Seferle Değişen Hükümler :

Seferle değişen hükümler şunlardır :
1- Namazın kısa kılınması,
2- Orucu yemenin mubah olması,
3- Mesh müddetinin üç güne uzaması,
4- Cum'a ve bayram namazlarının düşmesi,
5- Kurban kesmenin düşmesi,
6- Hür olan kadınların, mahremsin yola çıkamamaları, Itâbiy-ye'de de böyledir.

Sefer müddetinde, orta halli yolculuğa itibar edilir. O da, deve yolculuğu ve senenin en kısa gününde yaya yolculuğudur. Teb­yîn'de de böyledir.

Her gün, geceye kadar yo' yürümenin şart olup olmadığı hususunda görüş ayrılığına düşülmüştür. Sahih olan ise, bunun şart olmamasıdır.

Meselâ : Bir kimse, sabahın erken saatinden Öğleye kadar yü­rüyüp, merhalesine varsa ve oraya konaklasa; orada yatsa ve gece-Jese; sonra ikinci ve üçüncü günlerde de böyle yapsa, bu kimse misafir (= yolcu) olur. Sirâcü'I - Vehhâc'da da böyledir.

Sefer müddetince, gidilen vola itibar edilir. Bahrü'r -Râık'ta da böyledir.
Gidilmek istenilen yere ulaşmak için iki yol bulunsa, bu yollardan biri, geceli gündüzlü üç günlük, diğeri de bundan daha aşağı olsa, bize göre, uzak olan üç günlük yoldan giden kimse misafir (seferi, yo3cu)  olur. Fetâvâyî Kâdîhân'da da böyledir.

Fakat, bu kfmse kısa yoldan giderse, namazlarını tam kı­lar. Bahrü'r - Râık'ta da böyledir.

Bir yerin, hem sudan (denizden, ırmaktan), hem de kara­dan olmak üzere iki yolu bulunsa ve buraya, su yolu ile giden üç günde, kara yolu ile giden ise iki günde-varacak olsa; su yolu ile gi­den şahıs, namazlarını kasreder. (Dört rek'atli farzları ikişer rek'at kılar.) Karayolu ile giden ise kasretmez. (Tam kılar.)

Şayet, kara yolundan giden üç günde, su yolundan giden işe iki günde varsa; bu durumda da kara yolundan giden namazlarını kas­reder; su yolundan giden ise kasretmez.

Su yolunda da üç güne itibar edilir. Rüzgarın hızlı esmesi,, ya- • vaş esmesi veya tamamen durması halleri de müsavidir.

Dağda da durum aynıdır. Yani dağ yollarında da üç güne itibar edilir. Aynı mesafeye, kayalıklardan gidilip üç günden, önce varılsa j bile, üç güne itibar edilir.

Adet olan, yolculukla üç günlük mesafede bulunan bir yere-süratli yürüyen bir at Üe iki günde ve hatta daha az bir zamanda varılmış olsa bile, yine namazlar kısaltılırlar. Cevheretü'n - Neyyi-re'de de böyledir.

Misafire farz olan, dört rek'atli namazları ikişer rek'at kıl-  ' maktır. Hidâye'de de böyledir.

Bize göre, namazı kısaltmak farzdır.

Bir kimse eğer seferde dört rek'at kılar ve ikinci rek'atten sonra teşehhüd miktarı oturmuş olursa, —son iki rek'at nafile ol­mak üzere namazı caiz olur. Bu durumda, bu kimse, selamı te'hir ettiği için günahkâr olur.

Şayet, iki rek'at kıldıktan sonra oturmaz ise, namazı batıl olur. (Caiz  olmaz.) Hidâye'de de böyledir.

Keza, bir kimse, bu durumda, iik iki rek'atte veya bunların birinde, kıraati terk ettiği zaman, bize göre namazı bozulur. Tatar-hâniyye'de de böyledir.

Kasr (= Dört rek'atli farzları iki rek'at olarak kılmak), bü­tün misafirler (= yolcular) için sabittir. Yolculuk, ister ibadet yol­culuğu olsun, ister kabahat yolculuğu olsunJ bu mes'elede müsavi­dir. Muhıyt'te de böyledir.

Keza, yolculuğun at ile veya yaya yapılması da müsavidir Sünnetlerde kısaltma yoktur.

Bazıları  :  «Misafir, sünnetleri terk eder.» demişlerdir. Muhtar olan görüş ise : Sünnetlerin korku zamanlarında terkedilebilece&i emniyet ve istikrar zamanlarında ise kılınmalarının uygun olacağı­dır, Vecîzü'l - Kerderi'de de böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.) : Bir yolcu, şehrinden ve şehrinin evlerinden çıktığı zaman namazını kısaltır.» demiştir. Gıyâsiyye'de de : «Beğenilen ve seçilen görüş budur; fetva da buna göredir.» denilmiştir. Tatarhânîyye'de de böyledir.

Bu hususta sahili olan, şu kavildir : Gerçekten, ancak şeh­rin ma'mur olan yerlerini geçip çıkmaya itibar olunur.

Ancak, şehrin etrafında bulunan bir köy veya müteaddit köy­ler şehre bitişini şlerse, bu takdirde, o köylerin geçilmesine İtibar olunur. Şehre bitişmeyen köy ise, bunun hilaf madır. Ve, bu durum­daki köy, geçilmeden de kasr-i salât yapılır. (= namaz kısaltılır.)

Keza, bir kimse, şehrine döndüğü zaman, şehrin ma'mur yerle­rine ge-meden, namazlarını tam kılamaz.

Bir kimse, şehrinden çıkmadıkça, sadece —sefere— niyyet et­mekle misafir olamaz. Fakat, sadece niyyet etmekUe mukîm olur. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.

Seferin başlamasında, kişinin çıktığı tarafın ma'mur yerle­rini geçmesine itibar olunur.

Bir kimse, şehrin, kendisinin çıktığı tarafının ma'mur yerlerini geçmiş olsa fakat bu durumda, şehrin baksa bir tarafının evleri­nin hizasında bulunmakta olsa, yine namazını kısaltarak kılar. Teî>-yîn'de de böyledir.

Bir kimsenin çıktığı tarafta, önceden şehre bitişik iken daha sonra ayrılmış bulunan bir mahalle var ise, bu kimse, mahal­leyi geçene kadar, namazını kisaltamaz. Hulâsa'da da böyledir.

Sefere çıkan bir kimseye, misafire tanınan ruhsatın tanın­ması için, o kimsenin üç günlük yolculuğa kasdetmesi gerekir. Böy­le olmazsa, ;bu ruhsat, kendisine katiyyen tanınmaz. Niyyeii olmadan dünyayı dolaşmış olsa bile, durum yine aynıdır. Niyyet etmeden, yi-

tiğini arayan veya alacağını toplayan kimselerin yo-culuklan da böyledir.

Kasıtta, zamanın galebesi kâfidir. Kişinin zanm, misafir olaca­ğına, yani üç günlük yola gideceğine galebe çalarsa, bu şahıs misa-fir olur. Bu hususta, kişinin kesin bilgi sahibi olması şart kılınma­mıştır. Tebyîn'de de böyledir.

Yolculukta, bir kimsenin niyyet ehli olması da şart kılın­mıştır. Meselâ ; Bir çocuk veya bir hırisıtiyan yola çıksalar; iki gün yol yürürseler; sonra çocuk bulûğa erse; hıristiyan da raüslüman ol­sa, bu durumda, çocuk namazı tamam kılar; müslüman olan kimse ise kısaltır. Zâhidî'de de böyledir.

Bir beldede, on beşgün veya daha fazla ikamete niyyet edil­medikçe, seferin hükmü kaybolmaz. Hidâye'de de böyledir.
Bu hüküm, üç gün yol yürünmüş olduğu zaman geçerlidir. Fakat, üç günlük yol yürümemiş o5an bir kimse, geri dönmeye az~ metse veya ikamete niyyet etse, —kişi sahrada olsa bile— mukîm olur.
1- Yolculuğu terk etmek. Meselâ : Bir kimse, yolculuğu de­vam ettiği halde, ikamete niyyet etmiş olsa bu sahih olmaz.
2 - Yer Selahiyeti, Meselâ : Bir kimse, bir yere yerleşmeden —karada veya denizde veya çölde— ikamete niyyet etse, bu sahih olmaz.
3- Yerin bir olması,
4 - Müddetin bir olması,
5- Kişinin re'yinde hür olması. Mi'râcü'd - Dirâye'de de böyledir.

Şemsü'l - Eimme Halvâni: «Müslüman askerler, bir yerde kalmaya kasdetseler de yanlarında taşımakta oldukları haymalarını Cçadırlanm), inmiş bulundukları sahraya kursalar ve orada onbeş gün kalmaya azmetseler; yine de bu durumda mükîrn olamazlar. Çünkü : Taşınabildikleri için, o çadırlar, mesken hükmünde değil­dirler. Muhıyt'te de böyledir.

Müteahhirin âlimleri, çadırlarda yaşryan a'rabîler, türk-menler ve göçebeler hakkında; onların niyyetleri sebebi ile mukim olup olamıyacakları konusunda ihtilafa düşmüşlerdir.

Bu hususta, İmâm Ebû Yûsuf (R.AJ'tan iki rivayet vardır; İkinci rivayette değil de, birinci rivayette : «Onlar mukim olurlar.» demiştir. Fetva da bunun üzerinedir.

Şayet, on beş günden az ikamet etmeye niyyet ederlerse, na­mazlarını noksan kılarlar. (Yâni, mukim sayılmazlar.) Hidâye de de böyledir.

Bir kimse, bir işini görmek için geldiği Mr şehirde, on beş gün kalmaya azmi ve niyyeti oimadan ve İşinin bitmemesi yüzün­den, senelerce kalmış oİsa bile namazlarını kısaltarak kılar. Tehrib'-de de böyledir.

Haccetmek için yola çıkmış bulunan kimseler, Bağdad'a vardıkları zaman ikamete niyyet etmeden, arkadan gelecek kafileyi beklemek ve onlar gelene kadar yola çıkmamak azminde olsalar; . o kafilenin gelip, kendileri ile Bağdat'ta birleşerek yola çıkmaları Üe, kendilerinin buraya gelmeleri arasında da on beş gün veya daha fazla vakit olduğunu da bilseler, bu kimseler namazlarım tam kılar­lar.

Bu kimseler, eğer Mekke ve Mina veya Küfe ve Hıyre gibi her biri kendi başına bir yer olan, iki ayrı yerde onbeş gün kalmaya niyyet etmiş olsalar, bu kimseler mukim sayılmazlar. Ancak, bu iki yerden biri, ıdiğerine bağlı ve orada oturanlara cum'a kılmak vacip ise, bu kimseler, bu durumda mukim sayılırlar.

Bu kimseler, on beş gün ikamete niyyet etseler ve bu müddeti de, —önbeş gündüzü bir köyde, onbes geceyi de diğer köyde olmak üzere— iki ayrı köyde geçirecek olsalar, mukim sayılırlar. Gecele­mek niyyeti ile girilmiş olunan köyde —ikinci köye Önce girilmiş olması sebebi ile mukim olunmaz. Hulâsa'da da böyledir.

Menâsik isimli kitapta : «Ayın başında Mekke'ye giren ve ayın ortasına kadar orada ikamete niyyet etmiş olan hacıların bu niyye­ti, —Arafat'a muhakkak çıkacak olmalarından dolayı sahih olmaz. Çünkü şart tahakkuk etmez.

«Bu mesele, İsâ bin Ebân'ın fıkıhla uğraşıp, bu ilimde derinleş­mesine sebep olmuştur.» denilmiştir.

Aslında îsâ bin Ebân, hadîs ilmi ile iştigal'ediyordu. Fıkıh ilmi­ne geçişini şöyle anlatıyor :
Ben Zil~hicce'nin başında Mekke'ye girdim. Yanımda bir de/ arkadaşım vardı. Bir ay ikamete azmeyledim ve namazımı tamam kılmaya başladım Ebû Hanîfe (R.A.) 'ıûn arkadaşlarından bazdan bana mülâki oldular ve : «Hatâ ettin; çünkü sen Mina ve Arafat1» çıkacaksın.» dediler. Arafat'tan döndüğüm zaman, arkadaşını çıkma hazırlığına başladı. Ben de ona arkadaşlık etmeye azmeyledim ve namazımı kısaltmaya başladım. Yine, Ebû Hanîfe (R.A.)'nin arka­daşı bana : «Hata ettin, çünkü sen Mekke'de mukimsin. Buradan çıkmadığın müddetçe misafir olamazsın.» deldi. Ben de : «Bir mese­lede iki yerde hata ettim.» dedim. Ve İmâm Muhammed (RA.) 'İn meclisine giderek fıkıhla meşgul olmaya başladım. Bu mesele Bah-rü'r - Kâık'ta zikredilmiştir.

Dâr-ı harbte bir şehri kuşatan veya İslâm diyarında eş kıya­ları, isyankârları kuşatmış oîan kimseler, orada on beş gün kalmaya niyyet etseler bile, namazlarını kısaltmazlar. Çünkü durumları, kaç­makla durmak arasında mütereddittir. Bu kimseler, karşı taraftaki kimselerin evlerinde oturuyor olsalar bile, durum yine aynıdır. Ti-muriâşî'de de böyledir.

Bundan dolayı, bilginlerimiz : «Bir tüccar ihtiyaç için bir şehre gitse ve gerekli şeyleri alabilmek için orada on beş gün kal­maya niyyet etse, bu kimse de mukim sayıhnaz. Çünkü, tereddütlü* dür ve niyyetinde karar yoktur. îşi bitip gidecek rru yoksa işi bitme-yip orada kalacak mı, belli değildir.

Yukarıda söylenilen şeyler, bir yere gitmek ve yolculuğun ruh-. satında faydalanmak isteyip de, asıl   gideceği yere değil de daha uzak bir yere niyyet eden kimsenin sözüne karşı bir hüccettir. Bu kimsenin böyle yapması galattır ve niyyeti boş bir niyyettir. Mi'râ-cü'd - Ddrâye'de de böydedir,

Küffâr memleketine, emniyyet (= güvenlik) içinde giren bir kimse, orada ikamete niyyet eylemiş olsa, bu niyyeti sahih ölür. Hulâsa'da da böyledir.

Bir kimse, küffâr memleketinde müslüman olsa ve kendisi­ne islâmiyet öğretilmiş bulunulsa; bu arada kâfirler onu öldürmek için arasalar, o da üç günlük yol gitmek üzere firar etse, bu durum­da o kimse —muhtelif yerlerde bir ay veya daha fazla kalmış olsa bile misafir olur. Çünkü bu şahıs, kâfirler için muharip olmuş­tur.
Keza, müste'men olan bir kimse 15= dar-ı harbde kendisin» emân verilmiş olan kişi) de gadre uğradığı veya ölmümü istendiği zaman durum yine böyledir. Bu durumda olan bir kimse, bir küffâr şehrinde yaşarken, kendisini yakalayıp öldürmek isteseler, o da bir yere gizlenmiş olsa, namazlarını tamam kılar. Çünkü, bu kimse o memleketten çıkmadan misafir sayılmaz, orada mukimdir.

Keza, küffar şehirlerinden bir toplum, müslüman olsa ve ehl-i küfür de onlara harb açsa, müslüman olan kimseler orada bulunduk­ları müddetçe namazlarını tamam kılarlar. Keza, kâfirler galip gel­seler de, müslümanlan bir günlük mesafedeki bir yere sürseler, müslümanlar yine namazlarını tamam kılarlar. Ancak, bu durumda üç günlük mesafede olan bir yere gitmeyi murad ederlerse, namaz­larını kısaltırlar. Şayet, kendi şehirlerine geri gelirlerse, yine na­mazlarını tamam kılarlar.

Müşrikler, müslümanlan yenseler ve şehirlerinde kalsalar; son­ra müslümanlar oraya geri dönseler ve o şehir müşriklerden boşal-sa; müslümanlar o şehri yurt veya menzil edinseler ve orada bir baskı ve zahmet kalmasa, bu şehir, dârü'l - İslâm olur. Ve, müslü-manlar, orada namazlarını tamam kılarlar.

Ancak, müslümanlar, bu şehri yurt edinmek istemezler ve eğer bir ay kalıp, İslâm diyarına gitmek üzere oradan çıkacaklarsa, bu durumda, bu şehirde namazlarını kısaltarak kılarlar. Muhıyt'te de

böyledir.

Küffâr memleketinde esir olan bir kimse, esaretten kur­tulsa ve bir mağara veya benzeri bir yeri on beş günlük vatan edin-se, bu kimse, orada mukim sayılmaz. Huiâsa'da da böyledir.

Tecnîs'de : «İslâm askerleri, kâfirlerin elinden, bir şehri al­salar, eğer orayı yurt edinirlerse, orada namazlarım tamam kılarlar. Fakat, orayı yurt edinmeyeceklerse, bir ay veya daha fazla orada kalmak isteseler bile, namazlarını misafir olarak kılarlar. Bahrü'r -Râık'ta da böyledir.

Başkasına tabi olan her şahsın, tabi olduğu kimseye itaat etmesi gerekir. O ikamet edince mukim; o sefere çıkınca da misafir olur. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.

Asker, şehirde olan komu'tanımn ikamet niyyeti sebebi ile, sahrada bilemukim olur. Kâfi'de de böyledir.

Aslolan : İkameti, kendi arzusu ile mümkün olan kimsenin, ile mukim olmasıdır. Kendi arzusu ile ikameti mümkün olmayan bir kimse, niyyeti ebebi ile mukim olamaz.

Meselâ : Yolculukta, kocası ile beraber olan bir kadın, efendi­si île beraber olan bir köle, hocası ile beraber olan bir talebe, iş vereni ile beraber olan bir işçi, komutanı ile beraber olan bir asker, İçendi niyyeti ile mukim olamaz. Zâhirü'r-rivâye budur. Muhıyt'te de böyledir.

Kendisine, mehr-i muaccele ödenmiş olsa bile, kadın, koca­sına tabi olur. Fakat, mehr-i muacceli verilmemiş ise, duhulden ön­ce kocasına tabi değildir.

Asker, emiri (= komutanı) tarafından yidirilip içiriliyorsa, ona tabidir. Tebyîn'de de böyledir. Fakat, asker, rızkını kendi maların­dan temin ediyorsa, onun niyyetine itibar olunur. Zahîriyye'de de böyledir.

Borcundan dolayı hapsolunan kimse, eğer fakirse alacaklı­sının niyyetine itibar olunur. Fakat, borcunu ödemesi istenilen kim­se zenginse,  borçlunun niyyetine   itibar olunur.   Fakat, bu kimse, borcunu ödemeye azmetmemiş olursa, o zaman, bu kimse de fakir gibi olur. Muzmarât'ta da böyledir.

«Yolculuk esnasında, iki' efendisi bulunan kölenin, efendi­lerinden birisi ikamete, diğeri de sefere niyyet etse, köle, ikamet niyyet eden efendisine hizmet ettiği gün, namazını tam kılar; diğe­rine hizmet ettiği gün ise, namazını kısaltır.

Köle, bu durumda, günlük hizmeti müşterek yapıyorsa, aslına itibar ederek, namazını tam kılması münasip olur.» denilmiştir.

Köle, bu durumda, ihtiyaten ve şüpheye mahal kalmaması için, her iki rek*a*t başında oturur. Gıyâsiyye'de de böyledir.

Metbû ( = tabi olan kimse), tabi olduğu kimsenin ikamete niyyet ettiğini bilmezse, bu durumda aslolan, onun mukîm olma­sıdır. «Mukim olmaz» deyinlerde vardır. Esahh olan da budur. Çün­kü, bir şeye, bilmeden önce hükmetmekte, zorluk ve zarar vardır. Bu ise şer'an yasaktır.

Efendisi ile birlikte sefere çıkan bir köîe, efendisine sorar, =o da —niyyetinin ne olduğunu— bildirmezse, köle, namazmı tamam kı­lar.

Eğer bu köle, iki rek'at başında oturmadan bir gün namaz kı­lar, sonra da efendisi ona, yolculuğa çîktığı andan itibaren sefere niyyet etmiş olduğunu haber verirse; asloîan, bu durumda bu köle­nin, o namazları iade etmemesidir. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böy­ledir.

Köle, efendisine ve bir cemaate imam olduğu zaman, iki rek'ati kılınca, efendisi ikamete niyyet etse> bu niyyeti, hem kendisi hakkında hem de köfesi hakkında samlı olur. Bu hususta cemaatin durumu ise açıklanmamıştır.

İmâm Mubammed (R.A.) 'e göre, köle, iki rek'at kılar ve selam veımesi için, misafirlerden birim ileri geçirir." Sonra, köle üe efen­disi kalkıp namazlarını tamamlarlar.

Köle, efendisinin niyyetini nasıl bilebilir?

Bu konuda bazıları: «Efendi, kölenin hizasına kalkar; önce iki parmağını kaldırıp onlarla işaret yapar; sonra da dört parmağını kaldırıp onlarla işaret yapar.» demişlerdir. Muhiyt'te de böyledir.

Seferi bir imâmın arkasında, seferi olarak namaz kılmaya başlamış olan bir misafir, namaz içinde ikamete niyyet etmiş olsa, bu kimse o namazı yalnız başına tamamlar. Bu kimse, mesbûk bir muktedî olsa bile durum aynıdır.

Bu kimse, lâhık olur ve imâm namazı bitirdikten sonra, niyyet ederse, namazını —dört rek'ate— tamamlamaz. Fakat, imâm nama­zını bitirmeden önce, niyyet etmiş olan kimse, bunun hilâfmadır. (Yani o namazını tamamlayabilir.)

Lâhık, —vaktin içinde— ikamete niyyet ettikten sonra konu­şursa, namazı dört rek'at kılar; vaktin dışında ise iki rek'at kıllar. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.

"Bir kimse, seferî olarak namaz kılarken vakit çıkmış olsa ve bu kimse, vakit çıktıktan sonra —namaz içinde— ikamete niyyet etse, bu namaz dört rek'ate çevrilmez. Hulâsa'da da böyledir.

Misafir olan bir kimse, selamdan sonra ve sehiv secdesin­den Önce, —imâma uymaya— niyyet etse, o kimsenin, bu namazla ilgili aiyyeti sahih olmaz. Çünkü, imânı namazdan çıktıktan sonra, o kimse ndyyet etmiş olur. Ve bu kimseden sehiv secdeleri de sakıt olur. Bu, İmâm Ebû Haffiife (R.A.T ve İmâm Efcû Yûsuf (R-AVilın görüşleridir.

Bu kimse, eğer sehiv Isecdeüerine dönerse, ikamete niyyeti sahih ve namazı da dört rek'at olur. Secdesi namazın içinde olmuş olur," Ve bu sebepten dolayı namazı bata! olur.

Bu kimse, eğer sehiv secdesini yaptıktan sonra, ikamete niyyet ederse, bu niyyeti sahih olur. Namazı da dört rek'at olur. Bu durum­da, T-^sehiv için— iki secde yapmış olması ile bir secde yapmış <A-ması arasında da bir fark yoktur.

Bu kimsenin, sehiv secdesinde ikamete niyyet etmesi de sahih olur. Çünkü o, sehvi için secdeye döndüğü vakit, namazın hürmeti geri döner ve o kimse, namaz içinde niyyet etmiş gibi ölür.

Misafir olan kimse, namazını vaktin başında kılmış ve sonra da mukim olmuş bulunsa, namazı değişmez. Fakat, bu kimse, na-mazını kılmamış oîur ve vaktin sonuna kadar ikamete niyyet eder-' se, namazı tamam kıllar. Şayet, bu durumda, namazın tamamını d ğil de, bir kısmını kılacak kadar vakit kalmış olur ve niyyetini de o zaman yaparsa, namazım iki rek'at kılar. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, öğe namazını kılar ve vakit çıkmadan da yolcu­luğa çıkarsa; sonra da vaktinde ikindiyi kılar ve güneş batmadan da yolculuktan vaz geçerse; bundan sonra da öğle ve ikindiyi afo-destiz kıldığını hatırlarsa, öğleyi iki, ikindiyi dört rek'at kılar.

Bir kimse, mukim iken, öğle ve ikindiyi kılmış olsa, sonra da yolculuğa çıksa, güneş batmadan önce de bu namazları abdestsû kıldığım hatırlasa; öğleyi dört, ikindiyi ise iki rek'at olarak kılar. Serahsî'nin Muhıyt'inde de böyledir.                                       

Misafir olan bir imâm, misafirlerden meydana gelen bir cemaate namaz kıldırırken, abdesti bozulsa ve cemaatten birini ye­rine geçirse, bu kimse de ikamete niyyet etse, arkasında bulunan cemaatin, farzlarında bir değişiklik olmaz.

Fakat, -ilk imâm, abdesti bozulmadan veya abdestî bozul­duktan sonra fakat camiden çıkmadan önce ikamete niyyet etse, kendisinin de, cemaatın da farzı dört rek'at olur. Zâhîriyye'de d* böyledir.

Bir misafir, diğer bir misafire uysa ve imâm olan kimsenin abdesti bozulsa, yerine de mukîm bir imâm geçirse, misafir oîan kimsenin namazını dört rek'ate tamamlaması lazım gelmez. Serâh sî'nin Muhıyt'inde de böyledir,

Mukim bir imâma uyan misafir, namazını tamam kılar. Şayet, bu namazı bozulursa, —tek başına— iki rek'at kılar. İmâmın arkasında, nafile kılan seferinin, namazının bozulması halinde, onu dört rek'at kılması gerekir. Tebyîn'de de böyledir.

Misafir olan bir imâmın, cemaate : «Ben misafir imamım, siz namazınızı tamamlayın» demesi müstehap olur. Hidâye'de de böyledir.

Halîfe, misafir olduğu zaman, namazını seferi olarak kılar. Zehıyre'çfe de böyledir.

Cum'a günü,  zevalden önce veya sonra  yolculuğa çık­mak mekruh değildir. Namaz vakti çıkmadan, şehirden çıkamıyaca-ğuıı bilen bir kimsenin, Cum'ayı kılması gerekir. Bu durumdaki bir kimsenin Cum'ayi kılmadan gitmesi mekruh olur. Serahsî'nin Mu-hiyt'inde de böyledir,

Kadın, mahremsiz olarak, üç günlük veya daha fazla mesa­fedeki bir yolculuğa çıkamaz. Aldı yetmeyen çocuk mahrem olmaz. Deli de mahrem olmaz. Aklî muvazenesi yerinde olan yaşlı kimse mahrem olur. Muhıy'te de böyledir.

Misafir (= yolcu), kendi şehrine girdiği zaman, ikamete niyyet etmese bile, namazlarını tam kılar. Yolcunun kendi şehrine, isteği ile veya bir ihtiyacından dolayı girmiş olması halleride müsa­vidir. Cevheretü'n - Neyyîre'de de böyledir.

Bütün âlimlerin görüşüne göre, vatan üç nev'idir :
1- Vatan-ı Aslî (= Asıl vatan)  : Bu, bir kimsenin doğduğu veya evlendiği yerdir.
2- Vatan-i Sefer (= Yolculuk vatanı)  : Buna, vatanı ikâme de denir. Seferi bir kimsenin on beş gün veya daha fazla kalmaya

niyyet ettiği yer, demektir.
3- Vatan* Süknâ : Bir kimsenin, içinde on beş günden daha az  kalmaya niyyet ettiği yerdir.

Âlimlerimizden, tahkik ehli olanlara göre ise :

 Vatan iki nev'i­dir :
1- Vatan-ı Aslî,
2 - Vatan-ı ikâme, Vatan-ı süknâ, vatan iti­bar edilmez. Sahih olan budur. Ktfâye'de de böyledir.

Bir kimse, aile - fertleri ile vatan-ı aslîsinden ayrılıp, ikin­ci bir vatan-ı asli edinirse, birinci vatan-ı asli, vatan-ı aslî olmak-tan çıkar.

Fakat, bir kimse, vatan-ı aslisinden ailesi Üe birlikte ayrılmaz; ancak ikinci bir yerde yeniden aile edinirse; önceki vatan-ı aslisi, vatan-ı asliHkten çıkmadığı gibi, bu şahıs, her iki  asli  vatanın­da da namazını tamam kılar.
Vatan-ı asli, yolculuk yapmakla veya   vatan-ı ikamet üe, va­tan-ı asillikten çıkmaz.                                                                  Vatan-ı ikame ise,   yolculuk yapmakla veya   ikinci bir vatan-ı ikame ile, vatan-ı ikame olmaktan çıkar. Vatan-ı ikame, vatan-ı asli ile de, elbette vatan-ı ikame olmaktan çıkar. Tebyîn'de de böyledir. 0    «Ailesi ve eşyası ile birlikte başka yere göçen kimseler için, geride bıraktıkları vatan-ı asli sayılır.» denilmiştir. Buna    İmâm Muhammed (R.A.), Kitab'mda işaret etmiştir. Zahidi'de de böyledir.

Vatan-ı asli'nin sabit olması için, bil-icmâ, oraya yapılan yolculuğun eski olması şart değildir, Muhıyt'te de böylödir.

Yolculuğun önce olmasının vatan-ı ikame'nin şartlarından olup olmadığı hususunda da iki rivayet vardır :
1- Vatan-ı ikame, ancak yolculuktan üç gün sonra olur.
2- Sefer tekaddüm etmez; bir kimsenin kendisi ile ailesi ara­sında üç günlük mesafe yoksa,   vatan-ı ikame de  olmaz. Sirâcü'l -Vehhac'da da böyledir. Bu, Zahiru r - rivâyedir. Bahra'r - Râık ta ve Şerhü'l-Münye'de de böyledir.
Misafir t = yolcu) hırsızlardan veya yol kesicilerden kor-karsa, arkadaşlarını beklememesi ve namazını tehir etmesi de caiz olur. Çünkü, bu durum, kendisi için mazerettir. FetâvâyiJl - Garâib'-de de böyledir. [3]


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..