Müdâribin çalışması üç nevidir
1) Müdarip, mutlak müdarabe malına maliktir; yani dilediği gibi tasarruf edebilir:

Bu nevi çalışma müdarabe babında ve ona tabi olanlarda olur. İhtiyaç için, rehin alma ve verme, icara tutma, icara verme, emanet alma ve emanet verme ve müsaferet (yolculuk) için alım ve satımda vekil yapmak bu cümledendir.
2) Müdâribin mutlak sözleşmeye malik ölup-olmamasıdir.

Bu nevide mal sahibi, müdaribe: "bildiğin gibi yap." der.

Bu, müdâribin, yetişebilmesine ihtimal bulunan şeylerde olur.

Meselâ: Müdarip müdarabe veya ortaklık malını başkasına vere­bilir. Ve müdarabe malını kendi malına veya başkasının malına kata­bilir.
3) Müdarip, mutlak sözleşmeye malik olmaz; sözü de geçerli olmaz. Ancak, mal sahibi ne derse onu yapar.

Müdâribin peşin veya va'deli satması caizdir. Kâfî'de de böyledir.

Bir müdarip, müdarabe malından bir şeyi satar; parasını da te'hir ederse;  bu mal sahibine  karşı  caizdir.  Ve  ona tazminat yapmaz. Gayetü'I-Beyân'da da böyledir.

Müdâribin,  kusur sebebiyle,  sattığı malın bedelinde bir şeyi indirmesi   (düşürmesi,   noksanlaştırması),   tüccarın,   aybı   sebebiyle düşmesi gibidir ve bu da caizdir. Çünkü bu, ticaret erbabının yaptığı bir şeydir.

Müdarip, malın kusuru olmadan, bedelinde   bir düşürme yaparsa o da caizdir. Bu da hasseten mudaribe mahsusdur.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.), buna kaildir.

Bu durumda müdarip, o düşürdüğünün bedelini mal sahibine öder. Aldığı kâr paradan çalıştırıp kazandığı mudarıbındır. Mebsût'ta da böyledir.

Müdârip, binmek için hayvan satın alabilir.

Ancak, müdarip gemi satın alamaz. Fakat gemiyi icarlayabilir. Meşhur rivayette müdarip, müdarabe kölesine, ticaret izni verebilir. Kâfî'de de böyledir.

Ticaret yapmasına izin verilmiş bulunan bir köle,  tasarruf yönünden, müdaribin sahib olduğu  haklara  sahibtir.   Onun  sahib olmadığı haklara da sahib değildir. Eğer izinli köle, bir ticaret kölesi satın alır; o da delilirse, — müdarip veya mal sahibi hazır olmadıkça— onu geri veremez; fidyede ödemez.

Müdarabe kölesi, borçlanırsa, mudarıb onu —efendisi hazır olsun veya olmasın— satabilir.

Şayet borcu sebebiyle, mudarib köleyi rehin bırakırsa» bu caiz olmaz. Çünkü rehin hüküm yönünden borç ödemekdir. Müdaribin ise, kendi borcunu müdarabe' malından ödeme hakkı yoktur. Serahsfnin Muhıytı'nde de böyledir.

Bu müdarip, müdarabe kölesini, müdarabe borcundan dolayı rehin bırakırsa —ister üstünlük olsun, isterse olmasın— bu rehin caizdir. Rehin bırakmaz da, bu köle, bir adamın malını helak eder veya hay­vanını öldürür; müdarip de, mal sahibi olmaksızın, o köleyi satar veya onun borcu yerine veya müdarabe borcu yerine o köleyi verirse, işte bu caizdir. İster üstünlük olsun, isterse olmasın farketmez. Mebsût'ta da böyledir.

Bir müdarib,  müdarabe malından olan köleyi veya cariyeyi nikahlayamaz. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Şayet müdarib, müdarabe malından, mal sahibine bir eşya verip onu da geri satın alır ve tekrar satarsa, işte o şey, —ister eşya, ister arsa olsun— hali üzere müdarabe malıdır.

Eğer mal sahibi, müdaribin evinden rnudaraba malını —müdaribin haberi ve izni olmadan— ahp-satar ve onunla bir şey satın alırsa, mü-darip isterse bu alış-verişi bozabilir.

Eğer, bu durumda satın aiınan şey bir arsa ise, müdarib, bu alım-satımı bozamaz.

Müdarabe. malı, bir arsa olur; mal sahibi de o yeri iki bin dirheme satar; sermaye ise, bin dirhem olursa; sonra da o iki bin dirhemle, dört bin dirhemlik bir yer satın alırsa; satın alman o yer, mal sahibinin olur. Bu durumda mal sahibi, müdaribe beş yüz dirhem ödeme yapar. Muhıyt'te de böyledir.

Müdarib, müdarabe malım, mal sahibine verirse, ikinci müdarabe sahih olmaz. Birinci mudarebe ise, bozulmuş sayılmaz. Yapılan kâr önceki şartlar üzerinedir. Kâfi'de de böyledir.

Mal sahibi, mudarebe malını, müdaribe veya müdarip, bunu mal sahibine satarsa, bu satış caizdir. İster sermayeden fazlaya olsun, ister noksana olsun farketmez. Bu durumda mudarabede batıl olmaz. Mal sahibi muhayyerdir. İsterse, satın aldığı müdarabe-malının parasını öder; müdarabe, hali üzere kalır; isterse, müdarabeyi bozar; parayı vermez. Muhıyî'te de böyledir.

Müdarip, boş bir yeri kiralayıp, oraya ağaç dikerek: "İşte bu müdarabe malıdır." derse; bu caizdir. O yerin aslı mal sahibinindir. Karma ise, şartlan üzerine bunlar ortaktırlar. Mebsût'ta da böyledir.

Müdarip, müdarabe malı ile, hurmalık veya ağaçlık satın alırsa, bu caiz olmaz. Bu durumda müdarip, müdarabe malım, sahibine öder. Her ne kadar, mal sahibi "istediğin gibi yap." demiş olsa bile, bu böyledir. Serahsî'nin Mnhıytı'nde de böyledir.

Müdaribin, tarla satın alarak oraya ziraat yapması caizdir. Eğer mal sahibi: "Dilediğini yap." demişse bu böyledir.

Mal sahibi, müdaribe, tohumunu, çift sürecek hayvanım verip "Çalıştır, kazancı senin olsun." derse, bu durumda o ziraatın geliri, müdaribin olur» Eğer: "Çift süreceğin öküzler sana ait" derse bu da caizdir. Hâvi'de de böyledir.

Mal sahibi, müdaribe, tohumsuz tarla verir ve "dilediğini yap." derse, bu durumda da müdaribin orayı ekip biçmesi caiz olur. Muhıyt'te de böyledir.

Satın alınan müdarebe cariyesine, müdaribin veya mal sahibinin cima eylemesi uygun olmaz. Bu cariyenin kıymeti ister sermayeden yüksek olsun, ister noksan olsun farketmez. Mebsût'ta da böyledir.

Her ne kadar, mal sahibi, müdaribe, "mudaraba cariyesine cima eyle." diye izin vermiş olsa bile, bu yine helal olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Mal sahibi, müdaribi, müdarabe cariyesi ile nikahlasa, bu nikah batıldır; müdarabe olduğu gibi kalır. Mebsût'ta da böyledir.

Müdarip, mal sahibinin kendine nikahladığı cariyesini satamaz. Mebsût'ta da böyledir.

Müdarip, yemin karşılığında mal sahibinin azad eylediği köleyi satın alamaz. O köle, her ne kadar mudaraba malı olsa bile, bu böyledir. Kâfî'de de böyledir.

Müdarip, müdarabe malına binerek, sefere çıkabilir. Ancak yol emniyeti yoksa mudaraba malı ile yola çıkamaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Fakıyh Ebû'I-Leys'in Fetvâlârı'nda şöyle zikredilmiştir.

Bir adam, diğerine, bin dirhem müdarabe malı verip ona: "İstediğin gibi yap." demezse, bu müdarib, ticaret ehlinin yaptığı her işi yapabilir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, bir sabiye veya ticaretten men edilmiş bir köleye müda­rabe malı verir; o da, o malla ahm-satım yapıp kâr ederse, mal sahibine karşı, bu durum caiz olup, kârını şartlarına göre taksim ederler. Şayet bu köle veya sabi çalışırken ölürsen, kölenin efendisi mal sahibine kölenin kıymetini öder. Mebsût'ta da böyledir.

Müdarip, mudaraba malı ile içki veya domuz yahut müdebber veya ümm-ü veled satın alsa; —ister durumu bilsin, isterse bilmesin— bu durumda sermayeyi, mal sahibine öder. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Müdarib, bozuk bir alım-satimla, bir şey satın alırsa, bu da mü-dârebe malı olur. Çünkü, o emrolunmuştur. Fasid alım-satım da buna dahildir. Muhıyt'te de böyledir.

Müdarip, akrabalığı sebebi ile veya zevciyet sebebi ile yahut mül­kiyeti sebebi ile şehadeti caiz olmayan bir kimseden bir şey satm aldığında, bu alım-satımın kıymeti, emsalinin kıymeti üzerine ise, bütün alimlerimize göre, bu alım-satım caizdir. Ve eğer, insanları aldatacak şekilde alım-satım yapılmışsa, bu alım-satım caiz değildir. Muhıyt'te de böyledir.

Müdarip, müdarabe malında, şehadeti kabul olunmıyanların alacağı olduğunu kabul ederse, bunu kendi malından ödemesi lazımdır.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir. Ancak, borcu olmı-yan köleye borç ikrar ederse, onu müdarabe malından öder.

İmâmeyn'e göre ise; müdaribin —bu malda, şehadeti kabul edil meyenlerin, alacaklı olduklarını— ikrarı caizdir. Yalnız kölesi ve müka-tebesi için caiz değildir. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.

Bu durum,  müdarabe  malında bir  fazlalık olmadığı  zaman böyledir.

Şayet bir fazlalık olursa, ikrarı sahih olur. Muhıyt'te de böyledir.

Müdarip, bin dirheme bir cariye satm alarak, teslim alsa; sonra da onu bin dirheme satsa; parasını da ödemezse; bilahare de o cariyeyi, kendi nefsi için beş yüz dirheme satm alsa, işte bu caiz değildir.

Keza, müdarip, o cariyeyi iki bin dirheme satsa da, parasının tamamını alsa; yalnız bir dirhemi kalsa, bundan sonra da o cariyeyi, kendi nefsi için veya mal sahibi için satın alsa, alış bedeli önceki bedelden aşağı olursa bu, caiz olmaz.

Keza, o cariyeyi, kendinin veya mal sahibinin oğluna veya babasına yahut kölesine veya mükatebine satması caiz değildir.

Bu İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'in kavlidir.

İmâmeyn'e göre ise; bunlardan mükateb ve köle hariç, diğerlerine satışı caizdir.

Müdarip oğlunu veya mâl sahibinin oğlunu, o cariyeyi satmaya vekil tayin ederse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu satış yine caiz olmaz.

Şayet müdarip, mal sahibini, müdarîbi bu iş için vekil tayin ederse, bu alış-veriş de caiz değildir. Mebsût'ta da böyledir.

Beşir bin Riyâd, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

İki şahıs, bir kimseye, bin dirhem müdarabe malı vererek: "Çalış." deseler; mudarıb da kesesini açarak o paraları birbirine katsa, bu caiz olur; tazminat gerekmez. Muhiyt'te de böyledir.

Müdarip, müdarabe malı ile, bir cariye satın aldıktan sonra, "bu cariyeyi, kendi nefsi için, satın aldığını" söylese, bu durumda mal sahibi, "istediği gibi yapmasına" izin vermiş olsun veya olmasın, bu şahsın müdarabe malı ile kendi nefsi için satın alması batıldır. Ve bu cariyeye cima da yapamaz. Bu cariye, müdarabe malı olarak kalır. Mebsût'ta da böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, bu durumda, şayet müdarip, "o cariyeyi kendi nefsi için aldığını" söylüyorsa, burda iki ihtimal vardır:
1) O cariyeyi, ya kendi parasından veya müdarabamn kârından almıştır.
2) O cariyeyi değerinden fazla bedelle almıştır. İşte bu caiz değildir. Ancak,   bedelini  babasının  malından  veya  oğlunun   malından

vermişse, caizdir. İmâm Muhammed (R.A.)'e göre; bu caiz olmaz. Ve müdarip, mal sahibine tazminat öder. Cariyede müdarabe olarak kalır.

Yalnız, mal sahibinin yanında: "Ben, bu cariyeyi nefsim için alıyo­rum." der, mal sahibi de, buna razı olursa, işte bu caiz olur. Muhiyl'te de böyledir.

İmâm Muhammed (R. A.), Ziyâdat'ta şöyle buyurmuştur:

Bir adam, diğerine: "Şu bin dirhemi, müdarabe olarak al." der; o adam da, onu alıp, bin yeni dirheme, bir müdarabe cariye satın alır; sonra da o dirhemlerin katkıntılı ve zayıf olduğunu görür ve her ikisi de bu durumu bilmez veya onlardan birisi bilmezse, bu ahş-veriş müdarabe olarak caiz olur.

Bundan sonra müdarip aynı cariyeyi, o dirhemlerle satıcıya verirse; bu durumda müdarip, hiç bir şey için mal sahibine müracaat edemez. Ve sermaye, züyûf olarak alır.

Şayet cariyeyi satan şahıs, kabul etmez ve bu dirhemleri, müdaribe geri verirse, o takdirde, müdarib de yeni dirhem için mal sahibine müra­caat eder. O zaman, sermaye yeni dirhemler olur.

Şayet müdarip satın almadan önce, bakıp, dirhemlerin zayıf olduğunu anlar; sonra da, müdarabe olarak, nakden verip cariyeyi satın alırsa; sermaye zayıf dirhemlerle olmuş olur.

Şayet müdaribin aldığı dirhemler, katkmtılı veya kalay olmuş olur ve müdarib de, onunla bir cariyeyi, taze bin dirheme satın alırsa; bu cariye mal sahibinin olur.

Bu söylediğimiz, üç yönden de müdarabe olmaz.

Bu durumda müdarip için, çalıştığının karşılığında ecr-i misil vardır. Eğer dirhemler yeni dirhem olduğu halde, belirli miktardan az olursa (Meselâ: Beşyüz dirhem olursa) müdarib de, bin dirheme bir cariye satın alırsa, o zaman cariyenin yarısı, müdarabe olur; yansı da, —üç vücûha göre de— mal sahibinin olur.

Müdarip o cariyeyi satarak kâr eylese, bu kârın yarısı mal sahibinin olur. Diğer yarısı ise, şartlan üzerine aralarında taksim edilir. Müdarip için ecr-i misil olmaz. Müdarip onu, mal sahibi için almış olur.

Şayet müdarip ve mal sahibi, dirhemlerin katkınülı veya zayıf yahut noksan olduğunu bilirler ve onlardan herbirisi diğerinin de bildiğini bilirse; bu durumda müdarabe müşarün ileyhedir.

Eğer dirhemler zayıf olur ve müdarip onunla bir cariye satın alırsa, o zaman, o müdarabe malı olur.

Şayet yeni dirhemlerle alırsa, nefsi için almış olur. Eğer dirhemler katkınıtlı veya kalay olur ve müdarip de onunla bir şey satın alırsa, bu durumda satın alınan şey mal sahibinin olur. Müdaribe de çalıştığının karşılığı olarak, ecr-i misil vardır.

Eğer dirhemler noksan ise, bu alınan şey müdarabe malı olur. Hatta cariyeyi, —beş yüz dirhem almış olduğu halde— bin dirheme alırsa, o takdirde, bu cariyenin yansı, müdarebe; diğer yarısı da müdaribin kendi malı olur. Zehıyre'de de böyledir.

Müdarip, mal ile bir eşya satın aldığında daha üstün kaliteli mal bulunur ve. mal sahibi, onu satmasını, müdaribden istediği halde, mü­darib buna razı olmaz ve onu elinde— daha fazla kâr etmek için—

tutmak isterse; bu durumda müdarip, onu satmaya zorlanır. Ancak mal sahibine vermek istiyorsa, o zaman, zorlanmaz. Fakat, ona: "İstersen, onu tut ve mal sahibinin malını ver. Şayet onda kâr varsa, onu ser-mayaye kat." denilir. Bedâi"de de böyledir.

Mal sahibinin, bundan kaçınmaya hakkı olmaz. Mebsût'ta da böyledir.

Müdarip, mal ile eşya satın aldıktan sonra: "Ben, onu kâr edene kadar bekleteceğim." der; mal sahibi de onu satmasını isterse; bunda iki vecih vardır:
1) Müdarabe malında bir üstünlük olabilir. (Şöyleki: Sermâye bin dirhem olduğu halde, eşyayı iki bin dirheme satın almış bulunabilir.)
2) Müdarabe malında üstünlük bulunmayabilir. (Şöyleki: Sermaye bin dirhemdir; alınan eşya da bin dirheme alınmıştır)

Bu iki vecihte de müdaribin bekletme hakkı olmaz. Anak, mal sahibinin sermayesini geri vermek şartiyle bekletebilir.

Eğer, bu malda bir üstünlük yoksa, bu böyledir.

Şayet üstünlük varsa, o takdirde, bekletebilir.

Müdaribin bekletmeye hakkı olmayınca, onu satmaya zorlanır mı?

Eğer, bu malda üstünlük varsa, müdarip onu satmaya cebredilir. Ancak mal sahibine: "Sana, ben sermayeni de, kârdalı hisseni de veriyorum." derse satmayabilir.

Şayet eşya da fazlalık varsa veya: "Sana sermayeyi verdim." derse, o takdirde, müdarip, bu malı satmaya zorlanamaz; mal sahibi kabul etmeye zorlanır.

Malda fazlalık yoksa, satışa zorlanamaz ve mal sahibine: "Bu malın tamamı senindir. İstersen sermayeni alıp, malına ilave edersin." denilir. Mebsût'ta da böyledir.

Alımda, satımda, icarede, bıdaada ve diğerlerinde sahih olan müdarabede, müdarib için caiz olan şey fasid, müdarabede de caiz olur. Ve bu durumda müdaribe tazminat gerekmez. Eğer, müdaribe: "İsteğin gibi çalış." denildiğinde, sahih olan müdarabede caiz olan şey, fasid olan müdarabede de caiz olur. Füsûrlü'l-Isnâdiyye'de de böyledir.
En doğrusunu Allah'u Teâlâ bilir. [4]


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..