logo logo

Yeni nesil güncel konularla ilgili sorular ve cevaplar!

Fetvalar.Com

Yeni Nesil Fetvalar

Sistemimize üye olarak sitemizi daha aktif olarak kullanabilirsiniz.

Üyelik için tıkla

Fetvalar.Com

Güncel sorular ve cevapları

5- MEZUN BİR KÖLENİN, TİCÂRETTEN MEN EDİLMESİ İLE İLGİLİ MESELELER

Men sebebiyle, iznin geçersiz olacağını bilmek vaciptir.

Fakat, izinde olduğu gibi, men'de de şart vardır.

İzin umumî olduğu zaman, (şöyle ki: Çarşı ehli, "o izinlidir fakat men edilmiştir ve bu hâlde iş yapıyor" diye) hâl'de men olduğunu çarşı ehlinin ekserisi biliyorsa; bu durumda, bu şahıs iş yani alış-veriş yapamaz.

Bunun haricinde, men etme işini, evinde veya bir, iki, üç kişi ya­nında yaparsa; o başka... Me'zun köle, bunu bilsin veya bilmesin farketmez.

İzin husûsi olduğu zaman, çarşı ahâlisine onun izinli olduğu yayıl­mamış (meselâ: bir köleye, bir, iki veya üç kişinin yanında izin veril­miş) olur ve yine bunların yanında men edilirse; onlar, bu şahsın mah­cur olduğunu bilirler. Muğnî'de de böyledir.

İzin, bir kölenin yanında verildiği hâlde, yine aynı kölenin ya­nında men edilirse, men'i ona aittir. Me'zun, men edildiğini bilmiyor ve çalışıyorsa, o men edilmiş sayılmaz.

Bir adam, kölesine izin verir; köle de izinli olduğunu bilir; sonra da men edilir; fakat, köle ondan haberi olmaz ise, yaptığı iş geçerlidir.

Bir köleye izin verilir ve bu köle izinli olduğunu bilmez; sonra da men edilir ve bu köle, men edildiğini de bilmezse, bu köle mahcur­dur. Zehıyre'de de böyledir.

İzinli köle, sokak ehlinin çoğu evmde olduğu zaman, men edil­mişse; men edilmiş olur. Kâfl'de de böyledir.

Bir köle, ticâret için bir beldeye çıktığında, efendisi çarşı ehline gelerek, çoğunun huzurunda, "o kölenin, ticâretten men edildiğini" söy­ler; köle de bunu bilmezse; bu bir men olmaz.

Keza, köle, bir şehirde olsa da men edildiğini bilmese, yine men edilmiş olmaz ve tasarrufu geçerlidir. İster o şehir halkı ile olsun, ister­se başkalarıyla olsun...

Şayet köle, men edildiğini bir veya iki gün sonra öğrenirse; o za­mandan itibaren memnudur.

Ondan önceki alım-satımı hep caizdir. Mebsût'ta da böyledir.

Mahcur bir kölenin efendisi, o köleyi, kendisinin men edildiğini bilmeden ahm-satım yaparken görür ve onu men etmez, sonra da köle daha önce men edildiğini öğrenirse; istihsânen, bu köle, me'zun olarak kalır. Muğnî'de de böyledir.

Bir adam izinli ve borçsuz bir köleyi satın aldığında, —çarşı ahâ­lisi, onu bilsin veya bilmesin— bu köle mahcur olur.

Şayet üzerinde borç varsa; müşteri onu teslim alana kadar mahcur sayılmaz.

Önceki hâlde, bizzat satımından men edilmiş olur.

Bu hâl, borcu hâl-i hazırda ise böyledir.
Şayet, bu kölenin borcu va'deli ise, efendisi onu ticâretten men ede­mez. Fetâvâyi K adi hân1 da da böyledir.

Bir adam, izinli kölesini bir adama bağışlar; kendisine bağış ya­pılan zat da onu teslim alırsa; bu köle, artık mahcur olur.

Şayet, bağış yapan zat bağışından dönse bile, köle yine de mahcurdur.

Satış bölümünde olduğu gibi; müşteri, kölede bir kusur bularak, onu hâkimin hükmüyle geri verse; onun, önceki me'zûniyeti geri dön­mez. Muhiyt'te de böyledir.

Bir adam, içki veya domuz satmak gibi, fâsid^bir-satışa izin verdiği kölesini satıp; onu da müşteriye teslim eder; o köle de onun yanın­da ahnr-satımına devam eder; sonra da onu alan şahıs, satan şahsa geri verirse, artık o köle mahcurdur.

Keza, müşteri, —huzurda olsun veya olmasın— onu, satıcının izin emriyle satın alır veya onun emri olmaksızın satıcının huzurunda teslim alırsa, hüküm yine böyledir.

Şayet satıcıdan ayrılmadan teslim almışsa, o takdirde mahcur olmaz. Eğer alım-satım lâşe veya kan üzerine olursa; bu durumların hiç birinde, bu köle mahcur olmaz. Mebsût'ta da böyledir.

Şayet me'zun köle, sahih olan bir alış-verişi satıcı üç gün mu­hayyer olmak şartıyla yapıyorsa; o köle, izni üzerinedir.

Böyle değil de, muhayyerlik müşteriye aitse, bu durumda, o köle mahcurdur. Hızânetü'l-Müffîn'de de böyledir.

Köle yok iken, efendisi onu, çarşı ahâlisi huzurunda ticâretten men edip, ona da bir haberci gönderir; o haberci de "men edildiğini", ona haber verirse; bu durumda, o köle, men edilmiş olur. Haberci ister hür olsun, ister köle olsun; ister kadın olsun; ister âdil, ister fasık olsun farketmez.

Keza, efendisi, izinli kölesine, men mektubu yollar; mektup da onun eline geçerse; mektubu götüren kim olursa olsun, —ister, hür; is­ter köle, sabî, kadın, âdil, fâsık olsun— men edilmiş olur.

Efendisi haber göndermediği hâlde, bir başkası "onun izninin kaldırıldı' ını" söylerse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kıyasına göre bu köle mahcur olmaz. Hatta, böyle bir haberi, iki kişi söylese veya kölenin bil­diği adil bir kişi söylese bile, hüküm böyledir.

İmâmeyiTe göre ise, kendisine kim söylerse söylesin, erkek, kadın veya çocuk, bu haber hak ve köle mahcur olur. Mebsût'ta da böyledir.

"Haber hak olur." demenin ma'nâsı: Bundan sonra efendinin gelip, "men eylediğini" ikrar eylemesidir.

Ancak, ikrar etmez, inkâr ederse; köle, o zaman mahcur olmaz. Muhıyl'te de böyledir.

Me'zun bir köle delirirse; ticâretten men edilir.

Bundan sonra akıllansa bile, me'zûniyeti avdet eylemez. Siracü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Şayet, cinneti sürekli değil de, gelip geçici bir delilik olur ve bun­dan çok çabuk ayılmakta olursa; bu hâl ticâretine mâni olmaz.

Cinnetijı hududunda ihtilaf edilmiştir:

İmâm Mahammed (R.A.): "Şayet cinnet, bir aydan az ise, bu cinnet ticârete mâni olmaz. Bir ay veya daha fazla olursa, köle bu cinnetle ti­câretten memnu olur." buyurmuş; sonra da bu kavlinden rücû ederek: "Bir yıldır ve daha fazlasıdır." buyurmuştur. Mağnî'de de böyledir.

Hucendî'de şöyle zikredilmiştir:

İzinli bir köle, irtidad ederse, mahcur olur.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir. İmâmeyn'e göre ise, bu köle mahcur olmaz.

İzinli köle, dâr-i harbe giderse, İmâmeyn'e göre, o zamanda mahcur olur.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre ise, irtidat ettiği anda mahcur olur.

Baygınlık mahcûriyeti gerektirmez. Sirâcti'l-Vehhâc'da da böyledir.

İzinli köle, dâr-ı harbe girdikten sonra, esir edilir ve onu müş­rikler yakalarlarsa; bu durumda, onun efendisi, ona en haklı olanıdır.

Borcu varsa, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, o hâli üzerine kalır. İmâmeyn'e göre bâtıl olur. Tatarhâniyye'de de böyledir.

İzinli bir köle, kaçarsa; her üç imamımıza göre de, mahcur ( = ticâretten men edilmiş) olur.

Kaçan izinli köle, geri gelirse; onun izni avdet eder mi? İmâm Mnhmmed (R.A.), bundan bahsetmemiştir.

Bu hususta âlimler arasında ihtilaf vardır.

Sahih olanı, me'zûniyetinin geri dönmemesidir. Muhıyt'te de böyledir.

Kaçan bir izinli kölenin, alım-satım yapmasında bir beis yoktur.

Köleyi satan şahıs: "Gerçekten bu köle, kaçmış bir köle değil­dir. Onu, efendisi yollamıştır." der; efendisi de: "Bu kaçmış bir köledir." derse; bu durumda satıcının sözü geçerlidir. Kölenin efendisinin, "onun, kaçan kölesi olduğuna dâir" beyyine getirmesi gerekir.

Bu, bir kölenin kaçmış olması sırasındaki alım ve satımında olur.

Eğer, her iki taraf da beyyine ibraz ederlerse; satıcının beyyinesi geçerli olur.

Efendisi ile satıcı, kölenin kaçmış olduğunda görüş birliği yapar­lar; yalnız, köleyi satan: "Ben, onu kaçmadan önce satmıştım." der; efendisi de: "Sen, onu kaçtıktan sonra sattın." derse; bu durumda sa­tıcının sözü geçerli olur.

Şayet her ikisi de beyyine ibraz ederlerse; yine, satıcının beyyinesi geçerli olur.

Müdebber köle, me'zûn bulunur ve kaçarsa; mahcur olmaz. An­cak, izinli köleyi, bir gâsıb, gasbederse; bunun hükmünün ne olduğu zikredilmemiştir. Âlimler şöyle buyurmuşlardır: O köle, mahcur olmaz.

İzinli köleyi, bir köle esir alırsa; o dâr-i harbe gitmeden önce mah­cur olmaz. Gittiktea sonra mahcur olur.

Bu durumda, köle tekrar efendisine dönse bile, me'zûniyeti avdet etmez (= dönmez). Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

İzinli bir köle, bir köleyi satın alır ve ona, ticâret için izin verir­se; bu izni sahih olur.

Sonra da, onların efendisi, onlardan birisini ticâretten men ettiğin­de; eğer ikinciyi men etmişse, bu men sahih ohnaz. —İster birinci, köle borçlu olsun; ister olmasın farketmez—.

Şayet önceki köleyi men ederse; hiç şüphesiz, o memnu olur.

Bu durumda ikinci de memnu olur mu?

— Eğer öncekinin borcu varsa, memnu olur.

Eğer, borcu yoksa; mahcur olmaz.

Böyle bir hâl olmaz da, önceki me'zun köle ölürse; cevap, önceki cevabın aynısıdır.

Önceki köleyi, efendisi men eder ve bu efendi ölürse; bu men, iki­sine de âit olur. Öncekinin ister, borcu olsun; ister, olmasın farketmez. Muğnî'de de böyledir.

Me'zun bir kölenin, mükâtebini men eylemesi, —izinli kölenin,  izinli kölesini ticâretten men eyleyemediği gibi— caiz olmaz. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Bir mükâtep, kölesine ticâret izni verdikten sonra, kendisi kita­bet bedelini ödemekten âciz kalırsa; ister, borçlu; ister borçsuz olsun, bu mükâtebin kölesi ticâretten men edilmiş olur.

Keza, mükâtep, ister kitabet borcunu ödemiş olsun; ister öde­memiş olsun; mükâtebin, kitabeti halinde bir çocuğu olur ve o köleye, mükâtebin ölümünden sonra izin verirse; o izin caiz olmaz.

Keza, hür bir kimse, borçlu olarak ölür ve onun bir kölesi bulu­nur ve ölen şahsın vârisleri, o köleye ticâret izni verirlerse; bu izinleri bâtıl olur.

Vâris, kendi malından, ölenin borcunu ödese bile; yine izni geçerli olmaz.

Şayet borç, —ölen hür adamın olmaz da— kölenin kendisinin olursa; vârislerin ona ticâret izni vermeleri caiz oiur.

Bir mükâtebin oğlu, babasının geride bıraktığı kölesine izin ve­rir; sonra da borç alarak, mükâtebin borcunu öderse; onun, köleye ver­diği ticâret izni sahih olmaz.

Bir adam, mükâtebin oğluna mal bağışlar; o da, onunla babası­nın kitabet borcunu öderse; bu durumda, onun kölesine ticâret izni ver­mesi caiz olur. Mebsût'ta da böyledir.

Vasî, yetime veya onun kölesine izin verdikten sonra, bu vasî ölür ve başkasına vasiyet ederse; onun ölümü, izne mânidir.

Buna, bir hâkim izin verir; sonra da o hâkim azledilir veya ölür yahut delirirse; verdiği izin yine geçerli olur. Hızânetü'l-Müffîn'de de böyledir.

Fetâvâyi Atlâbiyye'de şöyle zikredilmiştir: Bir baba, oğlunun köle­sine izin verir; sonra da, o köleyi, baba veya onun bir vârisi satın alırsa; bu izin bâtıl olur.

Çocuğun bulûğa erişmesiyle, izin bâtil olmaz.

Keza, oğlu bulûğa eriştikten sonra, babası ölürse, izin yine bâtıl olmaz.

Kölenin tasarrufunu gören baba, sükût ederse; bu, izin olur. Tatar-hâniyye'de de böyledir.

Bir kölenin efendisi, irtidat eder; sonra da o köle, alım-satımına devam eder; efendisi öldürülür veya ölür yahut dâr-i harbe iltihak eder; iltihakına da hâkim hükmederse; bu kölenin, efendisinin irtidadmdan sonra yaptığı bütün tasarruf, geçersizdir.

Dâr-ı harbe ilhakından önce müslüman olur veya dâr-i harbe ilha­kından sonra, hâkimin hükmünden önce müslüman olup geri dönerse; onun me'zun kölesinin yaptığının tamamı geçerli olur.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavlidir.

İmâmeyn'e göre ise, dâr-i harbe ilhak edinceye kadar yaptığının ta­mamı caiz olur. Ancak dâr-i harbe ilhakından sonra yaptığı tasarruf, bâtıldır. Hâkimin hükmünden önce dönerse; yine me'zûn kölesinin yap­tığı tasarruf caizdir. Mebsûfta da böyledir.

îrtîdat eden bir kadının izinli bir kölesi olur ve bu kadın, dâr-i harbe ilhak eder ve ilhakına da hükmedilirse, o izinli köle, bu durumda ticâretten memnudur.

Şayet hâkim hükmeylemeden önce kadın dönerse; me'zun köle yi­ne izni üzerinedir. Hızânetü'l-Möfön'de de böyledir.

Bir müdârip, müdârebe malı olan köleye ticâret izni verirse; bu, mal sahibine karşı caizdir.

Mal sahibi onu men ederse; onun men'i bâtıldır. Mebsûfta da böyledir.

Ticârete izinli bir câriye, efendisinden bir çocuk doğurursa; bu, ticâretten men olur.

Eğer, bu câriye borçlu ise, efendisi, onun kıymetini tazmin eder.

Şayet, efendisinden değil de, başka birisinden doğum yaparsa, ti­câretten men edilmiş olmaz.

Sonra duruma bakılır: Çocuk doğduğu zaman, kadının üzerinde borç yoksa; çocuk efendinin olur. Hatta bundan sonra, kadına borç isa­bet ederse; o çocukta, alacaklıların hakkı olmaz.

Şayet, câriye, çocuğun doğumundan* önce borçlu ise, o çocuk, ka­dının borcu için satılır ve parası alacaklılara verilir.

Bu durumda da, bu çocuğun bedeli alacağı doğumdan sonra olan­lara verilmez. Cevheretü'n-Neyyire'de de böyledir.

İzinli bir câriye, kendi kıymetinden daha fazla borçlanır; sonra da bu cariyeyi, efendisi müdebbere ederse; o, yine eski hâlinde ve izinli­dir. Efendisi, onun kıymetini, alacaklılarına tazmin eder. Câmiu's-Sağîr'de de böyledir.

Me'zun bir köle, men edilse bile, elinde bulunun mal hakkında­ki ikrarı caizdir.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir.

Burada, "ikran"ndan murad: Elinde bulunan mal, emânet mi? Gasb mı? Yoksa kendinin olan borcu mu? Ona göre hükmedilir...

İmâmeyn ise: îkran sahih olmaz; elinde olan efendisinindir. Borcu varsa azâd edildikten sonra öder, buyurmuşlardır. Kâfi'de de böyledir.

Bir adam, ticâretine izin verdiği kölesini, ticaretten men ettikten sonra, o köle, kendi nefsine borç ikrar ederse; burda iki durum vardır;

Eğer elinde ticaret malı bir kazanç yoksa; hâl-i hazırda olan ikrarı sahih değildir. Ve, hâlde muaheze edilmez. (- sorumlu olmaz). Kendi­sine borç izni verilsin veya verilmesin müsavidir...
Bu, bi'1-ittifak böyledir. Fakat, elinde, izinli iken temin ettiği bir kazanç varsa; bu da üç hâlden hâli olmaz: Bu kazancın;

a) Ya tamamı borç dışı olur;

b) Veya, tamamı borç karşılığı olur.

c) Yahut bazısı borç karşılığı, bazısı karşılıksız olur.

Eğer, tamamı borç karşılığı ise, ikran elinde olan mal hakkında sahih olmaz. Ve, o malın tamamı alacaklılarına verilir.

Eğer, elinde olan malın bir kısmı borcuna karşılık geliyor ve bir kısmı artıyorsa; bu ikrarı İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, yine — borcundan fariğ olan miktar kadar— sahih olmaz.
Bunların tamamı, köle izin verenin mülkünde bakî kaldığı müddet için böyledir. Fakat herhangi bir sebeble, (satış gibi, bağış gibi...) mül­künden çıktıktan sonra, ikrarda bulunursa; bi'1-ittifak, bu ikrarı sahih

olmaz, ister elinde kazanç olsun, isterse olmasın müsavidir. Muhıyt'te de böyledir.

Şayet, yanında odunculuk yapmak ve benzeri şeylerle elde ettiği bir kısım mal bulunur; onun da başkasına âit olduğunu söylerse; bi'l-ittifak bu sözü doğrulanmaz, Nihâye'de de böyledir.

Bir efendi, yanında bin dirhemi bulunan bir köleyi, ticâretten men eder ve bu bin dirhemi de aldıktan sonra, köle, "o dirhemlerin, kendi yanına bırakılmış bir emânet olduğunu" söyler; efendisi de onu yalan­larsa; bu durumda, o kölenin sözüne inanılmaz.

Şayet, onu azâd ederse; ona birşey lâhık olmaz.

Şayet o bir gasp ise, azad edildiği zaman, ondan alınır.
Bir adam, yanında bin dirhemi bulunan, bin dirhem de borcu olan bir kölesini, ticâretten men ettiğinde; o köle, "elindeki bin dirhe­min, filan adamın emâneti olduğunu" veya "müdârabe malı olduğunu" yahut "onu gasbeylediğinî" veya "borç aldı1 ını" söylerse; bunların hiç birine inanılmaz. Alacaklı, alacağını alır.

Sonra köle azâd edilince, ikrar ettiği şeyi, sahipleri ondan alırlar.

Elinde bin dirhemi olan bir köle, ticâretten men edilir; o da "üze­rinde iki bin dirhem borç bulunduğunu" söyler; sonra da "onun bin dirhemi, filan adamın alacağıdır, yanımda emânettir ve filan adamın­dır." derse; bu bin dirhemi İmim Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kıyâsına göre, alacak sahibinin olur. O dirhemler, ikrarına göre, ona verilir.

Sonra, o azâd edilince doğrusu ortaya çıkar.

İmâmeyn'e göre, u köle, o bin dirhemin vedia olduğunu ve filan şahsa ait olduğunu ikrar ederse ve ikrar edilenin borcuna verir; sonra da, efendisi onu, azad ederse; alacaklı onu takip edecektir.

Şayet, önceden, "onun, emânet mal olduğunu" söylemiş olsay­dı; o bin dirhem, emânet sahibinin olurdu.

Alacaklısı da, o azâd edildikten sonra, onu takib ederek, alacağını alırdı. İmâmeyn'in kavline göre ise, onun "emânettir." sözü geçersizdir. O bin dirhemi efendisi alır; diğer alacaklısı, o azâd edildikten sonra, onu takip ederek alacağını alır.

Eğer me'zun köle, sözünü muttasıl söyleyerek: "Filanın, bende bin dirhem alacağı vardır; bu bin dirhem ise, filanın emânetidir." der­se, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, o bin dirhem, ikisinin arasında tak­sim edilir. Bu köle azâd edildiği zaman, alacaklılar geride kalan alacak­larını alırlar.

Şayet, muttasılan, önce "emânet olduğunu" söylerse; o bin dirhem emânet sahibinin olur.

Şayet, her ikisi de iddia ederler ve me'zun köle, ikisini de doğrular-sa, o bin dirhem, yine ikisinin arasında pay edilir. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, izinli kölesini ticâretten men ettikten sonra, ona tek­rar izin verir; bu köle de, ikinci izinli hâlinde ikrarda bulunarak: "Şu adamdan bin dirhem gasbeyledim." veya: "Bin dirhem borç aldım." der; ikrar edilen adam da onu doğrularsa; o köle, hâl-i hazırda sorumlu tutulmaz. Ancak azâd olduktan sonra borcunu öder.

Şayet ikrar olunan zat, onu yalanlar ve: "Sen izinden sonra ikrar eyledin." derse, bu durumda ikrar olunan şahsın sözü geçerli olur ve bu köle, hâl-i hazırda sorumlu tutulur.

Bu mes'ele, şunun hilafınadır: Eğer ikrar ederek: "İzinden mem­nu iken, birinden bin dirhem gasbeylediğini" söylerse; ikrar olunan da onu doğrularsa; hâl-i hazırda sorumlu olur.

Şayet yalanlarsa, yine öyle olur. Mnğnî*de de'böyledir.

Bir adam, elinde bin dirhemi bulunan me'zun kölesini, ticâret­ten men eder; o da "bir adama, iki bin dirhem borcunun olduğunu" veya "o bin dirhemin, bizzat emânet olduğunu" söyler; sonra da o mal zayi olursa; —azâd olana kadar— o köleye müracaat olunmaz. Azâd edilince, —emânet hâriç— diğer alacaklı alacağını ondan alır.

Bir adam, yanında bin dirhem bulunan izinli kölesini ticâretten men eder ve onun da bin dirhem borcu olur; sonra, yine, efendisi ona izin verir; bu defa da "başka birine, bin dirhem borcunun olduğunu" söylerse; bu durumda, öncekine borçlu olduğunu, hasseten beyyinele-mesi gerekir.

Keza, bu köle: "Bu borç, önceki izne aittir." derse; beyyine ge­tirmesi gerekir.

Keza, "önceki izinde, bir adamın, o bin dirherni, yanma emânet olarak koyduğunu" söylerse; en önce ikrar eylediği kimse daha haklı olur. Emânet bırakan zat, köleye müracaat eder.

İmâmeyn'e göre de efendisine müracaat eder. Ve, köle satılarak borcu ödenir.

Bir adam, elinde bin dirhemi bulunan izinli kölesini ticâretten men ettiğinde, bu kölenin beşyüz dirhem borcu olur ve "bin dirhem borcu­nun olduğunu" menden sonra söyler; bilâhare ona, yine izin verilir; bu defa da "elindeki bin dirhemin, emânet olduğunu" ikrar ederse; artık, onun o ikrarı kabul edilmez.

Onun beşyüz dirhemi, en önce söylediği borçlusuna aittir; diğer beş­yüz dirhemi de ikinci defa söylediği borçlusunun olur.

Emânet sahibi ise, o köle azâd edildikten sonra, onu takip eder.

İmâmeyn'e göre ise, beşyüz dirhemini, önceki ikrar eylediği alacak­lısına verir. Beşyüz dirhemi ise, efendisinin olur.

Emânet sahibinin beşyüz dirhemi geçersiz olur.

Beşyüz dirhemi için de onu takip eder.

Şayet, o bin dirhemin, beşyüz dirhemi izinli kölenin yanında zayi olunmuşsa; geride kalan beşyüz dirhem, hasseten alacaklısının olur. Köle, bu beşyüz dirhem emâneti, borçlu kalır. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, kölesine ticâret izni verdikten sonra, onu men eder; sonra yine ticâret izni verir; bundan sonra da, bu köle, önceki izninde "bin dirhem borç aldığını" söylerse ve bir adamdan da "bin dirhem, emânet aldığını" ikrar eder ve "onu da zayi ettiğini" söyler; mal sahibi de bunu doğrularsa; onu, hâl-i hazırda alamaz. Muğnî'de de böyledir.

İzinden men edilmiş bir köle, "fendine emânet edilen bin dirhe­mi, zayi ettiğini" ikrar ederse; azâd edilene kadar sorumlu tutulmaz.. Azad edilince onu öder.

O köle, azâd olmadan önce, bir kefil alır ye bir adam, onun borcu­nu öder; alacak sahibi de o köleyi satın alarak, onu azâd eder veya azad etmeyip onu yanında tutarsa; kölede olan alacağı bâtıl olur.

Fakat, kefilinden kölenin en az kıymetini alır.

Köleyi satın almasa da, efendisi, köleyi ona bağışlayıp, ona teslim eylese; bu alacaklının, hem kölede, hem de -kefilinde olan alacağı bâtıl olur.

Şayet, bağış yapan zat, bağışından vaz geçerse; borç, ebediyyen avdet eylemez.

Bu, İmâm Muhammed (R.A.)'in kavlidir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre ise, hibeden dönülünce, borç da av­det eder. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, kölesine ticâret izni verdikten sonra, onu ticâretten men eder; sonra da tekrar izin verir; bu kölenin elinde de bin dirhemi bulu­nur ve onu önceki izninde kazandığı bilinir; köle de "onun, filan ada­mın emâneti olduğunu" veya "onu, filan adamdan zoraki aldığını" söy­ler; efendisi de bu sözleri yalanlarsa, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu durumda, kölenin ikrarı sahih olur.

İmâmeyn'e göre ise, sahih olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, kölesine ticâret izni verdikten sonra, onu ticâretten men eder; sonra tekrar izin verir ve o kölenin elinde, bin dirhemi bulunur; onun da önceki izinde kazandığı bilinir; köle de, "onun, filan adamın emâneti olduğunu" söylerse; o musaddaktır (= doğrudur).

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir.

İmâmeyn'e göre ise, ona inanılmaz. Ve, o bin dirhem, efendisinin-dir. İkrar olunan şahıs köleyi takip eder ve azâd olduktan sonra ondan alır.

Keza, ikinci izinde, köle bin dirhem borçlanırsa, elindeki bin dir­hem, ikrar eylediği adamın olur.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre bu böyledir.

İmâmeyn'e göre ise o bin dirhem efendisinindir. Mebsût'ta da böyledir.
En doğrusunu bilen Allahu Teâlâ'dır. [8]