Birinci Mesele:

Ameller niyetlere göredir; hem ibadet hem de âdet türünden olan tasarruflarda önemli olan maksatlardır.

Konu ile ilgili deliller sayılamayacak kadar çoktur.                    
Maksat ve niyetlerin, âdetlerle ibâdetler arasını ayıran bir unsur olması, keza ibâdetler içerisinde vacibi vacip olmayandan ayırması, âdetler içerisinden vâcib, mendub, mubah, mekruh, haram, sahih, fâsid ve benzeri hükümlerin arasının yine maksatlarla ayrılması onla­rın dikkate alındıklarını göstermeye yeterli bir delildir. Aynı amel iş­lenir ve onunla bir'durum kastedilir, ibadet olur[1]; başka bir durum kastedilir, ibadet olmaz. Hatta bir fiil işlenir ve onunla bir durum kas­tedilir ve sonuçta iman edilmiş olur; aynı fiille bir başka durum kaste­dilir ve kâfir olunur. Allah için ya da put için secde etmek gibi.

Aynı şekilde, fiil işlenirken hirkasıt bulunursa o fiile teklîfî hu-kümler taalluk eder; niyetten uzak olarak gerçekleşmişse, o fiile her­hangi bir teklifi hüküm bağlanmaz. Uykuda bulunan, gafil olan, ya da cinnet geçiren (deli, mecnun) kimselerin fiilleri gibi.
Konu ile ilgili bazı nasslar: "Oysa onlar, doğruya yönelerek, dini yalnız Allah'a has kılarak O'na kulluk etmekle emrolunmuşlardi[2]"öyle ise dini Allah için halis kılarak O'na kulluk et[3]"Gönlü iman ile dolu olduğu halde, zor altında olan kimse müstesna, inandıktan sonra Allah'ı inkâr edip, gönlünü kâfirliğe açanlara Allah katından bir gazap vardır[4] "Verdiklerinin kabul olmasına engel olan, Allah'ı ve peygamberini inkar etmeleri, namaza tenhel tenhel gelmeleri, istemeye istemeye vermeleridir[5]"Kadınları boşadığmızda, müddetleri sona ererken, onları güzellikle tutun, ya da güzellikle bırakın, haklarına te­cavüz etmek için onlara zararlı olacak şekilde tutmayın.[6] .Edi­len vasiyyetten ve borcun ödenmesinden sonra zarara uğratılmaksızın (mirasta) ortak olurlar[7]"Mü'minler, mü'mınleri bırakıp kâfirleri dost edinmesinler; kim böyle yaparsa Allah katında bir değeri yoktur, ancak, onlardan sakınmanız hali müstesnadır.[8] Bazı hadisler de şöyle: "Ameller niyetlere göredir ve herkes için ancak niyet ettiği vardır[9]"Kim Allah'ın dininin yüce olması için savaşırsa, Allah yolunda cihad eden kimse işte odur"[10]Ben şirkten en müstağni ola­nım. Kim bir amel işler ve o amelde bana bir başkasını ortak koşarsa, ben payımı o ortağıma bırakır (ve o ameli kabul etmem.)[11] Bu mânâyı şu âyet de teyit eder: "Rabbine kavuşmayı uman kimse yararlı iş işle­sin  ve Rabbine kullukta hiç ortak koşmasın.[12] Hz.  Peygamber ihramlıbirkimse için, eğer kendisi avlamamışyadakendisi için avlanmamışsa av etinden yemeyi helal kılmıştır.[13]Aslında bu ko­nu gayet açıktır ve delillendirmeye de hiç ihtiyaç yoktur.

İtiraz: Niyet ve maksatlar kısmen dikkate alınmış olsalar da, mutlak surette ve her hal ve durumda dikkate alınmamıştır. İddiamı­zın doğruluğuna deliller vardır: (1)
Şer'an yapılmaya zorlanılan ameller vardır. Bir fiili zorla yapan kimse, zoraki yaptığı o fiilde Şâri'in emrine uymuş olmayı amaçlamaz. Zaten zorlama da bunun için yapılmıştır. Böyle bir kimse, kendisine ulaşacak cezayı gidermek için o fiili işlediği zaman, bu haliyle emredil­miş fiili kastetmiş olmaz. Çünkü kabullenilen tez, amellerin ancak meşru niyetleriyle sahih olacağı şeklinde idi. Bu kişi ise böyle bir ni­yette bulunmamıştır. Dolayısıyla şer'î zorlama altında yaptığı bu ame­lin sahih olmaması gerekecektir. Sahih olmayınca da o ameli işlemiş olmasıyla işlememiş olması arasında bir fark olmayacaktır. Bu du­rumda o kimseden, söz konusu ameli ikinci bir defa yine işlemesi iste­nilecektir. İkincisinde de aynen birincisinde olduğu gibi olacak ve bir teselsüldür gidecek; ya da zorlama abes (beyhude) olacaktır. Her ikisi [326] de muhaldir. Ya da üçüncü bir şık olarak amel niyetsiz sahih olacak­tır.[14]Bizim demek istediğimiz de budur. (2)
Ameller iki kısımdır: Âdetler ve ibâdetler. Âdetlerin i şlenmesi sı­rasında emre uymuş olma için niyete ihtiyâç bulunmadığı, aksine on­ların sadece meydana gelmiş olmalarının yeterli olduğu fukaha tara­fından belirtilmiştir. Meselâ, vediaların (emanetlerin) ve gasbedilmiş. malların iadesi, eş ve akraba nafakalarının ödenmesinde olduğu gibi. Bu durumda nasıl olur da mutlak olarak 'Her türlü tasarruflarda önemli olan maksatlardır' diye genellemeye gidilebilir?! İbâdetlere ge­lince, bunlarda da niyet yine mutlak surette şart koşulmuş değildir. Aksine bu konuda da ilim adamları arasında tafsilat ve görüş ayrılık­ları bulunmaktadır. Meselâ ilim adamlarından bir grup abdestte niye­tin şart olmadığım ileri sürmüşlerdir. Oruç ve zekat konusunda da du­rum aynıdır. Halbuki bunlar ibadetlerdir. Sonra gayr-ı ciddî (hezl) olarak azad ve adakta (nezir) bulunan kimseyi., yaptığı tasarruflarıyla ilzam etmişlerdir. Nitekim nikah, talâk ve ric'at konusunda da aynı tavrı göstermişlerdir. Hadislerde de: "Üç şey vardır ki onların ciddîsi de, ciddî şakası da ciddîdir: Nikâh, talâk ueazâd[15] "Kim oyun olsun diye nikah akdederse, ya da oyun olsun diye basarsa ya da oyun olsun diye azadda bulunursa tasarrufu geçerlidir" 16 buyrulmuştur. Hz. Ömer de şöyle demiştir: "Dört şey vardır ki, konuşulduğu zaman geçer­li olurlar: Talak, azad, nikah ve adak."
Gayr-ı ciddî bulunan (hâzil) bir kimse'nin şaka yolu ile bu gibi bir tasarrufta bulunması durumunda, onların hakikaten meydana gelmeşine yönelik bir kaselinin bulunmayacağı açıktır. Mâlikî mezhebin­de bir kimse Ramazan ayında oruç tutarken, oruç niyetinden vazgeçse fakat bilfiil orucunu bozmasa o kimsenin orucu sahih olmaktadır.[16]Bir kimse öğlen namazını kılarken tamamladım zannıyla iki rekat sonun­da selam verse ve sonra da iki rekat nafile namaz kılsa, sonra farzı ta­mamlamadığını hatırlasa, nafile olarak kıldığı iki rekat farzın kılma­dığı diğer iki rekati yerine geçer. Niyetten vazgeçilmesi meselesinin aslı ihtilaflı bir konu olmaktadır.[17]Bütün bunlar gerçek anlamda niye­tin bulunmaması durumunda ibadetin sahih olabileceği konusunda açık olmaktadır. (3)

Bazı ameller vardır ki aklen onlarda emre uyma (imtisal) kasdı-nın bulunması imkansızdır. Yaratıcının varlığını bilmeye ulaştıran ilk düşünce, imanın tamamlanması için zorunlu olan şeyleri bilme gi­bi. Bunlarda emre uyma kasdının bulunması, âlimlerin de belirttikleri gibi muhaldir. Bu durumda nasıl olur da: 'Niyet olmaksızın hiçbir amel sahih olmaz' denilebilir?! Bütün bunlar sabit olduğuna göre tezi­nizin doğru olmadığı ortaya çıkar. Dolayısıyla şu sonuca ulaşılır: Her amel niyet ile değildir; her türlü tasarrufta önemli olan mutlak surette niyet ve maksatlar değildir.

Cevap: Bu itiraza iki hususu belirterek cevap vereceğiz: (1)

Amellere taalluk eden maksatlar iki türlüdür:

(a) Her fail-i muhtarda, hür irade sahibi olması açısından zorun­lu olarak bulunması gereken maksatlar: Burada 'Her amel şer'an niyeti ile muteber olmaktadır' demek sahih olur. Onunla Şâri'in emrine uymuş olmayı kasdetsin etmesin far-ketmez ve bu durumda teklîfî hükümler o amele taalluk eder. Daha önce belirtilen deliller bu hususa delalet etmektedir. Çünkü her akıllı ve hür iradeli (muhtar) fail, işlediği fiilde mutlaka bir amaç bulundurur. Bu amac iyi ya da kötü olma­sı, yaptığı işin de şer'an yapılması ya da terki istenilen birşey olması ya da yapılmaması istenilen birşey olması Önemli de­ğildir. Eğer fiilin ihtiyarı bulunmayan bir kimse tarafından işlendiğini farzedecek olursak, zor altında kalan, uyku ha­linde olan, cinnet geçiren ve benzeri mükellef olmayan kimse­lerin durumunda olduğu gibi, o takdirde bunların fiillerine,geçen delillerin gereği taalluk etmeyecektir. Bu tarzda olan şeyler, Sâri' tarafından amaçlanmış şeyler değildir. Geriye, ihtiyar ile yapılan şeylerin mutlaka bir kasıt içermesi zorun­luluğu kalmaktadır. O zaman da onlara hükümler taalluk edecektir ve getirilen genellemeden hiçbir amel geri kalma­yacak; onun çerçevesi altına girecektir. İtirazda ileri sürülen herşey, bu iki kısmın dışına çıkamaz. Çünkü bu durumda olan ya kendisi gibiler için şer'an maksutbuîunan ikrah (zor­lama) veya hezl veya delil talebi ya da benzeri durumların ge­reğinin kaldırılmasını kastetmiştir ve bu durumda o tasarruf o şer'î hüküm üzere indirilecek ya kabul edilecek ya da edil­meyecektir. Ya da hiçbir kasıt bulunmayacak ve o halde de ona hiçbir hüküm taalluk etmeyecektir. Eğer bir hüküm taal­luk etmekte ise, bu teklif hitabı ile değil vaz' hitabı ile olacak­tır. Dolayısıyla biz uykudan ya da gafletten dolayı orucu boza­cak şeylerden kendisini tutan bir kimsenin orucunu eğer sa­hih kabul edecek olursak, bu vazî hitabın bir neticesi olacak­tır. Sanki Sâri' Teâlâ aynı imsaki, orucun kazasının düşürül­mesine ya da şer'an o orucun sahih kılınmasına sebeb olarak belirlemiştir şeklinde yorumlanacak; o onunla vücûben yü­kümlüdür mânâsı çıkarılmayacaktır, Diğer Örneklerde de du­rum aynıdır.
(b) İkinci kısım: Her fiil için zarurî olmayan, aksine taabbudî olan fiiller için taabbudî olmaları açısından zorunlu olan niyet ve maksatlar. Çünkü ihtiyar altına giren bütün fiiller, niyet ve kasıt bulunmaksızın taabbudî özellik göstermezler. Bu konuda namaz, hac vb. gibi aslî ibadet olarak konulanlar hakkında bir problem yoktur. Âdetlerle ilgili olanlara (âdiyyât) gelince, bunların niyet olmaksızın taabbudî fiiller­den (taabbudiyyât) olmalarına imkan yoktur. Bu konuda amellerden hiçbiri de müstesna değildir. Sadece (Allah'ı bul­ma maksadını taşıyan) ilk düşünce bundan hariçtir; çünkü onda niyetin bulunmasına imkan yoktur. Ancak o da aslında, onda bulunan taabbud kasdı kendisine yönelmiş değildir an­lamına gelir ve ona dair teklîfî birhüküm taalluku asla söz ko­nusu olmaz. Çünkü takat üstü yükümlülük yoktur. Aynı amele [18](yani ilk düşünceye) vücûb hükmünün taallukuna ge­lince, onun sıhhati konusunda tereddüt yoktur. Çünkü onunla mükellef olan kimse onu yapmaya kadirdir ve onu gerçek­leştirme imkânına da sahiptir. Aynı amelle taabbud kasdın-da bulunması ise böyle değildir; çünkü o muhaldir. Dolayısıy­la da o, takat üstü şeylerden sayılır ve şer'an bu kasdm isten­diğini ya da dikkate alındığını gösteren deliller, onu kapsa­maz. (2)

İtiraza mesned teşkil eden meselelere detaylı cevaplar vermek yoluyla:

Şer'an vacip olan amellerin işlenmesi için zor kullanılmasından başlayalım: Bunlardan taabbud ve emre uymuş olma niyet ve kasdına ihtiyaç göstermeyenler, ikrah neticesinde niyetsiz olarak yapılırlarsa ibadet olarak gerçekleşmezler. Şu kadar var ki, zorlamanın faydası gerçekleşmiş olur ve o kişiden şer'an talep hakkı düşer. Meselâ gasb fi­ilini işleyen kimselerden ellerindeki gasbedilmiş malları zorla almak gibi. Taabbud niyetine ihtiyaç gösterenler ise, zorlanan kimseye nis-betle bu fiilin sahih olabilmesi için mutlaka niyette bulunması zarure­ti vardır. Meselâ kişinin namaza zorlanması fve niyetsiz kılması) gibi. Ancak bu durumda dahi dış görünüşe göre talep hakkı düşer ve meselâ hâkim o namazın iade edilmesine hükmedemez. Çünkü işin içyüzünü fserâir) kullar bilemezler; kalbi yarmak ve içindekine bakmakla da emrolunmuş değillerdir.
Âdetlerden olan olan amellere gelince, her ne kadar sorumlu­luktan kurtulabilmek için bunlara niyette bulunmak zarureti yoksa da, bunların ibâdet halini almaları ve sevap almaya vesile olmaları için mutlak surette niyetin ve emre uyma maksadının bulunması ge­rekmektedir; aksi takdirde bunlar bâtıl olacaklardır. Bunların bâtıllığının anlamı Hükümler bahsinde geçmişti.[19]
Taabbudî amellerden olup da itiraz sadedinde ileri sürülen ör­neklere gelince, bunlarda niyetin şart bulunmadığı görüşünde olan­lar, görüşlerini onların âdetlerden olan ameller gibi olduğu ve hikme­ti/illeti akılla kavranılabilen türden olduğu esası üzerine bina etmek­tedirler. Niyet de zaten, hikmeti/illeti akılla kavranıiamayan konular­da şart koşulmaktadır. Zekât ve taharet de bunlardandır. Oruçla ilgili itiraza gelince, sözü edilen görüş şunun içindir: Orucu bozacak şeyler­den geri durulması zaten o vaktin hakkıdır; dolayısıyla başka bir oruç zaten olmaz ki, farklı bir niyet, onu oruçluktan çıkarsın.[20]Bu meselenin âdetlerle ilgili amellerde benzerleri bulunmaktadır. Şigâr nikâhı[21]gibi. Çünkü bu nikah Ebu Hanife'ye göre, taraflar (şigâr nikahı) kas­lında bulunsalar[22] da sahih olarak inikad etmektedir.[23]                 
Adak, azad ve benzeri konulara gelince, daha önce de geçtiği gibi, sebebi gerçekleştirme kasdında bulunan bir kimsenin, müsebbebe yö­nelik bir kasdının olmamasının hiçbir önemi yoktur. Gayr-ı ciddî fhâzil) de aynı şekildedir. Çünkü şaka (hezl) ile bir tasarrufta bulunan kimsenin, sebebin[24]vukuuna yönelik bir kasıt bulundurduğunda kuş­ku yoktur. Sebeb üzerine gerekecek olan müsebbeb hakkında ise, ya müsbet veya menfî yönde onun vukuuna yönelik bir kasdı yoktur ya da onun vuku bulmamasına yönelik kasdı vardır. Her iki takdirde de mü­sebbeb meydana gelir; mükellefin dileyip dilememesi durumu değiş­tirmez.
Biz bu gibi tasarrufların bağlayıcı olmadıkları görüşünde olduğu­muz zaman, bu görüşümüzü şu esas üzerine kurmuş olmaktayız: Lafzı telaffuz eden kimse onun mânâsını kastetmemektedir.[25] O lafızla sa­dece şakada fhezl) bulunmayı kastetmiştir. Gayr-ı ciddî bir tasarru­fun, ciddiyetsiz bir davranışın hükmü dışında bir netice doğurmayaca­ğı ise açıktır. Ciddiyetsizliğin hükmü de mübahlıktır ya da başka bir hükümdür (talâk, azad... vukuu değildir).
Yukarıda belirtilen tasarruflarda bağlayıcılıktan söz edilmesi ise şu şekilde izah edilir: Ciddiyet ve ciddiyetsizlik gizli bir iştir[26] dolayı­sıyla bu tasarruflarla ilgili sözler sarfedildiği zaman o sözlerin ciddî olduğu ve onların gereklerinin vuku bulmasına yönelik bir kasdımn bulunduğu kabul edilir. Yahut da şöyle izah getirilir: Bu kimse, şer'î ve ciddî olan bir akitle oyun oynamayı kastetmiştir. Bu haliyle Şâri'in maksadına ters düşmüştür. Dolayısıyla o tasarrufla ilgili ciddiyetsiz­liğin hükmü bâtıl olur ve tasarruf ciddîye dönüşür.

Oruç esnasında niyetin terkedilmesi meselesine gelince, oruç ilk niyet üzere sahih olarak başlamıştır. İlk niyet gerçek iftar (oruç boz­ma ) vuku buluncaya kadar hükmen var sayılır. Gerçek iftar ise gerçek-leşmemiştir; dolayısıyla oruç sahih olacaktır. Aynı şey, nafile olarak kılman iki rekatin farz yerine geçmesi örneğinde de geçerlidir. Çünkü namazı tamamladığı düşüncesi, Öyle düşünen âlimlere göre ilk niyet hükmünü kesmemiştir. Dolayısıyla arada meydana gelen selam ve nafile ibadet niyetine intikal lağv (boş, hükümsüz) kabul edilir ve (na­mazı bozucu) bir mahalde vuku bulmuş olmaz. Niyetin terki (atılması) meselesi de aynı yoruma tabidir.
Allah'ı bulmaya yönelik ilk düşünceye gelince, orada taabbud kasdının bulunması muhaldir. Birinci cevapta izah edilmişti. Tevfîk ancak Allah'tandır. [27]


Eser: El-Muvafakat

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

El-Muvafakat

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..