Altıncı Mesele:
Bütün şer'î deliller iki mukaddime üzerine kurulurlar:
a) Birincisi, hükmün dayanağının (menât) tespitine yönelik iş.
b) Bizzat hükmün kendisine yönelik iş.
Birincisi nazarîdir (fikrî). Burada nazarîden kasdını, nakli olmayan demektir. Zorunlu olarak tespit edilmiş olması ile fikir ve düşünce yolu ile tespit edilmiş olması arasında fark yoktur. Bu durumda burada nazarî ile, zarurînin karşılığını kastetmiş olmuyorum.
İkincisi ise, naklidir. Bu husus, her şer'î talep konusunda gayet açıktır; hatta aynı durum[142] aklî ve naklî diğer konularda da geçerlidir.
Bu durumda şöyle dememiz doğru olacaktır; Birincisi hükmün dayanağının tespitine (tahkîkî'l-menât); ikinci ise hükme yöneliktir. Ancak burada amaçlanan şey, şer'î talep konularının açıklığa kavuşturulmasıdır. Meselâ 'Her sarhoşluk veren haramdır' dediğimiz zaman, bu küllî ile herhangi bir cüzî hakkında hüküm vermek, işaret edilen iki husus gerçekleştirilmeden önce mümkün olmaz. Çünkü şer'î hükümler, fiili işleyenler hakkında, işledikleri fiillerin mahiyetine uygun hükümde bulunmak için gelmişlerdir. Meselâ kişi şarap içmeye yeltendiği zaman ona önce: 'Bu şarap mı değil mi?' denilir. Bu safhada mutlaka onun şarap olup olmadığının üzerinde durulması gerekmektedir. Hükmün dayanağının tespiti işinden kastedilen işte budur. Muteber bir inceleme sonucunda onun şarap olduğunu ya da şarap emareleri taşıdığını tespit edince: 'Evet, bu şaraptır' diyecektir. Bu noktada ona: 'Her türlü şarabın kullanılması haramdır' denilecektir ki ondan kaçınsın. Aynı şekilde meselâ kişi bir su ile abdest almak istese, bu noktada mutlaka su üzerinde durması gerekecek ve onun mutlak[143]su olup olmadığını tespite çalışacaktır. Bu da suyun rengine, kokusuna ve tadına bakmak ile olacaktır. Bu incelemeden sonra o suyun aslî yaratılışı üzere olduğu ortaya çıkınca, hükmün dayanağı onun katında ortaya çıkmış ve suyun mutlak su olduğu belirmiş olacaktır. Nazarî olan mukaddime işte bu oluyor. Sonra bu nazarî mukaddimeye ikinci ve naklî mukaddimeyi ekleyecek ve 'Mutlak olan her su ile abdest almak caizdir' diyecektir. Abdest almakla yükümlü mü, değil mi konusunun tesbitinde de aynı şeyi yapacak; önce abdestsiz olup olmadığını tespit edecek; bu tespiti yaptıktan sonra da ki bu hükmün dayanağı oluyor, naklî mukaddimeyi getirecek ve böylece abdest almakla yükümlü olduğu sonucuna ulaşacaktır. Hades halinin bulunmadığı ortaya çıkınca da yine aynı durum olacak ve o kimsenin abdestle yükümlü olmadığı sonucuna ulaşılacaktır.
Kısaca, Sâri Teâlâ mükellefin fiilleri ile ilgili olmak üzere mutlak[144] ya da mukayyed[145] olarak hükümler koymuştur. Bu iki mukaddimeden birinin gereği olmaktadır. Bu naklî olan oluyor. Mut-laklık ya da getirilen kayıt üzere hükmün dayanağı tahakkuk etmedikçe onunla hükümde bulunulamaz. Bu tespit işi de nazarî olan mukaddimenin gereği oluyor. Serî meselelerde bu husus açıktır.
Evet, dil ve mantık konularında da durum aynıdır. Meselâ biz, 'Zeyd Amr'ı dövdü' anlamına gelen dediğimiz ve bu isimlerden hangisinin merfû hangisinin de mansûb[146] olduğunu Öğrenmek istediğimiz zaman yapacağımız iş şudur: Önce hangisinin fail (özne) hangisinin de mefûl (tümleç) olduğunu tespit etmemiz gerekecektir. Failin hangisi olduğunu tespit edip diğerinden ayırdığımız zaman, yapacağımız ikinci iş 'Her fail merfûdur' şeklindeki naklî olan kuralı ona uygulamak ve hükmü vermektir. Aynı şekilde mefûlü de nasbetmemiz gerekecektir; çünkü kural gereği mefûller de mansûbtur. Yine meselâ "akreb" kelimesinin ism-i tasgirini[147] yapmak istediğimiz zaman ilk önce onun dört harfli bir kelime olduğunu tespit edeceğiz. Sonra da her dört harfli kelimenin ism-i tasgiri kalıbında olduğu kuralından hareketle onun ism-i tasgirinin' "ukayrıb" şeklinde olduğuna hükmedeceğiz. Diğer dil bilimlerinde de durum aynıdır. Aklî konulara (akliyyât) gelince, onlarda da durum aynı olacaktır: Meselâ, âlemin hadis (sonradan var edilmiş) olup olmadığına bakmak istiyoruz. Bu durumda yapılacak ilk iş, hükmün dayanağını tespit işi olacaktır. O da, âlemdir. Onu ele alacağız ve onun değişken olduğunu tespit edeceğiz. Bu birinci önerme oluyor. Sonra herkesçe kabul gören Önermeyi getireceğiz ki, bu da her değişkenin hadis olduğudur.
Ancak biz diyoruz ki: Serî ve diğer naklî konularda, bu iki mukaddimeden birinin mutlaka nazarî olması gerekir ki, o da hükmün dayanağının tespitini sağlamaktadır. Bu nokta aklî olan konularda da aynen geçerlidir. Diğeri ise naklî olacaktır, diyoruz. Şimdi soru şu: Aklî olan şeylerde naklî olan yerine geçecek nedir? Bu konu üzerinde düşünmek gerekiyor.
Bu konuda söylenecek şu olmalı: Naklî mukaddimenin özelliği; onun naklî olmasının sabit olması durumunda itirazsız kabul görmesi (müsellem) ve ayrıca üzerinde durma ve incelemeye ihtiyaç göstermem e sidir. Bunlarda inceleme ancak sahih olarak nakledilip edilmediği konusunda söz konusu olur. Bunun benzerî aklî konularda herkesçe kabul gören önermelerdir; ki bunlar zorunlu olarak bilinen şeylerle, hasım tarafından kabul edilen ve dolayısıyla zorunlu olanlar mesabesinde sayılabilen önermeler olurlar. Bu yani kabul edilirlik (müsellemlik) iki önermeden birinin özelliği oluyor. Diğerinin özelliği ise, hakkında hüküm verilen şeyin hükme esas olacak dayanağının tespitidir. Burada konuyu daha fazla açıklamaya gerek görmüyoruz; çünkü üzerinde düşünüldüğü zaman anlaşılabilecek şekildedir. Ayrıca sual ve cevap faslında konu ile ilgili bir açıklama da bulunmaktadır. Tevfik ancak Allah'tandır. [148]
a) Birincisi, hükmün dayanağının (menât) tespitine yönelik iş.
b) Bizzat hükmün kendisine yönelik iş.
Birincisi nazarîdir (fikrî). Burada nazarîden kasdını, nakli olmayan demektir. Zorunlu olarak tespit edilmiş olması ile fikir ve düşünce yolu ile tespit edilmiş olması arasında fark yoktur. Bu durumda burada nazarî ile, zarurînin karşılığını kastetmiş olmuyorum.
İkincisi ise, naklidir. Bu husus, her şer'î talep konusunda gayet açıktır; hatta aynı durum[142] aklî ve naklî diğer konularda da geçerlidir.
Bu durumda şöyle dememiz doğru olacaktır; Birincisi hükmün dayanağının tespitine (tahkîkî'l-menât); ikinci ise hükme yöneliktir. Ancak burada amaçlanan şey, şer'î talep konularının açıklığa kavuşturulmasıdır. Meselâ 'Her sarhoşluk veren haramdır' dediğimiz zaman, bu küllî ile herhangi bir cüzî hakkında hüküm vermek, işaret edilen iki husus gerçekleştirilmeden önce mümkün olmaz. Çünkü şer'î hükümler, fiili işleyenler hakkında, işledikleri fiillerin mahiyetine uygun hükümde bulunmak için gelmişlerdir. Meselâ kişi şarap içmeye yeltendiği zaman ona önce: 'Bu şarap mı değil mi?' denilir. Bu safhada mutlaka onun şarap olup olmadığının üzerinde durulması gerekmektedir. Hükmün dayanağının tespiti işinden kastedilen işte budur. Muteber bir inceleme sonucunda onun şarap olduğunu ya da şarap emareleri taşıdığını tespit edince: 'Evet, bu şaraptır' diyecektir. Bu noktada ona: 'Her türlü şarabın kullanılması haramdır' denilecektir ki ondan kaçınsın. Aynı şekilde meselâ kişi bir su ile abdest almak istese, bu noktada mutlaka su üzerinde durması gerekecek ve onun mutlak[143]su olup olmadığını tespite çalışacaktır. Bu da suyun rengine, kokusuna ve tadına bakmak ile olacaktır. Bu incelemeden sonra o suyun aslî yaratılışı üzere olduğu ortaya çıkınca, hükmün dayanağı onun katında ortaya çıkmış ve suyun mutlak su olduğu belirmiş olacaktır. Nazarî olan mukaddime işte bu oluyor. Sonra bu nazarî mukaddimeye ikinci ve naklî mukaddimeyi ekleyecek ve 'Mutlak olan her su ile abdest almak caizdir' diyecektir. Abdest almakla yükümlü mü, değil mi konusunun tesbitinde de aynı şeyi yapacak; önce abdestsiz olup olmadığını tespit edecek; bu tespiti yaptıktan sonra da ki bu hükmün dayanağı oluyor, naklî mukaddimeyi getirecek ve böylece abdest almakla yükümlü olduğu sonucuna ulaşacaktır. Hades halinin bulunmadığı ortaya çıkınca da yine aynı durum olacak ve o kimsenin abdestle yükümlü olmadığı sonucuna ulaşılacaktır.
Kısaca, Sâri Teâlâ mükellefin fiilleri ile ilgili olmak üzere mutlak[144] ya da mukayyed[145] olarak hükümler koymuştur. Bu iki mukaddimeden birinin gereği olmaktadır. Bu naklî olan oluyor. Mut-laklık ya da getirilen kayıt üzere hükmün dayanağı tahakkuk etmedikçe onunla hükümde bulunulamaz. Bu tespit işi de nazarî olan mukaddimenin gereği oluyor. Serî meselelerde bu husus açıktır.
Evet, dil ve mantık konularında da durum aynıdır. Meselâ biz, 'Zeyd Amr'ı dövdü' anlamına gelen dediğimiz ve bu isimlerden hangisinin merfû hangisinin de mansûb[146] olduğunu Öğrenmek istediğimiz zaman yapacağımız iş şudur: Önce hangisinin fail (özne) hangisinin de mefûl (tümleç) olduğunu tespit etmemiz gerekecektir. Failin hangisi olduğunu tespit edip diğerinden ayırdığımız zaman, yapacağımız ikinci iş 'Her fail merfûdur' şeklindeki naklî olan kuralı ona uygulamak ve hükmü vermektir. Aynı şekilde mefûlü de nasbetmemiz gerekecektir; çünkü kural gereği mefûller de mansûbtur. Yine meselâ "akreb" kelimesinin ism-i tasgirini[147] yapmak istediğimiz zaman ilk önce onun dört harfli bir kelime olduğunu tespit edeceğiz. Sonra da her dört harfli kelimenin ism-i tasgiri kalıbında olduğu kuralından hareketle onun ism-i tasgirinin' "ukayrıb" şeklinde olduğuna hükmedeceğiz. Diğer dil bilimlerinde de durum aynıdır. Aklî konulara (akliyyât) gelince, onlarda da durum aynı olacaktır: Meselâ, âlemin hadis (sonradan var edilmiş) olup olmadığına bakmak istiyoruz. Bu durumda yapılacak ilk iş, hükmün dayanağını tespit işi olacaktır. O da, âlemdir. Onu ele alacağız ve onun değişken olduğunu tespit edeceğiz. Bu birinci önerme oluyor. Sonra herkesçe kabul gören Önermeyi getireceğiz ki, bu da her değişkenin hadis olduğudur.
Ancak biz diyoruz ki: Serî ve diğer naklî konularda, bu iki mukaddimeden birinin mutlaka nazarî olması gerekir ki, o da hükmün dayanağının tespitini sağlamaktadır. Bu nokta aklî olan konularda da aynen geçerlidir. Diğeri ise naklî olacaktır, diyoruz. Şimdi soru şu: Aklî olan şeylerde naklî olan yerine geçecek nedir? Bu konu üzerinde düşünmek gerekiyor.
Bu konuda söylenecek şu olmalı: Naklî mukaddimenin özelliği; onun naklî olmasının sabit olması durumunda itirazsız kabul görmesi (müsellem) ve ayrıca üzerinde durma ve incelemeye ihtiyaç göstermem e sidir. Bunlarda inceleme ancak sahih olarak nakledilip edilmediği konusunda söz konusu olur. Bunun benzerî aklî konularda herkesçe kabul gören önermelerdir; ki bunlar zorunlu olarak bilinen şeylerle, hasım tarafından kabul edilen ve dolayısıyla zorunlu olanlar mesabesinde sayılabilen önermeler olurlar. Bu yani kabul edilirlik (müsellemlik) iki önermeden birinin özelliği oluyor. Diğerinin özelliği ise, hakkında hüküm verilen şeyin hükme esas olacak dayanağının tespitidir. Burada konuyu daha fazla açıklamaya gerek görmüyoruz; çünkü üzerinde düşünüldüğü zaman anlaşılabilecek şekildedir. Ayrıca sual ve cevap faslında konu ile ilgili bir açıklama da bulunmaktadır. Tevfik ancak Allah'tandır. [148]
Konular
- Altıncı Mesele:
- Yedinci Mesele:
- Sekizinci Mesele:
- Dokuzuncu Mesele:
- Onuncu Mesele:
- On Birinci Mesele:
- On İkinci Mesele:
- DÖRDÜNCÜ KISIM ŞER'Î DELİLLER
- Şeri Deliller
- Birinci Taraf: Genel Olarak Deliller
- Birinci Mesele[2]:
- İkinci Mesele:
- Üçüncü Mesele:
- Dördüncü Mesele:[111]
- Beşinci Mesele:
- Altıncı Mesele:
- Yedinci Mesele:
- Sekizinci Mesele:
- Dokuzuncu Mesele:[168]
- Onuncu Mesele:
- Onbırıncı Mesele:
- Onikinci Mesele:
- Onüçüncü Mesele:
- Ondördüncü Mesele;
- İkinci Bakış Açısı: Avârızu'l-Edille
- Birinci Fasıl: Muhkemlik Ve Müteşâbihlik
- Birinci Mesele:
- İkinci Mesele:
- Üçüncü Mesele:
- Dördüncü Mesele: