4- İZİNLİ KÖLENİN BORÇLANMASI İLE İLGİLİ MESELELER

Borçlar üç türlüdür:
1- Köleye ait borçlar. Buna istihlak borcu derler.
2- Ticaretle ilgili olmayan borçlar.

Bir kadına cima etmenin veya efendisinin müsaadesi olmadan, bir kölenin, bir kadını nikahlayıp, cima etmesi karşılığı olarak verilecek mehir parası...
3-  İhtilaflı borçlar.

Bu da ahş-veriş sebebiyle olan borçlardır.

Ve bunlar satmak, satın almak, bir malı icara vermek veya icarla-mak, zoraki alınan, emânet bırakılan şeyi emânet alanın inkar etmesi, nikahladığı kadının mehri ve bunlara benzer şeyler gibi borçlardır.

Bir adam, kölesine, ticaret yapması için izin verdiğinde, o köle, başka bif köleyi satıp, yerine bir köle alır; satın aldığı o kölenin de bor­cu olur; alacaklılar da hâkime şikayet ederek, alacaklarını isterlerse; bu kölenin hazırda bir malı bulunması hâlinde, hâkim, onun alacaklılara verilmesine hükmeder.

Eğer, malı bulunmaz ve bu köle de hazırda olmazsa, onun gelmesi beklenir. Geldiği zaman, hâkim, borcunu Ödemesini bu köleye emre­der. Ve bir müddet verir. Bu müddet tamam olana kadar, köle borcunu ödemezşe, bu köle satılır. Parası ise, alacaklılarına verilir. Zehıyre'de de böyledir.                            

Eğer izinli köle, efendisinin sattığı köleyi, satın alırsa; alacaklı­lar, alacağını o kölenin efendisinden isterler. Muğnî'de de böyledir.

Şayet köle, borcunu ikrar eder; hâkim de onu tasdik eder ve kö­leyi satarsa; —her ne kadar, kölenin efendisi kabul etmese bile— bu kö­lenin parası, alacaklılarına verilir.

Bundan sonra, bir adam gelip, beyyinesi ile, "o kölede alacağının olduğunu" söyler; diğer alacaklılar da bunu kabul etmezlerse, onlar bir şeyle cebredilmezler.

Fakat onlar, alacak iddiasında bulunan şahsa, birşeyler verirlerse; o caiz ve helâl olur.

Şayet, köle satılmadan önce, hazırda olmayan alacaklı gelip, ala­cağını isbat ederse; onun da hakkı —hissesi kadar— kendisine verilir. Mebsût'ta da böyledir.

Hâkim, borcundan dolayı bir köleyi satar veya kendi satmaz da muavini satar ve parasını da alacaklılarına verirse; —köleyi satın alan şahsın, bu kölede bir kusur bulması hâlinde,— o müşteri, köleyi hâkime veya onun muavinine geri veremez.

Keza,.hâkim veya muavini, sattığı kölenin parasını alıp, onu za­yi eder ve satılan o köleye de bir başkası hak sahibi olarak çıkarsa; yi­ne, bu köleyi satın alan müşteri, hâkime veya onun muavinine müraca­at edemez.

Şeyhu'l-İslâm Hâher-zâde şöyle buyurmuştur:

Hâkim, muavinine, "borcundan dolayı, izinli bir kölenin satılmasını" emreder ve bu köle satılıçsa; parası alacaklılara verilir. Fa­kat hâkim: "Köleyi sat." der de, fazla bir şey sölemezse; bilginler bu hususta ihtilaf etmişlerdir.

Hâkim, muavinine: "Kölenin kusurunu söyleyerek sat." diye emir verir; muavin de satıp, parasını alırsa; bundan sonra bakılır: Eğer, son­raki satışın parası, önceki satışın parasından az ise, muavine bir şey ge­rekmez. Eğer fazla ise, müşterinin hakkı verildikten sonra, artan para kölenin alacaklılarına verilir. Zehıyre~de de böyledir.

Şayet, kölenin efendisi, ondan bir şey aldı ise ve bu kölenin hal-i hazırda kimseye borcu yoksa; sonradan da bir alacaklı meydana çıkar­sa; bu kölenin efendisinin aldığı, efendinin olur; onu tazmin etmesi

Eğer, bu kölenin alacaklısı, sonradan gelmez; daha önce bulunur­sa; bu durumda kölenin efendisi, bu köleden aldığı parayı, kölenin ala­caklısına verir. Aldığı para, ister duruyor olsun, isterse zayi olmuş bu­lunsun farketmez. Muğnî'de de böyledir.

Şayet, kölenin efendisi, köleden bin dirhem alır ve onu da zayi eder; kölenin de üzerinde beşyüz dirhem borç bulunur ve sonra bir ala­caklı daha çıkarsa; efendisi bin dirhemi ödemek için, köleyi satar. Meb-sût'ta da böyledir.

Kazanç sebebiyle borçlanan kimseden, bağış ve sadaka kabul edi­lir. Bu, ister borcunu ödemeden önce, ister sonra olsun farketmez. Kâ-fî'de de böyledir.

Şayet izinli köle, "beşyüz dirhem borcunun olduğunu" ikrar eder; sonra da, efendisi kıymeti bin dirhem olan bir köleyi ondan alır; bun­dan sonra da alacaklı alacağını isterse, efendinin aldığı köle ondan alı­nır ve satılıp, parası alacaklılara verilir.

Eğer, kölenin efendisi, önceki adamın alacağının yerine, o köleyi verirse; diğer alacaklılar kölenin efendisini da'vâ edemezler.

Eğer, kölenin efendisi, önceki alacaklıya köleyi vermez; o da ala­cağını bağışlar; sonra da kölenin başka alacaklılarım isterlerse; bu köle onlara teslim edilir. Onlar satıp, paralarını aralarında taksim ederler. Muğnî'de de böyledir.

Bir adam, hayvanını, bir başkasına belirli yere gitmek için, âri-yet olarak verir; adam da başka yere gider ve o hayvan zayi olursa; onun yerine, tazminat olarak kölesi satılır. Zehıyre'de de böyledir.

Me'zun bir köle, efendisinin izniyle, bir kadın nikâhlar ve ona dâhil olursa; bu köle, mehir borcu için satılabilir.

Sonra da hâkim, alacaklılarına ve efendisine onun satılması için, onların iznini şart koşar. Muğnî'de de böyledir.

Bir adam, cariyesine ticâret izni verdikten sonra, bu kadına borç lâhık olsa; bilâhare de, efendisi ona bağış yapsa, sadaka verse veya ti­câretten ve başka şeyden kâr verse; işte o zaman, kadının alacaklıları, efendisinden bunları almaya haklı olurlar. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, cariyesine, ticâret için izin verdikten sonra, bu câriye, bir köle doğursa; bu çocuğa, borç sirayet eder mi? Ve annesi borç için satılsa; çocuk "da annesi gibi satılır mı?

Burda. iki durum vardır:

a) Bu çocuk, anne borçlandıktan sonra doğmuş olabilir.

b) Veya, borçlanmadan doğmuştur.

Şayet, çocuk, câriye borçlandıktan sonra doğmuşsa; o çocuk da, anası ile birlikte ve anasının borcu için satılır.

Ancak efendisi onun borcunu öderse, o müstesnadır. Muğnî'de de böyledir.

Bu kadın, üzerinde borç var iken doğum yapmış ise, borç çocu­ğa da sirayet eder. Alacaklılar, onları sattıkları zaman bedellerine or­tak olurlar.

Fakat, bu durumda, doğumdan önceki alacaklılar daha haklı olurlar.

Şayet, bu kadın, birini borçlu olmadan önce, ikinciyi de borçlu olduktan sonra olmak üzere, iki çocuk doğurursa; sonraki doğan çocu­ğa borç sirayet eder; öncekine sirayet etmez, Mebsût'ta da böyledir.

Kölenin ticârete izinli olduktan sonraki borcu, efendiye taalluk etmez. Elindeki kazancı, hariç... Çünkü, ona —her ne kadar, efendisi: "Bu, benim malımdır. Bu yüzden ticâret etti." dese bile— bu durumda borç, efendiye tealluk eder. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir adam, şahitler huzurunda, kölesine, ticâret için mal verir; köle de satar, satın alır ve borçlanır; sonra da elinde bir miktar mal ile Ölür ve onun, efendisinin malı olduğu bizatihi bilinmezse; o malın tamamı alacaklıların olur. Ondan, efendisine hiçbir mal gitmez.

Ancak bizatihi efendisine mahsus olan mal, onun olur. Bu, diğer alacaklılardan önce onun hakkı olur.

Keza, o şeyi, efendisinin malı ile aldığı açık belli olur veya efendisinin malını satmış olursa, yine o, efendisinin olur. Mebsût'ta da böyledir.

Şayet köle, sağlığında borç kendine lâhik olduktan sonra ikrar ederek, "o malın, efendisine âît olduğunu" söylerse; o mal, efendisine verilir. O malın verildiği, şahitler tarafından biliniyorsa, bu böyledir.

Ancak, onlar, "bizatihi efendisinin malı olduğunu" bilmiyorlar -sa; bu durumda, kölenin ikrarı sahih olmaz.

Eğer köle, "o malın, bir yabancıya ait olduğunu" ikrar ediyor­sa; ikrar kabul edilir.

Şayet efendisi, "o malın, kendisine âit olduğunu" isbat eder veya kölenin alacaklıları, böyle olduğunu kabul ederlerse, o malın efendinin olması daha haklı olur. Muğnî'de de böyledir.

Şayet, kölenin üzerinde, hem hemen ödenecek, hem de ya'deli ödenecek borcu bulunur ve bu köle, kazancından, hemen ödenecek bor­cunu efendisine verir ve sonra da vadeli borcunun, ödenme zamanı ge­lirse; bu durumda efendisi, önceki borcunu öder.

Şayet, köleyi önceki borcu için satmamişsa, sonraki borcu için satar.

Şayet, hemen alacağı olan zat, hâkime müracaatla, o kölenin, ken­di alacağı için satılmasını isterse; hâkim, onu satar ve alacağını ona verir.

Artanı da efendisine —va'deli borcunun günü gelince onu ödemesi için— verilir. Şayet, o mal, efendisinin elinde zayi olursa, onu tazmin eylemez. Bu durumda, sonraki alacaklı, önceki alacaklının aldığına or­tak olur. Eğer efendisi, kendisi zayi etti ise, onu ikinci alacaklıya taz­min eder. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bu köleyi, —hâkim değil de— efendisi, alacaklının rızasıyla sa­tarsa; işte bu satış caiz olur.

Sonra da bedelin yarısını, günü gelince efendi va'deli borcunun sa­hibine öder.

Vadeli alacaklı, kölenin yarı kıymetini aldıktan sonra, artık yapa­cağı bir şey kalmaz.

Hâl-i hazırda alacaklı olan şahıs da yarısını aldığına göre, ona da bir müracaatta bulunamaz.

Efendi, hâkimin ve alacaklıların izni olmadan köleyi satarsa; bu satış bâtıldır.

Şayet alacaklılar izin verirler veya hâkim borcuna hükmeyler veya parası borcuna kâfi gelmekte olursa; bu satış caiz olur; satar ve borçla­rını öder. Mebsût'ta da böyledir.
Şayet, alacaklılarının izni olmadan, borçlu kölenin sahibi, onu satar ve borçlarını ödemez; köleyi de müşteriye teslim ettikten sonra da alacaklılar gelip, alacaklarını isterler ve efendisinin satışını bozmayı ar­zu ederler; satan da, satın alan da huzurda olurlar ve bu alacaklılar sa­tışı bozarlarsa; bu durum hakkında, âlimlerimiz şöyle buyurmuşlardır: Onlar, satışa değil de parasına ulaşırlarsa; parası onlara ödenir. O tak­dirde, satışı bozamazlar. Şayet, alım satım yapanlardan birisi, huzurda yoksa, —ister satıcı olsun, ister satın alan olsun— bi'1-icma bu böyledir.

Şayet, satın alan hazır değil ve satan şahıs, köle ile birlikte hazırda iseler; akdi bozarlar.

Bu durumda alacaklılar, satıcıyı da'vâ edemezler.

Fakat, müşteri ile köle hazırda olur da, satıcı hazırda bulunmaz ise, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.): "Onların, müşteri ile bir husûmetleri olmaz." buyurmuşlardır. Muğnî'de de böyledir.

Şayet alacaklıların, müşteriye ve köleye güçleri yetmeyip, satıcı­ya güçleri yeterse, kölenin kıymetini ona tazmin ettirirler (= ödetirler).

Kölenin kıymetini ödettikten sonra, her alacaklı hissesi nisbetinde alacaklarını aralarında pay ederler.

Bu şekli yaptıktan sonra, kölenin satılması caiz olur. Köle, alacak­lı için satılmış gibi olur ve köleye karşı yapacakları bir işlem kalmaz.

Kölenin satılmasına, alacaklıları izin verdikten sonra, paralarını da alınca, bu durumda satıcı, kölenin kıymetinden kurtulmuş (= berî ol­muş) olur.

Alacaklılar, alacağını almadan önce, kölenin parası efendisinin yanında zayi olursa; alacaklıların malı olarak zayi olmuş olur. Satıcısı, bedelinden berî olur.

Efendisi, borşlu köleyi azâd ederse; alacaklılar, bütün alacakla­rı için ona tabî olurlar.

Şayet alacaklılar, kölenin parası zayi olduktan sonra satışa izin verirlerse; bu icazetleri sahih olur. Zayi olan parada alacaklıların malı olarak zayi olmuş olur.

Bu, zâhirü'r-rivâye'de boledir.

Şayet, alacaklıların bir kısmı kölenin kıymetinin tazminini ister, bir kısmı da parasını ihtiyar ederlerse; onların istediği gibi olur.

Bundaki fayda şudur: Kıymetinin, parasından çok olmasıdır. Kıy­metini isteyenlere, kıymeti üzerinden alacakları nisbetinde hisseleri ve­rilir. Parasını İsteyenlerin de, parasından, alacakları nisbetinde hissele­ri verilir.

Alacaklı dört kişi olduğunda, onlardan birisi, kadının kıymeti­nin dörtte birini, isterse, onu alır. Diğerleri de, parasının (bedelinin) dörtte üçünü alırlar. Artan olursa, o da varislerine verilir.

Alacaklıların bir kısmı, satışa izin verir; bir kısmı da ibtâlini is­terse; ibtâli evlâdır. Bu durumda, o kölenin satılması caiz değildir. Mu-hıyt'te de böyledir.

Alacaklılar, şayet satıcı ile alıcıyı elde ederler de, köleyi elde ede­mezlerse; bu durumda, onlar muhayyerdirler: İsterlerse, kölenin kıymetini satıcıya tazmin ettirirler; isterlerse, satın alana tazmin ettirirler.

Şayet, bu kölenin kıymetini müşteriye ödetirlerse; o, verdiği para için satıcıya müracaat eder.

Eğer satıcıya müracaat edip, kölenin parasını ona ödetirlerse; satış caiz olur ve her hangisi öderse, diğeri tazminattan berî olur. Ona ebedi­yen tazminat gerekmez.Muğnî'de de böyledir.

Şayet, alacaklılar, onun kıymetini, satıcıdan veya alıcıdan aldık­tan sonra, o köle meydana çıkar ve alacaklılar, onu almayı murad ede­rek aldıkları bedeli, aldıkları adama geri verirlerse, duruma bakılır: Eğer, kölenin kıymeti alacaklıların zannettikleri gibi olur ve kıymetini iddia ettiklerini de beyyineler; efendisi de yemin etmekten kaçınırsa, onu efen­disine geri verirler. Muhıyt'te de böyledir.

Bir efendi, kölesini azâd eder ve azâd ettiği bu köle de, izinli kölenin kölesi olur; bu me'zun köle de borçlu bulunursa; bu durumda, efendinin azâd etmesi geçerli olur mu? Burda iki durum vardır:
1- Me'zun kölenin borcu çok ve bu borcu, kendi kıymetini ihata etmiş olabilir.
2- Bu kölenin borcu az olabilir.

Şayet, onun borcu az ise, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.), önceleri: "Azâd etmesi geçerli olmaz." buyurmuştu; sonra: "Geçerli olur." buyurmuştur.

Şayet borç fazla ise, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.): "Geçerli olmaz." buyurmuştur.

İmâmeyn ise: "Her durumda geçerli olur." buyurmuşlardır.

Bu mes'eledeki ihtilaf, diğer bir mes'elenin fur'unda da vardır:

Kölenin borcu, efendisini kazancından men ediyor mu? İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin bir kavlinde: "Şayet çok borçlu ise, ediyor; az borçlu ise, bu hususta iki kavli vardır. Önceki kavli, "men ediyor." diğer kav­li ise: "Men etmiyor." şeklindedir.

İmıîıeyn'in kavilleri ise: "Şayet borç çok olsa bile efendiyi men etmi­yor. Fakat, efendi me'zun köleyi ticaretten men ediyor. Bize göre, me'-zun kölenin kendi kazancından olan köleyi, efendisi azâd ederse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, tazminat gerekmez; İmâmeyn'e göre ise, ister fakir olsun, isterse zengin olsun tazminat gerekir!

Ancak, efendi fakir ise, alacaklılar azâd edilen kölenin kıymetine tâbi olurlar. Muğnî'de de böyledir.

İzinli bir köleyi, borç ihata ettiğinde; efendisi, elindeki malının tamamını alarak, onu azâd eder; o malı da zayi ettikten sonra, alacaklı­lar borçlu köleye müracaat ederek, alacaklarını alırlarsa; bu köle efen­disine müracaat eder ve ondan verdiğinin kıymetini —efendisinin elin­de mevcut olması halinde— alır. Fazla olanı yine efendisinin olur.

Bu me'zun köle, borç ödemez; fakat alacaklıları, ona alacakla­rını ibra ederse (= alacaklarından vazgeçerlerse) bu durumda, o, efen­disine bir şey için müracaat edemez.

Keza, bir efendi, cariyesini, ondan mal ve çocuğu ile diyetini alarak azâd eder ve bu câriye doğumdan ve cinayetten önce borçlu olur; sonra da alacaklıları gelirlerse, bu durumda efendisi, onun borcunu ödemeye cebredilir; fakat çocuğu ve diyeti vermeye cebredilmez. Eğer onu azad etmemişse bu böyledir.

Fakat azâd etmişse, onun parasını da, elinin diyetini de öder.

Şayet, cariyenin efendisi onu azâd etmiş ve alacaklılar da —onun kıymeti için— efendiye müracaat etmiş; sonra da, onun borcu için, ço­cuğu satılmış ve efendiden diyet bedelini de almışlar ve bilâhare de ka­lan alacakları için cariyeye müracaat etmişlerse; bu durumda alacaklı­lar, muhayyerdirler: Dilerlerse, bütün alacakları için cariyeye baş vu­rurlar. Ondan, alacaklarını alınca, çocuğu efendiye teslim ederler. Elin diyetini de almazlar. Ve hiç bir şey için efendiye müracaat etmezler. Câ­riye ise, efendisine verdiği mal için müracaat eder ve onu alır.

Keza, efendisi, cariyeyi, alacaklıları için satıp parasını da alır; sonra da cariyeyi satın alan müşteri, onu azâd ederse; alacaklılar yine muhayyerdirler: Dilerlerse, cariyenin bedelini, efendisinden aldıktan son­ra, artan alacakları için cariyeye başvururlar, isterlerse; bütün alacak­ları için ona müracaat ederler. Alacaklarını, ondan tam alınca, efendi­sinden aldıkları parayı geri ona verirler.

Keza, bir efendi, cariyesini mükâtebe eder; alacaklarının da bu­na izni bulunursa; bu alacaklılar, efendinin kitabet bedeli olarak aldığı­nın tamamını alırlar ve bu cariyeye —mükâtebe olduğu müddetçe— bir müracaatta bulunamazlar.

Efendisi, kitabet bedelinin tamamını alır ve o azâd olmuş olursa; artık, alacaklılar muhayyerdir: İsterlerse, kitabet bedelini efendiden alıp, artan alacakları için cariyeye müracaat ederler. İsterlerse, bütün alacak­larını cariyeden alırlar.

Şayet, bütün alacaklarını cariyeden alırlarsa; efendisinden aldıkla­rı kitabet bedelini ona geri verirler. Mebsût'ta da böyledir.

Câmiû'i-Fetâvl'da şöyle zikredilmiştir:

Me'zun bir kölenin, dört bin dirhem borcu olur; üçbin dirhem kıy­metinde de eşyası bulunur ve onu efendisi telef edip, o köleyi de azâd ederse; bu takdirde alacaklılar muhayyerdirler: Eğer dilerlerse, azâd olunana dört bin dirhemleri için müracaat ederler; o da üç bin dirhemi için, efendisine —eşyalarının kıymeti için— başvurur. Dilerlerse, dört efen­diye, dört bin dirhemi tazmin ettirirler; o ise, köleye bir şey için başvu-ramaz. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Şayet efendi ile alacaklılar arasında ihtilaf çıkar ve alacaklılar, efendiye: "Sen, onu azâd eyledin. Onun kıymeti bizimdir ve senin üze­rindedir." derler; efendi de: "Ben azâd eylemedim." derse; bu durum­da efendinin sözü geçerli olur. Ve köle, borcu için satılır. Onların "azâd eyledin." diye ikrarları, kölenin berâtını gerektirmez.

Bu ikrardan sonra da kölede alacakları aynı kalır ve bu köle, bor­cu yüzünden satılır. Alıcıların sözlerine iltifat edilmez. Zehıyre'de de böyledir.

Borçlu olan izinli bir köleyi, efendisi, alacaklılarından izin alma­dan satar; müşterisi de onu teslim almadan önce, azâd ederse; o köle olarak bekletilir.

Şayet alacaklıları satışına izin verirler veya efendisi onun borcunu öder yahut alacaklıları, alacaklarını teberru ederlerse; müşterinin onu azâd etmesi geçerli olur.

Şayet alacaklılar buna razı olmazlar; efendisi de borcunu ödemez-se; müşterinin itki (- azâd etmesi) geçersizdir. Bu köle, borcu yüzün­den satılır.

Amma müşteri, köleyi teslim aldıktan sonra, azâd ederse, o zaman azadı geçerli olur.

Müşteri teslim aldıktan sonra, azadı geçerli olunca; artık alacaklı­lar bu durumda muhayyerdirler: Dilerlerse, kölenin satılıp paralarının alınmasını talep ederler. İsterlerse, kölenin parasını, satıcıya tazmin et­tirirler. Müşteri de, kölenin, bedelini, satıcıya teslim eder. Muhıyt'te de böyledir.

Eğer müşteri, köleyi azâd etmeyip, satar veya bağışlar ve onu tes­lim eder ve bizim vasfeylediğimiz gibi, önceki satış tamam olursa, (ala­caklılarının izni veya borcunu ödemesi gibi...) müşterinin yaptığı caiz olur.

Eğer efendisi, satmaz da bağış yapar ve onu da bağışladığı zata teslim eder; sonra da alacaklıları, efendisine, onun borcunu tazmin ettirirler-se; bağış geçerli olur.

Şayet bağış yapan şahıs, —hükümle veya hükümsüz olarak— ba­ğıştan vaz geçer; köleyi de ona teslim ederse; o adamın kıymet ödemesi gerekmez. Alacaklıların ödemesi de gerekmez. Bu durumda, alacaklı­ların, köleye karü yapacağı bir şey yoktur.

Şayet, bu kölede, kıymetini noksanlaştıracak bir kusur bulunursa; alacaklının onu verip, kıymetini alması hakkı vardır.

Şayet rücûdan ve hibeden dönüşten sonra, kusurunu bilmeden ön­ce, kabul eder veya müdebbere eder, yahut bir hâdise çıkar ve köle ile kıymetinin taksimi arasında bir fark ve meydana çıkan bir arıza olursa, borçlu bu kölenin kıymetini alır.

Kölenin sahibi, hibeden döndükten sonra, bu kusurunu bilme­den veya onu müdebber yapmadan yahut ona bir ayıp dokunmadan önce olursa, onu alacaklılara reddeder. Onlar, alacakları için, o köleyi satarlar. .   '   Şayet, bu durum cariyede olur ve ona şüphe ile ona cima yapılırsa, mehir gerekir. Bu yüzden de, alacaklıların o cariyeye bir yollan olmaz. Eğer efendi, köleyi satar; müşteri de kaybolursa; bu durumda alacaklı­lar, onu efendiye tazmin ettirirler.

Sonra da müşteri, kölede bir kusur bulursa; noksanı için satıcıya müracaat eder. Satıcı ise, o yüzden alacaklılara müracaat edemez. Fa­kat, o kusurun noksanlığı kadar için, alacaklılara başvurur. MebsûTta da böyledir.

Me'zun bir köle, kendi kazancından, efendisine kıymeti nisbe-tinde bir şey satsa, bu caiz olur.

Şayet, borçlu İse, böyledir; borçlu değilse bu caiz olmaz. Eğer köle, satılan şeyi, efendisine parasını almadan önce teslim et--misse, onun bedeli efendisinden sakıt olmaz. MuhiyCte de böyledir.

Me'zun bir köle, efendisine bir şeyi noksan fiatla satarsa; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu noksanlık ister fazla ister az olsun, caiz olmaz.

İmâmeyn'e göre ise, her haliyle caiz olur. Fakat, efendi muhayyer­dir: Dilerse, o noksanlığın karşılığını tenzil eder (= düşürür). Dilerse satışı bozar. Söylediğimiz bu söz, bazı âlimlerip izin de kavlidir ve bu­na "sahihdir." denilmiştir. Kifâye'de de böyledir.

Üzerinde borç bulunan, me'zun bir köle, yabancıya satış yapar­sa; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu satış caiz olur. îster o sattığı kıy­meti kadar olsun; ister onun kıymetinde aldanma olsun veya olmasın, yabancıya: "Kıymetini tamamla." diye emredilmez.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, aslolan me'zun köle, yabancı ile ya­pacağı tasarrufa yetkilidir.

İmâmeyn'e göre ise, şayet müşteriye, kıymeti karşılığı satmış veya az bir aldanmakla satmışsa; o zaman, o müşteriye: "Tamamla..." diye em­redilmez. Fazla derecede aldanmışsa, o müstesnadır. Muğnî'de de böyledir.

Me'zun bir köle, ticâret malından alım-satım yapar ve bir kısmı­nı gizler; bunu da efendisinin ölüm hastalığında yapar; sonra da efen­disi ölürse, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre —emsalinde halk aldansın veya aldanmasın— bu caizdir. Eğer bu, efendinin malının üçte birin­den fazla değilse bu böyledir.

Şayet fazla ise, müşteri muhayyerdir: İsterse fazlalığı öder; isterse, satışı bozar

Bu hâl, efendinin sağlığında olursa her haliyle caiz olur. Bu söylediklerimizin tamamı, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavlidir. İmâmeyn'in kavli ise: Eğer me'zun, halkm aldanmiş sayacağı şekil­de, noksana satmışsa, bu satış her ne kadar, müşteri: "Ben parasını öde­dim." dese bile, bu caiz olmaz. Söylediklerimizin tamamı, köle borçlu olmadığı zamanda böyledir.

Şayet bu köle borçlu olur ve kıymetmi kuşatacak kadar, borcu bu­lunursa; aldanma, ister az; ister çok olsun, yine kölenin borcu olmadığı durumdaki cevap geçerlidir. Muhıyt'te de böyledir.

Şayet, köle değil de efendisi borçlu olursa, burda iki durum vardır:

Bu borç, efendinin malının tamamım ihata edebilir.

Veya tamamını ihata eylemez.
Şayet, tamamım ihata eder; me'zun köle de alım-satım yapar; sat­tığım müşteriye teslim etmez ve az olsun, çok olsun aldanmış bulunur­sa; onu, müşteriye vermez; değilse müşteri muhayyerdir: İsterse, o noksanlığı tamamlar; isterse satışı bozar. Bi'1-icma bu böyledir.

Eğer aldanma fazla ise, mes'ele ihtilaflıdır: İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, müşteri muhayyerdir. İmâmeyn'e göre ise, muhayyer değildir.

Eğer efendi çok borçlu değilse, izinli tarafından yapılan satış caiz­dir. Noksanlık, ister az olsun, isterse çok olsun bu böyledir.

Şayet, malın üçte birini geçmez ise, borç ödendikten sonra, köle­nin satması efendinin satmasrgibi olur.

Eğer efendinin malının üçte birisinden çıkarılır ve vârisler de izin verirse; cevap —kölede borç olsun veya olmasın— aynıdır. Keza, efen­di de borçlu olsun veya olmasın cevab aynıdır. Muğnî'de de böyledir.

Bir efendiye, me'zûn kölesi, kendi kıymetinde veya daha az bir kıymette bir şey satsa; bu caiz olur.

Parasını almadan önce, o şeyi teslim ederse; o bedel bâtıl olur.

Bedel bâtıl olunca da, ona bedelsiz satmış gibi olur. Ve bu satış, caiz olmaz. Bedelin butlanından murad, tesliminin butlanıdır. Ve kar­şılıklı taleptir. Efendi, satılan şeyden nc'at (= dönüş) ister. Cevheretü'n-Neyyire'de de böyledir.

Şayet efendi, sattığını bedeli ödenene kadar yanında tutarsa; bu caiz olur.

Mükâtebin satması da böyledir. Kâfi'de de böyledir.

Eğer bedel yer ise, efendi o yeri köleden talep eder. Bu da caiz­dir. Muğnî'de de böyledir.

Eğer, bir me'zun köle efendisine, bir eşyasını, onun bedelinden aza ve çoğa satarsa; efendinin fazlalığı vermesi yoktur. Efendi muhay­yerdir: İsterse, satışı bozar; isterse, onun kıymetinden fazla olanı dü­şer. Kâfî'de de böyledir.

Me'zun bir kölenin borcu bulunduğunda, efendisi yanında olan bir elbiseyi ona satarsa; o elbisenin bedeli, efendi için bir alacak olur. Köle satılır; önce efendisi alacağını alır; artan ise, diğer alacaklılarının olur. Şayet kıymetinden noksan ise, o nîsbet bâtıl olur. Taterhâniyye'de de böyledir.

İki ortak kölenin borçları olur ve bu borcun bir kısmı hemen öde­necek, bir kısmı da va'deli borç olur ve bu kölelerin efendisi, bunlar­dan birini, diğerine bağışlarsa; ortağı, o bağışı bozar.

Borçlu, iki köleden birine, kıymeti bin dirhem olan kölenin biri­ni satar; diğeri de teslim almadan önce veya sonra satışı bozar yahut bedelini aralarında taksim ederse; müşterinin borcundan bir şey bâtıl olmaz.

Eğer me'zun kölenin borcu, va'deli ise, efendisi de borç sahibine diğerini kıymetinden aza veya çoğa satarsa; parası efendinin olur. Bor­cunun va'desi tamam olunca, o zaman, eğer bedel efendinin yanında duruyorsa; alacaklılara verir; yoksa, alacaklıların efendiye karşı yapa­cağı bir şey yoktur.

Eğer kölenin müşteriye olduğu gibi, başkasına da borcu olur. ve va'desi gelirse; müşteri, onun yarı bedelini, diğer alacaklıya öder ve ona teslim eder.

Şayet diğeri, onun aldığına ortak olur ve onu, köle efendisine tes­lim eylemiş bulunursa; ortağı gelince, efendisinden hissesini alö>. Meb-sût'ta da böyledir.

Bir efendinin, izinli kölesini satma hakkı yoktur.

Ancak, alacaklıları satılmasına izin verirler veyaefendisi onun bor­cunu öderse, o zaman satabilir. Veya hâkim satılmasına emir verirse, o zaman satabilir. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.Şayet, kölenin üzerindeki borç va'deli olur ve efendisi de onun borcunun günü gelmeden, onu satarsa; satışı caiz olur. Çünkü, va'de, efendiyi satıştan men etmez.

Borcun zamanı gelince, borç sahibfsatıüı nakzedemez (= bozamaz). Fakat, efendisine kölenin kıymetini tazmin ettirir. Fetâvâyi Kâdihân'da da böyledir.                                                            

Borçlu ve me'zun bir köleyi, efendisi azâd ederse; onun azadı caiz olur. Ve, onun kıymetini, efendisi, alacaklısına öder.

Eğer borcu, kıymeti kadar veya daha az ise, alacaklı kalan şahıs, alacağını, o azâd edilen köleden ahr.

Şayet, borcu, kıymetinden az ise, o miktarı köle alacaklısna öde­tir. Kâfî'de de böyledir.

Me'zıın köle, borçlu olmaz da, hatâen hür bir adamı veya hatâ-en bir köleyi öldürmüş bulunur; efendisi de onu azâd ederse; efendisi­nin,  onun cinayetini bilmekte olması hâlinde, o diyetini vermekle muhtardır.

Şayet ölen hür ise, tam kıymetini öder. Şayet cinayetini bilmiyor ise, kölesinin kıymetini borçlanır. Şayet kıymeti onbin dirhem ediyorsa ondan on dirhem noksan öder. Mebsût'ta da böyledir.

Me'zun bir köleyi borç kuşatmış ve bir o kadar da cinayeti bulu­nur ve efendisi de bilmeyerek onu azâd ederse; önce, alacaklılara, onun tam kıymetini borçlanır. Ancak, o, on bin dirhemden fazla ise, kıymeti ondan on dirhemini düşer. Tehzîb'de de böyledir.

Efendi, müdebber veya ümm-ü veled'e ticaret izni verir ve ikisi­ne de borç isabet eder; efendisi de onu azad ederse; onun borcunu taz­min etmez. Müdebberin de, ümm-ü veledin de kıymetlerini ödemez. Kâ­fî'de de böyledir.

Bir efendi; kendi kıymetini içine alacak kadar borçlu olan bir izinli kölesinin cariyesini azâd eder; sonra da bu köle, borcunu öder veya ala­caklıların tamamı yahut bir kısmı, alacağından vaz geçerler ve böylece kıymeti, borcuna kâfi gelir; elinde de, biraz fazlalık kalırsa; bu efendi­nin, cariyeyi azâd etmesi caiz olur.

Tamamen borçlu yani borcu, her şeyini kuşatan me'zun bir kö­lenin cariyesini, efendisinin satması bâtıldır.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavlidir.

Bundan sonra?* efendisi cariyeye cima eder ve bu câriye bir çocuk doğurur; efendi de onu iddia ederse; iddiası caizdir.

O takdirde, bu efendi, çocuğun kıymetini alacaklılarına tazmin eder. Sonra da, bu câriye hür olur. Alacaklıların haklan, ondan sakıt olduğu için, efendinin cariyeye mehir vermesi gerekir. Mebsût'ta da böyledir.

Bir efendi, borçlu olan me'zun kölesini müdebber eylese; bu ted­biri caiz olur.

Şayet alacaklıları, onun tedbirini bozdurmazlar ise, onlar muhay­yerdirler: Dilerlerse, o kölenin bedelini efendisine ödetirler. Dilerlerse, köleye borcunu ödemesi İçin genişlik tanırlar. Kölenin müdebberliğini bozduramazlar.

Bunlardan hangisini ihtiyar ederlerse, diğeri ile ilgili hakları bâtıl olur.

Şayet efendisine, kölenin bedelini ödetirlerse, artık köleye o azad olana kadar, bir yollan yoktur. O, hâli üzere me'zun olarak kalır.

Eğer köleye genişlik tanırlarsa yine köle me'zun olarak kalır.

Me'zun kalınca da bir şeyler alıp satarsa ve yine çok borçlanırsa, bunlar için de köleye alacakları için genişlik vermek vardır. Bunların, kölenin efendisine —müdebber olmadan önceki alacaklıların hilâfına— bir yollan yoktur.

Bu durumda efendi, onun kıymetini önceki alacaklılara öder.

Sonraki alacaklılar, köleye genişlik tanıyınca, artık köle çalışıp, on­ların borçlarını öder. Önceki alacaklılar da efendisine fazla ve noksan olmamak üzere, onun kıymetini efendisine tazmin ettirirler.

Şayet kölenin genişliğinden (yâni çalışıp, kazanmasından) artan olur­sa; o artan, efendinin olur. Onun kıymetini ödeten alacaklıların olmaz. Muğnî'de de böyledir.

Bir köleye, üç kişiden, üçbin dirhem borç ulaşsa (yâni, kölenin, üç kişiye üçbin dirhem borcu olsa) kendi değeri ise bin dirhem olsa; sonra da, bu köleyi efendisi müdebber eylese, bu durumda bazı alacaklıların kölenin satılmasını; bazılarının da, ona ruhsat tanınmasını isteme hak­ları vardır.

Eğer, ikisi tazminat isterlerse, onlara kölenin kıymetinin üçte ikisi vardır. Efendi, onlara kölenin kıymetinin üçte ikisini öder.

Köleye genişlik tanıyan ise, kölenin sonradan kazandığından alır. Önceki iki kişi, bu durumda, ona ortak olamazlar. Genişlik isteyen şa­hıs da, kendi hissesini efendiden isteyip alır veya arkadaşlarının aldığı­na ortak olursa; böyle yapmaya hakkı yoktur.

Keza önceki iki kişi, tazminatı ihtiyar edince, onların da kölenin satımını isteme-hakları —efendisi onun bedelinden hisselerini verince— ortadan kalkar.

Şayet, bundan sonra me'zun köle, yine alım-satımına devam eder ve kazancının yanında, yine borçlanırsa; artık kölenin kazancı, köleye genişlik tanıyan önceki bir alacaklı ile sonradan olan alacaklıların olur. Daha önce, efendisine tazminat yaptıranlara, bir şey yoktur. Mebsûl'ta da böyledir.

Şayet alacaklılar, efendisinin, o köleyi mükâtebe yaptığını bil­miyor olurlar ve bu köle de kitabet bedelinin tamamını efendisine öde­yerek azâd olursa; artık alacaklılar muhayyerdirler: Dilerlerse, kölenin kıymetini efendisine ödetirler ve onun aldı' ı kitabet bedelini ondan alıp aralarında hisseleri nisbetinde taksim ederler.

Eğer alacakları daha fazla ise, bu defa da köleyi takip ederler ve kalan alacaklarını ondan alırlar.

Eğer dilerlerse, bütün alacaklarını, köleden alırlar.

Eğer bütün alacaklarını köleden alınca, kölenin kıymeti olan kita­bet bedelini efendiye teslim ederlerse; köle, hiç bir şey için, efendisine müracaat edemez. İster, fazla olsun; ister noksan olsun, bu böyledir.

Eğer mükâtep, kitabet bedelinin bir kısmım ödeyip bir kısmı ge­ride kaldıktan sonra, alacaklılar gelirlerse; isterlerse, onun kitabetini boz­dururlar ve bu köle borcu için satılır.

Şayet kitabetini bozdurmazlar ve ona izin verirlerse; kitabeti caiz olur. İzinden önceki, efendinin aldığı kitabet bedeli ve geride kalan ala­cağı hisselerine göre alacaklıların olur.

Şayet, izinden önceki aldığı, efendinin yanında zayi olmuş sonra da, alacaklılar, ona kitabet izni vermişlerse; bu kitabet, yine caizdir.

Bu durumda efendi önceki aldığını tazmin eylemez.

Eğer alacaklıların bazıları kitabetine izin verir de, bazıları reddederse; bu durumda —onlar da izin vermedikçe— kitabet caiz olmaz, şayet alacaklılar, onun kitabetini irâde ederler; efendisi de onların alacağını öderse, artık onlar,  kitabeti reddedemezler.  Muhıyt'te de böyledir.

İzinli bir köleyi, efendisi, şayet borcu va'deli ise, hizmetinde kullanabilir.

Eğer borcu hâl-i hazırda ödenecekse, alacaklıları ona mâni olurlar.

Keza, kölenin borcu va'deli ise yolculuğa çıkabilir, tcâresi ve rehni de böyledir. Mebsût'ta da böyledir.

Borçlu bir köleyi, efendisi jbir şahsa satar; o şahıs da, onun borçlu olduğunu bildirirse; alacaklıları o satışı reddederler.

Bunun te'vili: Şayet alacaklılar, onun bedelini almamış iseler, bu böyledir.

Fakat, parasını kendileri almış olurlar ve satışta da —noksana sat­ma gibi— bir arıza bulunmazsa; artık onlar, satışa mâni olamazlar.

Sahih olan kavle göre: Satılan kölenin parası, alacaklılara verilme­dikçe, onlar satışı reddederler. Ve bunu, alacakları sebebiyle böyle ya­parlar. Câmiu's-Sağır'de de böyledir.

Efendisi, borçlu köleyi satıp, onu müşteriye teslim ettikten son­ra, kaybolursa; müşteri, alacaklılarla muhâseme olmaz.

Eğer müşteri, borcu inkâr ederse; bu böyledir. Ve bu, İmâm Ebû Ha-nîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'in kavlidir.
Şayet müşteri, borcu doğrularsa; bi'1-icma alacaklılar o satışı reddederler.

Şayet satıcı huzurda oîur da, müşteri kaybolursa, bu durumda bi'l-icma müşteri hazır olana kadar, satıcı ile alacaklılar arasÖda husûmet yoktur. Fakat, alacaklılar onun bedelini, satıcıya tazmin ettirirler.

Kıymetini tazmin edince de satış caiz olur.

Artık efendinin, müşteriden kölenin parasını almasına bir engel kal­maz. Alacaklılar isterlerse, satışa izin verip, kölenin parasını kendileri alırlar. Tebjfn'de de böyledir.

İzinli kölenin borcu olmaz ve efendisi ona: "Bir adama, bin-dirheme kefil ol." diye emreder; köle de, kendisine kefil olduğu adama: "Şayet, filan sana olan bin dirhemi ödemezse; o bana aittir. Yâni ben ödeyeceğim." derse; tazminatı caizdir.

Keza: "Filan adam ölür; sana olan borcunu ödemezse; işte o be­nim aizerimedir." derse; bu da caizdir.

Şayet efendisi, onu satmak veya bağış yapmak suretiyle, mülkün­den çıkarır; sonra da, onun kefili olduğu adam, alacaklının alacağını vermeden önce, ölürse; bu durumda kendisine kefil olunan zata, o bor­cu ödeyince yapılan, satış ve bağış bâtıl olmaz. Mebsût'ta da böyledir.

Efendisi, izinli köleye, bir ev sattığında, bu köle borçlu değilse, bu satış caiz olmaz.

Eğer borçlu ise, satış caiz olur.

Şayet bedel kıymeti kadar veya daha az ise, şefî'in de şüf'a hakkı vardır.

Eğer kıymetinden fazla ise, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu sa­tış bâtıldır ve onda şüf*a da yoktur.

İmâmeyn'e göre ise, o fazlalık bâtıldır. Şefi de şüf'a hakkını —efendi razı olursa— alır. Yenâbi"de de böyledir.

Bir efendinin, izinli kölesini evlendirmesi caizdir. Tatarhâniyye'de de böyledir.

İzinli bir köle, bir câriye satın alır; kendisinin de borcu olmaz ve efendisi, o cariyeyi, ona nikahlarsa, bu nikâh caizdir. Bu köle, me'-zuniyetten çıkarılırsa, o cariyeyi satamaz.

Bundan sonraki borcu için de o câriye satılmaz.

îzinli bir köle, borçlu olduğu hâlde bir câriye satın alır; efendisi de onu, ona nikahlarsa; bu nikâh borç yüzünden caiz olmaz. O cariyeyi ve onun doğurduğunu borç için satabilir.

Şayet evlendikten sonra, borcunu öderse, bu caizdir. Ve bu durum­da, borcu yok gibi olur. Muğnî'de de böyledir.

Borçsuz bir me'zûn, efendisinin emriyle, birine bin dirheme ke­fil olduktan sonra, o köleyi, efendisi satarsa; —kefaletin nefs için ol­ması hâlinde— kefil olunan zat, o satışa mâni olur ve bozar. .

Şayet satışı bozmaz ise, köleyi nerde plursa olsun takip eder. Bur-da, müşteri için de bir kusur vardır: Dilerse, onu reddeder.

Eğer kefaleti, matlup bir nefsin yerine ise, matlup da borcunu öde­mezse, bu durumda müşteri, onu reddedemez.

Bu, kefalet şarttan önce ise, böyledir.

Eğer —onu satın alırken durumunu bilmiyor ise— şartın, mevcut olması hâlinde, müşteri onu reddeder.

Eğer bile bile aldı ise ebeden reddedemez. Mebsût'ta da böyledir.

Bir efendi, borçlu ve me'zun kölesini, alacaklıların izni ile satabilir. Şayet efendi parasını alır ve o elinde iken zayi olursa; alacaklıların

izniyle sattığı için, onların vekili hükmünde olduğundan, onların malı olarak zayi olmuş olur.

Fakat alacaklıların alacakları düşmez. Bunlar, köle azâd edilince, alacaklarını ondan alırlar. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir efendi, me'zun köleye: "Filan adam için, bin dirheme kefil ol.'' der; o da olur ve borçlu, borcunu mal sahibine vermeden önce ölürse; bu kölenin, o malı tazmin etmesi caizdir.

Şayet efendi, o köleyi mal sahibine bin dirheme veya daha aza sat­mış olursa; bu satışı caiz olur. O alacaklı, onun parasını, bedel olarak alır.

Kendisinden dolayı kefil olunan adam ölür ve efendisi, o malı öden­meden önce, bu köleyi satarsa; o şahıs, onun efendisine müracaat ede­rek, bu kölenin bedelini, —alacağının yerine— alır.

Eğer kölenin parası, efendide zayi edilirse; efendi bir şey ödemez.

Bir kısmı zayi oiursa; alacaklı, geride^kalan kısmını alır. Zayi olan kısım ise, sanki yokmuş gibi olur.

Şayet, efendide kölenin parası zayi dlur ve köleyi satın alan da, bu kölede bir kusur bularak onu geri verir; efendinin elinde de onun para­sından bir şey bulunmazsa; o köle, tekrar satılır.

Parası, bedeline müsavi olursa; olduğu gibi verilir.

Eğer önceki borçtan, fazla bir şey artarsa, onu efendisi alır.

Eğer noksan olursa artık satıcısından bir şey alınmaz. Mebsût'ta da böyledir.
En doğrusunu bilen Allahu Teâlâ'dır. [7]


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..