3- İZİNLİ KÖLENİN, BİR ŞEYE MÂLİK OLUP OLAMAYACAĞI

İzinli bir köle, bir^eyi değeri mukabili satmak, satın almak hak­kına sahiptir.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, izinli köle, halkın aldatılmış say­mayacağı şekilde", eksiğe satmak ve almak hakkına da sahiptir.
îzinli kölenin, az noksana satması ve alması bi'1-icma caizdir.

İmâmeyn'e göre, gabn-i fahiş (= fazla aldanıp aldatma) caiz değildir. . İzinli sabî ile ilgili hükümler de buna göredir. Cevheretü'n-Neyyire'de de böyledir.

İzinli kölenin, teslim etmek, teslim almak; va'deli vermek ve va'-de kabul etmek hakkı vardır. Kâfî'de de böyledir.

Kölenin ahm-satımda, —nakid olsun, veresiye olsun— bir baş­kasına vekil olma hakkı da vardır. Muğnî'de de böyledir.

Da'vaya izinli kölenin vekil tutması, —hür gibi— caizdir.

Bu kölenin vekili; onun efendisi, bazı alacaklısı, oğlu veya iddia edenin oğlu yahut mükâtebi veya İzinli bir kölesi olsa bile, bu vekâlet caiz olur. Mebsût'ta da böyledir.

İzinli köle, da'vası için, efendisi ile bir yabancıyı vekil yapsa bu caizdir. Köle, ister da'vaci olsun; isterse da'vah olsun müsavidir.

Burda bir fark vardır: Bir yabancı, izinli kölenin efendisini, —izinli köle ile da'va etmeye— vekil yaparsa; işte bu sahih dğildir.

Hatta vekil, müvekkiline karşı ikrarda da bulunsa, ikrarı sahih ol­maz. Köle, ister da'valı, ister da'vacı olsun aynıdır.

Bir efendi, başkasına karşı, kölesinin vekili olur; bu sahihdir.

Fakat kölesine karşı, başkasının vekili olması sahih olmaz.,i$flhiyt'te de böyledir.

Hâkimin yanında, bu kölenin vekilinin ikrarı —efendisi ve ala­caklısı inkâr edse bile— caizdir.

Şayet, hâkimin hâricinde ikrar ederse; hasmı, onu hâkimin huzu­runa çıkarıp, başkasının yanında ikrar eylediğini iddia ederse; hâkim, ondan sorar; o da, onun ikrar eylediğini doğrularsa; işte o zanan, ilzam edilir.

Şayet: "Ben, onu, sen beni vekil eylemeden önce ikrar eylemiştim." der; karşı taraf da onu doğrularsa; hâkim onu vekâletten çıkarır. Ve onun, müvekkili üzerine olan ikrarı caiz olmaz. Mebsût'ta da böyledir.

Şayet izinli köle, hür bir adamı, eşyasını satması için vekil ya­par; o da borç olarak birine satarsa; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ile İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, kısas (= misilleme) yapılır.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) buna muhaliftir.

Şayet borç ikisinin üzerine ise, ittifakla kölenin alacağı kısas yapı­lır. Muğnî'de de böyledir.

Me'zun bir köle bir adamdan dolayı, başka birinden bir şey sa­tın almaya ve veresiye satın almaya vekil olursa; hem kîyasen, hem de istihsânen bu vekilliği caiz değildir.

Şayet, peşin satın almaya vekil oldu ise, vekâleti istihsânen caiz olur.

Me'zun bir köle, satışta bir başkasını vekil etse; —ister peşin; is­ter vâ'deli olsun— vekâleti kıyâsen de, istihsânen de caiz olur. Mumyt'te de böyledir.

Me'zun bir köle, bir adamın emriyle, onun cariyesini satar; tes­limden önce de, o cariyeyi, emreden zat öldürürse; bu satış bâtıl (= ge­çersiz) olur.

Şayet, bu cariyeyi me'zun köle öldürürse; efendisine: "Onu, cina­yete bedel olarak ver veya cinayet bedelini sen öde." denir.

Meselâ: Satıştan önce, onu öldürmüş olsaydı, hangisi öldürürse öl-dürsen müşteri muhayyerdi: İsterse alımı bozar; isterse, onun yerine bir câriye alıp, bedelini öderdi.

Eğer, cariyeyi kölenin efendisi öldürdü ise, borç önce köleye aittir. Onun âkılesi, diyetini üç sene içinde öder. Müşteri ise muhayyerdir: İs­terse beyî bozup, cariyenin kıymetini, müvekkilden alır; isterse, bedeli­ni verip, üç seneye kadar, kıymetini onun âkılesinden alır.

Şayet me'zûn, elindeki cariyeyi, bir câriye karşılığında birine sa­tar; sonra da, onu müvekkiline teslim etmeden önce öldürürse; akid bâtıl olur. Zira, kölenin kazancı, mülkündeki tasarrufu bakımından, hür kim­senin kazancı gibidir. Satılan şey, onun elinde karşılık olarak mazmun­dur. Köle borçlu olsun veya olmasın müsavidir.

Keza, bu cariyeyi efendi.öldürürse, o, köleye borç olmaz. Çün­kü, kölenin kazancı efendisine aittir; köle efendisine tâbidir.

Eğer, köle borçlu olursa; onu efendisi tazmin eder. Çünkü, onun, o haldeki kazancı, kendinde, alacakları olanlar içindir. Mebsûl'ta da böyledir.

Bir adam, izinli birini bedelini söyleyerek, bir şey alması için, vekil tayin ettiği hâlde bedelini peşin ödemese; bu istihs^nen caizdir.

Vadeli satın almaya vekil eder; o da satın alırsa; satın alınan şey âmirin değil, kölenin olur, Fefâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir cariyeyi, efendisi, kölesine verirse; bu câriye, kölenin kazan­cı olmaz.

Efendi; köleye, cariyeyi satmasını emreder; müşteri bu cariyeyi teslim almadan önce kölenin efendisi, cariyeyi öldürürse; satış bozulmuş olur.

Şayet köle, kendisi öldürmüş bulunsa ve efendi de o cariyeyi, cina­yet için vermiş olsaydı; müşteri muhayyer olup isterse fidyesini alır; sa­tımı bozar. Mulııyt'te de böyledir.

Bir köle, bir başkasının belirli birşeyini satmak için vekil olur; onu sattıktan sonra efendisi onu ticâretten men eder; daha sonra da, müşteri, satın aldığı şeyde bir kusur bulursa; hasmı o köle olur. Beyyi-ne ile birlikte onu iade eder veya yeminden kaçınır yahut kusurunu ik­rar ederse, bedelini alması hakkına sahip olur.

Bir köle, me'zun olduğu hâlde reddedilir (mahcur kılınır); bir ala­caklı da onda olan alacağını talep eder; ve sonra da onu me'zun, mğ-vekkiline reddederse; alacaklı, alacağı için ona müracaat eder. Bundan sonra reddedilen şey satılırsa, bedeli müşteriye hükmedilir.

Şayet ikinci bedel, birinciden az ise, o mahcur köle satılır mı? Duruma bakılır: Eğer müvekkil zengin ise, satılmaz. Fakat, mahcura: "Müvekkiline müracaat eyle; onu müşteriye versin" denilir.

Eğer müvekkil fakir ise, mahcur köle, onun yerine satılır. Ve bu durumda mahcurun bedeli, müşteri ile hasseten alacaklısının arasında pay edilir. Şayet, müşterinin hakkında daha alacağı bir şey kalmışsa, o, kölenin müvekkiline müracaat eder.

Keza mahcurun alacaklıları mahcurun parasını müşteriden alması için müvekkile müracaat ederler. Muğnî'de de böyledir.

Me'zun bir köle ile hür bir şahsın, ortaklaşa, bir cariyeleri bu­lunduğunda; hür olan şahıs, me'zuna "onu satmasını" söyler; o da ca­riyeyi bin dirheme, satar; sonra da me'zun köle "alacağın tamamını aldığını" veya "yarısını aldığını" ortağına* söyler ve müşteri onu doğ­ruladığı hâlde, ortağı inanmazsa; bu kölenin "müşterinin yarısını öde­diğine dâir" ikrarı sahih olur. Sanra köleye "ortağına, al(âan yarıyı tak­sim ettiklerine dâir" yemin verilir.

Eğer yemin ederse, müşteriden yarısını aldıkları sabit olur. Şayet yemin etmez ise, o takdirde yansını ortağına borçlu olur. Kalan yarıyı müşteriden alır ve ortağına teslim eder; müşteriye yemin gerekmez.

Eğer ortağı ikrar ederek, "kölenin, müşteriden tamamını aldığını" söyler ve bunu müşteri doğruladığı hâlde köle yalanlarsa; bu durumda müşteri, yarı borcundan beri olur ve müşteriye yemin gerekmez. Emre­den şahıs, köleye yemin verir.

Eğer köle yemin etmez ise, bedelin yarısını âmire ödemesi gerekir. Eğer yemin ederse, âmire yarıyı vermeden kurtulur ve köle müşte­riden yarı bedeli alır; Âmir, ona ortak olamaz.

Şayet âmir ikrar ederek: "Köle yarısını aldı." derse; bu durum­da müşteri, dörtte birden kurtulmuş olur, Dörtte birinden kurtulunca müşterinin üzerinde yetmişbeş dirhem kalmış olur. Köle ondan bir şey aldığı zaman, müşterinin zimmetinde kalan hisseleri âmir için üçte biri, köle için, üste ikisi vardır.

Âmir ikrar ederek: "Gerçekten köle, paranın tamamını müşteri­ye teberru eyledi." veya "..bağışladı." derse; bu ikrarı batıldır. Ve be­delin tamamı, müşterinin üzerindedir.

Eğer köle ikrar; âmir de inkâr ederse; alacağın tamamı, müşteri­de duruyor demektir.

Şayet kölenin ortağı, satımın velîsi olur; köleye de satmasını em­retmiş bulunur; sonra da köle "bedeli aldığını" ikrar veya kendi hisse­sini aldığını söylemiş olursa; bu durumda kölenin ikrarı geçerlidir.

Eğer köle, satışın velîsi olur ve satıcı da köleye, "onun ibra veya bağış yaptığını' söylerse; bu geçersiz olur.

Keza, köle, satıcıya "onun, bedeli bağışladığını veya müşterinin ona bağışladığını" söylerse; dava, satıcı ile müşeri arasında kalır.

Bunun üzerine, satıcwyemin verir. Eğer köle, "müşteriden, parası­nın tamamını aldığına" yemin ederse ne âla.. Şayet yeminden kaçınır­sa, müşteri bedelin tamamından kurtulmuş olur ve köle satıcıya bedelin yarısını öder. İmâm Ebû Hatife (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'in kavli budur.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)' ise: "Müşteri, sadece satıcının hissesinden kurtulmuş olur." buyurmuştur. Mebsût'ta da böyledir.

İzinli bir köle ile, bir başka adamın ortak bin dirhemi bulunur ve bu bin dirhem de bir başka adamın üzerinde olur; ve ortağı hissesini almak üzere köleyi vekil tayin ederse; işte bu vekâlet caiz olmaz. Ve ara­larında ortak bulundukları şeyi, o alamaz.

Eğer zayi olursa, kendi malı zayi olmuş gibi olur.

Şayet ortağı, kölenen efendisini vekil ederse; —kölenin üzerinde borç bulunmaması hâlinde,

Eğer borç varsa, vakâleti caiz olur. Mugni'de de böyledir.

Me'zun köle ile onun ortağının, bir adamda bin dirhem alacakları olduğunda; o adam, onu inkâr eder ve köle ile ortağı, da'vâ için, köle­nin efendisini vekil yaparlar — kölenin üzerinde borç olsun veya olmasın— ve bu efendi, hâkiminhuzurunda "onların, alacaklarını aldıklarım" ikrar ederse; onun, ikisi hakkında yaptığı ikrarı caiz olur.

Eğer, onlar onu inkâr ederler ve ortağı, köleye karşı, iddia ederek: "O, kendi hissesini almış" der; kölenin üzerinde de borç bulunmazsa; ortağı, o köleye, hissesinin yarısı için müracaatta bulunur. Onun için de köle satılır.

Eğer kölenin üzerinde borç bulunursa; bu durumda ona karşı bir yol yoktur. Efendisine karşı da onun borcunu ödemesine yol yoktur.

Köle alacağını aldığı zaman, fazla bir şey kalırsa; yabancı, onun için, ona müracaat eder.

Şayet ortağı, efendiyi, kendilerine karşı yaptığı ikrarında doğrular; köle de alacağını da, borcunu da inkâr eder, yalanlarsa onlardan hiçbi-, ri, diğerine bîr şey için müracaat edemez. Mebsût'ta da böyledir.

Bir kölenin üzerinde borç olur; alacaklı da, bu kölenin oğlunu veya babasını, babasının kölesini yahut mükâtibini vekil tayin eyler; bu vekil de "borcu teslim aldığını" söylerse; sözü tasdik olunur. Muğnî'de de böyledir.                                                     

İki kişinin, bir me'zun kölede, bin dirhem alacakları olduğun­da, bu köle, onlardan birisine, kendi hissesini verdiğim söyler; o şahıs-da, bunu inkar edip; kendisine bu da'vâda o kölenin efendisini vekil ederse; bu vekâlet bâtıldır. (= geçersizdir.) Bu efendinin ikrarı da —bu köle ister borçlu olsun; ister olmasın— bâtıldır.

İkinci alacaklı hazır olur da, efendinin ikrar ettiğini iddia eder ve kendi hissesini almayı murad ederse; o da geçersiz olur.

O iki ortakdan birisi, diğerini bu köleyle da-'va hususunda vekil eder; o da hâkim huzurunda, "arkadaşının kendi hissesini aldığını" id­dia ederse; bu iddia caizdir. Arkadaşının beşyüz dirhem alacağı bâtıl olur.

Sonrada, bu vekilin ortağı, kalan beşyüz dirhemden, bir hisse alamaz.

Ancak, arkadaşı kalan beşyüz dirhemi kendi hissesi olarak alır. mebsût'ta da böyledir.

Me'zun bir kölenin efendisinin, yabancı tarafından kölenin aley­hine vekil olmayacağını bilmek gerekir. Hatta efendi, "kölesinden, di­ğerinin borcunu aldığım" ikrar etse bile, bu ikrarı geçerli olmaz. Ve köle, borçdan berî olmaz.

Keza, bir efendi, şahitler huzurunda, me'zun köleden borç alır­sa; onu teslim alması sahih olmaz. Vermesi hâlinde, köle de borcundan kurturmuş olmaz.

Bu mes'ele şuna muhaliftir: Köle, yabancı birinin vekili olur ve efen­disinden, onun alacağını alırsa; vekâleti sahih olur. Çünkü köle, efen­disinden yabancının alacağını teslim alma hususunda, alacak sahibinin âmilidir; kendi nefsinin âmili değildir. Zira, kendi nefsinin âmili olma­dığından nefsi borçtan kurtulmuş olmaz. Aldığı da kendi mülkü olmaz.

Şayet köle, bir-yabanınm vekili ile, efendisinden borcunu aldığı­na dâir anlaşma yapar; efendisi de o köleyi, yabancının borcuna karşı­lık şahitler huzurunda verirse; bu durumda efendi, borcundan berî (= kurtulmuş) olur.

Keza köle, ikrar «ederek, "yabancının borcurîu aldığını" söyler; o da elinde zayi olursa; ikrarı sahih olur ve efendisi, borçta berî olur.

Ancak köleye, aldığına ve elinde helak olduğuna dâir yemin etmesi teklif edilir.

Eğer yemin ederse, borçtan kurtulur. Şayet edemez ise, borç üze­rinde kalır ve onun için de kendisi satılır.

Ancak, efendisi bedelini verirse, o zaman satılmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adamın, izinli iki kölesi olduğunda, bunlardan birinin, bir yabancıya bin dirhem borcu bulunur; o yabancı da diğer izinli köleyi alacağım almaya vekil yaparsa, işte bu vekâlet caizdir.

Şayet, alacağım aldığını ikrar ederse, yeminli olarak ikrarı tasdik, olunur.

Şayet yeminden kaçınırsa, borcun o kölede olduğuna kanaat geti­rilir. Müğnî'de de böyledir.

Bir adam, iki kölesine ticâret için izin verdiğinde; bunların ikisi de borçlu düiterler; alacaklılardan bazısı, alacağını almak için, bu köle­lerden birini vekil eder; o da aldığını ikrar ederse; bu ikrarı caiz olur.

Şayet, sonraki alacaklı, onun efendisini, diğerinden alacağını al­maya vekil ederse; işte bu vekâlet caiz olmaz. Ve, onun teslim alması da caiz olmaz.

O iki izinli köle, birbirine, —borçlan sebebiyle— rehin bırakır­lar; ikisinin bıraktığı rehin de zayi olursa; önceki rehin koyanın koyduğu rehin gitmiştir. İkincinin rehni ise, diğerinin malından gitmiş olur.

Şayet borçlu köle borcunu diğerine havale ederse, eğer havale ey­lediği mal diğerinin malı ise havale bâtıldır. Eğer havale olunanın malı değilse havale caizdir.

Alacaklı, kölesinde veya efendisinde olan alacağı için, o iki kö­leden birini vekil yaparsa; onun teslim alması caiz olmaz.

Şayet, bir köle, başka bir köleyi, efendisinde veya onun mükâte-binde, efendinin oğlunda yahut onun borçlu olan izinli kölesinde olan alacağı için vekil eder; o da havale olunduğu kimselerden, alacağın bir kısmını aldığını ikrar ederse; bu ikrarı caiz olur.

Şayet, alacak efendide olur; ona da bir adam havale edelmiş bulu­nur; sonra da alacaklı, efendinin kölesini alacağını almak için vekil et­miş olur; o da "havale olunandan bir kısmını aldığını" ikrar ederse; bu ikrarı caiz olur. Mebsût'ta da böyledir.

Mahcur bir köle, azâd olunmuş bir adamdan, satmakta olduğu, belirli bir malı almaya vekil edilirse; bu da caizdir.

Bu kölenin onu satması da caizdir. Bu durumda, o şeyin parası, emreden şahsın olur.

Ancak, alman şey, kölenin uhdesinde ise, köle değil de âmir ilzam olunur.

Şayet, o köle azad edilirse, uhdesinde olanın alınması için müra­caat olunur.

Şayet azâd edilmez ve müşteri, satın aldığı o şeyde bir kusur bulur­sa; bu durumda cla'valısı, —köle değil— eşyanın sahibi olur.

Eğer müşteri kusura ait beyyine ibraz ederse; o şey âmire reddedi­lir ve parası ondan alınır.

Şayet beyyinesi yoksa, âmire, oluşuru bilip bilmediği hususunda yemin teklif edilir. Şöyle ki: "Billahi, ben filanın kölesi filanın sattığın­da kusur olduğunu biliyordum." veya "...bilmiyordum." der.

Şayet, bilmediğine dâir yemin ederse; da'vâdan kurtulur.

Eğer yemin edemez ise, o şey, kendisine iade edilir ve müşteri, pa­rasını ondan alır.

Şayet müşteri (= satın alınan şey) bir kusurla yerilir; fakat, müş­teri kusurunu isbat'edemez ve köle azâd edilmiş olur; bu durumda da'-vâh köle olur ve müşteri beyyine ibraz edip köjeye yemin verir; köle de yemin eder ve müşteri, âmire karşı köleyi azâd etmeden önce, kusurun olduğunu isbat ederse; artık, hâkim o beyyine sebebiyle, köleye karşı hükmeder. Müşterinin, köle azâd edildikten sonra ibraz edeceği beyyi­ne kabul edilmez.

Keza, müşteri; köle azâd edilmeden, âmire karşı bir şahit dinletir; sonra da, köleye karşı iki şahit dinletirse, önceki şahidin iadesi isten­mez. Sonra hâkim, kölenin kusurlu olduğu hükmünü bozar ve duruma bakılır: Eğe., müşteriden parası alınmışsa, bu para, âmirden geri alı­nır. Köleden bir şey istenmez.

Şayet köle âmirden parayı almışsa; bu defa da müşteri, parasını 'köleden alır.

Şayet, para zayi olmuşsa, müşteri köleye; köle de âmire müracaat eder. Muhıyl'te de böyledir.

Bir me'zûn, bir adamdan, bin dirhem gasbeder ve ondan da baş­ka birisi alır ve onun yanında zayi olur; sonra da o bin dirhemin sahibi gelirse, onu, yabancıya tazmin ettirir. Köle, tazminattan kurtulur.

O köle veya efendisi, yabancının bin dirhemi aldığına karşı vekil olurlarsa; bu vekilin, "onun aldığına dâir" ikrarı caiz olur.

Keza, bin dirhemin sahibi, köleye tazmin ettirmeyi ihtiyar eder; sonra da yabancıya, kölenin, o bin dirhemi aldığına dâir vekil ederse; bu caiz olur. Kölenin aldığına, onun efendisini vekil yapsa, bu caiz ol­maz, îkrarı da caiz olmaz.

Borçlu bir köleyi, efendisi müdebber ettiğinde, alacaklıları, 'kö­lenin kıymeti tazmin etmesini isterler; sonra da, o müdebberi, "efendi­sinden, bedelini almaya" vekil ederlerse; bu vekâlet de caiz olmaz.

Bu durumda müdebberin ikrarı da caiz olmaz.

Keza, alacaklılar, alacaklarını rnüdebberden almak isterler ve onun efendisini vekil yaparlarsa; bu da caiz olmaz.

Tedbirden sonra, bu köleyi, efendisi azâd ederse, müdebberin hiç bir şeyi tazmin etmesi gerekmez. Azâd edildikten sonra, bu müdebbe­rin vekâleti caiz olur.

Müdebber, rehin alabilir ve rehin verebilir. Kâfî'de de böyledir.

İzinli bir köle, borçlarından bir kısmını ödemek veya birine re­hin bırakmak isterse; diğerleri ona mâni olurlar.

Eğer alacaklı bir kişi olursa; rehni, rehin; borcu ise borç olur.

Şayet onu, efendisinin yanına koyduklarında, o, onun yanında za­yi olursa; bu rehin kölenin malı olarak zayi olmuş olur. Borcu, olduğu gibi kalır. Eğer, başka bir kölenin veya mükâtebin yahut efendisinin oğ­lunun yanma koyarlar ve o, onlardan birinin yanında zayi olursa; borç ortadan kalkar.

Keza, alacaklı ve köle, borçlu kölenin kölesinin yanına koyar­larsa, yine borç ortadan kalkar.

Keza, zayi olduğu bilinmez; ancak, borçlu kölenin söylemesiyle bu öğrenilirse yine, borç ortadan kalkar. Mebsût'ta da böyledir.

İzinli bir köle, bir yerini icara verebilir ve bir yeri icarlayabilir.

Tarlasını zirâata verir; zirâat için tarla tutar. İster, tohum kendi­sinden olsun; ister başkasından olsun farketmez.-Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

İzinli köle, buğday satın alıp, onu ekebilir. Tebyîn'de de böyledir.

Fakat kendisi, —yeri olsa bile— yarıcı olarak ektirmek için, baş­kasına buğday veremez. Nihâye'de de böyledir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) şöyle buyurmuştur,

Me'zun bir köle —nefis.için de olsa, mal için de olsa— kefil ola­maz. İster borçlu olsun, ister olmasın farketmez.

Şayet efendisi, kefaletine izin verirse, o zaman, kefil olabilir. Borcu yoksa, o zaman caiz olur. Şayet borçlu ise, kefaleti caiz olmaz.

Şemsü'l-Eimme şöyle buyurmuştur:

Bir me'zun köle, efendisinin izni olmadan veya onun izni ile bir mala kefil olursa; —büzerinde borç bulunması hâlinde— hâl-i hazırda sorumlu tutulmaz.

Ancak, azâd edildikten sonra muâhaze edilir. Zehıyre'de de böyledir.

Me'zûn bir köle, efendisinin izniyle, bir kimseye tazminat vere­rek ona: "Filan adam, senin hakkını vermeden ölürse; onu, ben öde­rim." der ve bu sırada,, bu kölenin üzerinde, bin dirhem borcu olsa; hâ­kim, o köleyi satar ve alacaklıya bin dirhemini verir.

Şayet önce köle ölürse, alacaklı Önceki borçluya başvurup alacağı­nı alır.

İzinli köle, efendisinin izniyle hâlde veya istikbâlde, bir adamın nef­sine kefil olur; sonra da*efendisi o köleyi satarsa; bu satış caiz olur. Kendisi için vekil olunan zat, bu satışı bozamaz. Ve, o müşterinin elin­de, köleye tâbi olur. Nerde bulursa, orda kefil olarak yakalar.

Bu da, köle için bir kusurdur. Müşteri isterse, o köleyi geri verir; isterse, köleye bin dirheme kefaletini devam ettirmesini emreder.

Şayet adam borcunu ödemeden Ölürse; o köle, o bin dirhemi taz­min eder.

Eğer efendisi, köleyi satarsa, bu satış câİz olur. Parasını kendisi alır ve dilediği gibi hareket eder.

Şayet, borçlu; borcunu ödemeden ölürse; alacaklı o köleyi satan şahsa, müracaat edip, parasını ister.

Eğer, alacağı kölenin bedelinden çoksa; bu fazlalık bâtıl olur. Kö­leyi satın alan adam, onda bir kusur bulup, onu geri verir ve parasını alırsa; bu defa da köle kendi kefil olduğu borç için satılır.

Eğer parası satanın yanında zayi olur; sonra da müşteri, o kölede bir kusur bulup, onu geri verir ve bedelden de elde bir şey bulunmazsa; o köleyi, alacağı için satar. Muğnî'de de böyledir.

Me'zun bir köle, başkasıyla mân ortaklığı yapabilir. Başka türlü ortaklık yapamaz.                                               

Şayet müfâveda ortaklığı yapacak olursa; bu durumda da — müfâveda değil de— ınân akdi yapar. Muhıyt'te de böyledir.

Bundan sonra, onun yaptığı mân ortaklığı sahih olur.

Eğer ortağı, peşin veya va'deli olmasını söylerse; öyle yaparlar.

Fakat, bir köle, bir me'zun —kendi aralarında peşin ve va'deli sa­tış yapmak üzere— ınân ortaklığı yaparlarsa; peşin satış caiz olur; fa­kat va'deli satış caiz olmaz.

Her ikisinin efendileri de, peşin ve va'deli satışa izin verirler; ikisi­nin de üzerlerinde borç bulunmazsa bu caiz olur. Bu, onlardan her biri­ne, efendilerinin alım-satımda kefalet ve vekâlet vermesi gibi olur. Nihâ-ye'de de böyledir.

Bir efendi, kölesine müfâveda ortaklığı izni verirse, bütün ticâ­retlerde müfâveda ortaklığı caiz olmaz.

Umumda caiz olmayınca, hususda nasıl caiz olur?

Bir defada, husûsi müfâveda ortağı olsa, bu, efendisinin izniyle caiz olur mu?

İmâm Muhammed (R.A.) bu mes'eleyi zikreylememiştir.

Şeyhu'l-İslâm, Şerhi'nde şöyle buyurmuştur:

Bu mes'ele hakkında, "caiz olur." diyenler de vardır; "caiz olmaz." diyenler de olmuştur. Muhıyt'te de böyledir.

Me'zun köle, ticârette izinlidir. Mükâtep de öyledir.

Bunlar, ınân şirketi de kurabilirler. Ancak, âlimlerimiz, bu mes'e-Iede ihtilaf eylemişlerdir.

Has nev'inde olan mudârip, kölesine —ticâret hususunda— mü-dâreba izni verdiği zaman, o takdirdeo köle, bütün ticâret hakkına nail olur mu? Yoksa yalnız o husûsi ortaklığa mı nail olur?

Şemsü'l-Eimme Serahsî şöyle buyurmuştur:

Benim indimde esahh olan, onun, bütün ticâretlere me'zun olma­sıdır. Zahîriyye'de de böyledir.

Me'zun bir köleye müdârebe malı verilir ve ondan müdârebe malı alınır. Onun, eşya alma ve verme hakkı da vardır. Muhıyt'te de böyledir.

Me'zun bir kölenin, şahsî arazisini ekmek, ektirmek, emanet bı­rakmak, emânet almak, ariyet vermek, ariyet almak hakkı da vardır. Zehıyre'de de böyledir.

Bize göre, me'zun nefsini ve kazancını da icara verebilir. Muhıyt'te de böyledir.

İzinli bir kölenin, cariyesini icara verme hakkı vardır. Fetâvâyi Kâ-dîhân'da da böyledir.

İzinli bir kölenin, nefsini satması veya rehin bırakması, caiz de­ğildir. Sirâcü'I-Vehhâc'da da böyledir.

İzinli köle, efendisinin izni olmadıkça, kadın nikâhlayamaz. Şayet hür bir kadını nikahlarsa, araları açılır ve duhûl sebebiyle —o azâd olduktan sonra— mehir lâzım gelir. Yani mehir ondan, azâd olu­nunca alınır. Muhıyt'te de böyledir.
İzinli köle, efendisi bulunduğu köleyi de evlendiremez. Eğer evlendirirse, bu, bi'1-icma caiz olmaz.

Cariyesini evlendirmesi de böyledir; yâni o da caiz olmaz.

Keza, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ile İmâm Muhammed (R.A.)'e göre izinli sabinin de, bunları yapması caiz olmaz.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) göre ise, caiz olur.

Bu ihtilaf izinli sabî için ve mudârip ile ınân ortağı içindir. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Bir me'zûn, kölesini mükâtep yapamaz.

Şayet yapar ve buna efendisi de izin verirse —üzerinde borç yoksa— caiz olur. Me'zûn, bu şekilde mükâtep yaptığı köleden, kitabet bedelim alamaz.

Bu hak, efendisine aittir.

Mükâtep, kitabet bedelini bu köleye öderse; kitabetten kurtulmuş olmaz.

Ancak, efendisi, onu, kitabet bedelini almaya vekil ederse; o za­man kurtulmuş olur.

Keza, efendisi, me'zûn köleye kitabet izni verdikten sonra, eğer ona borç ulaşırsa; —borcu ister az, isterse çok ölsün— kitabeti bâtıl (= geçersiz) olur.

Efendisi izin vermedikçe azad olmuş olmaz; köleliğe avdet eder. Ve, borcu için, satılır. Efendisinin, ondan aldığı kitabet bedeli de borcuna mahsup edilir.

Şayet efendisi ona, kitabet izni verip, bir köleye de onu teslim almasını emreder; o Kölenin de kıymetini içine alacak kadar borcu bu­lunur; elindekini de kitabet bedeli olarak verirse, öndeki borcunun dı­şında, mükâtep olmuştur.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kıyâsı budur.

İmâmeyn'e göre o hürdür. Efendisi, onun kıymetini alacaklılarına taz­min edecektir.

Keza, mükâtebe olan bir cariyenin kitabet bedelini, efendisi alır­sa; o, ondan alınır ve alacaklılarına verilir.
Şayet, izinli kölenin borcu, malım kuşatmazsa, bi'1-ittifak azâd olmuş olur.

Me'zunun borcuna mukabil, alacaklılar, alacaklarını efendisinden alırlar. Mebsuf'ta da böyledir.

Alacaklıların, o kölenin azâd olması sabit olmadan önce, kita­betini ibtâl haklan vardır.

Azâd olana kadar ibtâl ettirmezlerse; onun kıymetini, bu alacaklı­lara, efendisi öder. Muhıyt'te de böyledir.

Mükâtep, kitabet bedelini, efendisine icazetten önce öder; sonra da efendisi izin verirse; bu köle azâd olmuş olmaz; verdiği de efendisi­nin olur. Çünkü o, kölesinin kazancıdır. Tebyîn'de de böyledir.

Kazancından dolayı, me'zûn köleyi azâd eylemek yoktur. Şayet efendisi razı olur ve izin verirse, o zaman azâd olmuş olur.

Eğer kölenin üzerinde borç olmaz ve kazancını icazetten dolayı efendisine verir; sonra da bu köleye borç ulaşırsa; onun azâd bedelin­den bu borcuna verilmez.

Şayet, kölenin üzerinde —kıymetini kuşatacak kadar borç olur­sa, o, icazet için çalışamaz.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir. İmâmeyn'e göre icazeti için çalışır.
Eğer kölenin borcu, kıymetini kuşatmıyorsa, bi'1-ittifak, icazeti için çalışır. Efendisi alacaklıların alacağını öder. Alacaklıların bedel al­ma haklarÖyoktur. Muhıyt'te de böyledir.

Me'zun köle, bağış ve tasaddukta bulunamaz ve emsali işleri de yapamaz. Bedelsiz bağışı ve sadakası caiz olmaz.

Şayet, buna efendisi izin vermişse, bunlar teberru olurlar. Şayet üzerinde borç yoksa, bunları yapmasında bir sakınca yoktur. Eğer üzerinde borç varsa, bunlardan hiçbirisi caiz olmaz. Mebsût'ta da böyledir.

Me'zun köle, fülûs gibi, çörek gibi bir dirhemden az değerde gü­müş gibi şeyleri tasadduk etme hakkına sahiptir.

Mükâtep Kitabı'nda, dirhemden aşağısı için nas vardır. el-Asi'da şöyle zikredilmiştir.

Eğer yiyeceğin haricinde bir şey tasadduk eder ve onun kıymeti de iki dirhem veya daha fazla olursa; bu caiz olmaz. Muğnî'de de böyledir.

İzinli köle, hafif yollu bir ziyafet verebilir. Bu, istihsândır.

Ancak, izinli köle, büyük çapta ziyafet veremez.

Büyük ziyafetle, küçük ziyafetin bir haddi vardır.

Muhamraed bin Seleme'nin şöyle dediği rivayet olunmuştur:

Şayet, ticâret malının miktarı onbin dirhem ise, bunun on dirhe­mini ziyafette harcamak, kolay olan ve az sayılan ziyafettir.

Şayet, ticâret malının miktarı on dirhem olur ve bir dânik miktarı­nı ziyafette harcarsa; işte bu örfen çok olur.

Bu, ziyafette böyledir.

Hediyeye gelince, bize göre izinli köle: Yenilecek şeylerden hediye edebilir. Dirhemler ve dinarlar müstesnadır...

Âlimlerimiz şöyle buyurmuşlardır:

Me'zun bir köle, yenilecek şeylerden ziyafet verebileceği kadarını hediye edebilir. Muhıyt'te de böyledir.

Ticâret ehli bir kölenin da'vetine gitmekte, elbisesini ve hayva­nını ariyet almakta bir sakınca yoktur. Hulâsa'da da böyledir.

Me'zun köle, ister borçlu olsun, isterse borçsuz olsun, yanında zayi olan şeyden dolayı, ona tazminat gerekmez. Mebsût'ta da böyledir.

—Me'zun  kölenin  elbisesini  giymek  mekruhtur.  Hulâsa'da  da böyledir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) şöyle buyurmuştur: Ticâretten men edil­miş bir köleye, efendisi, günlük nafaka verir; o da bazı dostlarını da'-vet ederse; bu da'vete iştirakte bir sakınca yoktur.

Şu hal buna muhaliftir:

O kölenin aylık nafakası, toptan verilirse; onun da'vetine iştirak edilmez.

Bir kadının, kocasının evinden, bir çörek ve emsali gibi hafif şey­leri, onun haberi ve izni olmaksızın sadaka, olarak vermesinde bir sa­kınca yoktur. Kâfi'de de b«yledir.

Bizim örf ve adetimizde, kadın ve câriye sadaka olarak para ver­meye me'zun değildir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

İzinli bir köle, bir câriye satıp, onu teslim ettikten sonra, parası­nı veya bir kısmını, onu almadan önce veya aldıktan sonra bağışlar ya­hut bedelinden bir miktar düşürürse, bu bâtıldır.

Şayet aybı (= kusuru) sebebiyle, parasını almadan önce veya son­ra bir kısmını düşürürse; işte bu caizdir.

Eğer parasının tamamım düşürür veya bağışlarsa, bu caiz değildir.

Me'zun bir köle, bir câriye satın alıp, onu teslim aldıktan sonra, onu satan şahıs, parasını köleye bağışlasa, bu caiz olur.

Eğer satıcı, ondan önce cariyeyi kölenin efendisine bağışlarsa; köleye bağış yapması —bu kölenin üzerinde, ister borç olsun, isterse olmasın— caizdir.

Eğer bu durumda efendi, önceki durumda ise köle bağışı kabul et­mezse; bu bağış, bâtıl (= geçersiz) olur. Borç, kölenin üzerinde olduğu gibi durur.

Şayet, cariyeyi satan zat, cariyenin parasını almadan önce o pa­rayı, köleye veya efendisine bağışlar; sonra da köle cariyede bir kusur bulursa; bu durumda onu geri veremez.

Bu, istihsândır.

Keza, bu, bizatihi eşya olmayan h*er şeyin bedelinde böyledir. Eğer bedel, belirli bir yer olur; müşteri de, orayı henüz teslim almadan, köle ona bağış yapar ve müşteri de kabul ederse; bu hîbe câîzdîı. Şayet müşteri kabul etmez ise, bu hîbe bâtıldır.

Eğer müşteri, köle, cariyeyi teslim almadan önce, onu köleye ba­ğışlar; o da bunu kabul ederse, bu da caizdir.

Bu kölenin üzerinde ister borç olsun isterse olmasın müsavidir. Bu, satış akdini de fesheder.

Şayet müşteri, cariyeyi kölenin efendisine bağışlarsa; —bu köle­nin üzerinde, borç bulunmaması hâlinde— bu akdi bozuş sahihtir.

Eğer, kölenin üzerinde borç bulunur ve efendi de bağışı kabul edi­yorsa, bu satışı, nakz (— bozmak) olmaz.

Alan ve satan, karşılıklı teslim-tesellüm yaptıktan sonra, me:zun köle, onu müşteriye bağışlar; o da kabul ederse; bu durumda, bu bağış geçerli olmaz.

Şayet müşteri, teslim-tesellünıden sonra, cariyeyi me'zun köleye veya onun efendisine bağışlarsa; işte bu bağış teberru yönünden caiz olur. Me'zun onda bir kusur bulur ve üzerinde de borç olmazsa; bu durum­da, onu aybı sebebiyle reddedemez.

Şayet me'zun, borçlu olur; müşteri de cariyeyi ona bağışlamış bu­lunursa; hüküm yine böyledir.

Eğer, kölenin efendisine bağışlamışsa; iüte o kusuru sebebiyle red­dedebilir. Cariyeyi teslim aldığı günkü kıymetini tazmin eder. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, kölesine ticâret için izin verir; izinli köle de bir cariye­yi, bir köleye karşılık olarak satar ve iki taraf teslim-tesellüm yaptıktan sonra, bu câriye de, satın alanın yanın ja, semavi bir âfetle veya müşte­rinin kendi yapmasıyla yahut bir yabancının yapmasıyla bir kusur mey­dana gelir veya bu câriye bir çocuk doğurur yahut müşteri ona cima ederse —câriye ister kız, isterse dul olsun— veya ona başka bir yabancı cima eder; sonra da cariyeyi satın alan zat, o cariyeyi me'zun köleye veya efen­disine bağışlar; —izinli köle borçlu olsun veya olmasın— bilâhare de me'zun köle, onda bîr kusur bulup, geri vermek isterse; geri verebilir. Muğnî'de de böyledir.

Me'zun bir köle, bir adamdan, değeri bin dirhem olan bir köle karşılığında, bir câriye satın alır; bir bin dirhem daha verir ve karşılıklı teslim-tesellüm etmelerinden sonra, satıcı aldığı bin dirhemi bağışlar; köleyi de me'zun eder; bilâhare de me'zun olan önceki köle, o câriye de bir kusur bulursa; artık, ona geri veremez.

Keza, bağış kölenin efendisine yapılmış bulunsa; köle de borçlu ol­masaydı; efendi, bu cariyeyi reddedemezdi.

Şayet kölenin üzerinde borç bulunur; bağış da, efendisine yapılmış olursa; aybı sebebiyle, efendi onu satıcısına —bağışlayana— geri gön­derebilirdi. Ve satıcıdan bin dirhemi ve kölenin kıymetini alırdı.

Böylece, onları alınca; artık o satıcıya bundan dolayı kimse bir şey için müracaat edemez. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, kölesine ticâret izni verince, onun, hür, mükâtep veya kölelerle alış-yeriş yapması caiz olur.

Bir adam, kölesine ticâret izni verirse, onun ticâret yapması ge­rekli olur.

Bir başka adamın da, başka birinde bin dirhem alacağı olur ve ona da izinli köle ile ortak bulunurlar ve izinli köle, —hemen alınması gere­ken bu alacaktaki— hissesini tehir ederse; bu te'hir İmâm Ebû Hanife (R.A.)'ye göre bâtıldır.

Bu alacağı, onlardan herhangi birisi alsa; ona, beraberce ortak olur­lar. Ve onu, iki ortak, yarı yarıya aralarında pay ederler.

tmâmeyn'e göre ise, te'hir caizdir. Me'zun köle, hissesini te'hir edin­ce; diğer ortağı sussa bile, o mal, onun olur. Ona, me'zun köle, kendi­nin verdiği va'de gelene kadar ortak olamaz. Muğnî'de de böyledir.

Me'zun bir kölenin verdiği va'de gelince, me'zun muhayyerdir: İsterse, ortağının daha önce aldığının yarısını alır. Sonra da, alacakla­rını alıp, onu paylaşırlar. İsterse, önceki alınan şey, o alanda kalır; ge­ride kalanı da kendisi alır.

Şayet vakti gelmeden önce, me'zun almış olursa; ona da, diğer or­tağı ortak olur.

Şayet borç hâli hazırda ödenecek bir borç olur ve me'zûn köle, hissesini bir yıl erteler; sonra da ortağı, kendi hissesini alır; bilâhare de diğer alacaklı, va'deyi, borçlunun rızasıyla ve vakti gelmeden önce ib-tâl ederse; bu durumda va'de bâtıl olur.

Fakat me'zun köle, ortağının daha önce aldığına ortak olamaz. İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavli budur. İmâm Muhammed (R.A.)'de aynı görüştedir. Müddet tamam olunca, isterse, ortağının aldığına ortak olur; ka­lanı alıp paylaşırlar. îster, kalanın tamamını kendisi alır. Va'deyi boz­mazlar da, borçlu ölürse; me'zun köle ortağının aldığının yarısını alır. Borçlu ölmez ve ortaklar va'deyi birlikte bozarlar; sonra da ortağı kendi hissesini alırsa; me'zun köle, onun yansını, ondan alır.

Eğer mal, hâlde ödenecekse; ortağı da hakkını almış; sonra da me'zun, kendi hissesini ertelemiş ve ortağının hissesini aldığını biliyor veya bilmiyorsa, İmâmeyn'e göre, me'zûnun tehiri caizdir.

Ortağının aldığına —iki sene geçene kadar— bir yolu yoktur.

Mal, o anda alınacak olur ve ortak, hissesini alıp, onu rne'zûna teslim ederse; bu teslim caiz olur.

Bu, bi'I-ittifak böyledir.

Şayet mal, bir seneye kadar alınacak olur; me'zûn köle de borçlu­dan bir câriye satın alıp, hissesine sayarsa; ortağı, ondan dirhemlerin yarısını hakkı olarak alır.

Dirhemlerden hissesinin yarısını aldıktan sonra, me'zûn köle, cari­yede bir kusur bulup, onu, satıcıya hâkimin hükmüyle geri verirse; mal va'de gününe kalmış olur. Me'zun, ortağına müracaat ederek verdiğini geri alır.

Şayet hâkimin hükmü"olmaksızın geri verdiyse, artık, ortağına bir şey için müracaat edemez.

Bu takdirde, ortağı ile me'zun köle, vakti gelene kadar, beşyüz dir­hemlerini beklerler. Me'zûn köle ise, hâli hazırda beşyüz dirhem ala­caklı olur.

Keza, me'zûn köle, borçludan, bin dirhemin tamamına bir câri­ye satın alırsa, ortağı, ondan beşyüz dirhemini alır

Şayet me'zun satışı kaldırır veya hakimin hükmü olmadan cariyeyi geri verirse; satıcı da bedelini bir seneye kadar ödenmesini şart koşarsa; o şart geçerli olur. Mebsûl'ta da böyledir.

Me'zun bir köle, üç gün muhayyerlik üzere, bir köle satın alır ve satıcısı, onun bedelini teberru eder alıcı da o üç gün içinde, bu köleyi geri verirse; bu .sahih olur. Kâfî'de de böyledir.

Me'zun köle, ikâle yapmakta ( = alış-veriş akdini bozmakta) hür kimseler gibidir.

Me'zun bir köle, bir câriye satın alıp, onu yanında tutar ve bu cariyenin kıymeti artar; bedeli kıymetinden —insanların aldatılmış sa­yılmayacağı nisbetle— noksan olur ve sonra da ikâle yaparsa; işte bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre caizdir.

İmâmeyn'e göre ise, caiz değildir. Mebsût'ta da böyledir.

Me'zûn bir köle, bir cariyeyi, bin dirheme satın alıp, onu teslim aldığı hâlde, parasını vermez; sonra da satıcı, onu teberru eder ve ikâle yaparlarsa; bu ikâle İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ile İmâm Muhammed (R.A.) göre, bâtıldır. Kâfî'de de böyledir.

Şayet satış, yüz dinara veya başka bir cariyeye veya iki bin dir­heme ikâle edilirse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kıyâsında, bu ikâle caiz değildir; batıldır.

İmâmeyn'e göre ise bu caizdir.
Şayet, me'zûn köle, cariyeyi teslim almaz ve satıcısı, onun para­sını bağışladıktan sonra, satışı birlikte kaldırırlarsa; bu ikâle bi'1-ittifak batıldır.

Keza, bu hâlde, başka bir bedeli ikâle yaparlar da, cariye satışını ikâle yapmazlar; fakat me'zun köle, cariyeyi teslim almadan önce, on-' da bir kusur bulur ve ona razı olmaz veya görmemiş olur ve görünce de razı olmazsa; bu satış bozulur.

Şayet bedeli bağış yapılmışsa, onu bozmak bâtıldır.

İbâne'de şöyle zikredilmiştir:

Me'zun bir köle, ticâret yaparken, bir köle sattıktan sonra, me'-zun olan bu köleyi, efendisi ticaretten men eder; bilâhare de, müşteri, o kölede, bir kusur bulursa; onu red hususunda, hasmı, o me'zun köledir.

Eğer, o köle, kusuru ikrar ederse; ilzam olunmaz; yeminden kaçı­nırsa, onun üzerine red caizdir. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Me'zun bir köle, bir şey satıp veya satın aldıktan sonra, efendisi onun alım ve satımını, ikâle ederse; —bu kölenin üzerinde borç bulun­maması hâlinde— efendisinin yaptığı caizdir.

Eğer, ikâle zamanı, kölenin üzerinde borç varsa; efendisi, o borcu kendisi öder. Veya, kölede alacağı olanlar, onu ibra ederler. Yâni ala-caklar(&dan vazgeçerler. Ve bunu da, hâkim ıkâleyi bozmadan önce ya­parlarsa, bu ikâle sahih olur.

Önce hâkim, ikâle yapar; sonra da alacaklılar'ibra yaparlarsa, bu durumda fesh geçmiştir.

Me'zun bir köle, bir yer satıp parasını alır; o yeri müşteriye tes­lim ettikten sonra da, bu alış-veriş akdini ikâle ederler ve yer duruyor; parası ise zayi olmuş olursa; —ister ikâleden önce, ister sonra olsun— ikâîe geçmiştir. (Yâni hükümsüzdür.) Eğer yer zayi olmuşta, parası du­ruyorsa, —ister ikâleden önce, isterse sonra olsun— ikâle bâtıldır ( = geçersizdir). Mebsût'ta da böyledir.

İmâm Muhammet! (R.A.), şöyle buyurmuştur:

İzinli bir köle, belirli bir şey sattığı zaman müşteri onu, aybı sebe­biyle geri vermek isterse; —o aybın misli olsun veya olmasın— bu hu­susta, me'zun ile muhaseme (= muhakeme) olurlar.

Hâkimin hükmü olmadan, yeminsiz ve beyyinesiz me'zun, onu kabul ederse; bu kabul caizdir ve satış bozulmuş olur.

Eğer kabul etmez de, hâkimin hükmüyle reddedilirse, bu da beyyi-neli veya aybı ikrar ile olursa; yine caizdir. Aynî'de de böyledir.

Bir me'zun köle, bin dirheme, bir câriye satıp, karşılıklı teslim-tesellüm ettikten sonra, müşteri, cariyenin elini keser veya ona cima ya­par, yahut onun gözü kimsenin dahli olmadan görmez olur; bilâhare de ikâle yaparlar ve köle, bu durumları bilmezse, bu takdirde, köle mu­hayyerdir: İsterse, cariyeyi o halde alır; isterse, onu reddeder.

Şayet cima veya körlük başkası tarafından yapılmış olursa; mehir ve diyet gerekir. Bundan sonra ikâle yaparlarsa, bu ikâle —köle, bu du­rumu bilsin veya bilmesin— bâtıl olur.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir.

İmâmeyn'e göre ise, bu ikâle sahihdir. Mebsût'ta da böyledir.

Şayet izinli bir köle, bir adama, bir câriye satar; müşteri de onu teslim alır ve onda bir kusur bulursa; bu hususta köleyi hâkime şikâyet eder. O şahıs, bu kusurun, kölenin yanında olduğunu isbat ederse, hâ­kim, o cariyeyi köleye reddeder ve parasıni alıp, müşteriye verir.

Sonra da, bu köle, o cariyede başka bir kusur bulup, "onu, daha Önce bilmediğini ve o kusurun, müşterinin yanında olduğunu" isbat eder­se; bu durumda, me'zun köle muhayyerdir: İsterse, feshi bozar ve cari­yeyi geri müşteriye vererek parasını alır. Ancak, bu durumda, me'zun kölenin yanında meydana gelen kusurun kıymeti düşürülür. İsterse, feshe izin verip, cariyeyi yanında bırakır. Bu durumda ise, köle, —müşterinin yanında olan kusur az olsun çok olsun— onun için, bir şeyle müşteriye başvuramaz. Muğnî'de de böyledir.

Me'zun köle, o cariyeyi müşteriye geri vermez de, kendi yanında bir kusur meydana gelirse; müşteriye müracaat ederek, müşterinin ya­nında vâki olan kusurun karşılığını ondan alır. Müşterinin feshden ön­ce yaptığı gibi...

Müşterinin yanında, bu cariyede bir kusur bulunur; o kusurun da, satıcının yanında meydana geldiği tebeyyün ederse; bu durumda, müşteri muhayyerdir: İsterse, onu kusuruyla kabul eder. O takdirde, parasını verir. Yalnız, cariyedeki kusur nisbetinde müracaat eder. Son­radan olan kusur sebebiyle müracaat edemez.

Keza, ikinxi kusur, kölenin cinayeti veya onun ciması sebebiyle ise yine böyledir.

Şayet cinayet, bir yabancı tarafından yapılmış veya bir yabancı ci­ma eylemişse; mehir ve diyet lâzım olur. G takdirde cariyeyi satan me'­zun köle, müşteriye müracaat ederek, sonradan olan o kusurun karşılı­ğını alır. Müşterinin, fesih kararından sonra, cariyenin satıcısının yanında doğum yapması ile kıymetinin artması hâlinde, yapacağı bir şey yoktur. Şöyle ki: Bu artış, müşterinin yanında olmuş olsa, akdin feshi­ni men etmek şer'an hak olur. Mebsût'ta da böyledir.

Me'zun köle., bir adama bir cariyeye karşılık, bir câriye satıp, kar­şılıklı da teslim ve tesellümde bulunmalarından önce, o cariyelerin her birisi, bin dirrjem kıymetinde birer çocuk doğursalar; onlardan her bi­risi, hem cariyeyi, hem de çocuğu alırlar.

tkâle yaptıktan sonra karşılıklı teslim tesellüm yapmazlar ve bu ca­riyelerin ikisi de ölür; satıcı ve alıcılar da çocukları almak isterlerse; her birisi, diğerinin yanında olan çocukla birlikte, annesinin yarı kıymetini alırlar.

Şayet onların her birinin kıymeti, beşyüz dirhem ise; onlardan her birisi diğerinin yanındaki çocukla, anasının kıymetinin üçte birini alır.

Şayet, cariyeler ölmez de, çocuklar ölürlerse; onlardan her biri­si, cariyesini alır. Diğerine karşı yapacağı bir şey yoktur.

Eğer cariyelerle birlikte çocuğun birisi de ölürse, sağ çocuk ya­nında olan, o çocuğu diğerine verir ve ondan ölen cariyenin kıymetinin üçte birini alır. Muğnî'de de böyledir.

Me'zun bir köle, diğerine, bin dirhem mukabilinde bir câriye sa­tıp, karşılıklı teslim-tesellüm de yaparlar; sonra da ikâlede bulunurlar ve me'zun köleden, o cariyeyi, bir adam onun elini kesene kadar veya ona cima edene kadar teslim almazsa; o cima da onun kıymetini nok-sanlandırsa, bu durumda me'zun köle muhayyerdir: Dilerse, cariyeyi o hâlde geri alır ve ona cinayet yapandan diyetini; cima yapandan da mehrini alır. Şayet ikâle nakzolmuşsa (- bozulmuşsa) mehir ile diyet, mğşterinin olur,

Bin dirhemin yerinde, bir belfrli yer olmuş olsaydı, me'zun köle, muhayyer kalır; isterse, müşteriden cariyeyi geri alır ve cinayet sahibin­den diyeti, cima edenden ise mehri alırdı.

Ve dilerse, cariyeyi teslim eylediği günkü kıymetini, müşteriden alır­dı. Bu durumda, bu cariyenin mehri de, diyeti de müşterinin olurdu.

Keza, cânî, o cariyeyi öldürürse, me'zun köle muhayyerdir: İs­terse, caninin baba tarafı akrabalarına müracaat ederek, diyetini alır. İsterse, müşteriden cariyenin kıymetini alır.

Şayet cinayeti, cariyeyi alan müşteri, satın aldıktan sonra işlemiş­se, izinli köle muhayyerdir: Dilerse, cariyenin, —müşterinin aldığı günkü— kıymetini ödetir. Dilerse, cariyeyi alır ve cariyenin kusuru ka­dar bedelini müşteriye ödetir.

Şayet kusur, müşterinin yanında ikâleden önce meydana gelmiş, sonra da.ikale yapmışlar; bundan sonra da izinli köle kusuru (= ayıbı) görmüşse, yine muhayyer kalır: İsterse, müüteriye, cariyenin kıymetini ödetir. İsterse, cariyeyi öylece alır. Başka bir şey gerekmez.

Eğer izinli köle, yüz dirhem ve on dinar kıymetindeki gümüş bir ibriği satar; sonra da teslim ve tesellüm yaparlar; bilâhare de ikâle ya­parlar ve teslim almadan önce birbirlerinden ayrılırlarsa; ikaleleri bo­zulmuş olur. Mebsût'ta da böyledir.
En doğrusunu bilen Alîahu Teâlâ'dır. [6]


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..