ALTINCI MESELE:


Bazen ictihâd tahkîku'l-menât ile ilgili olabilir. Bu durumda ictihâd için, Arap dilini bilmeye gerek olmadığı gibi, şer'î maksatla­rı (hikmet-i teşri' ilmini) bilmeye de gerek yoktur. Çünkü bu tür ictihâddan maksat, sadece mevzuyu olduğu hal üzere öğrenmektir. Bu tür ictihâdda muhtaç olunan şey, o mevzunun ancak kendisi vasıtalı ile bilinebileceği ilimdir.[230] Bu durumda müctehidin meseleyi ele aldığı o yönü çok iyi bilmesi, konunun belirlenmesi için gerekli olan o ilimde mahir ve ictihâd derecesinde bulunması gerekir ki, böyhce şer'î hükmü olması gerektiği şey üzere koyabilsin. Meselâ, had slerin senetlerinin hallerini ve yollarını, sahihini, zayıfını, me­tin itibarıyla delil olarak kullanılabilecek olanını, olmayanını... bi­len muhaddisi ele alalım: Bunun kendi sahasındaki olan içtihadına itibar edilir; o kişinin Arap dilinde ve hikmet-i teşri* (makâsıd) il-mindd âlim olup olmamasına bakılmaz. Aynı şekilde kıraat şekille­rinin/edası konusunda kıraat imamının, zanaatler ve bu alandaki kusurların öğrenilmesi konusunda zanaatkarın, dertler ve bedenî kusurların bilinmesi konusunda doktorun, ticarî malların fiyatları /ve onlarda bulunabilecek kusurların bilinmesi konusunda çarşı de­netçisinin, taksimin doğru yapılıp yapılmadığı konusunda taksim uzmanının, arazi takdiri konusunda ölçüm uzmanının... vb. du-rumlarJ da aynı şekildedir; bunların kendi sahaları ile ilgili verdik­leri bilgilere dayanılır ve bütün bunlarda hükmün dayanağını tes-bit (tahlîkul-menât) için ne Arap dilini ne de hikmet-i teşrî (makâ­sıd) ilmini bilmeye gerek vardır. Mamafih, onların müctehidde top­lanması ğildir.
Bunjm[231] delili daha önce de geçtiği üzere şudur: Eğer bu şart gerekli olsaydı o zaman müctehidin çıkması çok ender olurdu, hatta âdeten ibıkânsız olurdu.[232]Olsa bile bu bir harikuladelik sonucu olurdu. Nitekim Hz. Âdem'in durumu böyledir. Çünkü Allah Teâlâ ona esmayı (yani ne var ne yoksa hepsini) öğretmişti. Bu konuda söz yoktur.onun kemâline işaret olmakla birlikte ictihâd için şart de keza eğer bu ictihâd türünde hikmet-i teşri' (makâsıd) ilrtıini (ve Arap dilini) bilmek şart olsaydı, o zaman her ilim ve zanaattın, önce makâsıd ilminin tahsilinden sonra öğrenilmesi lâzım gelirdi. Zira bu ilimlerin[233] varlığından şer'î makâsıd ilminin de Iâzın ge­leceği farzedilmektedir. Bu ise bâtıldır. Bâtıl bir sonuca ulajşt ran şey de aynen onun gibi bâtıldır. Bu ilim ve zanaatlar vardn- ve (bı­rakın hikmet-i teşri' ilmini) ne şeriattan ne de Arap dilinden haberi olmayan kimselerin hatta şeriatı inkâr eden kâfirlerin bunlart elde ettikleri vakıadır.                                                                  

Üçüncü bir yön daha var: Ulemâ bu konularda, fakih olnlayan (fakat sahasının uzmanı olan) kimseleri taklit edegelmişlerdi. On­lar uzmanlık alanları ile ilgili konularda, yetkili kimse/erf merci kabul etmişler ve ictihâdlarında onların verilerine dayanmışlardır. Bu, hükmün dayanağının tesbiti (tahkîku'l-menât) kohusurida on­ları taklit olmaktadır.                                                      
Kısaca, bu tür (yani tahkîku'l-menât şeklindeki) ic/ihâdda ge­rekli olan şey, sadece üzerinde ictihâd edilen şeyde gözetilen şer'î maksatları bilmektir. Nitekim ilk iki kısımda (yani nasslâfdan ve mânâlardan hareketle yapılan ictihâdda) da aynı şekildedir. Dola­yısıyla şer'î lâfızlardan istinbât suretiyle yapılacak olan ictihâdda, sadece o menât (hükme dayanak) hakkındaki maksatlaA hükmün taalluk ettiği yönden —başka bir yönden değil— bilmek g rekecektir ki, bu açıktır.  [234]                                                          


Eser: El-Muvafakat

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

El-Muvafakat

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..