Mescidlerle İlgili Bazı 'Meseleler

Mescidin kapısını kitlemek mekruhtur.

Bazıları: «Mescidin eşyalarını korumak için, kapısını kitlemek-te bir beis yoktur.» demişlerdir. Sahih olan budur.

Mescidin üstünde (damında),  başka bir bina yoksa cima' eylemek, büyük ve küçük abdest bozmak mekruhtur.

Bayram ve cenaze namazı kılınan yerler hakkında, ihtilâf edil­miştir. Esahh olan, onların mescid hükmünde olmadıklarıdır. Bun­lar her ne kadar, imâma uyma bakımından, mescid hükmünde ol­salar bile, bir mekân hükmünde olduklarından,  genelde  mescid hükmünde olmazlar. Te&yîn'de de böyledir.

Mescidin avlusu da, mescid hükmündedir.

Bir kimse, camiin avlusunda imâma uymuş olduğunda, saflar birbirine bitişmemiş ve "avlu dolmamış olsa bile, o şahsm iktidası sahih olur.

İmâm Muhammed, (R.A ) buna işaret ederek : Bir kimsenin saflar, birbirlerine bitişmemiş olsa bile, cum'a (kılman yerin) ka­pısından iktidası sahihtir.» demiş ve «Saflar oraya kadar bitiş­mezse, cami civarındaki dükkanlardan imâma iktidâ, sahih ol­maz.» buyurmuştur.

Mescidin kapısında bulunan sekiler, mescidin avlusundan sa­yıldığı için, buralarda da imâma iktidâ sahih olur. Fetâvâyi KAdî-hân'da da böyledir.

Mescidleri, kireçle ve altın suyu üe süsleyip nakışlamak da mekruh değildir. Tebyîn'de de böyledir.

Bu hüküm, bir kimsenin, mescidi, kendi malı ile süslediği halerdedir.

Fakat, bir mütevelî, mescidi vakıf malı ile nakışlarsa, tazmin etmesi, harcadığı şeyi kendisinin ödemesi gerekir. Hidâye'de de böyledir.

Zâlim kimselerin, mescidin malına olan tama'larından (on­ları çalışmalarından) korkulduğu zaman, mescidin mallan toplanır. Kâfî'de de böyledir.                                                             

Yazıların düşme, dökülme ve tepelenip çiğnenme korkusu olduğundan, mescidin   mihrabına ve duvarlarına,   Kur'ân yazarak süslemek doğru ideğildir.                                                              

Nesefî'nin Cem'inde : «Namazgahla ve sergide, Allahû Teâlâ'-nın isimleri varsa, onu sermek ve kullanmak mekruhtur.

Keza, bir başka kimsenin, bunu kullanacağından korkarsa, o şe­yi, sahibinin mülkünden çıkarması da mekruhtur. Vacip olan, o şe­yi, yüksek bir yere koymak ve üzerine de başka bir şey koymaktır.»

denilmiştir.

Keza, esmâ-i hüsna dan birini, bir yaprak kağıda yazıp, kapıya yapıştırmak, isme ihanetten dolayı, mekruhtur. Kifâye'de de böyle­dir.

Mescidde ağız yıkamak ve abdest atmak mekruhtur. An­cak, abdest almaya ayrılmış bir yer varsa, orada abdest almak mek­ruh olmaz. Abdest alınan yerde, namaz kılmak da mekruhtur Fetâ­vâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Mescidin duvarına tükürülmez.

Mescidin Önündeki çakılların arasına da tükürmek mekruhtur.

Mescidin hasırlarının üstüne de. alfana da tükürmek mekruh­tur.

Sümkürmek de böyledir.

Lüzum hisseden kimse, bunları mendiline alır. Şayet, söylediği­miz yerlere sümkürmüş veya tükürmüşse, onları buralardan kaldı­rır. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.

Mecburiyet ve zaruret halerinde, hasırın üzerine tükür­mek, altına tükürmekten daha ehvendir. Çünkü, hasır hakikatte mescid değildir, hasrın altı ise hakîkaten mesciddir. Şayet, hasır yoksa, tüküren kimse, tükrüğünü açıkta bırakmaz; toprağa gömer. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Çamurda yürümüş olan kimsenin, ayağını mescidin duva­rına veya direklerine sürmesi mekruhtur. Hasırına sürmesinde bir beis yoktur. En iyisi böyle de yapmamaktır. Bu kimsenin, ayağını, mescidin, toplanıp biriktirilmiş bulunan toprağına sürmesinde bir beis yoktur. Eğer toprak dağınık ise, bu toprağa sürmesi mekruh­tur. Muhtar olan budur. Bu kimsenin, mescide konulmuş bulunan oduna ayağım sürmesinde bir beis yoktur. Serahsînin Muhıyt'inide de böyledir.

Mescidin içine kuyu kazılmaz. Fakat, Zemzem Kuyusu gibi daha. önceden bulunan kuyular müstesnadır.

Mescidin içine ağaç dikilmesi mekruhtur. Çünkü,  ağaç dikilince  kiliseye benzer ve ağaç namaz kılınacak yeri işgal eder. Ancak, ağaç dikmekte mescid için bir menfaat varsa, yani yerde su sızıntısı olur, mescidin direğini durdurmak, temelini sağlamlaştır­mak için, sızıntıyı çeker düşüncesiyle ağaç dikilirse, bu durumda bir beis yoktur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Hasırlarını koymak için, mescidin içinde bir ev yapmakta bir beis yoktur. Hulâsa'da da böyledir.

«Bir şehrin surlarının (kale duvarlarının) üzerine yapılan mescidde namaz kılınmaz.» demişlerdir. Çünkü sûr, ammenin hak­kıdır. Bu husustaki tafsilatlı cevabın en uygun olanı şudur : «Eğer o şehir, kahren (zoraki, savaşla) fethedilmiş ve hükümdarın emri ile sürün üzerine mescid yapılmışsa, o mescidin içinde namaz kıl­mak caiz olur. Çünkü imam, (= hükümdar, komutan) yolu mescid eylemiştir. Böyle yapmış olması da' evlâdır.

Özürsüz olan bir kimsenin, mescidi yol edinip, gelip geç­mesi caiz değildir. Özrü var ise böyle yapması caizdir.
Bir özründen dolayı mescidden gelip geçmesi caiz olan kimse­nin  her giriş çıkışında değil günde bir defa tahiyyetül1 - mescid kılması caizdir.

Terzinin veya herhangi bir şey dikmekte olan bir kimsenin, mescidin içinde dikiş dikmesi mekruhtun Ancak, o kimse, mescid­de, oraya çocukların girmesine mani olmak veya orayı korumak için durmakta ise, bu durumda —bir şey dikmesi  mekruh olmaz.

Keza, bir kâtip, mescidde ücretle yazı yazarsa, bu mekruhtur; yazıyı ücretsiz yazması ise mekruh değildir.

Bir muallimin, çocuklara sıcağın veya soğuğun zarar vermeme­si için, mescide oturup çocuklara derslerini öğretmesi mekruh de­ğildir.

Muallim (öğretmen, öğretici) ile ilgili mes'ele, dikici ve kâ­tiple ilgili mes'ele gibidir. Kâdî İitıâm'ın Nüsha'sında ve ikrârül Uyûıı'da da böyledir. Hulâsa'da da böyledir.

Bir evin içinde mescid bulunsa ve evin kapısı kitlenince, ev halkı mescide cemaat olsa, bu mescid, bu cemaatin mescididir. Bu cemaat, diğer insanların o mescidde namaz kılmalarını yasaklama­dıkça, mescidde alışveriş yapmanın ve cünüp olan kimsenin oraya girmesinin, haram olması gibi mescidlerle ilgili hükümler, bu mes­cid için de aynen sabit olur.

Şayet, evin kapısı kitlenince, orada cemaat kalmaz fakat kapı açılınca orya cemaat gelirse, bu durumdaki bir yer, her ne kadar orada namaz kılmaktan insanlar men edilmıyorlarsa da mescid de­ğildir. Fetâvâyİ Kâdihân>la da böyledir.

Hiç bir kimse, mescidin lâmbasını evine götüremez, fakat evinin lâmbasını mescide götürebilir. Hulâsa'da da böyledir.

Mescidin lâmbasını, mescidde, gecenin üçde birine kadar, yanık bir vaziyette bırakmakta bir beis yoktur. Fakat, bundan daha fazla,  yanık  bırakılamaz. Ancak, vakfeyleyen kimse böyfe al­masını şart koşmuş veya lâmbanın daha fazla yanıkdurması bu mescidde adet İse, lâmba yanık bırakılır. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir mescidi, Allah rızası için yaptırmış olan kimse, o mes­cidi ısÜah eylemede, imar ve tamir etmede, ona hasır veya kamış sermede, kandil asmada; o mescidde ezan okumada, kamet getir-, mede ve imamlık yapmada, —eğer ehil ise başkalarından daha çok hak -sahibidir. Eğer ehîlf değilse, bu hususlarda, onun re'yine (== görüşüne) baş vurulur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.
Bir İdmsenin, namaz vakitleri dışında, namaz kılmadan mescidde oturmasında bir beis yoktur. Fakat, bu sırada, bir şeyi telef ede:36, tazmin eder. (öder.' Hulâsa'da da böyledir. [52]


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..