Birinci Mesele:
Ameller niyetlere göredir; hem ibadet hem de âdet türünden olan tasarruflarda önemli olan maksatlardır.
Konu ile ilgili deliller sayılamayacak kadar çoktur.
Maksat ve niyetlerin, âdetlerle ibâdetler arasını ayıran bir unsur olması, keza ibâdetler içerisinde vacibi vacip olmayandan ayırması, âdetler içerisinden vâcib, mendub, mubah, mekruh, haram, sahih, fâsid ve benzeri hükümlerin arasının yine maksatlarla ayrılması onların dikkate alındıklarını göstermeye yeterli bir delildir. Aynı amel işlenir ve onunla bir'durum kastedilir, ibadet olur[1]; başka bir durum kastedilir, ibadet olmaz. Hatta bir fiil işlenir ve onunla bir durum kastedilir ve sonuçta iman edilmiş olur; aynı fiille bir başka durum kastedilir ve kâfir olunur. Allah için ya da put için secde etmek gibi.
Aynı şekilde, fiil işlenirken hirkasıt bulunursa o fiile teklîfî hu-kümler taalluk eder; niyetten uzak olarak gerçekleşmişse, o fiile herhangi bir teklifi hüküm bağlanmaz. Uykuda bulunan, gafil olan, ya da cinnet geçiren (deli, mecnun) kimselerin fiilleri gibi.
Konu ile ilgili bazı nasslar: "Oysa onlar, doğruya yönelerek, dini yalnız Allah'a has kılarak O'na kulluk etmekle emrolunmuşlardi[2]"öyle ise dini Allah için halis kılarak O'na kulluk et[3]"Gönlü iman ile dolu olduğu halde, zor altında olan kimse müstesna, inandıktan sonra Allah'ı inkâr edip, gönlünü kâfirliğe açanlara Allah katından bir gazap vardır[4] "Verdiklerinin kabul olmasına engel olan, Allah'ı ve peygamberini inkar etmeleri, namaza tenhel tenhel gelmeleri, istemeye istemeye vermeleridir[5]"Kadınları boşadığmızda, müddetleri sona ererken, onları güzellikle tutun, ya da güzellikle bırakın, haklarına tecavüz etmek için onlara zararlı olacak şekilde tutmayın.[6] .Edilen vasiyyetten ve borcun ödenmesinden sonra zarara uğratılmaksızın (mirasta) ortak olurlar[7]"Mü'minler, mü'mınleri bırakıp kâfirleri dost edinmesinler; kim böyle yaparsa Allah katında bir değeri yoktur, ancak, onlardan sakınmanız hali müstesnadır.[8] Bazı hadisler de şöyle: "Ameller niyetlere göredir ve herkes için ancak niyet ettiği vardır[9]"Kim Allah'ın dininin yüce olması için savaşırsa, Allah yolunda cihad eden kimse işte odur"[10]Ben şirkten en müstağni olanım. Kim bir amel işler ve o amelde bana bir başkasını ortak koşarsa, ben payımı o ortağıma bırakır (ve o ameli kabul etmem.)[11] Bu mânâyı şu âyet de teyit eder: "Rabbine kavuşmayı uman kimse yararlı iş işlesin ve Rabbine kullukta hiç ortak koşmasın.[12] Hz. Peygamber ihramlıbirkimse için, eğer kendisi avlamamışyadakendisi için avlanmamışsa av etinden yemeyi helal kılmıştır.[13]Aslında bu konu gayet açıktır ve delillendirmeye de hiç ihtiyaç yoktur.
İtiraz: Niyet ve maksatlar kısmen dikkate alınmış olsalar da, mutlak surette ve her hal ve durumda dikkate alınmamıştır. İddiamızın doğruluğuna deliller vardır: (1)
Şer'an yapılmaya zorlanılan ameller vardır. Bir fiili zorla yapan kimse, zoraki yaptığı o fiilde Şâri'in emrine uymuş olmayı amaçlamaz. Zaten zorlama da bunun için yapılmıştır. Böyle bir kimse, kendisine ulaşacak cezayı gidermek için o fiili işlediği zaman, bu haliyle emredilmiş fiili kastetmiş olmaz. Çünkü kabullenilen tez, amellerin ancak meşru niyetleriyle sahih olacağı şeklinde idi. Bu kişi ise böyle bir niyette bulunmamıştır. Dolayısıyla şer'î zorlama altında yaptığı bu amelin sahih olmaması gerekecektir. Sahih olmayınca da o ameli işlemiş olmasıyla işlememiş olması arasında bir fark olmayacaktır. Bu durumda o kimseden, söz konusu ameli ikinci bir defa yine işlemesi istenilecektir. İkincisinde de aynen birincisinde olduğu gibi olacak ve bir teselsüldür gidecek; ya da zorlama abes (beyhude) olacaktır. Her ikisi [326] de muhaldir. Ya da üçüncü bir şık olarak amel niyetsiz sahih olacaktır.[14]Bizim demek istediğimiz de budur. (2)
Ameller iki kısımdır: Âdetler ve ibâdetler. Âdetlerin i şlenmesi sırasında emre uymuş olma için niyete ihtiyâç bulunmadığı, aksine onların sadece meydana gelmiş olmalarının yeterli olduğu fukaha tarafından belirtilmiştir. Meselâ, vediaların (emanetlerin) ve gasbedilmiş. malların iadesi, eş ve akraba nafakalarının ödenmesinde olduğu gibi. Bu durumda nasıl olur da mutlak olarak 'Her türlü tasarruflarda önemli olan maksatlardır' diye genellemeye gidilebilir?! İbâdetlere gelince, bunlarda da niyet yine mutlak surette şart koşulmuş değildir. Aksine bu konuda da ilim adamları arasında tafsilat ve görüş ayrılıkları bulunmaktadır. Meselâ ilim adamlarından bir grup abdestte niyetin şart olmadığım ileri sürmüşlerdir. Oruç ve zekat konusunda da durum aynıdır. Halbuki bunlar ibadetlerdir. Sonra gayr-ı ciddî (hezl) olarak azad ve adakta (nezir) bulunan kimseyi., yaptığı tasarruflarıyla ilzam etmişlerdir. Nitekim nikah, talâk ve ric'at konusunda da aynı tavrı göstermişlerdir. Hadislerde de: "Üç şey vardır ki onların ciddîsi de, ciddî şakası da ciddîdir: Nikâh, talâk ueazâd[15] "Kim oyun olsun diye nikah akdederse, ya da oyun olsun diye basarsa ya da oyun olsun diye azadda bulunursa tasarrufu geçerlidir" 16 buyrulmuştur. Hz. Ömer de şöyle demiştir: "Dört şey vardır ki, konuşulduğu zaman geçerli olurlar: Talak, azad, nikah ve adak."
Gayr-ı ciddî bulunan (hâzil) bir kimse'nin şaka yolu ile bu gibi bir tasarrufta bulunması durumunda, onların hakikaten meydana gelmeşine yönelik bir kaselinin bulunmayacağı açıktır. Mâlikî mezhebinde bir kimse Ramazan ayında oruç tutarken, oruç niyetinden vazgeçse fakat bilfiil orucunu bozmasa o kimsenin orucu sahih olmaktadır.[16]Bir kimse öğlen namazını kılarken tamamladım zannıyla iki rekat sonunda selam verse ve sonra da iki rekat nafile namaz kılsa, sonra farzı tamamlamadığını hatırlasa, nafile olarak kıldığı iki rekat farzın kılmadığı diğer iki rekati yerine geçer. Niyetten vazgeçilmesi meselesinin aslı ihtilaflı bir konu olmaktadır.[17]Bütün bunlar gerçek anlamda niyetin bulunmaması durumunda ibadetin sahih olabileceği konusunda açık olmaktadır. (3)
Bazı ameller vardır ki aklen onlarda emre uyma (imtisal) kasdı-nın bulunması imkansızdır. Yaratıcının varlığını bilmeye ulaştıran ilk düşünce, imanın tamamlanması için zorunlu olan şeyleri bilme gibi. Bunlarda emre uyma kasdının bulunması, âlimlerin de belirttikleri gibi muhaldir. Bu durumda nasıl olur da: 'Niyet olmaksızın hiçbir amel sahih olmaz' denilebilir?! Bütün bunlar sabit olduğuna göre tezinizin doğru olmadığı ortaya çıkar. Dolayısıyla şu sonuca ulaşılır: Her amel niyet ile değildir; her türlü tasarrufta önemli olan mutlak surette niyet ve maksatlar değildir.
Cevap: Bu itiraza iki hususu belirterek cevap vereceğiz: (1)
Amellere taalluk eden maksatlar iki türlüdür:
(a) Her fail-i muhtarda, hür irade sahibi olması açısından zorunlu olarak bulunması gereken maksatlar: Burada 'Her amel şer'an niyeti ile muteber olmaktadır' demek sahih olur. Onunla Şâri'in emrine uymuş olmayı kasdetsin etmesin far-ketmez ve bu durumda teklîfî hükümler o amele taalluk eder. Daha önce belirtilen deliller bu hususa delalet etmektedir. Çünkü her akıllı ve hür iradeli (muhtar) fail, işlediği fiilde mutlaka bir amaç bulundurur. Bu amac iyi ya da kötü olması, yaptığı işin de şer'an yapılması ya da terki istenilen birşey olması ya da yapılmaması istenilen birşey olması Önemli değildir. Eğer fiilin ihtiyarı bulunmayan bir kimse tarafından işlendiğini farzedecek olursak, zor altında kalan, uyku halinde olan, cinnet geçiren ve benzeri mükellef olmayan kimselerin durumunda olduğu gibi, o takdirde bunların fiillerine,geçen delillerin gereği taalluk etmeyecektir. Bu tarzda olan şeyler, Sâri' tarafından amaçlanmış şeyler değildir. Geriye, ihtiyar ile yapılan şeylerin mutlaka bir kasıt içermesi zorunluluğu kalmaktadır. O zaman da onlara hükümler taalluk edecektir ve getirilen genellemeden hiçbir amel geri kalmayacak; onun çerçevesi altına girecektir. İtirazda ileri sürülen herşey, bu iki kısmın dışına çıkamaz. Çünkü bu durumda olan ya kendisi gibiler için şer'an maksutbuîunan ikrah (zorlama) veya hezl veya delil talebi ya da benzeri durumların gereğinin kaldırılmasını kastetmiştir ve bu durumda o tasarruf o şer'î hüküm üzere indirilecek ya kabul edilecek ya da edilmeyecektir. Ya da hiçbir kasıt bulunmayacak ve o halde de ona hiçbir hüküm taalluk etmeyecektir. Eğer bir hüküm taalluk etmekte ise, bu teklif hitabı ile değil vaz' hitabı ile olacaktır. Dolayısıyla biz uykudan ya da gafletten dolayı orucu bozacak şeylerden kendisini tutan bir kimsenin orucunu eğer sahih kabul edecek olursak, bu vazî hitabın bir neticesi olacaktır. Sanki Sâri' Teâlâ aynı imsaki, orucun kazasının düşürülmesine ya da şer'an o orucun sahih kılınmasına sebeb olarak belirlemiştir şeklinde yorumlanacak; o onunla vücûben yükümlüdür mânâsı çıkarılmayacaktır, Diğer Örneklerde de durum aynıdır.
(b) İkinci kısım: Her fiil için zarurî olmayan, aksine taabbudî olan fiiller için taabbudî olmaları açısından zorunlu olan niyet ve maksatlar. Çünkü ihtiyar altına giren bütün fiiller, niyet ve kasıt bulunmaksızın taabbudî özellik göstermezler. Bu konuda namaz, hac vb. gibi aslî ibadet olarak konulanlar hakkında bir problem yoktur. Âdetlerle ilgili olanlara (âdiyyât) gelince, bunların niyet olmaksızın taabbudî fiillerden (taabbudiyyât) olmalarına imkan yoktur. Bu konuda amellerden hiçbiri de müstesna değildir. Sadece (Allah'ı bulma maksadını taşıyan) ilk düşünce bundan hariçtir; çünkü onda niyetin bulunmasına imkan yoktur. Ancak o da aslında, onda bulunan taabbud kasdı kendisine yönelmiş değildir anlamına gelir ve ona dair teklîfî birhüküm taalluku asla söz konusu olmaz. Çünkü takat üstü yükümlülük yoktur. Aynı amele [18](yani ilk düşünceye) vücûb hükmünün taallukuna gelince, onun sıhhati konusunda tereddüt yoktur. Çünkü onunla mükellef olan kimse onu yapmaya kadirdir ve onu gerçekleştirme imkânına da sahiptir. Aynı amelle taabbud kasdın-da bulunması ise böyle değildir; çünkü o muhaldir. Dolayısıyla da o, takat üstü şeylerden sayılır ve şer'an bu kasdm istendiğini ya da dikkate alındığını gösteren deliller, onu kapsamaz. (2)
İtiraza mesned teşkil eden meselelere detaylı cevaplar vermek yoluyla:
Şer'an vacip olan amellerin işlenmesi için zor kullanılmasından başlayalım: Bunlardan taabbud ve emre uymuş olma niyet ve kasdına ihtiyaç göstermeyenler, ikrah neticesinde niyetsiz olarak yapılırlarsa ibadet olarak gerçekleşmezler. Şu kadar var ki, zorlamanın faydası gerçekleşmiş olur ve o kişiden şer'an talep hakkı düşer. Meselâ gasb fiilini işleyen kimselerden ellerindeki gasbedilmiş malları zorla almak gibi. Taabbud niyetine ihtiyaç gösterenler ise, zorlanan kimseye nis-betle bu fiilin sahih olabilmesi için mutlaka niyette bulunması zarureti vardır. Meselâ kişinin namaza zorlanması fve niyetsiz kılması) gibi. Ancak bu durumda dahi dış görünüşe göre talep hakkı düşer ve meselâ hâkim o namazın iade edilmesine hükmedemez. Çünkü işin içyüzünü fserâir) kullar bilemezler; kalbi yarmak ve içindekine bakmakla da emrolunmuş değillerdir.
Âdetlerden olan olan amellere gelince, her ne kadar sorumluluktan kurtulabilmek için bunlara niyette bulunmak zarureti yoksa da, bunların ibâdet halini almaları ve sevap almaya vesile olmaları için mutlak surette niyetin ve emre uyma maksadının bulunması gerekmektedir; aksi takdirde bunlar bâtıl olacaklardır. Bunların bâtıllığının anlamı Hükümler bahsinde geçmişti.[19]
Taabbudî amellerden olup da itiraz sadedinde ileri sürülen örneklere gelince, bunlarda niyetin şart bulunmadığı görüşünde olanlar, görüşlerini onların âdetlerden olan ameller gibi olduğu ve hikmeti/illeti akılla kavranılabilen türden olduğu esası üzerine bina etmektedirler. Niyet de zaten, hikmeti/illeti akılla kavranıiamayan konularda şart koşulmaktadır. Zekât ve taharet de bunlardandır. Oruçla ilgili itiraza gelince, sözü edilen görüş şunun içindir: Orucu bozacak şeylerden geri durulması zaten o vaktin hakkıdır; dolayısıyla başka bir oruç zaten olmaz ki, farklı bir niyet, onu oruçluktan çıkarsın.[20]Bu meselenin âdetlerle ilgili amellerde benzerleri bulunmaktadır. Şigâr nikâhı[21]gibi. Çünkü bu nikah Ebu Hanife'ye göre, taraflar (şigâr nikahı) kaslında bulunsalar[22] da sahih olarak inikad etmektedir.[23]
Adak, azad ve benzeri konulara gelince, daha önce de geçtiği gibi, sebebi gerçekleştirme kasdında bulunan bir kimsenin, müsebbebe yönelik bir kasdının olmamasının hiçbir önemi yoktur. Gayr-ı ciddî fhâzil) de aynı şekildedir. Çünkü şaka (hezl) ile bir tasarrufta bulunan kimsenin, sebebin[24]vukuuna yönelik bir kasıt bulundurduğunda kuşku yoktur. Sebeb üzerine gerekecek olan müsebbeb hakkında ise, ya müsbet veya menfî yönde onun vukuuna yönelik bir kasdı yoktur ya da onun vuku bulmamasına yönelik kasdı vardır. Her iki takdirde de müsebbeb meydana gelir; mükellefin dileyip dilememesi durumu değiştirmez.
Biz bu gibi tasarrufların bağlayıcı olmadıkları görüşünde olduğumuz zaman, bu görüşümüzü şu esas üzerine kurmuş olmaktayız: Lafzı telaffuz eden kimse onun mânâsını kastetmemektedir.[25] O lafızla sadece şakada fhezl) bulunmayı kastetmiştir. Gayr-ı ciddî bir tasarrufun, ciddiyetsiz bir davranışın hükmü dışında bir netice doğurmayacağı ise açıktır. Ciddiyetsizliğin hükmü de mübahlıktır ya da başka bir hükümdür (talâk, azad... vukuu değildir).
Yukarıda belirtilen tasarruflarda bağlayıcılıktan söz edilmesi ise şu şekilde izah edilir: Ciddiyet ve ciddiyetsizlik gizli bir iştir[26] dolayısıyla bu tasarruflarla ilgili sözler sarfedildiği zaman o sözlerin ciddî olduğu ve onların gereklerinin vuku bulmasına yönelik bir kasdımn bulunduğu kabul edilir. Yahut da şöyle izah getirilir: Bu kimse, şer'î ve ciddî olan bir akitle oyun oynamayı kastetmiştir. Bu haliyle Şâri'in maksadına ters düşmüştür. Dolayısıyla o tasarrufla ilgili ciddiyetsizliğin hükmü bâtıl olur ve tasarruf ciddîye dönüşür.
Oruç esnasında niyetin terkedilmesi meselesine gelince, oruç ilk niyet üzere sahih olarak başlamıştır. İlk niyet gerçek iftar (oruç bozma ) vuku buluncaya kadar hükmen var sayılır. Gerçek iftar ise gerçek-leşmemiştir; dolayısıyla oruç sahih olacaktır. Aynı şey, nafile olarak kılman iki rekatin farz yerine geçmesi örneğinde de geçerlidir. Çünkü namazı tamamladığı düşüncesi, Öyle düşünen âlimlere göre ilk niyet hükmünü kesmemiştir. Dolayısıyla arada meydana gelen selam ve nafile ibadet niyetine intikal lağv (boş, hükümsüz) kabul edilir ve (namazı bozucu) bir mahalde vuku bulmuş olmaz. Niyetin terki (atılması) meselesi de aynı yoruma tabidir.
Allah'ı bulmaya yönelik ilk düşünceye gelince, orada taabbud kasdının bulunması muhaldir. Birinci cevapta izah edilmişti. Tevfîk ancak Allah'tandır. [27]
Konu ile ilgili deliller sayılamayacak kadar çoktur.
Maksat ve niyetlerin, âdetlerle ibâdetler arasını ayıran bir unsur olması, keza ibâdetler içerisinde vacibi vacip olmayandan ayırması, âdetler içerisinden vâcib, mendub, mubah, mekruh, haram, sahih, fâsid ve benzeri hükümlerin arasının yine maksatlarla ayrılması onların dikkate alındıklarını göstermeye yeterli bir delildir. Aynı amel işlenir ve onunla bir'durum kastedilir, ibadet olur[1]; başka bir durum kastedilir, ibadet olmaz. Hatta bir fiil işlenir ve onunla bir durum kastedilir ve sonuçta iman edilmiş olur; aynı fiille bir başka durum kastedilir ve kâfir olunur. Allah için ya da put için secde etmek gibi.
Aynı şekilde, fiil işlenirken hirkasıt bulunursa o fiile teklîfî hu-kümler taalluk eder; niyetten uzak olarak gerçekleşmişse, o fiile herhangi bir teklifi hüküm bağlanmaz. Uykuda bulunan, gafil olan, ya da cinnet geçiren (deli, mecnun) kimselerin fiilleri gibi.
Konu ile ilgili bazı nasslar: "Oysa onlar, doğruya yönelerek, dini yalnız Allah'a has kılarak O'na kulluk etmekle emrolunmuşlardi[2]"öyle ise dini Allah için halis kılarak O'na kulluk et[3]"Gönlü iman ile dolu olduğu halde, zor altında olan kimse müstesna, inandıktan sonra Allah'ı inkâr edip, gönlünü kâfirliğe açanlara Allah katından bir gazap vardır[4] "Verdiklerinin kabul olmasına engel olan, Allah'ı ve peygamberini inkar etmeleri, namaza tenhel tenhel gelmeleri, istemeye istemeye vermeleridir[5]"Kadınları boşadığmızda, müddetleri sona ererken, onları güzellikle tutun, ya da güzellikle bırakın, haklarına tecavüz etmek için onlara zararlı olacak şekilde tutmayın.[6] .Edilen vasiyyetten ve borcun ödenmesinden sonra zarara uğratılmaksızın (mirasta) ortak olurlar[7]"Mü'minler, mü'mınleri bırakıp kâfirleri dost edinmesinler; kim böyle yaparsa Allah katında bir değeri yoktur, ancak, onlardan sakınmanız hali müstesnadır.[8] Bazı hadisler de şöyle: "Ameller niyetlere göredir ve herkes için ancak niyet ettiği vardır[9]"Kim Allah'ın dininin yüce olması için savaşırsa, Allah yolunda cihad eden kimse işte odur"[10]Ben şirkten en müstağni olanım. Kim bir amel işler ve o amelde bana bir başkasını ortak koşarsa, ben payımı o ortağıma bırakır (ve o ameli kabul etmem.)[11] Bu mânâyı şu âyet de teyit eder: "Rabbine kavuşmayı uman kimse yararlı iş işlesin ve Rabbine kullukta hiç ortak koşmasın.[12] Hz. Peygamber ihramlıbirkimse için, eğer kendisi avlamamışyadakendisi için avlanmamışsa av etinden yemeyi helal kılmıştır.[13]Aslında bu konu gayet açıktır ve delillendirmeye de hiç ihtiyaç yoktur.
İtiraz: Niyet ve maksatlar kısmen dikkate alınmış olsalar da, mutlak surette ve her hal ve durumda dikkate alınmamıştır. İddiamızın doğruluğuna deliller vardır: (1)
Şer'an yapılmaya zorlanılan ameller vardır. Bir fiili zorla yapan kimse, zoraki yaptığı o fiilde Şâri'in emrine uymuş olmayı amaçlamaz. Zaten zorlama da bunun için yapılmıştır. Böyle bir kimse, kendisine ulaşacak cezayı gidermek için o fiili işlediği zaman, bu haliyle emredilmiş fiili kastetmiş olmaz. Çünkü kabullenilen tez, amellerin ancak meşru niyetleriyle sahih olacağı şeklinde idi. Bu kişi ise böyle bir niyette bulunmamıştır. Dolayısıyla şer'î zorlama altında yaptığı bu amelin sahih olmaması gerekecektir. Sahih olmayınca da o ameli işlemiş olmasıyla işlememiş olması arasında bir fark olmayacaktır. Bu durumda o kimseden, söz konusu ameli ikinci bir defa yine işlemesi istenilecektir. İkincisinde de aynen birincisinde olduğu gibi olacak ve bir teselsüldür gidecek; ya da zorlama abes (beyhude) olacaktır. Her ikisi [326] de muhaldir. Ya da üçüncü bir şık olarak amel niyetsiz sahih olacaktır.[14]Bizim demek istediğimiz de budur. (2)
Ameller iki kısımdır: Âdetler ve ibâdetler. Âdetlerin i şlenmesi sırasında emre uymuş olma için niyete ihtiyâç bulunmadığı, aksine onların sadece meydana gelmiş olmalarının yeterli olduğu fukaha tarafından belirtilmiştir. Meselâ, vediaların (emanetlerin) ve gasbedilmiş. malların iadesi, eş ve akraba nafakalarının ödenmesinde olduğu gibi. Bu durumda nasıl olur da mutlak olarak 'Her türlü tasarruflarda önemli olan maksatlardır' diye genellemeye gidilebilir?! İbâdetlere gelince, bunlarda da niyet yine mutlak surette şart koşulmuş değildir. Aksine bu konuda da ilim adamları arasında tafsilat ve görüş ayrılıkları bulunmaktadır. Meselâ ilim adamlarından bir grup abdestte niyetin şart olmadığım ileri sürmüşlerdir. Oruç ve zekat konusunda da durum aynıdır. Halbuki bunlar ibadetlerdir. Sonra gayr-ı ciddî (hezl) olarak azad ve adakta (nezir) bulunan kimseyi., yaptığı tasarruflarıyla ilzam etmişlerdir. Nitekim nikah, talâk ve ric'at konusunda da aynı tavrı göstermişlerdir. Hadislerde de: "Üç şey vardır ki onların ciddîsi de, ciddî şakası da ciddîdir: Nikâh, talâk ueazâd[15] "Kim oyun olsun diye nikah akdederse, ya da oyun olsun diye basarsa ya da oyun olsun diye azadda bulunursa tasarrufu geçerlidir" 16 buyrulmuştur. Hz. Ömer de şöyle demiştir: "Dört şey vardır ki, konuşulduğu zaman geçerli olurlar: Talak, azad, nikah ve adak."
Gayr-ı ciddî bulunan (hâzil) bir kimse'nin şaka yolu ile bu gibi bir tasarrufta bulunması durumunda, onların hakikaten meydana gelmeşine yönelik bir kaselinin bulunmayacağı açıktır. Mâlikî mezhebinde bir kimse Ramazan ayında oruç tutarken, oruç niyetinden vazgeçse fakat bilfiil orucunu bozmasa o kimsenin orucu sahih olmaktadır.[16]Bir kimse öğlen namazını kılarken tamamladım zannıyla iki rekat sonunda selam verse ve sonra da iki rekat nafile namaz kılsa, sonra farzı tamamlamadığını hatırlasa, nafile olarak kıldığı iki rekat farzın kılmadığı diğer iki rekati yerine geçer. Niyetten vazgeçilmesi meselesinin aslı ihtilaflı bir konu olmaktadır.[17]Bütün bunlar gerçek anlamda niyetin bulunmaması durumunda ibadetin sahih olabileceği konusunda açık olmaktadır. (3)
Bazı ameller vardır ki aklen onlarda emre uyma (imtisal) kasdı-nın bulunması imkansızdır. Yaratıcının varlığını bilmeye ulaştıran ilk düşünce, imanın tamamlanması için zorunlu olan şeyleri bilme gibi. Bunlarda emre uyma kasdının bulunması, âlimlerin de belirttikleri gibi muhaldir. Bu durumda nasıl olur da: 'Niyet olmaksızın hiçbir amel sahih olmaz' denilebilir?! Bütün bunlar sabit olduğuna göre tezinizin doğru olmadığı ortaya çıkar. Dolayısıyla şu sonuca ulaşılır: Her amel niyet ile değildir; her türlü tasarrufta önemli olan mutlak surette niyet ve maksatlar değildir.
Cevap: Bu itiraza iki hususu belirterek cevap vereceğiz: (1)
Amellere taalluk eden maksatlar iki türlüdür:
(a) Her fail-i muhtarda, hür irade sahibi olması açısından zorunlu olarak bulunması gereken maksatlar: Burada 'Her amel şer'an niyeti ile muteber olmaktadır' demek sahih olur. Onunla Şâri'in emrine uymuş olmayı kasdetsin etmesin far-ketmez ve bu durumda teklîfî hükümler o amele taalluk eder. Daha önce belirtilen deliller bu hususa delalet etmektedir. Çünkü her akıllı ve hür iradeli (muhtar) fail, işlediği fiilde mutlaka bir amaç bulundurur. Bu amac iyi ya da kötü olması, yaptığı işin de şer'an yapılması ya da terki istenilen birşey olması ya da yapılmaması istenilen birşey olması Önemli değildir. Eğer fiilin ihtiyarı bulunmayan bir kimse tarafından işlendiğini farzedecek olursak, zor altında kalan, uyku halinde olan, cinnet geçiren ve benzeri mükellef olmayan kimselerin durumunda olduğu gibi, o takdirde bunların fiillerine,geçen delillerin gereği taalluk etmeyecektir. Bu tarzda olan şeyler, Sâri' tarafından amaçlanmış şeyler değildir. Geriye, ihtiyar ile yapılan şeylerin mutlaka bir kasıt içermesi zorunluluğu kalmaktadır. O zaman da onlara hükümler taalluk edecektir ve getirilen genellemeden hiçbir amel geri kalmayacak; onun çerçevesi altına girecektir. İtirazda ileri sürülen herşey, bu iki kısmın dışına çıkamaz. Çünkü bu durumda olan ya kendisi gibiler için şer'an maksutbuîunan ikrah (zorlama) veya hezl veya delil talebi ya da benzeri durumların gereğinin kaldırılmasını kastetmiştir ve bu durumda o tasarruf o şer'î hüküm üzere indirilecek ya kabul edilecek ya da edilmeyecektir. Ya da hiçbir kasıt bulunmayacak ve o halde de ona hiçbir hüküm taalluk etmeyecektir. Eğer bir hüküm taalluk etmekte ise, bu teklif hitabı ile değil vaz' hitabı ile olacaktır. Dolayısıyla biz uykudan ya da gafletten dolayı orucu bozacak şeylerden kendisini tutan bir kimsenin orucunu eğer sahih kabul edecek olursak, bu vazî hitabın bir neticesi olacaktır. Sanki Sâri' Teâlâ aynı imsaki, orucun kazasının düşürülmesine ya da şer'an o orucun sahih kılınmasına sebeb olarak belirlemiştir şeklinde yorumlanacak; o onunla vücûben yükümlüdür mânâsı çıkarılmayacaktır, Diğer Örneklerde de durum aynıdır.
(b) İkinci kısım: Her fiil için zarurî olmayan, aksine taabbudî olan fiiller için taabbudî olmaları açısından zorunlu olan niyet ve maksatlar. Çünkü ihtiyar altına giren bütün fiiller, niyet ve kasıt bulunmaksızın taabbudî özellik göstermezler. Bu konuda namaz, hac vb. gibi aslî ibadet olarak konulanlar hakkında bir problem yoktur. Âdetlerle ilgili olanlara (âdiyyât) gelince, bunların niyet olmaksızın taabbudî fiillerden (taabbudiyyât) olmalarına imkan yoktur. Bu konuda amellerden hiçbiri de müstesna değildir. Sadece (Allah'ı bulma maksadını taşıyan) ilk düşünce bundan hariçtir; çünkü onda niyetin bulunmasına imkan yoktur. Ancak o da aslında, onda bulunan taabbud kasdı kendisine yönelmiş değildir anlamına gelir ve ona dair teklîfî birhüküm taalluku asla söz konusu olmaz. Çünkü takat üstü yükümlülük yoktur. Aynı amele [18](yani ilk düşünceye) vücûb hükmünün taallukuna gelince, onun sıhhati konusunda tereddüt yoktur. Çünkü onunla mükellef olan kimse onu yapmaya kadirdir ve onu gerçekleştirme imkânına da sahiptir. Aynı amelle taabbud kasdın-da bulunması ise böyle değildir; çünkü o muhaldir. Dolayısıyla da o, takat üstü şeylerden sayılır ve şer'an bu kasdm istendiğini ya da dikkate alındığını gösteren deliller, onu kapsamaz. (2)
İtiraza mesned teşkil eden meselelere detaylı cevaplar vermek yoluyla:
Şer'an vacip olan amellerin işlenmesi için zor kullanılmasından başlayalım: Bunlardan taabbud ve emre uymuş olma niyet ve kasdına ihtiyaç göstermeyenler, ikrah neticesinde niyetsiz olarak yapılırlarsa ibadet olarak gerçekleşmezler. Şu kadar var ki, zorlamanın faydası gerçekleşmiş olur ve o kişiden şer'an talep hakkı düşer. Meselâ gasb fiilini işleyen kimselerden ellerindeki gasbedilmiş malları zorla almak gibi. Taabbud niyetine ihtiyaç gösterenler ise, zorlanan kimseye nis-betle bu fiilin sahih olabilmesi için mutlaka niyette bulunması zarureti vardır. Meselâ kişinin namaza zorlanması fve niyetsiz kılması) gibi. Ancak bu durumda dahi dış görünüşe göre talep hakkı düşer ve meselâ hâkim o namazın iade edilmesine hükmedemez. Çünkü işin içyüzünü fserâir) kullar bilemezler; kalbi yarmak ve içindekine bakmakla da emrolunmuş değillerdir.
Âdetlerden olan olan amellere gelince, her ne kadar sorumluluktan kurtulabilmek için bunlara niyette bulunmak zarureti yoksa da, bunların ibâdet halini almaları ve sevap almaya vesile olmaları için mutlak surette niyetin ve emre uyma maksadının bulunması gerekmektedir; aksi takdirde bunlar bâtıl olacaklardır. Bunların bâtıllığının anlamı Hükümler bahsinde geçmişti.[19]
Taabbudî amellerden olup da itiraz sadedinde ileri sürülen örneklere gelince, bunlarda niyetin şart bulunmadığı görüşünde olanlar, görüşlerini onların âdetlerden olan ameller gibi olduğu ve hikmeti/illeti akılla kavranılabilen türden olduğu esası üzerine bina etmektedirler. Niyet de zaten, hikmeti/illeti akılla kavranıiamayan konularda şart koşulmaktadır. Zekât ve taharet de bunlardandır. Oruçla ilgili itiraza gelince, sözü edilen görüş şunun içindir: Orucu bozacak şeylerden geri durulması zaten o vaktin hakkıdır; dolayısıyla başka bir oruç zaten olmaz ki, farklı bir niyet, onu oruçluktan çıkarsın.[20]Bu meselenin âdetlerle ilgili amellerde benzerleri bulunmaktadır. Şigâr nikâhı[21]gibi. Çünkü bu nikah Ebu Hanife'ye göre, taraflar (şigâr nikahı) kaslında bulunsalar[22] da sahih olarak inikad etmektedir.[23]
Adak, azad ve benzeri konulara gelince, daha önce de geçtiği gibi, sebebi gerçekleştirme kasdında bulunan bir kimsenin, müsebbebe yönelik bir kasdının olmamasının hiçbir önemi yoktur. Gayr-ı ciddî fhâzil) de aynı şekildedir. Çünkü şaka (hezl) ile bir tasarrufta bulunan kimsenin, sebebin[24]vukuuna yönelik bir kasıt bulundurduğunda kuşku yoktur. Sebeb üzerine gerekecek olan müsebbeb hakkında ise, ya müsbet veya menfî yönde onun vukuuna yönelik bir kasdı yoktur ya da onun vuku bulmamasına yönelik kasdı vardır. Her iki takdirde de müsebbeb meydana gelir; mükellefin dileyip dilememesi durumu değiştirmez.
Biz bu gibi tasarrufların bağlayıcı olmadıkları görüşünde olduğumuz zaman, bu görüşümüzü şu esas üzerine kurmuş olmaktayız: Lafzı telaffuz eden kimse onun mânâsını kastetmemektedir.[25] O lafızla sadece şakada fhezl) bulunmayı kastetmiştir. Gayr-ı ciddî bir tasarrufun, ciddiyetsiz bir davranışın hükmü dışında bir netice doğurmayacağı ise açıktır. Ciddiyetsizliğin hükmü de mübahlıktır ya da başka bir hükümdür (talâk, azad... vukuu değildir).
Yukarıda belirtilen tasarruflarda bağlayıcılıktan söz edilmesi ise şu şekilde izah edilir: Ciddiyet ve ciddiyetsizlik gizli bir iştir[26] dolayısıyla bu tasarruflarla ilgili sözler sarfedildiği zaman o sözlerin ciddî olduğu ve onların gereklerinin vuku bulmasına yönelik bir kasdımn bulunduğu kabul edilir. Yahut da şöyle izah getirilir: Bu kimse, şer'î ve ciddî olan bir akitle oyun oynamayı kastetmiştir. Bu haliyle Şâri'in maksadına ters düşmüştür. Dolayısıyla o tasarrufla ilgili ciddiyetsizliğin hükmü bâtıl olur ve tasarruf ciddîye dönüşür.
Oruç esnasında niyetin terkedilmesi meselesine gelince, oruç ilk niyet üzere sahih olarak başlamıştır. İlk niyet gerçek iftar (oruç bozma ) vuku buluncaya kadar hükmen var sayılır. Gerçek iftar ise gerçek-leşmemiştir; dolayısıyla oruç sahih olacaktır. Aynı şey, nafile olarak kılman iki rekatin farz yerine geçmesi örneğinde de geçerlidir. Çünkü namazı tamamladığı düşüncesi, Öyle düşünen âlimlere göre ilk niyet hükmünü kesmemiştir. Dolayısıyla arada meydana gelen selam ve nafile ibadet niyetine intikal lağv (boş, hükümsüz) kabul edilir ve (namazı bozucu) bir mahalde vuku bulmuş olmaz. Niyetin terki (atılması) meselesi de aynı yoruma tabidir.
Allah'ı bulmaya yönelik ilk düşünceye gelince, orada taabbud kasdının bulunması muhaldir. Birinci cevapta izah edilmişti. Tevfîk ancak Allah'tandır. [27]
Konular
- Sekizinci Mesele:
- Dokuzuncu Mesele:
- Onuncu Mesele:
- On Birinci Mesele:
- On İkinci Mesele:
- On Üçüncü Mesele:
- On Dördüncü Mesele:
- On Beşinci Mesele:
- On Altıncı Mesele:
- On Yedinci Mesele:
- On Sekizinci Mesele:
- On Dokuzuncu Mesele:
- Yirminci Mesele:
- İKİNCİ NEVİ
- YÜKÜMLÜLÜKLERDE MÜKELLEFİN MAKSADI (NİYETİ)
- Birinci Mesele:
- İkinci Mesele:
- Üçüncü Mesele:
- Dördüncü Mesele:
- Beşinci Mesele:
- Altıncı Mesele:
- Yedinci Mesele:
- Sekizinci Mesele:
- Dokuzuncu Mesele:
- Onuncu Mesele:
- On Birinci Mesele:
- On İkinci Mesele:
- DÖRDÜNCÜ KISIM ŞER'Î DELİLLER
- Şeri Deliller
- Birinci Taraf: Genel Olarak Deliller