8- DA'VADA TENAKUZUN VÂKİ OLUP OLMAMASI

Hakimin huzurunda iddiacının davasında iddiacıdan birbirini nakzeden, zıd anlamda iki söz işitilirse, bu hal, davanın dinlenilmesine mani olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Tenakuz, bir şahsın nefsi davasının sıhhatine mani olduğu gibi, başkasının davasını sıhhatine de mani olur.

Bir adam, başkasının bir şeyini ikrar ettiğinde, onu, nefsi için iddia edemediği gibi, —vasi vekil olması hasebiyle— başkası için de iddia edemez.

Bu, onun için mülk ikrarı bulunduğu zaman böyledir.

Fakat, davanın tamamından teberri eder, sonra da, ona karşı bir adamdan vekalet veya vasıyyet cihetinden bir mal iddiasında bulunursa, bu davası dinlenir. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Bir adam, diğer bir şahsın elinde bulunan bir şeyin kendisine ait olduğunu iddia ettikten sonra: "O filanındır." der ve onun davasına kendisinin vekil kılındığını" beyyinelerse bu durumda beyyinesi kabul edilir ve o şahıs tenakuza düşmüş olmaz.

Eğer önce: "O filanındır." der ve onun davasında vekil olduğunu" iddia eder, sonra da "o şeyin kendisinin olduğunu söyler ve bu hususta beyyine de ibraz ederse, işte bu tenakuz olur. Ve bu şahsın beyyinesi kabul edilmez. Ancak: "O filanındı. Beni de davasına vekil eylemişti. Sonra ondan satın aldım." der, bunu da isbat ederse, bu takdirde beyyinesi kabul edilir. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir kimse, "kendisinin, filan için dava vekili yapıldığını" iddia ettikten sonra "başkası için dava vekili olduğunu" söylerse; bu kabul edilmez.

Ancak tevfik eyler de: "Önce filanın vekili idim. Sonra da İkincinin vekili oldum." derse, bu hal müstesnadır.

Tedarik de mümkündür. Şöyleki: Meclisten ayrılır. Bir müddet sonra da gelip vekil olduğunu isbat eder. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Alacak da ayn'in benzeridir. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir dava vekili, hüküm meclisinin haricinde, müvekkiline ait bir şeyi ikrar ederek: "Alacağını aldı." der; sonra da, ona karşı iddida bulunursa, davası kabul edilmez. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir vasi, yetimin malını bulûğa eriştikten sonra kendisine verir, oğiunu da kendi nefsine "yetim malın tammaını aldı. Ve onun babsıhin terekesinden az veya çok elinde hiç bir şey kalmadı. Hepsini ödedi." diye şahit tuttuktan sonra, yetim "vasinin elinde bir şey kaldı." diye iddia ederek: "İşte bu, babamın terekesidir." deyip, bu hususta beyyine ibraz eylese; beyyinesi kabul edilir.

Eğer vasi: "Ölenin, insanlara olan bütün borcunu Ödedim." diye ikrar ettikten sonra, bir adam, "ölenden alacaklı olduğunu" iddia ederse, onun davası, —bunu varislerin ikrar etmesi halinde olduğu gibi— dinlenir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse; "Bu köle, filanındır." dedikten sonra beyyine ikame ederek: "Ondan, bin dirheme satın aldım." der fakat vakit bildirmezse, bu durumda da iddiası dinlenir.

Eğer bu şahıs: "O filanındır" der ve bu sözüne bitişik olarak: "Ondan dün satın aldım." diyerek buna beyyine de ibraz ederse, bu istihsanen kabul edilir.

Eğer, bu iki sözü arasını açarak söylerse (Şöyleki; "O filanındır." der, biraz susar; sonra da: "Onu, ondan dün satın aldım." derse, bu durumda sözü kabul edilmez. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir adam: "Bu köle, filanındır." diye ikrar eder, sonra ondan satm alacak kadar bir müddet bekler; bilahare de, "o, adamdan satın aldığına dair beyyine ibraz ederse, şahitler vakit belirtmeseler bile, beyyinesi kabul edilir. Ancak, bunun için şahitlerin bu şahsın ikrarından sonra şahitlik yaparlarsa, bu kabul edilir. Aksi takdirde, kabul edilmez.

Eğer: "Bu köle filanındır. Benim bunda bir hakkım yoktur." der; sonra da şahitler getirerek, "onu, ondan satın aldığını" iddia ederse; şahitlerin ' ikrardan sonra satın aldı.' diye vakit bildirmeleri h alinde, bu caiz olur; değilse caiz olmaz. Füsülü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

İmlâ kitabında, İmâm Muhammeni (R.A.)'den rivayeten şöyle buyrulmuştur:

Bir adamın yanında bir elbise bulunur ve bu şahıs "onun, filanın olduğunu" ikrar eder; bilahare de, bir müddet geçtikten sonra: "Ben ona yüz dinara satmıştım."der; filan da: "O benimdir. Satın almaksızın benimdir." derse; beyyinesi kabul edilir ve ikrarında yalanlama olmaz. Eğer ikrar edici şahıs, kelamını vasi eder. (= sözünün cümlelerini ara vermeden peş peşe söyler) ve: "Bu filanındır; ona bin dinara sattım." derse sözü kabul edilir. O şey, bu şahsın elinden ancak böyle söylemesi sebebiyle çıkar. Muhıyt'te de böyledir.

İmam Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurmuştur:

Bir adamın elinde bir ev olur başka bir adam da: "Bu ev, onu elinde bulunduranı şahsındır. Ben, ona bin dirheme sattım." der ve bu sözü kesintisiz söyler; ev elinde bulunan şahıs da alım-satımı inkar eder, ve: "Ev benimdir." der, ikrar eden de, "evin, onun olduğunu" beyyine-ierse; beyyinesi kabul edilir.

Eğer sözünü ayırarak kesintili söylerse, beyyinesi kabul edilmez. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir adam, hakimin yanında ikrar ederek: "Bu köle (veya bu ev) elinde bulunan şahsın değil, başkasınmdır." der, sonra da ikrarından önce, "O şeyi yanında bulunduran şahıstan satın aldığını" belgelerse; bu belgesi kabûıl edilmez. Fetâv âyi Kâdîhân'da da böyledir.

Eğer: "Bu filanındır.  Onda'benim hiç bir hakkım yoktur." veya "Bu filanın idi. Benim, onda hiç bir hakkım yoktur." der, bir müddet sonra da, —-beyyinesiyle— "ondan satın aldığını söylerse, bu beyyinesi kabul edilmez. Ancak şahitl er: "İkrarından sonra satın aldı." derlerse, o zaman beyyinesi kabul edildi. Serahsî'nin Mulııytı'nde de böyledir.

Bir adam, diğerine: " Bu köle senindir." der; ikrar olunan zat da: '"O   benim   değildir."   dedtikten   sonra:   "O   benimdir," derse, Asi kitabında: "O, onun olmaz. Beyyine getirmiş olsa bile beyyinesi kabul edilmez.'' denilmiştir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

"Hakkım var mı, yok mu? Bilmiyorum." demiş olsa ve sonra da hak   iddia   ederek   belge  getirseydi,   bu   kabul   edilirdi.   Serahsî'nin Muhıyü'nde de böyledir.

Mal elinde bulunan şahıs: "Bu benim değildir." veya "Benim mülküm değildir." yahut  "...Benim hakkım yoktur."  veya  "Onda benim hakkım yoktur." veyahut da "Benim olmadı." veya buna benzer sözler söyler; sonra da birisi o malı iddia eder; mal yanında oian da: "O benimdir." derse, onun bu sözü sahih olur. Onun sözü geçerlidir.

Eğer malı elinde bulunduran şahıs için —söylediğimiz sözlerin vak­tinde bir iddiacı bulunursa Câmi'nin rivayetine göre bu ikrar, iddiacının mülkü olmasına kafi gelir.

Asi kitabının rivayetine göre de münazun mülkü olmasına, bu ikrar kafi gelmez. Fakat hakim, mal yanında olana: "Bu müddeînin mülkü müdür?" diye sorar. Eğer, onu ikrar ederse, hakim o malı iddia edene teslim etmesini emreder.

Eğer inkar ederse, müddeiye ona karşı beyyine getirmesi emredilir.

Bizim söylediğimizi, mal elinde olmayan birisi ikrar eyleseydi, Şeyhu'l-İslâm, Cami Şerhi'nde, Kaza babında "Onun: "Bu benim mülküm değildir, veya "Bu, benim olmadı." demesi —tenakuzdan dolayı— davayı men eder." buyurmuştur.

Ancak, mal yanında bulunan şahsı —yukarıda geçtiği gibi— men eylemez.

Cami Şerhi'nde şöyle zikredilmiştir: Bir adam, diğerinin elinde bulunan bir evi iddia eder ve bu müddeîevi elinde bulunduran şahsın: Bu ev, benim mülküm değildir." veya "...Benim olmadı." diye ikrarda bulunduğu hususunda, beyyine ibraz ederse, bu müddeînin beyyinesi def olunur. Füsûlü'l-Imâdiyye*dede böyledir.

Bir koca: "Bu çocuk, benden değildir."'deyip, onu nefyeder, kabul etmez ve bu çocuğu nefy için karı-koca lanetleşirler; çocuğun nesebi kesildikten sonra da: "O benim oğlumdur." derse, bu tasdik olunur. Serahsî'nin Muhıyfı'nde de böyledir.

Cami kitabında şöyle zikredilmiştir:

Varisler ikrar ederek: "Bu şey, miras bırakılanlardan değildir. Belki de murisin yanında, filanın emanetidir." derler; sonra da "onu, o filandan, sağlığında almıştı." diye "onun, murisin malı olduğunu'* bel­gelerse, bu mal eğer emin birisiyse, —emanet bırakan gelene kadar— reddedilir; (= geri verilir) değilse, bir adil kişinin yanına bırakılır. Bu bilinen birisi adına ikrar olduğuna göredir. "Bu şey, murisin değildir." dedikten sonra "Murisindir." derler ve onu isteyen birisi de hazır olmazsa varise def edilir. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Hişam, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

Bir adam: "Bu evde, (veya bu yerde rey ile) hakkım yoktur." der; sonra da, —beyyinesiyle— "o evin, kendisine ait olduğunu" iddia ederse, bu beyyinesi kabul edilir.

Eğer: "Bu sokakta, benim malım yoktur." veya: "Filanın elinde bulunan ev (veya arazi)de hakkım yoktur." der; sonra da —beyyine ibraziyle— "O sokakta (veya ev ve arsada) hakkım var." derse; bu beyyinesi kabul edilmez. Ancak onu ikrardan sonra satın aldığım belge­lerse, o müstesnadır. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Eğer: Filan adamın elindeki evde, benim haklum yoktur." derde; bu evi sokağa veya köye nisbet eylemez; sonra da onu sokakta veya köyde diye iddia ederse, beyyinesi kabul edilmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da ' da böyledir.

Hişam'in Nevâdiri'nde şöyle zikredilmiştir: Ben İmâm Muhammed (R.A.)'densordum:. .

—Bir adam: "Şu evde benim hakkım yok; davamda yok... Bir isteğim de yok... dedikten sonra, o evin davası hususunda vekil oldu. Bu şahsın vekâleti kabul edilir mi?"

İmâm:

— "Evet, kabul edilir." cevabını verdi. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, babasının veraseti dolayısıyle, başka birinin elinde bulunan  birşeyi  iddia  eder,  iddia  olunan  da,  bunu  inkar  ederek: "Babamın, bunda hakkı yoktur." der, sonra da, ona karşı iddiada bulunarak, "babasından satın aldığını" ileri sürer veya babasının onu, kendisi için ikrar eylediğini" iddia ederse, davası sahih olur ve beyyinesi dinlenilir. Çünkü onun, satın aldıktan sonra, "babanım hakkı yok" demesi mümkündür.

Eğer: "Babamın kat'iyyen hakkı yoktur." derse; o takdirde, babasından "satın almış olma" iddiası dinlenilmez. Çünkü burda tenakuz yardır.

Babasının, "onun için ikrar etmiş olması davası" dinlenilir. Çünkü burda tenakuz yoktur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, diğerinin elinde "şöyle şöyle, ortaklık malı vardır." diye iddia ettiğinde, iddia olunan da (= davalı da) ortaklığı inkar eder; bu sonra da iddia olunan şahıs, malı, iddia edene verdiğini" iddia eder ve şirketin aslını inkar etmiş olursa (şöyle ki: "Aramızda asla hiç bir ortaklık olmadı. Ve ona birşey de vermedim." derse, bu dava dinlenijıez ve bu durumda mal vermek, tenakuz makamında olur. Eğer, hal-i hazırda olan mal ortaklığını inkar ederse (şöyleki: "Aramızda ortaklık yoktur. Senin de, benim yanımda bir şeyin yoktur." derse) onun davası dinlenir. Çünkü burada tenakuz yoktur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, diğer bir şahsa karşı iddia da bulunarak "onun, kardeşi olduğu" ve "üzerine nafaka lazım geldiğini" söyler; davalı da (= iddia olunan da). "O, benim kardeşim değildir." der;, sonra daiddia eden zat ölür ve iddia olunan adam gelerek, miras talebinde bulunur ve: "O, benim kardeşimdir." derse, talebi'kabûl edilmez.

Şayet kardeş davası yerinde, evlat davası olmuş olsaydı, ondan bu talep kabul edilir ve ona miras hükmolunurdu. Fetâvâyi Suğra'da da böyledir.

Eğer müddeî,  mal yanında bulunan şahsın babasından satın aldığını iddia eder, mal yanında olan kişi de: "Babamın orda hakkı yoktur." der, müddeî ise,, "babasından satın aldığını" .belgelerse, ona sahib olur.

Mal yanında bulunan şahıs da "kendisinin, babasından satın aldığını" iddia eder ve bunu belgelerse, belgesi kabûî edilir.

Eğer, ev yanında bulunan şahıs: "Katiyen bu ev, babamın değildir." veya "Bu evde, babamın kat'iyyen hakkı yoktur." der, müddeî de iddiasını belgeler; sonra da ev elinde olan zat beyyine ibrazı ile  "onu, babasının sağlığında, ondan satın aldığını"  iddia ederse, beyyinesi kabul edilmez.

Eğer beyyine ikame ederek: "Babasının sağlığında, o evi kendisine ikrar eylediğini" söylerse, beyyinesi kabul edilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, diğer bir şahısta bin dirheminin, olduğunu iddia eder; o da: "Kat'iyyen senin bende, bir alacağın yoktur." der; sonra müddeî beyyine ibraz eder; iddialı da: "Ödedim." diye beyyine ibraz ederse iddiası kabul edilir.

Eğer: "Benimle senin aranda hiç bir şey hakkında muamele yoktur." demiş olsaydı, "ödediğine dair beyyinesi" kabul edilmezdi.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) "Eğer o şahıs benimle senin aranda bir muamele cereyan etmedi. Fakat, bunları bana şahitlerim haber verdi." der ve sonra da: "Şahit olunuz ki ben onu ibra eyledim." derse, bundan sonra ikisi arasında bir muamele cereyan etmez." buyurmuştur. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.

Eğer davalı önceden:-"Onun, benim üzerimde katiyyen bir hakkı yoktur. Ben, onu tanımıyorum." demiş olsaydı, bu durumlar da müddeî mala karşı o da hüküm üzerine beyyine ibraz ederse; zahirü rivayede beyyinesi kabul edilmez. Fetâvâvayi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, diğer bir şahsin, "kendisine bu cariyeyi bin dirheme sattığını"  iddia eder;  cariye yânında bulunan  şahıs  de  "kat'iyyen satmadığını"  söyler  ve  müddei  sattığına dair beyyine ikame  eder, böylece, de cariye ona hükmedilir ve bu cariyede bir fazla parmak bulunduğundan, kendisine hükmedilen şahsa, onu geri vermek isterse; üzerine hükmedilen şahıs da:  "O bana, bütün ayıplardan beridir." derse; beyyinesi kabul edilmez. Füsûlü'I-Imâdiyye'de de böyledir.

Bir kadın, bir adama karşı, "nikahını" iddia eder; erkek de: "Benimle senin aranda, nikah yoktur." der; kadın ise, nikahı üzerine beyyine getirir;  bu  durumda,  o  erkek,   "bu kadının mal mukabili boşandığını" belgelese, bu belgesi kabul edilir.

Eğer adam: "Seninle benim aramda katiyyen nikâh yoktur." veya: "Ben seni kat'iyyen nikahlamadım." der, kadın da, "nikahlı olduğunu" belgeler; koca ise, "onun, mal mukabili boşandığım" belgelese, "uygun olanı, bu mes'ele ile satış mes'elesinin aynı olmasıdır." denilmiştir.

Zahirü'r-rivaye'de, ayıptan beraatına dair beyyine kabul edilmez.

Mal mukabili boşanmakda böyledir. Çünkü mal mukabili boşanmak talaktır. Talak ise, önceden nikahı iktiza eder. Bu talak davasında tezad vardır. Onun için, dava dinlenilmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kadın, "bir erkeğin kendisini nikah eylediğini" iddia edince, adam bunu inkâr eder; sonra da bu nikahı iddia eder ve beyyine de ibraz ederse, kabul edilir. Serahsî'ninMuhıyti'nde de böyledir.

Bir kadın üç talak boşandığını belgeler ve kocasından, mal mukabili bainen boşandıktan sonra muhalea bedelinin geri verilmesini isterse; bu durumda kadın tenakuza düşmüş olur.

Keza bir koca, karısının mirasını, onun kardeşiyle taksim eder; kadının kardeşi de "onun varis olduğunu" ikrar ettikten sonra, beyyine ikâme ederek, "kocasının, onu üç talâk boşadığmı" iddia ederse; bu beyyinesi kâbûl edilir. Bu durumda, bu kardeş, kocanın aldığı mirası geri alır.

Mükâteb de böyledir. Kitabet bedelini ödedikten sonra, "efendi­sinin kitâbetden önce, kendisini azâd eylediğini" beyyine ile isbat ederse; bu beyyinesi kabul edilir.

Köle de böyledir.

Keza kadın da böyledir. Bir kadının kocasının mirası taksim edilir, bu şahsın varisleri vekiller tutarlar; onlar da "o kadın, bunun karışıdır." diye ikrar ederler; sonra da şahitler bulurlar, bu şahitler de: "Kocası, bunu hayatında iken üç talak boşamıştı." diye şahitlik yaparlarsa, varisler veya vekiller, bu kadına müracaat ederek, onun aldığı mirası geri. alırlar. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.
Bir topluluk, babalarından miras kalan bir evi, rızalarıyla taksim ederler; sonra da bazıları babalarının, onlardan belirli bir topluluğa, ondan tasadduk etmiş olduğunu iddia ederler veya onun küçük oğlu için1 bu iddiada bulunurlar ve bu hususta beyyine de getirirlerse, bu davaları batıl (= geçersiz) beyyineleri ise merdut (= reddedilmiş) olur.

Eğer, birisi babasından alacak iddiasında bulunursa; bu davası sahih, beyyinesi de makbul olur. Zehiyre'de de böyledir.

Bir topluluk, bir evi paylaştıklarında, birde ölen şahsın kadını olur, ona da sekizde bir hisse, isabet eder ve bu kadını ordan azledip kovarlar; sonra da, bu kadın, iddia ederek: "Ben, onu sağlığın da ona tasadduk etmiştim." derse, beyyinesi kabul edilmez.

Keza, bir araziyi taksim etseler ve her ferde, babasının mirasından bir taife düşse, sonrada onlardan birisi: "Diğerlerinin hissesinde ev var." veya "...Hurma ağaçları var." iddiasında bulunur ve onu, o. yapmış ve o dikmiş sanarak bu hususta beyyine hazırlarsa, bu beyyinesi. kabul edilmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Varislerden  birisi,   ikrar  edip:   "Gerçekten  bu  hudutlu  yer, babamızdan mirasdır." der; sonra da "oğlum filan için, babamdan vasiyyettir." diye iddia edip, buna beyyine de ibraz ederse, beyyinesi kabul   edilmez.   Bunun  mütenâkız  olduğu  açıktır.   Zahîriyye'de  de böyledir.

Eğer bir adam ikrar ederek: "Gerçekten filan şahıs öldü ve bu arazîyi..." veya "...bu evi, miras olarak bıraktı." der; sonra da "...üçte birini vasiyyet eyledi." diye ikrarda bulunursa, bu beyyine de, önceki ikrarı da kabul edilir ve onu, vasiyyet davasından çıkarmaz.

Keza, ölmeden önce, alacak iddiasında bulunursa, bu davası kabul edilir.

Keza, varislerin, tamamı, ikrar ederek: "Bu yerler, gerçekten babamızdan bize mirasdır." derler; sonra da içlerinden birisi "Haki­katen, bu yerin üçte birisi, babam tarafından -küçük oğlum filana vasiyyet edilmiştir." diye iddia edip beyyine de ibraz ederse, bu beyyine kabul edilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, diğer bir şahıstan hudutlu bir yeri, yazılı olarak uzun süreli icarlar; ikinci müste'cîr teslim aldığını ikrar ettikten sonra da birinci müste'cir, ikinci müste'cirle birlikte, kendi aralarında ikinci ica-reyi fesh ederler ve birinci müste'cir ikinci müste'cirden mukataa malını talep eder; ikinci müste'ciri de "Bu hudutlu yer, önceki icara verenin elinde idi. İkinci icare gününden bugüne kadar bana mukataa malı ica-betmez." der ve beyyine de ibraz ederse; davası da sahih olmaz; beyyinesi de kabul edilmez. Bu, tenakuz mekânında olduğu için böyledir.

Eğer birinci kiracı, ikinci kiracıya karşı beyyine ikame' ederek: "Kiralananı aldı." der; ikinci kiracı da, beyyinesiyle: "O, müddeti bitene kadar birincinin elindedir." derse, Önceki beyyine evlâdır.

Necmü'd-Dîn en-Nesefî'den soruldu:

—Bir adam, ölen şahsın terekesinden alacaklı olduğunu iddia ediyor; varis de bunu doğruluyor ve o borcu ödüyor. Bundan sonra da o varis "gerçekten ölen şahıs, o malı sağlığında ödedi." diye iddia ediyor ve onu beyyine ile isbat etmeyi murad ediyor; durum ne olur?

İmâm şu cevabı verdi:

Da'vâsı sahih olmaz ve beyyine dinlenmez. Muftıyt'te de böyledir.
Şeyhu'1-İmâm Zahîrü'd-Dîn'den soruldu:

Bir kimse, karısını mal karşılığı boşadı ve aynı meclîsde: Bu evde, benim bir şeyim yoktur." dedi. Sonra da "o evin eşyalarının kendisinin olduğunu" veya "kumaşların kendisinin olduğunu iddia eyledi; durum ne olur?

İmâm şu cevabı verdi:

— İddiacı, eğer: Bu şey, ikrar vaktinde evde idi." derse, davası din­lenir.

Cami' kitabında şöyle zikredilmiştir:

Bir kimse: "Elimde az veya çok; köle veya cariye, ne varsa filanın eşyasıdır." derse, bu ikrarı sahih olur.

Eğer kendisi namına ikrar olunan şahıs gelip, ikrar edenin elinden köleyi almak ister ve ihtilafa düşerler; ikrar olunan zat: "İkrar vaktinde elinde idi. O benimdir." der; ikrar eden de: "Hayır ben buna ikrarımdan sonra sahip oldum." derse, ikrar .edicinin sözü geçerli olur. Ancak, ikrar olunan şahsın, beyyine getirmesi gerekir ki, ikrar vaktinde onun yanında olduğuna dair Cami"de de böyledir.

Bir adam: "Dükkanımda bulunan şeyler filanındır." der; günler geçtikten sonra da; ikrar eden bu şahıs, "dükkanda bulunan bir şeyin kendisinin olduğunu iddia ederek: "Onu, ikrardan sonra dükkana koydum." derse, bu sözü tasdik olunur.

Bazı rivayetler de ise: "Tasdik olunmaz." denilmiştir.

Bu rivayetler, Cami'nin rivayetlerine muhaliftir.

Alimlerimize göre, ikinci rivayetin te'vili şöyledir:

Bu rivayet ikrardan sonra, o müddet içinde dükkana konması mümkün olmayan şey hakkındadır.

Cami'deki mes'ele ise şöyledir:

İkrar edici, var olması tasavvur olunmayan bir zamanda, mülkünün olduğunu iddia ederse, sözü kabul edilmez ve onun: "İkrardan sonra sahib oldum." sözüne itibar edilmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Eğer, "o, onundur." diye iddia eder de, başka bir şey söylemezse, davası dinlenir. Davası aynı mecliste olmasa bile, bu böyledir. Câmi-i Kebir isimli kitapda şöyle zikredilmiştir:

Bir adam: "Filan tarafından benim hakkim yoktur." veya "Filanın yanında, benim hakkım yoktur." der; sonra da ikrar olunan şahsın yanında, bir kölesinin olduğunu ve onu onun zoraki aldığını" iddia eder veya "onda alacağının olduğunu" söylerse, —şahitler" "ikrardan sonra köleyi gasbeyledi. Alacak da ikrardan sonra hasıl oldu." diye şahitlik yapana kadar— beyyinesi kabûi edilmez.

Keza bir adam diğerinin beraatını yazar ve: "Senin bende, hiç bir ayn, borç ve bir satış cihetiyle hakkın yoktur." der; sonra da o beraatını yazdığı kimseden bir köle satın aldığını veya bin dirhem borç aldığını beyyinelerse, bu kabul edilmez.

Ancak, ikrardan sonra, bir tarihte olmuşsa kabul edilir.

Radıyu'd-dîn: Buna binâen, ikrardan sonra, kocanın davasıda din­lenmez. Ancak, "Bu eşya, ikrar vaktinde evde yoktu." diye iddia etmesi hali müstesnadır.

Fakat, mutlak iddia ederse, davası dinlenmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

İddia olunan şahıs (- davalı = müddea aleyh), ikrar ederek: "Yanımda olan şeylerin tamamı, (az veya çok) filanındır." der; son­radan da, bir müddet geçince o filan şahıs onun yanında olanları almak için gelir ve yanında bulunan bir köleyi, "bu benimdir." diye almak isteyince müddeî de (= iddia eden de): "Bu köle, ikrar zamanı yanında idi." derse müddea aleyhin sözü geçerli olur. Köle de onun kölesidir.

Ancak müddeî beyyine ibraz ederek, "ikrar zamanı, yanında olduğunu" söylerse, o müstesnadır. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Bir adam, ikrar ederek: "Filan şahsın, bende bin dirhemi vardır." dedik'ten sonra: "Ben, onu, ona ödedim." der ve bu hususta beyyine de, ibraz ederse, beyyinesi kabul edilmez.

Eğer, ödediğini ikrardan önce, ikrarına mevsûlen (— bitişik olarak) söylerse, beyyinesi istihbaben * kabul edilir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse: "Onun, bende bin dirhemi vardı." ikrardan sonra, mevsûlen veya mafsûlen, onu, ona ödedim." der ve buna beyyine göste­rirse, beyyinesi kabul edilir. Zehıyre'de de böyledir.

İbnü Semfi'a, İmâm Muhammed (R.A.)'ın şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

Bir kimse, diğer bir şahıstan, on bin dirhem alacaklı olduğunu iddia eder, diğeri de bunu inkar ederse; hakim müddeîye "Maldan bir şey ahp-almadığım sorar. O da, ikrar ederek: "Evet, ondan bin dirhem aldı." derse; bu durumda hakim müddeâ aleyhi, onbin dirhemden berâet ettirir.

Hakimin yanından ikisi de çıkınca, matlup: (= kendisinden iste­nilen şahıs): "Hayır, vallahi onu benden almadın." der; talip de, onun bu sözüne şahitler getirirse; İmâm Muhammed (R.A.): "Bu durumda, talibin beyyinesi kabul edilir ve ona hükmolunur." buyurmuştur.

Şu da bunun benzeridir: Talip mala karşı beyyine ikame ederse; bu ondan kabul edilmez.

Eğer maflub: "Sen, benden-bir şey almadın" dedin. Ben, beyyine getiririm. Gerçekten sen, vekilimden aldın." derse, beyyinesi kabul edilmez.

Eğer  matlup  beyyinesi  ile  gelir,   "bir  yabancı  matlubun  emri olmaksızın, tatavvu olarak kendi malından onu ödediğini" söylerse, beyyinesi kabul edilmez. Böylece, bir yabancıdan almış olur. Muhıyt'te ' de böyledir.

Bir adam, diğerine karşı mal iddia edip, beyyine de ibraz eder; sonrada: "Onu ben aldım." derse, beyyinesi batılölur mu?

Alimler: "Bu maldan aldım." derse batıl olmaz. Çünkü beyyine ikamesinden sonra alması mümkündür.

Eğer: "Sen bu maldan ödedin." veya "bu kadar ödedin." derse, beyyinesi batıl olur. Fetâvâyi Kâdîhân'dada böyledir.

Bir kimse, beyyine ibraz ederek: "Filanda dört yüz dirheminin olduğunu" söyler; sonra da müddeî,  "yüz dirhemini, inkar ediciye bıraktığını" söylerse, inkar ediciden üç yüz dirhemde sakıt olur.

Bu, Ebû Kasını a göre böyledir.

Ebî Ahmed bin Nusayr'a göre ise sakıt olmaz.

Fetva da bunun üzerinedir. Mültekıt'ta da böyledir.

Bir adam, diğerine karşı, hal-i hazırda on dirhem iddia eder; iddia olunan şahıs da: "Evet, bu on dirhemi vermem lazım. Fakat benim de sende hal-i hazırda bin dirhemim var." derse, işte bu ikinci dava sahih değildir. Mallar cins-i vahiddirler. Zehıyre'de de böyledir.

İddia olunan şahıs: "Senin iddia ettiğin bu meblağı, ben sana ulaştırdım." der; sonra da: "Ben, onu sana filanla havale eyledim. O da sana ulaştırdı.'' derse, "bu makûle sözler dinlenilmez.' * denilmiştir.

"Dinlenir." diyenfer de olmuştur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, diğerinden bin dirhem alacağı olduğunu iddia ettiğinde, müddeâ aleyh  (=   idda  olunan):   "Gerçekten  ben, onu  Semerkat çarşısında  ödedim." derse, ondan  beyyine  istenir.  O:   "Beyyinem yoktur." der, sonra da: "Onu köyde ödedim." der ve buna dair beyyine ibraz ederse, bu beyyinesi kabul edilir. Fetâvâyi Kâdîhân'dâ da böyledir.

Bir kimse, başka bir şahsın elinde bulunan bir evi talep ettikten sonra, onu, sahibi olan filan şahıstan satın aldığını" belgelerse; bu bel­gesi kabul edilmez.

Ancak istedikten sonra, "satın aldığını" belgelerse, o müstesnadır. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.   ,

Bir kimse, bir elbise satın alır veya o elbise, ona bağışlanır; sonra da "o elbiseyi satın almadan veya kendisine bağışlanmadan önce, ken­dinin malı olduğunu veya babasının malı olduğunu ve babasının ölüp, onu miras bıraktığını veya onu kendisine bağışladığını" iddia ederse; davası dinlenmez.

Ancak, açıklama yapar ve: "Bu elbise babamındır. Seni onun satımı için vekil eyledi. Sen de bana sattın." derse; bu durumda tenakuz olmadığından, sözü dinlenir.

Eğer: Dava zamanı, babamın idi. Onun satılması için, seni vekil eyledi. Senden onu satın aldım. Sonra da babam öldü. Onun parası, bana miras kaldı." derse; sözü dinlenir ve parası ona hükmedilir. Çünkü burda da tenakuz yoktur. Kâfî'de de böyledir.

Bir adam, birisine karşı bir şey iddia ettikten sonra, onunla beraber   kardeşi   de   "satıştan   önce,   ona   sahip   olduğunu" veya "babasının mülkü olup, o ölünce ikisine miras kaldığını" iddia ederse; hissesi hakkındaki davası kabul edilmez; diğerinin hissesi kabul edilir ve o hissesinde muhayyerdir.

Eğer onu yalnız başına satın alıp teslim alır veya satın almaz ve onu müsâveme yaparsa; sonra da babası gelir, o paltoyu iddia eder ve "onun   kendisinin   olduğunu"   söylerse;   bu   sözü   dinlenir.   Ve   bu durufnda, müşteri müracaat ederek parasını satıcıdan alır. Fakat, hakim hükmetmeden,  babası  ölürse,  oğluna hükmolunmaz.  Hulâsa'da da böyledir.

Bir adam, bir elbise satın aldığım iddia eder; şahitler de onun satın aldığına şahitlik yaparlar; önce böyie hükmolunur; sonra da bu şahit­lerden birisi, "o elbisenin, kendisinin (veya babasının) olduğunu sanır ve iddia ederse; davası dinlenilmez.

Şayet şahitlik yaparken: "Bu elbiseyi sattın. Fakat, o benimdir." veya "...babamındır. Ben onun varisi oldum." derse, bey'a hükmolunur ve şahidin davası dinlenilir. İddiasını belgelerse, tenakuz olmadığından kendisine hükmedilir. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Bir adam, başkasının elinde bulunan bir cariyenin veledini veya hurmalığın meyvesini yahut bir yerin hurma ağaçlarım iddia eder; sonra da beyyine ibraz ederek: "O cariye (veya hurma ağaçları yahut yer) benimdir." derse; cariye, hurma ağaçları veya yer ona hükmedilir. Çocuk, meyve ve hurma ağaçları hükmedilmez.

Eğer anası ile- birlikte çocuğunu, meyvesiyle beraber hurma ağaçlarını, hurmalığı ile birlikte yeri iddia eylese, çocuk, meyve ve hur­malık davası dinlenilmez. Hulâsa'da da böyledir.

Keza cariye hamile olur ve onun yanında doğum yapar ve cariye hükmolmadan önce,  beyyinesiyle çocuğu iddia ederse,  durum yine aynıdır.

Keza: "Çocuk, iddia olunanındır." veya "Çocuğun kime ait olduğunu bilmiyoruz." derlerse, durum yine aynıdır.

Keza beyyinesi olmaz; fakat, iddia olunan (= müddeâ aleyh = davalı) ikrar ederek: "Ana onun, çocuk ise, onun değil." derse yine aynıdır. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam, hüküm meclisinde (-mahkemede), vekiline karşı beyyine ibraz ederse,  bu durumda vekii de,  müvekkil de davadan çıkarlar.

Eğer, bunu hüküm meclisinin haricinde yaparsa, o zaman yalnız vekil davadan çıkar.

Eğer müvekkil, onu vekii olarak belgelerse, ikrarı caiz olmaz. İddin olunan şahıs vekilin ikrar da bulunduğu hususunda beyyine ibraz ederse, bu durumda müvekkil, davası üzerinedir ve vekiî davadan çıkar. Ker­derî'nin Vecizi'nde de böyledir.                                            

Bir adam, nikabh (- yüzü örtülü) bir cariye satın alır ve yüz örtüsünü kaldırdığı vakit, bu müşteri: "Bu benim cariyemdir. Ben bunu, yüz  örtüsünden  tanımadım."  derse;  bu  davası  ve  beyyinesi  kabul edilmez.

Eğer, kapalı bir şey içinde bir eşya veya böhçalanrmş bir elbise satın alır ve bunu çıkarıp yaydığı zaman: "Bu benim eşyam... Ben, onu ta­nımadım." derse, davası kabul edildiği gibi beyyinesi de makbuldür.

İmâm Muhammen" (R.A.): Talep vaktinde bilinmesi mümkün olan her şey, peçeli kadın ( = cariye) gibi olursa, "tanımadım" sözü kabul edilmez. Talep vaktinde tanınması mümkün olmayan (bohçalanmış elbise, oturduğu yerde perdelenmiş cariye gibi) bir şey olursa, davası da, beyyinesi de makbuldür." buyurmuştur. Serahsfnin Muhıytı'nde de böyledir.

İzinli bir köle, bir köle satın alıp, onu da teslim aldıktan sonra "Filandan satın aldığı kölenin, gerçekten filan şahsın kölesi olduğunu ve satmadan önce, onu azad etmiş bulunduğunu onu, hür olarak satın aldığını" ikrar eder; bunu da satıcı inkar ederek "kölenin, kendi malı olduğunu" söylerse; izinli kölenin satıcıya karşı söylediği ikrar, kabul edilmez.

Eğer izinli köle, böyle ikrar etmez; ancak, "satıcı, bu köleyi bana satmadan önce filan şahsa satmıştı." diye ikrar eder; o filan şahıs da bunu doğrular, satıcı ise yalanlarsa; bu durumda yine izinli kölenin satıcıya karşı ikrarı —parasını satıcıdan alana kadar— kabul edilmez.

Bu ikrar hakkında doğrulanır. Hatta ona, "köleyi, o filan şahsa izinli kölenin kendisi vermesi" emredilir.

Eğer satıcı, izinli kölenin iddiasını ikrar ederse, izinli köle parası için satıcıya müracaat eder.

Keza, izinli köle satıcıya karşı beyyine ibraz eder veya izinli köle, iddiasına karşı satıcıya yemin verir de o da yemin etmezse, bu durum­larda yine izinli köle satıcıya başvurarak parasını alır.

İmâm Muhammed (R.A.) bu üç faslın arasını cem etmiştir:
1) İzinli kölenin iddiasını, satıcının ikrar etmesi,
2) İzinli kölenin, satıcıya karşı belge ibrazı,
3) İzinli kölenin, iddiasına karşı, satıcıdan yemin istemesi...

Ve bunların tamamında, gerçekten izinli köle satıcıya başvurarak parasını alır.

Bu cevap, ikrarı müşkil faslında, beyyine ikamesi faslında ve satı­cıya yemin verme faslında zahirdir.

Uygun olan, izinli köleden iddiası üzerine beyyinenin dinlenilme-mesidir. Ve onun, —iddiası üzerine— satıcıya yemin verme hakkı da. yoktur.

Gerçekten İmâm Muhammed (R.A.), Ziyâdât kitabında ve Cami' kitabında, bunu vaz —hür hakkında— eylemiştir.

Ve şöyle zikretmiştir:

Gerçekten müşteri, satılan şey hususunda satıcıyı iddia için, —satılmadan önce— beyyine ikame ederse, davası dinlenmez.

Eğer satıcıdan, buna göre yemin isterse; buna da hakkı yoktur.

Alimlerimizden bir kısmı, me'zun (- izinli köle) hakkında söylenen bu şeyleri sahih görmemişler; bir kısmı da, sahih görmüşler ve aralarında böylece ihtilaf eylemişler.

Ba'zılan da: "Bu mes'elede iki rivayet vardır:
1) Ziyâdât ve Câmi"in rivayetine göre beyyinesi kabul edilmediği gibi satıcıya yemin de verilmez.
2) Bir rivayete göre de, izinli kölenin beyyinesi kabul edilir. Satıcıya -da, yemin yerilir. Bazı alimler de: "Ziyâdât ve Câmi"de zikredilenlere kıyas;-izinli, köle hakkında söylenenler ise istihsandır." demişlerdir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, bir beldeden gelerek bir ev kiralar ve ona: "Bu ev, babanın evidir. O öldü. Bu ev sana miras kaldı." denilir; o da: "Ben, bunu bilmiyorum." der ve bu evi nefsi için iddia ederse, davası din­lenmez. Çünkü, bu   durumda   mekanda   tenakuz   bulunmaktadır. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adamın elinde bulunan bir ev için başka birisi: "Bu evi bana ver. Ben oturayım." dese, o vermekten kaçınınca, evi isteyen şahıs, "bu evin kendisinin olduğunu"  iddia ederse;  davası  dinlenir.  Keza, bir kimse: "Bu hayvanı bana ver de, bineyim." veya "Bu elbiseyi ver de, giyeyim." der; muhatabı da o da razı olmazsa, bu durumlar da isteyen şahsın: "Bu benimdir." diye dava etmesi halinde, bu davası dinlenir.

Ancak, bir kimse, başka birine: "Bana, bu evi (veya bu hayvanı yahut bu elbiseyi) ariyet olarak ver." der; sonra da "onun kendisine ait olduğunu" iddia ederse, davası dinlenmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Hişamin NevâdirFnde şöyle zikredilmiştir: İmâm Muhammed (R.A.)'den sordum:

Bir adam, bir kadını nikahladıktan sonra, oriu sahibinden aldığını iddia ederse, ne olur?

İmâm şu cevabı verdi:

— Buna göre, beyyinesi —şahitler, "nikahladıktan sonra satın aldığına" şahitlik edene kadar— kabul edilmez. Muhıyt'te de böyledir.

Müntekâ'da,    Bişr,    İmâm    Ebû    Yûsuf   (R.A.)'un    şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

İki şahit, bir adama, karşı şahitlik yaparak: "O, karısını üç talak boşadı." derler, hakim de bu şehadetlerini geçerli kılar; sonra da o şahitlerden birisi iddia ederek: "O kadının, kendi karısı olduğunu" söyler ve onu da belgelemeye kalkışır; kadın da bunu inkâr ederse; beyyinesi kabul edilmez.

Keza, bu şahitler "onun karısı olduğuna" şahitlik yapmadıkları halde, "onu, üç talak boşadığına" şahitlik yapsalar, durum yine böyledir.

Keza, köle azad etmekte, ahm-satım ve başkalarında, satıcı şahidin davasını inkar ettiği ve: "Bu meta' benimdir.' dediği zaman yine böyledir.

Keza şahit: "Biz, ona satmasını söyledik." derse, ister satıcı satışı inkar etsin, isterse müşteri satın alışı inkar eylesin müsavidir.

Şahitler şahitlik yaptıkları halde, hakim bunların şehadetlerini red­deder, sonra da bu şahıslar nefislerini iddia ederlerse, onlar için dava hakkı yoktur.

Eğer hakim yanında şahitlik yapmazlar fakat alım-satıma şahitlik yaparlarsa bu şahitlerin davası yine kabul edilmez.

İmâm Muhammed (R. A.)'in şöyle buyurduğu rivayet olunmuştur: Bir adam, diğeri hakkında "Bu kadını boşadı diye şahitlik yapar; ancak, bu kadının onun karısı olduğunu söylemez, hakim de onun şehadetine izin verir; sonra da "karısı olduğunu" iddia eder ve: "Ben, ona dahil olup olmadığını" bilmem." derse, beyyinesi kabul edilir. Keza, bu şahıs, "kadının, onun karısı olduğuna" şahitlik yaptığı halde, kendisi "onun karısı olduğunu" söylemez, hakim de ikrarına göre izin vererek, bu kadını kocasına verdikten sonra, şahit —beyyinesiyle— "onun, bir senedir nikahlısı olduğunu" söylese, beyyinesi kabul edilir. Hakimin hükmü bozularak, bu kadın şahide geri verilir.

Talak mes'elesi, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) ile İmâm Muhammed (R.A.) arasında ihtilaflıdır. Zehiyre'de de böyledir.

Bir kimse, başka bir adamın elinde bulunan bir şeyi, mutlak malı olarak iddia eder; sonra da, bir başka zamanda, hakimin huzurunda "hadis sebebiyle" diye iddiada bulunursa, davası sahih olur.

Önce sebebli mülk olarak iddia eylese de, bundan sonra da, hakimin huzurunda "mutlak mülk olarak" iddia eylese; davası sahih olmaz. Fetva da bunun üzerinedir. FüsiHü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Önce "hayvanın karnındaki yavrunun kendisine ait olduğunu" ondan sonra da hakimin huzurunda,  "sebeble"  iddiada bulunursa; uygun olan ikinci davanın sahih olmamasıdır.

Önce "mutlak mülk oiarak" iddia eder; sonra da hakimin huzu­runda, "sebeble" iddir, ederse, durum öncekinin hiiafınadır. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, diğer bir şahsa karşı, muayyen bir evin yansını iddia eder;  sonra da bu  evin  tamamını  iddia ederse;  davası dinlenmez. Hulâsa'da da böyledir.

Doğru olanı, onun, bu iki cihetin tamamında, davasının dinlenmesidir.

Ancak dava vaktinde: "Bu yandan başka hakkım yoktur." derse, o müstesnadır. Bu takdirde, iki halde de davası dinlenmez. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, başka bir şahsın elinde bulunan bir evi, satın almış olduğunu iddia ettiğinde, "iddia olunan evin, dava günü dava olunan şahsın  elinde  olmadığı"   açığa  çıkar;  bil-akis  başka birinin  elinde bulunur; sonra da iddiacı, başka bir mecliste, evi elinde bulunduran şahsa karşı, o evin mutlak mülk olduğunu iddia ederse; bu dava sahih olmaz" denilmiştir.

Doğrusu da budur. Bu, önce satın aldığını iddia eylediği zaman böyledir.

Burada teslim almadan bahsedilmemiştir.

Eğer, "satın alışla birlikte, önceden teslim almayı da iddia eylemiş olur; sonra da aynı adam, hakimin huzurunda, "mutlak mülk" iddiasında bulunursa, davası dinlenilir mi?

Bu mes'elede ihtilaf vardır:

Satın alışla birlikte, teslim almayı iddia gibi, mutlak mülk iddiasının şahitleri, dinlenir mi?

Burada da ihtilaf vardır. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Bir adamın elinde bir ev bulunur ve bu şahıs o evi bir başkasından satın almış olduğunu sanır, başka şahıs da gelerek, —hakimin gayrisinin yanında— "o evin, kendisinin olduğunu" iddia eder; bu evi elinde bulunan şahsa satan kimse de, bunu doğrular; sonra da ev elinde olan şahıs bir sene veya bir ay sonra, davayı hakime çıkararak "o evi satın almış olduğunu" iddia ederse eğer satın alış tarihini söylemiş bulunur o da doğrulama tarihinden önce olursa, bu durumda şahitlerinin şehadeti kabul edilmez. Eğer bunun aksine ise, şehadetleri kabul edilir. Akdıyye'de de böyledir.

Eğer tarih zikretmemişse, şahitlerin şehadeti İmânı Muhammed (R.A.)'e göre kabul edilir.  Bunda bir sakınca yoktur.  Zehıyre ve Muhıyt'te de böyledir.

"Evi, babasından satın aldığını" iddia eder, sonra da "miras olarak aldığını" söylerse; davası dinlenir.

Eğer 'önce "miras olduğunu" sonra da "satın aldığım" iddia ederse, —tenakuz sebebiyle— davası kabul edilmez. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Bir kadın, mehr-i mislini iddia ettikten sonra, mehr-i müsem-masım iddia ederse, bu durumda, bu kadının ikinci davası dinlenir.

Şayet Önce mehr-i müsemmayı dava eder; sonra da mehr-i misli iddia ederse; ikinci davası dinlenmez. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kadın kocasından mehrini talep eder; kocası da: "Bir defa verdim."  der, ve "Babasına verdim." derse;  alimler:  "Bu tenakuz olmaz." demişlerdir. Füsûlü Usturûşnî'de ve Vâkıâtü'l-Fetevâ'da da böyledir.

Bir adam, kendi hizmetçi cariyesini, başka birine nikahladıktan sonra, "onun, nikahı altında olduğunu" iddia eylese, o boşanmış olmaz. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Bir kadın, bir bağ satar, onun bulûğa erişmemiş oğlu da "O bağın kendisinin olduğunu babasından miras kaldığını" iddia eder; bu bağı satan kadın da, onu doğrularsa; alimler: "Eğer, satış vaktinde iddia etmişse, o bağ küçüğün hakkıdır. Kadının sözü kabul edilmez. O bağın kıymetini,   kadının  çocuğa  ödemesi  gerekir.   Çünkü,   nefsiyle  ikrar etmiştir.

Çocuğun beyyinesi,  ancak,  onun velisinin izniyle kabul edilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adamın yanında, bir ev bulunur; başka bir adam da gelerek, "bu evin kendisinin olduğunu" iddia eder ve "bir senedir, babasından miras kaldığını" söyler ve bu evi elinde bulunan şahıstan, iki sene önce satın aldığını" belgelerse iddiacının böyle iddia etmesi halinde, hakim, bu şehadeti kabul etmediği jjibi evide, ona hükmeylemez.

Eğer müdde-i tevfik eder de: "Ben, onu, iki sene önce, elinde bulunan şahıstan satın aldım." der; —şahitlerin şehadeti gibi— "sonra da, babama sattım. Ve bilahare de babamdan bir sendir miras kaldı." der; şahitler de böyle şehadette bulunursa; şahitlikleri kabul edilir. Ve bu ev, ona hükmedilir.

Keza, hibe veya tasadduk olduğunu —satış yerinde kullanarak— söylerse, cevap, aynı satışın cevabı gibidir. Muhıyt'te de böyledir.

Eğer bu şahıs: "Bir senedir sadakadır." diye iddia eder; sonra da "ondan satın aldığını" söyleyerek "...iki aydır." der ve beyyine de ikame ederse, bu kabul edilmez.

Ancak, sözlerinde muvafakat olursa, beyyine kabul edilir.

Eğer: "Bana tasadduk eyledi. Ben de teslim aldım. Sonra da her hangi bir sebeble, ona vasıl oldu. O da sadaka oluşunu inkar eyledi. Ben de, onu satın aldım." derse, onun mülkünden halas olur. (= Kurtulur.) Hulâsada da böyledir.

Eğer: "Bir senedir, sadaka olduğunu" söyler; şahitler de böyle şahitlik ederler ve "O, bir aydır, ondan satın aldı." derlerse, bu kabul edilmez.

Ancak tevfik eder de: "Bana, onu bir senedir tasadduk eyledi. Ben de onu teslim aldım. Her hangi bir sebeble ona vasıl oldu. O da sadaka olduğunu inkar eyledi. Ben de ondan bir aydır satın aldım." derse; sözleri muvafakat edip, beyyinesi de sabit olunca beyyinesi kabul edilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, başka bir şahsın elinde bulunan bir evin, kendisine ait olduğunu iddia eder, "onu, kendisine bağışladığını ve onu tasadduk etmediğini" söyler, o da sadaka olduğuna dair iki şahit ikame eder ve: "Kat'iyyen, onu bana bağışlamadı." der; sonra da hakimin huzurunda, "onun bağış olduğunu" söylerse, bu, onun şahitleri için yalancılıktır; bu durumda kabul edilmezler.

Keza, "onun miras olduğunu" iddia eder ve "kat'iyyen satın alın­madı." sonra da gelir: "Bu, miras değildir. Satın alınmıştır." der ve satın alındığına dair de iki şahit getirir onlar da: "Bir senedir satın alınmıştır." derlerse, işte bu da batıldır. (= geçersizdir.)

"Onu, bana sadaka verdi." demez de, "bağışladığını" iddia eder: bundan sonra da gelip, "sadaka olduğuna dair" şahitler getirirse ve "bağışı inkar ettiği zaman, ondan, onu bana tasadduk etmesini istedim. O da öyle yaptı. Buna izin verdim." derse, durum yine böyledir.

Keza eğer: "Ona varis oldum." der; sonra da mirasımı inkar eyledi. Ben de ondan satın aldım." der; satın aldığına dair de iki şahit dinletirse, bu durumda hüküm, önce satın alışı iddia edip, sonra da iki şahit geti­rerek, "bu babasından miras kaldı." demelerine muhaliftir. Mebsût'ta da böyledir.

Eğer,  bu şahıs iddiasında "babasından, kendisine   miras kaldığını" söyler, sonra da, onunla beraber bir başkası, "bu şeyin ölen şahıstan ikisine miras kaldığını" iddia edip, beyyinesini de ibraz ederse, bu kabul edilir. Hulâsa'da da böyledir.

Bir sabinin akarları (= gelir getiren gayr-i menkûlleri) bulunur ve bunlar bir muristen, ona miras kalmış olur ve bu çocuk bulûğa eriştikten sonra, akarlarından biri ile ilgili bir adama karşı dava açar ve "varisinin ona, istemeyerek sattığını ve istemiyerek teslim ettiğini" söyleyerek, "müşterinin elinden geri alınmasını" ister; sonra da bir defa daha o akarı iddia ederek "onu, vasisinin gabn-i fahiş ile sattığını" söylerse, bu durumda hakim, onun ikinci davasını dinleyip kabul eder. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam, başka birinden bir köle satın alır; sonra da.satıcı iddia ederek "onun bu alış-verişte füzûlü olduğunu" söyleyerek bu kölenin müşterinin elinden geri alınmasını ister; müşteri de bunu inkâr ederse; veya müşteri  "bu alış-verişte,  satıcı fuzûlî idi."  diye iddia ederek parasının iade edilmesini isterse; davası sahih olmaz.

Eğer, bu satışın fuzûlü olduğuna beyyine getirmek isterse, yine beyyinesi kabul edilmez.

Keza, beyyinesi olmasa da, arkadaşının "satışın fuzûlü olduğuna dair" yemin etmesini istese buna da hakkı yoktur. Muhıyt'te de böyledir.

Bu kimse, bir şeyin "kendisinin olduğunu" iddia ettikten sonra, onun kendisine vakfedildiğini iddia ederse, bu davası dinlenir.

Bu şahıs önce "vakfedildiğini", sonra da "kendisinin olduğunu" iddia   eyleseydi,   davası   kabul   edilmezdi.   Kerderî'nin   Vecizi'nde  de böyledir.

Bir adam, bir yer satar; sonra da beyyinesiyle, onu evlatlarına ak(eylediğini söylese —tenakuzdan dolayı— davası dinlenmez.

Bu durumda, müddeâ aleyhin yemin isteme hakkı da olmaz. Eğer beyyine ibraz ederse, beyyiesi kabul edilir. "Bü durumda, beyyinenin kabul edilmemesi, daha doğru olur." denilmiştir. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.

Ecnâs isimli kitapda şöyle zikredilmiştir:

Bir yeri satın alan şahıs, o yerin makbere {= mezarlık) veya mescid olduğunu ikrar eder, hakim de onun ikrarını geçerli sayar; sonra da müşteri, satıcıya karşı parasmi_ almak için beyyine ikame ederse, bu beyyinesi kabul edilir. Muhıyfte de böyledir.

Bir  müşteri,  satıcısını dava ederek:  "Gerçekten senden satın aldığım yer, mescide vakf edilmiş." derse; bu kabul edilir ve bu satış bozulur.

Bu, Fakıyh EbûCa'fer'e göre böyledir. Fakıyh Ebû'l-Leys de: "Biz, bunu alırız." buyurmuştur. "Bu  kabul  edilmez."  diyenlerde vardır.  Esahh olan ise önceki kavildir. Fiisûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Bir kimse, "ortaklık sebebiyle" bir malı iddia ettikten sonra, bu defa o malı "alacak" diye iddia ederse; bu davası dinlenir.

Bunun tersi oiursa davası dinlenmez. Çünkü, "oraklık malı," inkar sebebiyle, alacak olur; şirket olmaz. Füsûlü'I-Usteruşnî'de de böyledir.

Bir adam, diğer bir şahsı dava ederek: "Filanın senin üzerinde şöyle şöyle hakkı vardır." der ve "onun öldüğünü, üzerinde olan malın kendisine  miras  kaldığını"  iddia eder;  davalı  da:   "Ben,  müddeînin malını ödedim." deyip, beyyine getirmeye gider ve onu da getiremez; sonra  da  müddeî,  davasını  başka  bir  mecliste  yeniler;   iddialı  da: "Benim, senin varis olduğuna dair bir bilgim yoktur." derse, bu sözü dinlenir. Muhıyl'te de böyledir.

Bir adam, "bir kadının zevcesi olduğunu*' iddia ettiğinde, kadın, "bunu inkar" eder ve sonra da adam ölür ve kadın gelip miras iddiasında bulunursa, onun miras alma, hakkı vardır. Muhiyt'te de böyledir.

Bir kadın, "nikahını iddia" ettiği halde, adam inkar eder; sonra da kadın ölür ve adam miras talebinde bulunur ve o kadım nikahladığını sanırsa, ona da miras vardır.

Bunlar böylece, Nevâdir'de İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'dan rivayet olunmuştur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kadın,  "kocasının,  kendisini üç talak boşadiğım"  iddia ettiğinde, kocası bunu iknar eder ve sonra bu koca ölür; kadın da ondan mal talebinde bulunursa; İmâm: "Onu, varis yapmayız." buyurmuştur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adamın yanında, bir köle bulunur, bir başkası da "onun ken­disine ait olduğunu" iddia eder; köle yanında bulunan şahıs ise, bunu inkar  ederek,   "kölenin  kendisine  ait  olduğunu"   iddia  ederse,   bu durumda hakim, ona yemin verir.

O, yeminden kaçınırsa, hakim aleyhine hüküm verir.

Köle elinde bulunan şahıs: "Ben, onu, ondan satın aldım." derse, davası kabul edilir ve bu hususta beyyine getirirse, beyyinesi de kabul edilir ve ona hükmedilir. Eğer beyyine ibraz ederek: "O benimdir; mülkümde doğdu." der sonra da "satın aldığını" iddia ederse, müdde-îden başkasının beyyinesi kabul edilmez. Zehiyre'de de böyledir.

Isâ bin Ebân'ın Nevâdir'inde şöyle zikredilmiştir:

Üç kişi, bir adama karşı, bir mal için beyyine ikame ederek, "onun, babalarından miras kaldığım" söylerler; hakim, onlara hükmettikten sonra da onlardan biri: "Bize hükmolunan bu malda, benim hakkım yoktur. Ancak, o kardeşlerimindir." derse bu söylenti ile hakimin hükmü bozulmaz.

Yalnız "Asla, hakkım yoktur." derse, bu durumda, kendisine ait olan hak bozulmuş olur.

Eğer, hakim hükmeylemeden önce: "Bu malda benim hakkım yoktur." demiş olsaydı, ondan "Ne için, senin hakkın olmuyor da, bu iki kardeşinin oluyor?" diye sorulur ve: "Siz, babanızdan miras kaldığını, birlikte iddia eylediniz." denirdi.

Eğer, kendisini bu mirasdan çıkaracak bir şey söylerse, onun bu sözü kabul edilir.

Eğer, böyle söyledikten sonra ölürse, hakim bu terekenin üçte iki­sini iki kardeşine hükmeder ve ikrar sahibi olan ve ölen bu kardeşin hissesini bırakır.
Şayet onlar, beyyine ikame ederek, "mal iddia etmeyip, muameleyi birlikte yapacaklarını" söylerler; fakat, o mirasdan, ona bir şey satarlar ve sonradan onlardan birisi: "Bu mal benim değildir. Ancak, ıkısımndır. Bu malda benim hakkım yoktur- Bu malın tamamı, itanındır." dese derse, müddeâ aleyh'in (= davalının = iddia olunan şahsın hiç bir şeyi bâtıl olmaz. Muhıyt'te de böyledir. [19]


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..