DOKUZUNCU MESELE:


Sahabenin (r.a.) sünneti (yani uygulaması) da sünnet sayılır ve onunla amel edilmesi ve ona müracaat edilmesi gerekir.[346] Buna aşağıdaki hususlar delil teşkil eder: (1)

İstisnasız Allah Teâlâ'nın onlara övgüde bulunması, onları adaletle ve bu mânâya çıkacak meziyetlerle medhetmesi. Örnek:
"Siz insanlar için ortaya çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz[347]"Böylece sizi insanlara şahit ve örnek olmanız için tam ortada bir ümmet kıldık.[348]Birinci âyette, ashabın diğer ümmetlere karşı üs­tünlükleri olduğu isbat edilmektedir. Bu da ancak onların her ko­nuda istikâmet sahibi olmaları ve durumlarının muhalefet değil, muvafakat içerisinde olması yoluyla olur. İkincisinde ise onların mutlak adalet sahibi oldukları belirtilmektedir. Bu da, birinci âye­tin medlulüne delâlet eder.

İtiraz: Bu özellik bütün ümmet için geneldir. Dolayısıyla di­ğerleri hariç tutularak sadece sahabeye hasr e dilemez.

Cevap: İtiraz yerinde değildir. Çünkü:
a) Her şeyden önce durum iddia edildiği gibi değildir. Çünkü sahabe, hususî olarak hitaba muhatap olan kimselerdir.Dolayısıyla hitabın altına daha sonraki nesillerin girebil­mesi ancak kıyas ya da başka bir delil[349] vasıtasıyla ola­caktır.[350]

b) Hitabın daha sonraki nesilleri de kapsadığını kabul etsek bile, ashab onun şümulüne giren ilk kimseler olacaklardır. Çünkü onlar, hitabı Rasûlullah'tan ilk elden alan kimselerdir. Onlar vahyin doğrudan muhatapları idiler.
c) Üçüncü olarak, onlar hitabın şümulüne girmeye diğerle­rinden daha önceliklidirler. Çünkü bu âyetlerle belirlenen özellikler tam anlamıyla sadece onlarda gerçekleşmiş, da­ha sonraki nesillerde ise bulunmamıştır. Onların sahip ol­dukları Özelliğin, nitelemeye tam olarak uygun olması, on­ların medhe diğerlerinden daha lâyık olduğunun bir şahi­didir. Öbür taraftan sahabe neslinden sonra gelen ehl-i sünnet âlimleri sahabenin mutlak ve genel olarak adalet sahibi olduklarını söylemişler; onlardan hem rivayet, hem de dirayet yönünden bir istisna ya da ayırıma gitmeksizin ilim almışlardır. Diğer nesiller hakkında ise aynı tavrı gös­termemişler; onlar içerisinden ancak imamlıkları sahih; adaletleri de sabit olan kimselerden ilim almışlardır.[351]Bu da sahabe neslinin diğer nesillerden daha çok övgüye lâyık olduklarım gösteren bir delil olur. Dolayısıyla sahabe hak-
kında onların mutlak adalet vasfına sahip olduklarını söy­lemek, onların mutlak anlamda vasat yani âdil kimseler olduklarını kabul etmek gerekecektir. Durum böyle olunca da, onların sözleri muteber, amelleri de rehber olacak­tır. [352]Onlara övgü sadedinde gelen diğer âyetlerin duru­mu da aynıdır. Allah Teâlâ şöyle buyurur: "Daha önceden Medine'yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine hicret edip gelenleri severler; on­lara verilenler karşısında içlerinde bir çekememezlik his­setmezler; kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerinden önde tutarlar. Nefsinin tamahkârlığından korunabilmiş kimseler, işte onlar saadete erenlerdir.[353] Benzeri onları öven pek çok âyet vardır. (2)
Sünnetten deliller: Sahabeye uyulmasını emreden, onların sün­netlerinin, uyma konusunda aynen Rasûlullah'm sünneti gibi olduğunu ifade eden hadisler bulunmaktadır: Örnek: "Sün­netime ve hidayet üzere olan râşid halifelerin sünnetine yapışın; onlara iyice tutunun, onlara azı dişlerinizle sarılın[354]; Rasûlullah : "Ümmetin yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Hepsi de ateşte­dir; biri müstesna" buyurdu. "Onlar kimlerdir? Yâ Rasûlallah!" de­diklerinde: "Benim ve ashabımın üzerinde olduğu fırkadır" buyur­du.[355] Bir başka hadislerinde de: "Ashabım tuz gibidir; onsuz yeme­ğin tadı olmaz'[356]buyurmuştur. Yine o şöyle buyurmuştur: "Şüp­hesiz ki Allah Teâlâ, ashabımı nebiler ve rasuller hariç bütün âlemlere üstün kılmıştır. Onların içinden de benim için dört kimse seçmiştir: Ebû Bekir, Ömer, Osman ve Ali. Onları, ashabımın en hayırlıları kılmıştır. Ashabımın her birinde hayır vardır."[357]Bazı haberlerde de şöyle buyurduğu rivayet edilir: "Ashabım yıldızlar gibidirler; hangisine uysanız, hidayet bulursunuz.'[358]Bu anlamda daha başka hadisler de bulunmaktadır.                                             (3)
Alimler, görüşlerin karşı karşıya gelmesi halinde hep ashabın görüşlerini tercih etmişler ve onlara öncelikli bir yer vermişlerdir. Bazıları Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer'in sözlerini hüccet saymışlardır. Bazıları da dört halifenin görüşlerini hüccet kabul etmişlerdir. Diğer bir grup da herhangi bir kayıt getirmeksizin bütün sahâbîle-rin görüşlerinin hüccet ve delil olduğunu söylemişlerdir. Bu görüş­lerden her birinin sünnetten mesnedleri vardır.[359]Bu görüşler, —her ne kadar ulemâya göre bunların aksi tercihe şayan görülü­yorsa da— konu hakkında asıl dayanak olan küllî bir durumu des­tekleyici bir mahiyet arzederler. Sözü edilen küllî durum şudur: Se­lef ve halef yani tabiîn ve onlardan sonra gelen nesiller, ashaba mu­halefetten hep çekinegelmişler ve onlara uygun düşünüyor ve hare­ket ediyor olmaktan da büyük bir şeref duymuşlardır. Bu mânânın en açık ve seçik olarak görüldüğü yer, muteber mezhep imamları arasında geçen görüş ayrılıklarını konu edinen Hilaf ilmidir. Bu il­me baktığımızda onların, kendi mezheplerini belirledikten sonra hemen kendileri gibi düşünmekte olan sahâbîlerin isimlerini sırala­maya ve böylece mezheplerini kuvvetlendirmeye çalıştıklarını görü­rüz.[360] Bunu yapmalarının sebebi hem kendilerine, hem de muha­liflerine göre onların şeriatta üstün bir yerlerinin bulunduğunun, onların yaklaşımlarının önemli olduğunun, —onlarla birlikte onla­rın ele aldıkları konu üzerinde durma bir tarafa— hatta o konuda kendilerine uyulmasının ve görüşlerinin taklit edilmesinin gerekli­liğinin[361] her iki tarafça da kabullenilmiş olmasıdır. Nakledildiğine göre İmam Şafiî, müctehid bir kimsenin, ictihâd etmeden önce sahâbîyi taklit edebileceğini, başkalarını ise taklit edemeyeceğini söylemiştir.[362]İmam Şafiî, sahâbî hakkında: "Eğer aynı dönemde yaşasaydım kendisiyle tartışabileceğim bir kimsenin sözü için hadi­si nasıl terkedebilirim?" diyen kimsedir. Bununla birlikte o, onların yüce değerlerini takdir etmekten geri durmamıştır.[363]

Sonra selefi sâlihin onları övgü ile anan ve onlara tâbi olmanın gereğini işleyen sözleri vardır ki, onlardan bir kısmını burada zik­redeceğiz:
Saîd b. Cübeyr şöyle demiştir: "Ehl-i Bedir'in[364] bilmediği bir şey, din değildir."

el-Hasan (el-Basrî), Hz. Muhammed'in ashabını an­mış ve şöyle demiştir: "Onlar, bu ümmetin kalbler bakımından en iyileri, ilim bakımından en derinleri, tekellüf bakımından en azları idiler. Onlar, Allah Teâlâ'nın, Rasûlünün sohbeti için seçmiş oldu­ğu seçkin kimselerdir. Dolayısıyla onların ahlakıyla ahlâklanmaya ve gidişatına uymaya çalışın. Çünkü onlar —Kâ'be'nin Rabbine ye­min ederim ki— dosdoğru yol üzere idiler."

İbrahim ise: "Sahabeden gizli kalan hiçbir şey, sizde bulunan bir meziyet sebebiyle sizin elde etmeniz için saklanmış değildir" de­miştir.
Huzeyfe'den şöyle dediği rivayet olunur: "Ey kurrâ[365] toplulu­ğu, Allah'tan sakının ve sizden öncekilerin yolluna girin. Ömrüme yemin ederim ki, eğer siz onların yoluna uyarsanız, çok iyi yol alır­sınız. Eğer sağa ya da sola yalpa yaparak onların yolunu terkeder-seniz, apaçık bir sapıklığa düşersiniz."

İbn Mesûd'dan ise şöyle dediği nakledilmiştir: "Sizden biri eğer uyacaksa, Hz. Muhammed'in ashabına uysun. Çünkü on­lar, bu ümmetin kalbler bakımından en iyileri, ilim bakımından en derinleri, tekellüf bakımından en azları, hidayet bakımından en doğruları, hal bakımından en güzelleri idiler. Onlar, Allah Teâlâ'-nm, Rasûlünün sohbeti ve dinini İkamesi için seçmiş olduğu seçkin kimseler idiler. Dolayısıyla onların faziletlerini takdir ediniz ve iz­lerinden gidiniz. Çünkü onlar dosdoğru bir hidayet üzere idiler."

Hz. Ali ise: "Sakın insanlara uymayın!" demiş sonra da: "Eğer mutlaka birilerine uyacaksanız, dirilere değil, ölülere uyun" diye sözünü tamamlamıştır. Bu, halka değil de âlimlere yönelik olan bir yasaktır.

Ömer b. Abdulaziz'in sözü de bu kabildendir:

"Rasûlullah ve arkasından emir sahipleri (halifeler) sünnetler ortaya koymuşlardır. Onları almak Allah'ın kitabını tas­dik etmek, Allah'a olan taati tamamlamak, Allah'ın dinine destek vermek demektir. Kim onlarla amel ederse, o hidayet üzeredir. Kim onunla yardım isterse, yardım görür. Kim de onlara muhalefet ederse mü'minlerin yolu dışına çıkmış, başka bir yola uymuş olur. Allah da o kimseyi döndüğü yöne çevirir ve cehenneme yaslar. Ora­sı ne kötü bir dönüş yeridir." Bir başka rivayette ise "... Allah'ın di­nine destek vermek demektir" ifadesinden sonra: "Hiçbir kimsenin onları değiştirmek ya da yerine başkasını koymak veya onlara mu­halif bir görüş üzerinde durmak yetkisi yoktur...." ifadesi vardır. Onun bu sözü, İmam Mâlik'in çok hoşuna giderdi (ve sık sık onu ve diğer imamların sözlerini tekrar ederdi).

Huzeyfe'den de şöyle dediği nakledilmiştir: "Bizim izimize uyun; eğer (yolumuza) isabet ederseniz gerçekten çok iyi yol almış olursunuz. Eğer hata eder (ve bizim yolumuzdan saparsanız) şüp­hesiz apaçık bir sapıklığa düşmüş olursunuz."

İbn Mesûd da benzeri bir ifade ile şöyle demiştir: "Bizim izimi­ze uyun ve bid'at çıkarmayın. Eğer böyle yaparsanız doğru yolu bul­ma külfetinden kurtulmuş olursunuz."
Rivayete göre yine o, mescidde kıssa anlatan birine uğradı. Adam: "On kere teşbih getirin, on kere tehlilde[366]bulunun..." diyor­du. Abdullah ona: "Şüphesiz siz Muhammed'in ashabın­dan ya daha çok hidayet üzeresiniz ya da daha sapıksınız. Bilâkis sonuncusu, evet sonuncusu!" dedi ve onların bid'at üzere oldukları­nı söyledi.

Bu konu ile ilgili haberler pek çoktur ve burada nakledilmesi konuyu uzatır. Bu konuda müstakil bir delil olmak üzere aşağıya alacağımız şeyler yeterlidir: (4)
Ashabı sevmenin, onlara buğzedenleri yermenin vacip olduğu­nu, onları sevenlerin Allah'ın peygamberini sevmiş olacak­larını; onlara buğzedenlerin de Allah'ın peygamberine buğ-zetmiş olacaklarını gösteren hadisler vardır.[367] Tabiî ki sahabe için söz konusu olan bu meziyet, sadece onların Rasûlullah'ıgörmüş, onunla beraber olmuş, onunla konuşmuş olmaları yüzün­den değildir. Çünkü bunlarda[368] mücerred bir meziyet yoktur. Onların sahip oldukları bu meziyet, sadece aşırı derecede Rasûlullah'a olan bağlılıkları ve kendilerini onun sünneti üzere yaşamaya adamış olmaları, bunun yanında ona tam destek verme- ' leri ve onu İslâm düşmanlarına karşı himaye etmeleri[369] sebebiyle­dir. Rasûlullah'a karşı bu tavrı gösteren her kimsenin ör­nek alınması ve gidişatının yol edinilmesi yerindedir ve bu haliyle o bunu hak edecektir. İmam Mâlik ashaba ve onların gidişatı üzere olan kimselere tâbi olma konusunda aşırı bir özen gösterdiği ve on­ların yollarım kendisine yol edindiği içindir ki, Allah Teâlâ onu bu konuda diğerleri için uyulacak bir rehber yapmıştır. Bunun sonu­cunda İmam Mâlik'in çağdaşları, onun izini takip etmişler ve onun davranışlarına uymuşlardır. Tabiî ki onun ulaştığı bu mevki, Allah (c.c.) ve Rasûlünün haklarında övgüde bulunmuş olduğu ve kendilerini uyulacak birer örnek ilân ettiği aziz sahabe nesline ve onlara en güzel biçimde uyan tabiîne olan saygı ve bağlılığının bir bereketi sonucu olmuştur. Allah Teâlâ onların hepsinden razı olsun! Onlar da zaten O'ndan hoşnut idiler. Hiç kuşkusuz onlar Al­lah'ın seçkin kullarıdır (hizbullah) ve biliniz ki, Allah'ın seçkin kul­ları elbette kurtuluşa ermiş kimselerdir. [370]


Eser: El-Muvafakat

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

El-Muvafakat

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..