettiği halde, "parasını nakden verdiğini" ve "ondan tesüm aldığını" söylemese; elinde bulunan şahıs da —beyyinesiyle— "onun filan gaibe ait olduğunu ve onu emanet bıraktığını" veya "ondan gasbeylediğini" söylese dava sükût olmaz.

Eğer ona karşı sözleşme iddia ederse, hükümleri sona erer.

Şöyleki: Ondan, şu evi satın aldığını ve şu köleyi de nakden verdiğini; satılanı da ondan teslim aldığını" söylese, davalı da —beyyinesiyle—: "Gerçekten o, filan gaibindir. Onu bana emanet bıraktı." derse, bu durum hakkında alimler ihtilaf eylediler: Bazıları: "Ondan, dava düşer." dediler. Sahih olanı da budur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse,, bir adamın yanındaki kölesini iddia ederek: "Ben, onu köleyi yanında bulunduran şahıstan satın aidim." der; köle yanında bulunan şahıs da, —beyyine ibraziyle—: "Gerçekten onu, filan emanet bıraktı.'' derse; ondan dava düşmez.

Şayet hakim, kölenin müddeîye verilmesine, gaib gelip köle yanında olanı tasdik edene kadar— hükmetmemişse, bu durumda hakim, köleyi, kendisi için ikrar olunan şahsa teslim eder.

Sonradan satın aldığını iddia eyleyene hükmederse; ona, kendisine ikrar olunan şahsa karşı, beyyine getirmesi teklif edilmez.

Eğer kölenin sahibi, "onun, kendi kölesi olduğuna" belge ibraz ederse, —emanet olduğunu söylesin veya söylemesin— beyyinesi kabul edilir ve bu durumda müddeînin beyyinesi geçersiz olur.

Şayet kölenin sahibi "onun, kendi kölesi olduğunu" belgeler; sonra da, köleyi iddia eden şahıs kölenin sahibine karşı, "köle elinde olan adamdan, onu şu kadara satın aidi; parasını da nakden ödedi." diye beyyinesini çevirir ve bu beyyineyi köle sahibine hükmedildikten sonra getirmiş, olursa, beyyinesi kabul edilmez.

Eğer,  bu  beyyineyi  önce  getirirse,  kabul  edilir.   Hülasa'da da böyledir.

Şayet satın aldığını iddia eden şahıs, köle elinde olana karşı tek şahit gösterir ve köle elinde olan şahıs da: "Gerçekten bu köle, filan gaibindir. Onu, bana emanet eyledi." diye ikrar ederse; iddiacı ikinci şahidi getir­meden önce, böyle yapar; filan şahıs da huzura gelip, köle elinde olanı doğrularsa, kölenin gelen adama teslim edilmesi emredilir.

Sonra da müddeî, diğer şahidi getirip, satın aldığını isbat ederse; köle ona hükmedilir. Bu durumda önceki şahidi tekrar getirmesi teklif edilmez. Muhıyt'te de böyledir.

Satm aldığını iddia eden şahıs, köle elinde olan zata karşı, köle yanında olan şahıs, onun filan gaibe ait olduğunu ikrar edene kadar, beyyine getiremez; sonra da kendisi için ikrar olunan şahıs gelir ve onu doğrular köle de ona verildikten sonra da, iddiacı beyyinesini getirip, kendisine ikrar edilene karşı ibraz eder ve köle ona hükmedilirse; kendi­sine ikrar olunan şahıs, üzerine hükmolunan olmuş oiur. Hulâsa'da da böyledir.

Bir şahıs, "başka bir şahsın yanında bulunan bir elbiseninin, kendisine ait olduğunu; gaib bir kimsenin, onu kendisinden çalmış bulunduğunu" iddia edip bu iddiasına beyyin de getirse; elbise yanında bulunan şahıs ise, beyyinesi ile o elbisenin filan gaib şahıs tarafından, kendisine emanet konulduğunu söylese; bu def olunmaz ve elbise müd­deîye verilir.

Bu îstihsandır. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adamın yanında bulunan bir elbiseyi? diğer bir adam iddia ederek "o elbisenin kendisinin olduğunu; onu, filan gaibin kendisinden gasben aldığını" söyler ve buna göre de beyyine ibraz eder; elbise yanında bulunan şahıs da "o filan şahsın kendisinin yanma, bu elbiseyi emanet koyduğunu" söylerse, aralarında dava olmaz. Her ne kadar elbise yanında bulunan şahıs, onun emanet konduğunu belgelemese bile, bu böyledir. Muhiyt'te de böyledir.

Eğer müddeî, "o elbiseyi, filan şahıstan satın aldığını" iddia eder; elbise yanında bulunan şahıs da: "O filan, benim yanıma emanet bıraktı." derse, —beyyinesiz olarak— onun bu sözüyle, dava def olmuş olur.

Ancak, bu durumda müddeînin beyyine ibraz etmesi gerekir. Kâfî'de de böyledir.

Eğer şahitler şehadette bulunurlar ve: "Onu, Amr ona emanet etti. Onu, tekrar Amr'e verip vermediğini bilmiyoruz." derler; elbise yanında bulunan şahıs da: "Bana onu Abdullah verdi." derse, bu durumda ara­larında dava olmaz. Elbise elinde bulunan şahsa da yemin verilmez.

Şayet şahitler: "Onu, Abdullah, Amr'e verdi. Fakat, elbise yanında bulunan şahsa kimin verdiğini bilmiyoruz." derler; elbise elinde olan da: "Onu, Amr'e verdi." derse dava def olunmaz.

Eğer, elbise elinde bulunan zat, hakime: "Müddeîye, Amr'e vermediğine dair, yemin ver." derse; onun, durumu bilip bilmediği hususunda yemin verilir.

Eğer iddiacı, hakime: "Elbise elinde bulunan şahsa yemin ver; gerçekten onu, Amr mi emanet bırakmış?" derse, ona da, öyle yemin verilir. Hulâsa'da da böyledir.

Şayet bir köle, "kendisini, filanın azad eylediğini" iddia edip; bunu da belgeler; köle yanında bulunan şahıs da, —beyyinesiyle—: "O, filan emanet bıraktı." derse, beyyinesi kabul edilir. Ve, bu durumda kölenin beyyinesi batıl (= geçersiz) olur.

Kıyasen, o adamla kölenin arası boş bırakılmaz. İstihsanen ise, boş bırakılır.

Ve bu durumda köleden, nefsine karşı kefil alınır. Köle kaçmasın. Gâib gelirse eğer köle beyyinesine iade eylerse; böyle olursa, o köle hür­dür. (= azad edilmiştir.) Aksi takdirde köledir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Keza eğer köle yanında olan zat, beyyinesiyle: "Gerçekten başka birisi, onu emanet bıraktı." derse durum aynıdır! Hulâsa'da da böyledir.

Şayet köle,  "aslen hür olduğunu" iddia ederse kölenin sözü geçerli olur.

Eğer köle yanında olan zat, "onun, kendi malı olduğunu", belge­lerse, belgesi kabul edilir.

Eğer, "onun, emanet olduğunu" belgelerse belgesi kabul edilmez.

Ev bunun hilafmadır. Eğer onun, mülkü olduğunu veya emanet olduğunu isbatlarsa; köle de aslen hür olduğunu isbatlarsa, aralarında çare yolu kefil verilmesidir. Kâfî'de de böyledir.

Bir adamın yanında bulunan bir köle, bir adam hakkında iddia ederek, "o şahsın, velisini hatâen öldürdüğünü" söyler, köle elinde bulunan şahıs da beyyinesiyle, "o kölenin, filan adamın olduğunu ve onu emanet bıraktığım" söylerse, dava mündefî olur. Hulâsa'da da böyledir.

Bir adam, diğer bir şahsa dava ederek: "Ben senden bu köleyi, şu fiata satın aldım." der; satıcı bunu inkar ettiği halde, müddeî satın aldığını isbat eder; satıcı da, onun davasını def için: "Gerçekten, bu köleyi satış yaparak sen bana verdin." der ve buna görede belge ibraz ederse, dava sahih olur ve beyyine kabul edilir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, diğerini dava ederek: "O, cariye sattı." der; iddia olunan şahıs: "Satmadım. Asla sana satmadım." dediği halde, müşteri satın aldığını isbat eder ve cariyede fazla bir parmak bulup, o kusurun karşılığını ister, satıcı ise "onun, herbir kusurdan noksan olduğunu" belgelerse,  satıcının  beyyinesi  kabul  edilmez.  Hassâf bu  mes'eleyi, Edebü'I-Kâdî Kitabı'mn sonunda zikreylemiş ve: "İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre satıcının beyyinesi kabul edilir." buyurmuştur.  Cami Şerhı'nde de böyledir.

Bir kimse, başka birinin elinde bulunan hudutlu bir yeri, iddia eder ve:  "Bu benimdir.  Babam, ben buluğa erişdiğim halde, sana satmış." derse, mülk elinde olan şahıs da: "Onu, bana sen küçükken sattı." dese; müddeînin sözü geçerli olur.  Füsûlü'I-Imâdiyye'de de böyledir.

Bir adam, küçük bir çocuğu için, kendi nefsinden bir ev satın alıp, buna da şahitler tutar; oğlu   büyür ve babasının ne yaptığını bilmez; sonra da babası onu başka bir adama satıp alan şahsa teslim ettikten sonra, o oğlan, bu evi müşteriden icarlar bilahare de babasının neler yaptığını öğrenip, müşteriye karşı evi iddia ederek: "Gerçekten babam, benim küçüklüğümde, kendi nefsinden satın almış; hakikaten o benim malımdır." deyip, bunu da isbat ederse, bu durumda davalı davanın defi için: "Senin davanda tenakuz var. Çünkü sen, o evi benden icar-ladin. Bu bir ikrardır. Ev senin değildir. Senin davan bundan sonradır. Bu bir tenakuzd ur.'' der.

Bu mes'ele, fetvada vaki olur. Bunda, müftîlerin cevabında —müddeînin davasını def için sahihdir— sahih değildir. Eğer tenakuz sabit oldu ise müddeînin davası sahihdir. Ancak bu tenakuz gizli bir yoldur. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam "filandan bir ev satın aldığını iddia eder; davalı da:, "Hakikaten ben, onu, o filandan aldım," der; davacı geçmiş tarihli beyyine ibraz edince de, da'valı: "Gerçekten senin davan batıldır. (-geçersizdir.) Çünkü senin satın aldığın tarihde, bu ev rehin olarak filan şahsın yanındaydı. O, senin satın almana razı olmazdı. Benim satın alışım caizdir. Çünkü ev, rehinden kurtulduktan sonra ben satın aldım." der ve beyyine de ibraz, ederse bu def,  sahih  olmaz. Füsûlü'I-Imâdiyye'de de böyledir.

Eğer müddeî: "Gerçekten bu ayn, filanın idi. Onu benim yanıma, şuna karşılık rehin olarak bıraktı. Ben de teslim aldım." diye iddia eder ve buna beyyine ibraz eder; da'valı da def-i dava için: "Ben, onu, ondan satın aldım ve parasını da peşinen ödedim." derse; rehin davasını def için, böyle yapılmış olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Mecmûu'n-Nevâzirde şöyle zikredilmiştir:

Bir adam diğerine karşı iddia ederek: "Benden, bir cariye satın aldı." der ve onun vasfı ile fiatını söyler; teslim aldığım ve onu öldürdüğünü de bildirip: "Bana parasını ödemesi gerekir." der; onun inkarından sonra, şahitler de davalıya karşı böyle şehadette bulunurlar; davalı, def-i dava yapmak için, müddeîye: "Sen öldürdün. İddianda batılsın. Çünkü, cariye filan beldede duruyor ve filanın yanındadır." der ve şahitler de: "Bi;;, onu sağ olarak gördük." derler ve "Filan yerde, sağdır." diye söylerlerse, bu def-ı dava olur mu?

İmâm:

— Hayır olrnaz buyurmuştur. Zehıyre'de de böyledir.

Bir kimse şartlarıyla birlikte, bir başka adamdan bir ev satın aldığını iddia eder; iddia olunan şahıs, da, davayı def etmek için: "Ben, bu evi bu müddeîden satın aldım." der; müddeîde, davayı def için: "Gerçekten biz, ikimizin arasında cereyan eden ahm-satımı ikale eyledik." derse; işte bu def sahih olur.

Keza, eğer müddeî sahibi yed'e (— elinde bulunduran şahsa) karşı, bidayette "mutlak mülk" iddiasında bulunsa; müddeâ aleyh (- dava olunan) onun davasını def için: "Gerçekten ben, bu evi bu iddiacıdan satın aldım." der; müddeî de, iddia olunanın davasını def için: "Gerçekten biz, aramızda cereyan eden alun-satımı ikale eyledik." Derse bu def de sahih olur.

Keza, müddeî, iddia olunana karşı def-i dava için: "Gerçekten sen, ikrar benden satın aldığım iddia ettin." derse, bu def de sahih olur.

Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, diğer bir adamın elinde bulunan bir evi iddia ederek: "Gerçekten bu ev benimdir." der; iddia olunan da: "Ben, müddeîden satın aidim. Benim bu hususta beyyinem de vardır." derse, İmâm Muhammed (R.A.), istihsanda "Bu ev, iddia olunanın yanında bırakılır ve ondan bir kefil alınıp ona üç gün mühlet verilir. Eğer müddeî, müddea aleyhe karşı beyyine getirirse ne ala. Değilse ona hükmolunur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, diğerinin elinde olan evi iddia ettiğinde, iddia olunan şahıs, onun davasını def için: "Sen bundan önce, "bu evi sana sattım." diye ikrar eyledin." derse; müddeî, onun yemin etmesini ister. Şayet onun ikrarına karşı beyyinesi varsa, o beyyine kabul edilir ve dava mündefı' olur. Zehıyre?de de.böyledir.

Bir adam, bir evi iddia ederek: "...Benim mülkümdür. Çünkü ben, onu filandan satın aldım." der, evi yanında bulunduran" şahıs da; "Hayır benim mtiSkütndür. Çünkü ben, o filan şahıstan satın aldım." derse; müdeî de: "Sizin aranız, o ahm-satımda bozuldu. Sonra da ben satın aldım." der ve bunu isbat ederse; kabul edilir.

Menkul (= taşınır) mallar hakkında, pazarlık bozulduktan sonra —satımın sahih olması için— teslim almak şartı vardır.

Bir adam başkasının yanında olan bir ayn (= belirli bir şey) hakkında: "Ben, onu filandan satın alalı yedi gün oldu." diye iddia eder; mal elinde bulunan da: "Hayır, o benim malımdır. Senin iddia eylediğin zattan, on gün önce ben satın aldım," der ve beyyine de ibraz ederse; bu mal, alım tarihi önce olanın olur. Füsûlü'Mmâdiyye'de de böyledir.

Babasından miras kaldığım belgeler; istenilen zat da, "babası hayatta iken, onun hakkı olmadığına dair ikrarını isbat eder veya müd-deînin babasının sağlığında veya ölümünden sonra ikrar eylediğini bel­gelerse; bu durumda gerçekten o mal, babasının değildir; davacının davası batıl (= geçersiz) olur.

Keza, mal istenilen zat, müddeînin, davadan önce kendinin olmadığına dair ikrarını belgelerse; müddeînin beyyinesi bâtıl olur. Eğer, müddeî orada yoksa, batıl olmaz. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Bir kimse, başka bir şahsın elinde bulunan bir evi, "babamdan miras kaldı." diye iddia eder; iddia olunan şahıs da: "Senin baban, onu hayatında, filana sattı. Ben de o filandan satın aldım." der ve bunu isbat ederse; bu sahih olur. FüsûJü'I-Imâdiyye'de de böyledir.
Bir kimse, diğer bir şahsa miras veya bağış yoluyla intikal etmiş bulunan bir evin kendisine ait olduğunu iddia ettiğinde, müddeâ aleyh (= iddia olunan zat) —belgesiyle— "onu, satın aldığını" beyan eder; iddiacı da "ikale [16] eylediğini" isbat ederse, sahih olur ve dava def olur. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Bir adamın yanında bir ev bulunduğunda, başka bir adam gelerek "Gerçekten babasının Öldüğünü ve o evi kendisine miras bıraktığını iddia eder; buna beyyinesi de olur; şahitleri de:  "Gerçekten bunun babası öldü ve bu ev buna miras kaldı." derlerse, o adam, o evi diğerinin elinden alır. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, diğerinin yanında bulunan bir ayn'ı iddia ederek, "onun, basma ait olduğunu ve o da ölerek kendisine miras bıraktığını" nin bozulması. söyler; mal yanında bulunan şahıs da: "Baban, onu bana emanet bırakmıştı. Ben babanın Ölüp ölmediğini bilmiyorum." derse, Müntekâ'da: "Ondan dava mündefi' olmaz." denilmiştir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, diğerinden bir parça yer iddiasında bulunarak "Bu yer, filanın idi. O öldü ve bu yeri bacısı filaneye miras olarak bıraktı. Sonra o filane de öldü. Ben de onun varisiyim." deyip beyyine de ibraz eylese, beyyinesi kabul edilir.

Bu durumda iddia olunan zat, davanın defi için: "O fülane, o filandan önce öldü." derse, def sahih olur.

Bir  kadın,  kocasının varislerine  karşı  mehir ve miras iddia ettiğinde, varisler, bu davayı def için: "Babamız ölümünden iki sene önce, o kadını nefsine haram kılmıştı." derler; kadın da: "Bu söz, davayı def içindir. Gerçekten benim kocam ölümünün hastalığında ikrar eyledi ki ben ona karşı helâlim." derse, bu def sahih olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kadın, Ölmüş bir adamın oğluna karşı iddia da bulunarak: "Ben, onun babasının karışıyım. Babası öldü. Ben de nikahının altın­dayım. Mirasımı istiyorum." der; oğlan da bunu inkar ederek: "Hayır." deyince, kadın "nikahlı olduğunu"  belgeler;  sonra  da oğlan, "babasının, onu üç talak boşadığım ve iddetinin de, babasının ölü­münden önce bittiğini" isbat ederse, alimler burada ihtilaf etmişlerdir.

Sahih olanı, oğlanın beyyinesi kabul edilir.

Eğer oğlan, kadın iddia ettiği vakit "O seninle evlenmedi. Kat'iyyen onun karısı yok." deyip, sonra da talakına beyyine getirseydi bu beyyi­nesi kabul edilmezdi. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam başkasına karşı iddiada bulunarak: "Babamın senin üzerinde şöyle şöyle hakkı vardır. Onu sen ödemeden babam öldü ve hepsi bana miras kaldı. Benden başka da varisi yok." der; üzerinde borç olduğu iddia olunan zat da: "Gerçekten senin babanın filan ve filandan kefalet hükmüyle alacağı vardır ve onlarda onu baban hayatta iken ödediler."   der;  müddeî  de  hakikaten   alacağın   kefalet   hükmüyle olduğunu doğrular; ancak, ödediğini iknar eder ve iddia olunan şahıs da bunu isbat ederse* işte bu def sahih olur.

Eğer, bu durumda iddia olunan zat: "Baban beni hayatta iken kefaletten ihraç eyledi." veya "Ben babanın ölümünden sonra, kefa­letten çıkarıldım." der ve buna göre de beyyine ibraz ederse, müddeînin davası def olur. Möhıyt'te de böyledir.

Bir adam, diğerine karşı iddia da bulunarak: "Babamın, senin üzerinde şöyle şöyle hakkı var idi. Babam da, ondan bir şey almadan öldü. Ve terekesi tamamen miras yönünden benim oldu. Benden başka da varisi yoktur."  der;  iddia  olunan şahıs  da davanın defi için: "Gerçekten senin baban, benim üzerimde olanı filana havale etti. Ben de havalesini kabûlettim ve ben de olanın tamamını, havale eylediği zata verdim." der, havale olunan şahıs da bunu doğrularsa, iddiacıdan dava rnündefi olmaz. Zehiyre'de de böyledir.

Bir adam, diğerinden, "babasının ölümüyle fesh olunmuş bir icare yoluyla dinar" iddiasında bulunsa, iddia olunan zat da def için: "Gerçekten baban, benden bu malı aldı." deyip beyyine de gösterir; şahitler  de  şehadette  bulunarak:   "Gerçekten  babası,  aldığını ikrar eyledi." derlerse; iddiası kabul edilir. Hulasada da böyledir.
Bir adam bir kadının mirasını iddia ederek: "Ö, benim karım idi. Öldüğü zaman, nikahımın altındaydı." der; varisler de onun kocalığını isbat eder ve "Onu boşadıydı." derlerse, talakın rıc'î olma ihtimali bulunduğundan, bu def1 sahih olmaz. Zevciyyet kesilmez ve koca varis olur. Kerden'nin VecizFnde ve Hulâsa'da böyledir.

Bir kadın, kocasına karşı, mehr-i müsemmasını iddia ettiğinde,, koca, bu davayı def için: "Gerçekten o, nikahın mehirsiz yapıldığını ikrar eyledi." derse, def sahih olur. Hulasa'da da böyledir.

Bir adam, babasının karısının elindeki evi iddia ederek, "onun, babasının terekesi" olduğunu söyler; kadın da: "Bu ev, babanın terke-sidir. Ancak, hakim ben küçük olduğumdan dolayı mehrime karşılık, bunu bana satmıştır." der, bu da beyyine ile sabit olursa, iddiacıdan dava def olur. Muhıyt'te de böyledir.

Ölen bir şahsın bir miktar malı ile bir kızı kalır, başka bir şahıs da "o ölenin, kendi kölesi" olduğunu iddia ederek, "onu azad ettiğini" söyler ve böylece "ona velasının olduğunu" beyan eder, kız da "onun aslen hür olduğunu" beyyinelerse; kızın beyyinesi kabûî edilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir,

Ölen bir şahsın, iki küçük oğlu ve bunların her birisi için de ayrı ayrı kayyım bulunur, bu kayyımlardan birinin yanında bulunan bir evi, velayetinde olan küçüğün zu'mu ile, diğer küçüğün kayyımı da'va eder ve: "Senin yanındaki evin yarısı, benim yanımda olan küçüğün malıdır. Bu evin tamamı, bunların ölen ve iki küçük çocuk bırakan babalarının mirasıdır. Yansını bana ver. Ben, kayyımı olduğum çocuk için, onu muhafaza edeyim." der; iddia olunanın kayyımı da beyyinesiyle: "Çocukların babası hayatta iken, bu evin tamamının benim yanımdaki küçüğe ait olduğunu ikrar eyledi." derse; iddiacı kayyımın davası mündefiolur.

Eğer müddeî olan kayyım, iddia olunan kayyıma karşı def-i dâva etmek isterse derki: "Gerçekten sen, daha önce, yanındaki küçük için, babasından miras diye bu evin yarısını iddia eylemiştin. Şimdi ise, evin tamamını velayetinde olan küçük için başka bir yönden talep eyliyorsun" der; bu durumda dava iddia olunandan, tenakuz yerinde bulunduğundan, mündefi olur. Zehiyre'de de böyledir.

Necmü'd-din en-Neseffden soruldu:

— Bir adam, amcaoğlu olması hasebiyle asabalıkdan dolayı, ölen bir şahsın mirasını iddia eder ve nesebim de —dedsine varana kadar, isim isim, belgeler: davalı da bu nesebi ve mirası inkar ederek: "Ölenin dedesi filandır. O da müddeînin isbat ettiği şahıstan başkadır." derse, bununla müddeînin davası ve beyyinesi mündefi' olur mu?

İmâm şu cevabı verdi:

Eğer hüküm, müddeînin beyyinesi sebebiyle vukû'ü bulursa, bu hüküm geçerlidir. Bununla, müddeînin davası def beyyinesi batıl olmaz.

Şayet hüküm, müddeinin beyyinesi sebebiyle vaki olmadıysa, bu durumda hakim, tearuz yerinde olduğundan iki tarafın beyyinesiyle de hükmeylemez. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, diğerinden miras iddia ederek: "O ölen, benim baba bir amcamın oğludur." deyip, büyük babaya kadar da isimlerini söyler; iddia olunan da beyyine ıkamesiyle: "Bu müddeînin babası, hayatta iken derdi ki: "Ben filanın ana bir kardeşiyim; baba bir değil derdi." derse, bu durumda müddeâ aleyhin beyyinesi kabul edilmez.

Ancak iddia olunan şahıs, "hakimin, —müddeînin iddiasının dışında— onun ana bir kardeş olduğuna hükmeylediğine" beyyine geti­rirse bu müstesnadır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam diğerine karşı, babasından miras sebebiyle, bir evi iddiasında buiunur; belirli bir mal karşılığında anlaşma yaparlar; sonra! da,  iddia olunan  zat.   "Benim  satın  alıcım,  bunu  babandan  satın; almıştır." diye iddia ederse, bu iddiası kabul edilmez. Hulâsa'da da: böyledir.

Bir adam, diğer bir şahsın elinde bulunan bir bağı, "anasının: babası olan ceddinden miras" olarak iddia eder ve:  "Benim adım Muhammed'dir. Anam hurredir. Onun babasının adı Muhammed bin Hars bin Sadığ'dır." der; iddia olunan şahıs da, beyyinesiyle: "Müddeîj bundan önce de böyle zannetti. O Âişenin oğludur. Âişe ise, Hüseynin oğlu Alinin kızıdır." derse; bu cins meselelerde Şemsü'l-İslâm El Evze-cendî "müdeinin davasının def olmamasına, davalının da beyyinesinin kabul olunmamasına fetva verirdi.

Zamanımızın bazı alimleri de —bununla fetva verdiler.

Zahîrü'd-dîn eJ-mürğînâni: "Bizim indimizde de doğru olan budur." buyurmuştur. Füsûlü'l-Imâdiyye, Muhıyt ve Zehıyre'de de böyledir.

Buna binaen, bir şahıs: "Gerçekten o, benim babam Muhammed oğlu kasım oğlu Ali dir. Senin üzerinde şu şu kadar malı vardır. Ondan hiç bir şey almadan da öldü. Sende olana ben varis oldum." diye iddia eder, iddia olunan da: "Bu dava batıldır. Çünkü o, Ahmed oğlu Kasım oğlu Muhammed olarak sanılıyor." derse, bu Şemsü'l-İslâm'ın ihtiya­rına göre müddeînin davasını defetmez.

Zamanının bazı alimleri: "Bu mes'elede, iddia olunanın beyyinesi kabul olunmaz." buyurmuşlardır. Vâkıat ve Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, elinde bir ev bulunan kardeşini dava ederek, "o evde, babasından miras yoluyla, kendisinin de hakkının olduğunu" söyler, dava olunan kardeş de, bu davayı inkar ederek: "Babamın bu evde hakkı yoktur." der, sonra da iddia olunan kardeş, "o evi, babasından satın aldığını" veya onun ikrar eylediğini söylese davası sahihdir; beyyinesi kabul olunur. Şayet: "Asla benim babamın olmadı." veya "Babamın kat'ıyyen bunda hakkı yoktur." derse; babasından satın alma davası dinlenilmez. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam, diğerinin elinde bulunan bir evin, babasından miras kalmış olduğunu iddia eder; iddia oluan şahıs, da, bu davayı inkar ederek: "Babamın bu evde hakkı yoktur." der; sonra da iddia olunan zat, redd-i dava için: "Hakimin hükmüyle, sen küçük iken, ben bu evi satın aldım." derse, bu def sahih olur.

O evin satımına ihtiyaç olduğu veya ölenin borcu için satıldığı gibi zaruret sabit olursa, bu böyledir, Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, bir ev iddia ettiğinde, müdea aleyh (= iddia olunan şahıs): "Ben, bu evi senin vasinden satın aldım." der, fakat vasinin kim, olduğunu söylemez; veya "filan senin küçüklüğünde, hakimin emriyle bana sattı.'' der; fakat hakimin adını söylemezse, dava def olur mu?

Bunda ihtilaf vardır.

Şayet vasinin ve hakimin ismini söylemiş olsaydı, bil-ittifak caiz olurdu. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.
Miras davasında, müddeî: "Benden başka varis yoktur." der; iddia olunan şahıs da, onun davasını def için: "Gerçekten senin erkek ve kız kardeşin vardır. Halbuki sen, benden başka varis yoktur; diyorsun." derse;  Kâdî'1-İmâm Şemsü'l-İslâm el-Evzecendî: "Gerçekten müddeî bunu ikrar ederse dava ve şehadet tamamen batıl olur.'' buyurmuştur.

Şayet iddia olunan şahıs, isbatını isterse, onun beyyinesi dinle­nilmez. Cinayet kitabında ise: "Dinlenilir." denilmiştir. Zehiyre'de de böyledir.

Reşîdü'd-dîn'in Fetvâları'nda şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, babadan miras kalma bir evi iddia edip beyyine de ibraz ettiğinde ona karşı, iddi olunan şahıs da beyyine ibraz ederek: "Senin baban, hayatta iken, bu evin benim mülküm olduğunu ikrar eyledi." derse; bu iddia dinlenir. Bu, bir def dir.

Eğer  müddeî,  beyyine ikame ederek:   "Gerçekten  sen,  bu evin babamın mülkü olduğunu ikrar ve hakkım kabul eyledin." derse bu da bir def dir.

İki def taaruz edince, muarazasiz veraset beyyinesi makbul olur.

Şayet iddia olunan zat, murisin ikrarında tarih zikreder de müddeî zikreylemezse, müddeînin beyyinesi kabul edilir. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Bir adam, miras cihetinden hudutlu bir yerin, birinin elinde bulunduğunu iddia eder ve "o yerin, babadan kaldığım; kendisi ve bir de hazırda olmayan kardeşinin olduğunu" söyler; iddia olunan da müdde­înin davasını def için: "Senin murisin fulandır. O hali hayatında bu yerin benim malım olduğunu ikrar eyledi." derse; esahh olan kavle.göre bu bir def olur. Zehıyre'de de böyledir.

Bir kimsenin kaybolan kardeşi gelip, iddia olunan  şahsın kardeşine karşı defi dava etmek için iddiada bulunarak: "İddia olunan şahıs babamızın vefatından sonra ikrar eyledi. Hudutları belirli bu yer, babamızdan terekedir." derse işte bu, müddeâ aleyhin, kardeşine karşı reddini reddir.

Şayet iddia olunan zat, bidayeten murisin o hudutlu yerin kendisine ait olduğu hususundaki ikrarını iddia etmeseydi burda cevap ihtilaflı olurdu: Bazı alimler: "Bu bir def dir." demişlerdir.

Bazılarına göre de bu mes'elenin tafsili gerekir.

Eğer: "Sen, bu yerin sana ait olduğunu ikrar eyledin. Ben de seni tasdik eyledim." derse, def sahih olur.

"...Ben seni tasdik eyledim." demezse, def sahih olmaz.

Ve eğer gaib olan kardeş gelip iddia ederek: "Gerçekten iddia olunan zat, babamız vefat ettikten sonra ikrar eyledi. Bu hudutlu yer babamızdan terekedir." derse, bu kabû! edilmez ve def olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kadın, "ölen bir adamın kızı olduğunu,*onun terkesinde hakkı bulunduğunu" iddia ederek "şu kadar, şu kadar" dese, ölenin varisleri de: "Sen, bu davanda yanlışsın. Sen, bu öldükten sonra ikrar eyledin ve "ben bunun cariyesi idim; beni azad eyledi." dedin." deseler; bu def sahih olmaz. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam, diğer birinin eli altında bulunan bir parça yeri iddia ederek: "Sen, benden, ben satışa ve teslimine razı olmadığım halde, satın aldın." der ve bunu da belgeleyerek, o yerin geri verilmesini ister; iddia olunan adam da:  "İş, senin dediğin gibi oldu. Yalnız, senin hoşnutsuzluğun gittikten sonra bunu bana sattın. Bunu isteyerek rızanla yaptın." der, buna göre de beyyine ibraz ederse, bu durumda kadı efendi iddia olunanın beyyinesine göre hükmeder ve satıcının istirdad hakkı olmaması için müddeînin davası def olunur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, başka birisinden, bir yer satın aldığını iddia eder; diğeri de böylece, "îddia olunan şahıs, ondan ahm-satımı ikrar eyledi." der; iddia  olunan  şahıs  da,  beyyine  ibraz   ederek,   ikrarında  gönülsüz olduğunu söylese, bununla def sahih olmaz. Hulasa'da da böyledir.

Zahîrü'd-dîn el-M«rğînânî, bununla fetva verir ve şöyle derdi: "Onun satımda kasdi olma ihtimali vardır. İkrarda hoşnutsuzluk ihti­mali vardır. Satımda hoşnutsuzluğu ikrar, satışa bir halel getirmez. Satışta ve ikrarda tamamen hoşnutsuz olduğuna beyyine getirse sahih olurdu. Muhiyt'te de böyledir.

Bir kimse satışta ve teslimde ikrahı iddia eder; müşteri de onun davasını def için: "Gerçekten sen, benden parasını isteyerek rızan ile aldın." der; veya bağışta ikrahı iddia eder de, bağış yapılan zatda onun davasını def için: "Gerçekten sen, hîbeyin karşılığını benden seve seve aldın." derse işte bu def sahih olur. Zehıyre'de de böyledir.

Mecmuu'n-NevâzU'de, şöyle zikredilmiştir: Şeyhu'I-İslâm Ata' bin Ha niza es-Suğdî'den soruldu:

— Bir kimse, başka bir adama karşı, beyyinesi ile, seve seve şöyle ikrar eylediğini isbat eder; iddia olunan zat da onun beyyinesini def için: "Gerçekten onun ikrarı ikrah ile idi." derse, bu, müddeînin davasını def eder mi?

İmâm:

Evet, ikrah beyyinesi, kabulde evlâdır." dedi. Muhıyfte de böyledir.

Bir adam, diğerinden alacak iddiasında bulunur, sonra da: Bunu, böylece ikrar'eyledi." der, iddia olunan şahıs da: "Ben ikrarda zorlandım." derse, def sahih olur.

Bu durumda zorlayanın ismini söylemek, nesebini zikretmek şart değildir. Hulasa'da da böyledir.

İkrarı seve seve yaptığım iddia eder, iddia olunanda beyyine ibrazı ile: "Gerçekten o ikrar, şu tarihte oldu." derse, iddia olunan şahsın beyyinesi geçerli olur.

İster tarih olsun, ister olmasın beyyine getirmek müddei içindir. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir adam, diğeri bir şahsa karşı, —ister emriyle, ister emirsiz— "filandan kefalet sebebiyle, bin dirhem" iddia eder; asıl borçlu da gelir ve "Bu malı vermek, benim üzerime vacib değildir. Ben ikrarda zor­lanmıştım." derse, bu def dinlenilmez.

Fakat kefil, asıl borçlu bu malı iddia eyledi." veya "iddiacıya ibra eyledi," diye iddia ederse, bu sahih olur. Hulasa'da da böyledir.

Bir kimse, başkasının iddia eylediği bin dirheme kefil olduktan sonra, bu kefil beyyine ibraziyle: "Gerçekten kefaletini üzerime aldığım bin dirhem içki bedelidir." derse, kefilin bu sözü kabul edilmez.

Eğer kendisi için kefil olduğu şahsın, bunu ikrar ettiğine dair belge ibraz eder; o şahıs da bunu inkar ederse, beyyinesi kabul edilmez.

Talibin yemin teklifinde bulunmasına da iltifat edilmez.

Şayet kefil malı ödeyip kefili olduğu zata müracaat eder; talib de hazırda olmaz, kefil olunan zat: "Mal kumar idi." veya "...İçki bedeli idi." yahut "...lâşe (veya benzeri) idi." der ve kefile karşı beyyine ibraz etmek isterse, beyyinesi kabul edilmez ve malı kefile vermesi emredilir. Ve ona: "Hasmını iste ve ona davacı ol." denilir.

Eğer talip, kefilden mal alınmadan önce gelir ve hakimin yanında malın içki bedeli (veya benzeri bir şey) olduğunu ikrar ederse, asıl borçlu da kefil de —ikisi de— beraat ederler. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Bir alacak davasında, da'vah olan zat: "Ben defini getiririm." derse, hakim ona:  "Def, ibra ile veya îfâ ile olur. Hangisini iddia ediyorsun?" der; o şahıs: "İkisini de." derse, bu tenakuz olur mu?

Şey hır I-İ mâm Necmü'd-dîn en-Nesefî'nin şöyle dediği hikaye olunmuştur:

Bu —tevfik yönünü açıklarsa— tenakuz olmaz.

Tevfik yönü, borçlunun alacaklıya: "Bir kısmını verdim; bir kısmını bana ibra ettin." veya "Tamamını sana ödedim; sen, beni kabûletmedin ve bana ibra eyledin. (= vaz geçtin.)" yahut "Ona bana ibra eyledin. Sonra İbra inkar olundu. Sana ödedim." demesidir. Bazı­ları da: "Tevfik eylemese bile tenakuz olmaz. Davası da batıl olmaz." demişlerdir. Zehıyre'de de böyledir.

Bir kadın, kocasının varislerine karşı, mehr-i müsemmasıni iddia edip buna göre de beyyine ibraz eder; verese ise, onun davasını def için: "Gerçekten sen, nikahın tesmiyesiz yapıldığını ikrar eyledin. Sana vacib olan mehr-i mislindir. Sen ise, şimdi mehr-i müsemma iddia ediyorsun. Bu ikisinin aralarında tenakuz vardır." derler.

"Bu def olmadı." denilmiştir.

Esahh olan da budur. Muhiyt'te de böyledir.

Reşîdü'd-din'in Fetvâları'nda şöyle zikredilmiştir;

Bir kadın, kocasının vereselerine karşı mehir iddia eder; varisler de, nikahın aslını inkar ettikten sonra, bu kadının mal mukabili boşanmış olduğunu iddia ederlerse, bu iddiaları kabul edilmez. Füsûlü'l- Imâ-

dîyye'de^e böyledir.

Bir adam, diğerine karşı bin dirhem iddia eder, iddia edilen şahıs da (= müdde aleyh de): "Bende, senin hiç bir şeyin yoktur." veya: "Senin  için,  benim  üzerimde — kafiyyen—  bir şey olmadı."  der; müddeî de, alacağı olduğuna dair beyyine'sini ibraz eder; iddia olunan da "verdiğini" veya "onun ibra eylediğini" iddia ederse, bu iddiası kabul edilir. Bu hususta beyyine ibraz ederse, iddiası sabit olur.

Eğer: "Senin için benim üzerimde —kafiyen— bir şey olmadı. Ben, seni —asla— tanımıyorum." derse, mes'elenin diğer kısmı hali üzeredir; defi kabul olunmaz.

Kııdürî, alimlerimizden, "bu defin kabul edilir olduğunu" rivayet etmiştir. Hulasa'da da böyledir.

Bir kimse, başka birinde alacağının bulunduğunu iddia ettiğinde, müddea aleyh bunu inkar eder; müddeî "Gerçekten sen, bu mal için, on günden beri mühlet istiyorsun. Bu ikrar sendendir. Bu mal, senin üzerindedir." diye beyyine ibraz eder; iddia olunan da, onun davasını def için: "Gerçekten sen, yirmi günden bu yana, bu malı bana ibra eyledin." der ve bu hususta beyyine ibraz ederse; bu def-i dava olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, diğerinden on dinar alacaklı olduğunu iddia eder; iddia olunan şahıs da davanın defi için: "Gerçekten benim, üç dinardan başka yoktur." derse, bu iddia kabul edilmez. Hulâsada da böyledir.

Bir kimse, diğerine karşı yüz dirhem alacağı olduğu iddiasında bulunur; iddia olunan şahıs da: "Onun   elli dirhemini verdim." der; müddet bunu inkar eder; iddia olunan şahıs ise "elîi


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..