Müdârabe'nin Sahih Olmasının Şartları

Müdârabenin sahih olmasının bir çok şartlan vardır:
1) Bu şartlardan birisi: Sermayenin dirhemler veya dinarlar olmasıdır.
Bu, İmâm E]bû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû Yusuf (R.A.)'a göre böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.)'e göre dirhemler, dinarlar veya raic olan para ile müdârabe caiz olur.
Müdârabe malının sermayesi, raic olan dirhemler, dinarlar ve para­ların dışında bir şey olursa, bu durumda müdârabe bi'1-icma caiz değildir. Şayet müdârabe malının sermayesi, raic olan para olursa, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'e göre, bu caiz olmaz. İmâm Muhammed (R.A.)'e göre caiz olur.

Fetva da, "caiz oiması" üzerinedir. Kübrâ'da da böyledir.

Asi isimli kitabın rivayetine göre, altın ve gümüş darbedilmemiş ise, sermaye olarak caiz olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Kübra isimli kitap da zikredildiğine göre, tibr (= toz halinde veya külçe halinde  altın)  ile müdârabe hakkında,  ("caizdir."  ve  "caiz değildir." şeklinde) iki rivayet vardır.

Tibr ve onun parasının revacda olduğu her yerde, bunlarla müdâ­rabe caizdir. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Katkıntıh ve zayıf dirhemlerle müdârabe caizdir; kalp olursa caiz olmaz.

Dirhemler kalp olursa, müdârabe caiz olmaz.

Şayet kalp olan dirhemlerde, —fülüs gibi— revaçda ise, onlarla da ıüdarabe caiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adams diğerine bir yer veya bir köle vererek ona: "Bunu sat; arasını al, onunla müdârabe yap." der; o adam da, onu dirhemler veya linarlarla satar ve onu tasarruf etse, bu durumda müdârabe caiz olur. ierahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bu müdârip, bu köleyi, kıymeti bin dirhem olmasına rağmen, yüz lirheme satar; ve onunla çalışırsa, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu nüdârabe yüz dirhem hakkında caizdir. Mebsûf ta da böyledir.

Adam o köleyi, ölçülen veya tartılan bir şey karşılığında satarsa, mâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre bu satış caiz; müdârabe ise fasid olur. ^ünkü, müdârabe'de sermayenin ölçülen veya tartılan bir şey olması ahih olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, diğerine: "Kölemi sermayem olarak al; onun kıymeti nüdârabedir." derse, bu müdârabe fasiddir.

Eğer: "Kölemi va'deli olarak benden saün al; sonra da onu sat; sarası ile müdârabe yap." der; adam da, onu satın alıp, sattıktan sonra, snunla müdârabe yaparsa, bu caiz olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.
2) Müdârabenin sıhhat şartlarından birisi de; sermayenin, akid sırasında belli olmasıdır. Böylece sonunda münazaa olması önlenmiş >lur.

Sermâye sahibi, sözleşme esnasında söz veya sermayeyi belli etmeidir.

İmâm Muhammed (R. A.) "şöyle buyurmuştur:

Bir adam, diğerine müdârabe dirhemleri verdiğinde, o dirhemlerin ağırlığım ikisi ö.e bilmeceler, işte bu caiz olur. Çünkü, sözleşme sırasında, sermayede tesmiye bulunmazsa, işaret bulunmuş olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bu malın vasfı ve miktarı hakkında, —yeminli olarak— müdâ-ribin sözü geçerli olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
3)  Müdârabenin sahih olmasının şartlarından birisi de sermayenin borç değil de, ayn olmasıdır.

Müdârabe malının alacak olması caiz olmaz.

Şöyieki: Bir adamın, diğerinde bin dirhem alacağı olduğunda, alacak sahibi, borçluya: "Onunla müdârabe yap." derse, bu durumda müdârabe caiz olmaz. Nihâye'de de böyledir,
Bus bi'1-icma böyledir. Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.

Bu durumda borçlu olan şahıs, ahm-satım yaparak, kazansa, kârı alacak sahibinin, zararı ise kendisinin olur. Borçlunun borcu da olduğu gibi durur.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göredir.

İmâmeyn'e göre, borçlunun ahm-satım yapması caizdir. Kârı ala­caklının, zararı ise borçlunun olur. Borçlu borcunu ödeyince, kendisine ecr-i misil vardır. Onu da alacaklı öder. Muhıyt'te de böyledir.

Alacak,  üçüncü kişide olur ve alacak  sahibi,  ikinci kişiye: "Malımı filandan al ve onunla müdârabe yap." derse bu caiz olur. Kâft'de de böylediK

Bir adamın, diğerinde bin dirhem alacağı olduğunda, başka birine: "Filandan malımı al; onu müdârabe yap." der; o adam da bir kısmını alarak çalıştırırsa, bu müdârabe caiz olur.

Şayet alacaklı: "Filandan alacağımı al; onunla müdârabe yap." der; o da onun bir kısmını almak müdârabe yaparsa, bu caiz olur mu?

"Caiz olmaz." denilmiştir.

Keza eğer alacaklı: "Filandan alacağım müdârabe yapmak için al." derse, bu da caiz olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Mal sahibi, malını gasbeden veya emanet verdiği kimseye: "Elinde olanla, yarı yarıya müdârabe yap." derse, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) ve Hasan bin Ziyad'a göre, bu durumda müdârabe caiz olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Reştdü'd-dîn'in Fetvalarında şöyle zikredilmiştir:

Bir kimse, borçlusuna: "Sende olan alacağımı, filana ver; filan köleyi satın alsın ve satsın; kazancı aramızda yarı yarıyadır." der; o da borcunu, o adama verirse, işte bu müdârabe sahih olur. Füsûlü'l- imâdiyye'de de böyledir.
4) Müdârabenin sıhhatinin şartlarından birisi de, malın müdâribe teslim edilmesi, mal sahibinin elinde bulunmamasıdır.

Eğer, mal sahibinin de, müdâribin yanında çalışması şart koşulursa, bu müdarabe bozulur.

Bu durumda, mal sahibinin, baba veya vasi gibi sözleşen şahıs olup olmaması da fark etmez. Bunlar, sabinin malını müdâribe verdiklerinde, sabinin çalışmasını da şart koşsalar, bu caiz olmaz. Kâfî'de de böyledir.

Müfâveda veya man ortaklarından birisi, müdarabe malı vererek ortağının da müdârib ile beraber çalışmasını şart koşsa, bu da sahih olmaz. Hâvi'de de böyledir.

Sözleşmeyi yapan, mal sahibi olmaz ve müdârip ile beraber çalışacağını şart koşar ve akid baba veya vasi gibi, bizzat müdarabe malını almaya yetkili bir kimse olur ve küçüğün malını müdarabe olarak verir ve kendi nefsinin de  onunla birlikte çalışmasını,  kardan bir parçasını almak üzere, şart koşarsa, işte bu takdirde müdarabe caiz olur. Şayet akid (= akdi yapan şahıs) müdarabe malını bizatihi almaya yetkili olmaz ve kendinin, müdarib ile beraber çalışmasını şart koşarsa; bu durumda akid (= sözleşme) fasidolur.

Ticarete izinli köle gibi... Bu köle müdarabe olarak mal yerip, mü-dâriple birlikte çalışmasını da şart koşsa, bu müdarabe fasid olur. Bu izinli köle, efendisinin çalışmasını şart koşar ve onda da alacağı olmazsa, yine müdarabe fasid olur.

Şayet, onda alacağı varsa, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, mü­darabe caiz olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, malını müdarabe olarak vermek üzere, bir başkasını vekil yapar; vekil de malı verir ve kendi nefsinin müdârip ile beraber, belirli bir işte çalışmasını şart koşarsa ve bu çalışmanın kârının kendisine ait olmasını şart koşarsa, işte bu fasiddir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir mükâtep, kendisinin malını müdârebe olarak verir ve efendi­sinin de müdârible birlikte çalışmasını şart koşarsa, bu müdârebe fasid olmaz.  Zira o, yabancı gibidir.  Onun,  mükâtebde alacağının  olup olmaması da müsavidir. Tebyîn'de de böyledir.

Şayet mükâtep, efendisi çalışmadan önce, kendisi de borçlu iken, aciz kalırsa, bu müdârabe fasid olur.

Bundan sonra bir şey satın alıp, satsa ve kâr etse bu karın tamamı, mal sahibinin olur. Bu durumda müdâribe ücret vermek de yoktur. Şayet aynı mal ile bir cariye satın aldıktan sonra, mükâtep aciz olur ve o cariyeyi satıp kazanç temin ederlerse, (Şöyleki: Onun parası ile bir köle alıp, onu da dörtyüz dirheme satarlarsa işte bu takdirde efendi sermaye­sini alır, geride kalanı yarı yarıya veya şartlarına göre alırlar. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, diğerine, müdârabe olarak bin dirhem verir ve ona: "İsteğini yap." derse, bu durumda müdârip, onu bir başkasına müdâ-rebe malı olarak verebilir.

Şayet onu verirken * birinci müdâribin, ikinci ile birlikte çalışmasını şart koşar veya mal sahibinin ikinci mudârıbla çalışmasını şart koşarsa, ikinci müdârabe fasid olur; kazanç ise, önceki müdaribla mal sahibinin olur. Mal sahibine ücret vermekte yoktur. Mal sahibi çalışsa bile böyledir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

İkinciye ecir vardır. Serahsf nin Muhiytı'nde de böyledir.
5) Müdârebenin sahih olmasının şartlarından birisi de, müdâribin hissesinin bir yönden belirli olmasıdır. Kazanç hakkında, ortaklıkda kesiklik olmamalıdır. Muhiyt'te de böyledir.
Şayet, mal sahibi müdâribe: "Sana, kârdan yüz dirhem vardır.5 veya: "Yarı ile birlikte, veya üçte birle birlikte, on dirhem vardır." derse; bu durumda müdârabe sahih olmaz. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Müdâribe, malın yarısının veya üçte birinin kârı olacağı, şart koşulursa, bu müdârabe caiz olur.

Şayet, ikisinden birisine biaynihî olmayan yüz dirhemin verilmesi şart konulursa, bu da caiz olur. Eğer o malın, biaynihî yüz dirhemi veya bu yarının kârının sermayeden biaynihî yüz dirhem olması şart koşulur:sa, müdârabe fasid olur. Bunlardan birine, "kârın yarısı, yalnız :m dirhemi hariç veya kârm üçte birisi, yalnız beş dirhemi hariç verile-;ektir." diye şart koşulursa, bu müdârabe fasid olur. Muhıyc'te de >öyledir.
6) Müdârabenin sıhhatinin şartlarından birisi de, kâmdan müdârip çin —nisbeti belli— bir şey meşrut olmali, re'sü'l-mâlden meşrut ( = ;art koşulmuş) olmamalıdır.

Eğer re'sü'l-mâlden veya kârdan —kesin— bir şey «sarf kılmırsa, bu iurumda müdârabe fesada gider. Serahsî'nin Mutaıyti'nde de böyledir.

Bunun bir takım şartlan vardır:

a) Müdârabeyi fasid eden şart;

b) Müdârabeyi ibtal etmeyen, yalnız nefsini ibtal eden şart. Şöyleki: Mal sahibi, müdâribe: "Sana kârdan üçte bir vardır ve çalıştığın her ayda on dirhem vardır." dese, bu müdârabe caizdir; şart ise batıldır. Nihâye'de de böyledir.

Eğer müdârip bu şartla çalışır ve kâr da yaparsa, kâr anlaştıkla­rına göre taksim edilir. Müdârib için, başka ücret yoktur. Müdâribin kölesine de, evine de ücret yoktur.

Şayet köle için, ücret şart koşulmuşsa, bu onun alacağı olur.

Müdâribin mükâtebi veya oğlu yahut babası için bu şart konulmuş olursa, bu durumda şart geçerlidir ve yerine getirilecek o on dirhemi bunlar, her ay alırlar.

Şayet mal sahibinin kölesinin, müdârip ile beraber çalışması ve o köle için, her ay on dirhem ücret verilmesi şart koşulmuşsa, bu şart da fasiddir.

Bu durumda kazanç, müdâribla mal sahibinin arasında ortaktır.

Şayet mal sahibinin kölesinin üzerinde borç var da, onun çalışma­sına karşılık her ay on dirhem verilmesi şart koşulmuş veya o şart mal sahibinin mükâtebi veya oğlu için konulmuş veya o şart mal sahibinin mükâtebi veya oğlu için konulmuşsa, bu caiz olur. Mebsût!'ta da böyledir.

Şayet bir adam, kân yan yarıya olmak üzere, müdâribe, bin dirhem müdârabe malını, —müdâribin, bir tarlasını, mal sahibme, bir sene ekmesi veya evinde bir sene oturması karşılığı verirse, bu şart batıl; müdârabe ise caiz olur.

Eğer bu şartı, müdârip, mal sahibine koşarsa, bu durumda müdâ­rabe de fasid olur. Nihâye'de de böyledir.

Müdârabe fasid olur, müdârabe malı da müdaribin yanında zayi olursa bu durumda müdarib, onu tazmin etmez. (= ödemez) Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Müdarib için, bu durumda da, çalıştığı kadar ecr-i misil vardır. Mebsût'ta da böyledir.

En doğrusunu bilen, Allah'u Teâlâ'dır.

veya "Altıda biri, mal sahibinindir." derse, bu da fasiddir. Çünkü, burda iki paydan birisi şart kılınmaktadır. Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.

Bir adam, diğerine, "kârın yarısı veya üçte biri müdaribin olmak şartıyle bin dirhem, müdarabe malı verdiğinde, taraflardan hiç biri buna itiraz etmezse, bu müdarabe caizdir.

Bu durumda müdarip, şart kılındığı kadar kâr alır; kalanı da mal sahibinin olur.

Şayet, mal sahibi: "Kârın yarısı veya üçde biri mal sahibinindir." der; müdarib için bir şey açıklamazsa, bu da istihsanen caiz olur.

Bu durumda mal sahibi, kârdan hissesini aldıktan sonra, kalanı müdaribin olur. Mulııyt'te de böyledir.

Mal sahibi, müdaribe: "Yarısı benim; üçte biri de senin olmak üzere, çalış." derse; bu durumda karın üçte birini müdarib alır; geri kalanı da mal sahibinin olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Eğer müdârabede, müdarib ve mal sahibinin haricinde, kârın başka şahsa verileceği şart koşulursa; bu durumda yabancı biri çahşacaksa, bu müdarabe de, şartı da caizdir.

Mal sahibi, müdarabe malını, iki kişiye verdiğinde, müdarabe malının yabancı bir kimse tarafından şart kılmmamışsa/bu müdarabe caizdir; böyle bir şart ise şart caiz değildir.

Yabancı için böyle bir şart koşmak sükût gibidir.

Mal sahibi, kârın bir kısmını, kendi kölesine veya müdaribin köle­sine verilmesini şart koşarsa, ve bu kölenin çalışması da şarta bağlanmışsa, bu müdarabe de şart da caizdir.

Şayet, kölenin çalışması şart koşulmamış olur ve kölenin de borcu bulunmazsa şart sahih olur. Köle, ister mal sahibinin olsun, ister müda­ribin olsun farketmez.         

Eğer köle borçlu ise, ve müdaribin kölesi ise, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu şart sahih olmaz. Eğer mal sahibinin kölesi ise, bu şart sahih olur.

İmâmeyn'e göre ise, şart sahih olur. Ve kârın ona verilmesi gerekir. Muhıyt'te de böyledir.

Şayet bu şart, fakirler için veya hacılar için olursa sahih olmaz.

Çünkü  bunlar,   ne  mal  sahibidir,   ne  de  iş  sahibidir.   Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir adam, müdarabe malı olarak, "kârın üçte biri, müdarıbın; üçte biri, mal sahibinin; üçte biri de müdarib kimi isterse onun olmak üzere, bin dirhem verirse, bu durumda karın üçte ikisi, mal sahibinin olur. Şart ise batıl olur.

Şayet, "kârın üçte biri, mal sahibi kimi isterse, onun olsun." şartı koşulursa, yine o, mal sahibinin olur. Mebsût'ta da böyledir.

Müdarabe malı olarak, kârın üçte biri mudanbın; üçte ikisi ise, (üçte birer olmak üzere) kendilerinin olmak üzere, iki kişi, müdaribe, bin dirhem verseler; müdarib çahştırsa ve kâr etse, bu durumda karın üçte birini kendi alır; geri kalan kâr, yarı yarıya mal sahiplerinin olur. Şayet müdarib  onlardan  her  birinin  karlarının,  birinden,  üçte bir hisse; diğerinden ise, üçte ikinin, üçte biri kendinin olmak üzere şart koşar, geri kalan da mal sahibinin olacak olursa, bu durumda kâr, onikî parçaya taksim edilir; Beş senmi, üçte iki alacağa verilir. Yedi sehmi de diğerine verilir, Serahsî'nin Muhtytı'nde de böyledir.

İki kişi, iki adama bin dirhem vererek, onlara: "Kârın yarısı iki­nizin olsun." dediklerinde onlardan birisi, "hissesinin, üçte birinin üçte ikisini"; diğeri de "hissesinin, üçte birini" almasını    söyler, ve ikinci adam, ikinci müdaribe "kârın yarısı senindir." derse, bu durumda kâr dokuz sehme bötünür: Birinin hissesinden yarının üçte ikisi, diğerine de beşte biri verilir. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, müdaribe, bin dirhem vererek, "bin dirhem de kendi malını katması şartiyle, kârın üçte ikisini almasını" söyler; müdarib de, her iki malı birbirine katarak çalıştırır ve kâr ederse; mal sahibinin kârının yarısına, diğerinin de üçte ikisine hak sahibi olur. Şayet, bin dirhemi veren zat, "kârın üçte ikisinin kendinin olacağını, üçte birinin de emek sahibinin olacağım" söylerse, taksim öyle olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir adam, diğerine bin dirhem verip, "bin dirhem de kendisi katarak, ikisini bir çalıştırıp, kendi hissesi olan bin dirhemin kârının üçte ikisini, diğer bin dirhemin kârının da üçte birini almasını" şart koşarsa, bu müdarip için caizdir. Şart koşulduğu gibi, hissenin birinin kârının üçte ikisini, diğerinin kârının da üçte birini alır.

Şayet, bir adam, diğerine iki bin dirhem verip, "bin dirhem de, kendisinin katmasını ve kârını yarı yarıya almalarını" söylerse, bu da caiz olur. Eğer, iki bin dirhem veren şahıs, kendi nefsini şart koşar ve "dörtte üçünün kendisine, dörtte birinin de emek sahibine olacağını" söylerse, o zaman, mallarının miktarının üçte birini alırlar. Mebsût'ta da böyledir.

Bir kimse, diğerine bin dirhem vererek: "Eğer bununla buğday satın alırsan, kârının yarısı senin; un alırsan dörtte biri senin; arpa alırsan, üçte biri senindir." derse, bu durumda müdarabe,sahih olur. Neyi satın alırsa alsın, taraflar bu şarta uyarlar.

Eğer buğday satın alırsa, ondan sonraki satın alacağına sahip olamaz. Çünkü ortaklık ve sözleşme onun üzerine yapılmış olur.

Nafakanın müdaribe ait olacağı şart koşulur; o da sefere çıkarsa, bu şart batıl olur. Kerderî'nin Vecizi'nde de böyledir.

Eğer, sermaye sahibi: "Şayet bu şehirde çalışırsan, sana kârın üçte birisi vardır. Eğer sefere çıkarsan, kârın yansı senindir." derse; o adam da bu şehirde alıp seferde satarsa, İmâm Muhammet! (R.A.): "Müdarib satın aldığı üzerinedir. Şehirder satın alınca, şehirdeki, şarta"göredir. İster   aynı   şehirde   satsın,   isterse   başka   yerde   satsın   müsavidir.'' buyurmuştur.

Şayet alış-verişinin bir kısmını hazerda, bir kısmını seferde yaparsa, kârın durumu yapıldığı yerlere göredir.

Bir kimse, iki kişiye "birine, kârın üçte biri, kalanı mal sahibine"; "diğerine, ecr-i misil olmak" şartiyle müdarabe malı verdiği zaman bu müdarabe, ikinci hakkında fasiddir; onun kârda ortaklığı yoktur. Tasarrufta ayrılık yapamazlar. Çünkü, her ikisine verilen izin de, bakidir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

En doğrusunu Allah'u Teâlâ bilir.


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..