SEKİZİNCİ MESELE:

İctihatta hata:

a) Ya bazı delillerin kapalı olması ve bu yüzden ne kastedüdi-y t    ğinin anlaşılamaması yüzünden kaynaklanır.
b) Ya da delili hiç görmemekten kaynaklanır.[238]
Bu/kısmın hükmü, eğer cüz'î bir konu hakkında ise, usûlcü-lerin sözlerinden bellidir.[239] Ancak eğer hata bir küllî hakkında ise[240], o zaman durum daha da kötü olacaktır. Bu gibi durumlar hakkında âlimin zellesinden sakındırılmıştır. Nitekim bazı hadis­lerde bu konuda dikkatler çekilmiş ve ümmet bu gibi hatalar karşı­sında uyarılmıştır. Rasûlullah'tan şöyle buyurduğu riva­yet edilmiştir: "Şüphesiz ben, ümmetim hakkında benden sonra üç şeyden gerçekten endişe etmekteyim." "Nedir onlar? Yâ Rasûlallah!" dediklerinde: "Onlar hakkında âlimin sürçmesinden (zelle), zâli­min hükümranlığından ve arkasına düşülen arzu ve heveslerden endişe ediyorum" buyurdu.[241]

Hz. Ömer'den şöyle söylediği nakledilmiştir: "Üç şey vardır ki dini yıkar: Âlimin sürçmesi, münâfikın Kur'ân ile tartışmaya gır-mesi ve saptırıcı imamlar."                                                   

Ebûd'-Derdâ ise: "Sizin hakkınızda endişe ettiklerimden biride âlimin sürçmesi veya münâfikın Kur'ân ile tartışmaya girmesidir., Kur'ân haktır, Kur'ân'da yol işaretleri gibi işaretler vardır" demiştir.                                                                                                 
Muâz b. Cebel hutbesinde çoğu kez şöyle derdi: "Aman ha, hakîmin[242] sapıtmasından sakının. Çünkü şeytan, bazen hakîmkimselerin dili ile konuşur ve bâtıl söz eder. Bazen de münafık hat söz  söyler; dolayısıyla hakkı kimden gelirse gelsin alın. Çünkü Iaakd4 (kendisini tanıyacağınız) bir nur vardır." Ona: "Hakimin sapAmasA da nasıl olur?" diye sordular. O şöyle cevap verdi: "O bir kelimedir  ki, sizi ürpertir ve siz onu yadırgarsınız ve bu nedir dersiniz. Onun sapıtmasından sakının ve onun sapıtmış olması sizi ondan da yüz çevirtmesin, çünkü onun dönmesi ve hakka yönelmesi uzakl değil­dir."                                                                             
Selmân el-Fârisî de şöyle demiştir: "Üç şey karşısında acaba ne , yapacaksınız; Alimin sürçmesi, münâfikın Kur'ân ile tartışmaya girmesi ve boyunlarınızı uçuracak olan dünya. Âlimin sürçmesi ko­nusu şöyle: Eğer o doğruyu bulsa da, (onu masum yerine koyup) fa­lanın yaptığı gibi yaparız, onun durduğu yerde dururuz diyerek di­ninizde onu taklit etmeyin. Eğer hata edecek olursa da ondan ilişki­nizi kesmeyin, yoksa ona karşı şeytana yardımcı olmuş olursu nuz."[243]Hadis böyle.                                                              
İbn Abbâs: "Âlimin sürçmesi yüzünden tâbilerin durumuna ya­zık!" dedi. Ona: "Bu nasıl oluyor?" dediler. O: "Âlim reyi ile birşey söyler, sonra Rasûlullah'ı (yani sünneti) kendisinden da­ha iyi bilen birisini bulur ve görüşünü terkeder; fakat,1 tabileri eski reyine uymaya devam ederler" diye izah etti.

İbnu'l-Mübarek şöyle anlatır: el-Mu'temir b. Süleyman bana şöyle anlattı: Babam beni şiir inşâd ederken gördü ve bana: "Yavru­cuğum, şiir inşâd etme!" dedi. Ben ona: "Babacığım! el-Hasen inşâd ederdi, İbn Şîrîn inşâd ederdi" dedim. Babam bana: "Bak yavrum! Eğer sen el-Hasen'de bulunan özellikler içerisinden kötü olanını, İbn Sîrîn'de bulunan özellikler içerisinden kötü olanını alırsan, bü­tün kötülük sende toplanmış olur" dedi.

Mücâhid, el-Hakem b. Uyeyne ve İmam Mâlik şöyle demişler­dir: "Mahlukât içerisinde hiçbir kimse yoktur ki, onun sözü kabul de red de edilebilir olmasın. Bundan sadece Hz. Peygamber müstesnadır."

Süleyman et-Teymî ise: "Eğer her âlimin ruhsat görüşünü der­leyecek olursan, o zaman kötülüğün tamamı sende toplanmış olur.
İbn Abdilberr: "Bu bir icmâdır ve bu konuda bir görüş ayrılığı olduğunu bilmiyorum" demiştir.[244]                                                
Bütün bunlar ve benzerleri, âlimin zellesinden sakınmanın şer'an istendiği konusunda delildir. Bu tür hataların sebebi çoğu kez, ictihâd etmiş olduğu konu hakkında Sâri' Teâlâ'mn gözetmiş olduğu şer'î maksattan gaflet ve o konuda bulunabilecek nasslarm araştırılmasında gerekli olan çabanın yeterince ortaya konmamış olmasıdır.[245] O her ne kadar bunu kasıtsız olarak yapmış da olsa, kendisi mazur hatta me'cûr da olsa, ancak görüşüne tâbi olma üze­rine terettüp edecek tehlike büyük olacaktır.
İmam el-Gazzâlî: "Âlimin zellesi, aslında küçük günah olduğu halde büyük bir hal alabilir" demiş ve buna örnekler zikrettikten sonra şöyle demiştir: "Bunlar, peşinden başkalarının gittiği günah­lardır; âlim ölür, fakat şerri bütün dünyaya yayılır ve o görüşe tâbi olundukça bu böyle devam eder. Öldüğü zaman günahları da kendi­siyle birlikte ölen kimseye ne mutlu! Aynı şekilde bu hüküm fetva­da sürçme hakkında da evleviyetle geçerli olur ve süreklilik arze-der. Çünkü bazen âlime sünnetten bir kısmı ya da ictihâd etmekte olduğu husûsî mesele ile ilgili gözetilen genel maksatlardan bir kısmı kapalı kalabilir ve onlara muttali olamaz. Buna rağmen, onun görüşü tâbi olunacak şer'î bir hüküm, ihtilaflı meselelerde dikkate alınacak bir görüş durumuna gelebilir. Belki kendisi daha sonra doğruyu elde eder ve görüşünden dönebilir. Ancak ülkenin dört bir tarafına yayılmış olan o görüşün düzeltilmesi ve böylece hatanın te­lafisi imkânı yoktur. İşte bu noktadan hareketledir ki, âlimin sürç­mesinin vehametini belirtmek üzere darb-ı mesel olarak: "Zelletu'l-âlimi madrubun bihi't-tabl"[246] denmiştir.

Fasıl:

Bu nokta sabit olduğuna göre, şimdi bu esas üzerine bina edi­lecek konular üzerinde durmak gerekecektir. Bunlar:
1) Âlimin zellesi, herhangi bir yönden itimada şayan değildir ve onun taklit edilmek üzere alınması sahih olmaz. Çünkü o, şeriata muhalefet halindedir ve bu yüz­den de "zelle" yani sürçme diye isimlendirilmiştir. Aksi takdirde muteber olur ve bu mertebeye konmaz, sahibinede zelle nisbetinde bulunmazdı. Öbür taraftan zelle sahibi hakkında taksir gösterdiği söylenmez[247], bu yüzden haka­rete maruz kalmaz ve değerini kaybetmez veya onun hak­kında şeriata sırf muhalefet olsun için bunu yaptığı inan­cında bulunulmaz. Çünkü bütün bunlar, onun dinde sahip olduğu makamının gerekleriyle bağdaşmayan şeylerdir. Muâz b. Cebel ve diğerlerinin sözlerinde bu mânâya[248] işa­ret eden hususlar geçmişti.

(Alimlerin zellelerinin muteber olmadığı konusu ile ilgili ola­rak) İbnu'l-Mübârek'ten şöyle anlattığı rivayet edilir: Kufe'de idik ve ihtilaflı olan nebîz hakkında benimle münazaraya girdiler. Ben onlara: "Gelin, sizden delil getirecek olan, Rasûlullah'm ashabından dilediği kimseden ruhsat hükmünü benimsediğini ileri sürmek suretiyle delil getirsin. Eğer o kişiden gelen ruhsat hükmü­ne mukabil olarak yine onlardan sahih olarak gelen daha şiddetli bir hükmün olduğunu ortaya koyamazsak (iddianız kabul)" dedim. Onlar sahâbî görüşleri ile delil getirmeye başladılar. Onlar bir sahâbîden ruhsat hükmü getirdi iseler, biz onlara daha şiddetlisini getirdik ve böyle böyle ellerinde sadece Abdullah b. Mesûd kaldı. Ondan nebize ruhsat verildiği hakkında getirdikleri delil ise, asla ondan sahih olan birşey ile değildi. Bunun üzerine nebizin helâlliği konusunda delil getirmeye çalışan kimseye dedim ki: "Ey ahmak! Farzet ki İbn Mesûd şurada oturuyor olsa ve: *O senin için helâldir' dese, Rasûhıllah ve ashabından naklettiklerimiz onun ya-saklığı hakkındadır. Bu durumda sana yaraşan, ondan sakınman, veya şaşkınlık göstermen veyahut da korkuya kapılman olmalıdır" Onların bir sözcüsü: "Ey Ebâ Abdirrahman! Yani en-Nehaî, eş-Şa"bî —daha başka bazı isimler de saydı— haram mı içiyorlardı? (demek istiyorsun" dedi; Ben: "Delil getirme sırasında öyle insanların isim­lerini zikretmeyi bırakın. Nice insan vardır ki İslâm hakkında şöyle şöyle menkıbeleri bulunur; bununla birlikte bazı konularda sürç­müş de olabilir. Şimdi çok yüksek yerleri var diye onların sürçmele­ri ile kim istidlalde bulunabilir? Eğer buna yanaşmıyorsanız peki, Atâ, Tâvûs, Câbir b. Zeyd, Saîd b. Cübeyr ve İkrime hakkında ne dersiniz? Söyleyin bakalım?" dedim. Onlar: "Hayırlı kimselerdi" de­diler. Bu kez ben: "Peki, bir dirhemi elden ele iki dirhem karşılığın­da satma hakkında ne dersiniz?" dedim. Onlar: "Haramdır" dediler. Bunun üzerine ben: "Bu saydığım insanlar, onu helâl gördüler ve haram yiyerek öylece öldüler. Öyle mi?" dedim. Cevap veremediler ve delilleri böylece iptal edilmiş oldu. Onun anlattıkları böyle.
Doğru olan İbnu'l-Mübârek'in söyledikleridir. Çünkü Allah. Teâlâ: "Eğer birşeyde çekişirseniz —Allah'a ve âkiret gününe inan-mışsanız— onun halini Allah'a ve peygambere bırakın. Bu, hayırlı ve netice itibarıyla en güzeldir"[249] buyurmaktadır. Eğer müctehi-din görüşünün, Kur'ân ve sünnete muhalif olduğu açık ve iyice beli ise, onun muteber kabul edilmesi ve üzerine hüküm binasında bu­lunması sahih değildir. İşte bu yüzden de, nass ve icmâa muhalefeti durumunda kadının hükmü bozulmaktadır; halbuki kadının hük­mü zevahir üzerine kuruludur [250] ve zahirin hilafı da imkân dahi­lindedir. İctihâdda hata etmesi durumunda ise —hatası ortaya çıksa bile— hükmü bozulmamaktadır. Çünkü hâkimin tayininde göze­tilen maslahat, verdiği hükmünün bozulması ile bağdaşmaz.[251] De­lillere muhalefet durumunda ise bozulur; çünkü bu durumda Al­lah'ın indirdiğiyle hükmetmiş olmamaktadır.

Fasıl:
2) Alimin zellesi şer'î mesâilde dikkate alınacak muha­lif bir görüş olarak da kabul edilmez. Çünkü âlimin zellesi, aslında ictihâddan sâdır olmamıştır, o içtihada ma­hal olan mesâilden de değildir. Her ne kadar zellenin sahi­binden ictihâd vücuda gelmişse de, mahalline isabet etme­miştir. Dolayısıyla zellenin şeriata olan nisbeti, müctehid olmayan kimselerin görüşlerinin nisbeti gibidir. Hilaf ko­nusunda dikkate alman görüşler, sadece şeriatta —güçlü olsun zayıf olsun— muteber olan delillerden doğan görüş­lerdir. Ancak mücerred delilin gizli kalmasından ve tesa­düf olunmamasından kaynaklanan görüşler ise ihtilâf alanlarında dikkate alınmazlar. Dolayısıyla böylesi görüş­lerin hilaf konusunda dikkate alınmayacağı söylenmiştir. Nitekim selefi sâlih ribe'1-fadl, müt'a, kadınlara arkalarm-dan yanaşılması[252] vb. gibi meselelerde ileri sürülen muhalefetlere itibar etmemişlerdir.

Soru: Görüşler içerisinden böyle olanlarla, olmayanlar nasıl birbirinden ayrılacaktır?

Cevap: Bu, müctehidlerin yapacağı bir iştir. Onlar görüşler içerisinden hangisinin Kur'ân ve sünnete uygun olduğunu, hangisi­nin uygun olmadığını bilirler. Diğerleri ise, bu konuda bir ayırım yapamazlar.
Bunu şu da destekler: Seri delillere muhalefetin de dereceleri vardır: Görüşlerden bir kısmı vardır ki, küllî bir konuda mütevatir bir nassa veya kat'î bir icmâa muhalif bulunur. Bir kısmı da vardır ki, zannî bir delile muhalif bulunur. Zannî deliller de derece itiba­rıyla farklı farklıdır; vâhid haberler, cüzî kıyaslar gibi. Kat'îye mu­halif olanın atılacağı konusunda en ufak bir problem yoktur. Ancak ulemâ, bunlara da bazen —dikkatte alıp, Önem verdiklerinden değilde— görüşü belirlemek ve içeriğine dikkat çekmek için atıfta bulu­nurlar. Zannîye muhalif olana gelince, bu konu içtihada mahaldir. Çünkü zannî olan delil ile, o görüşün sahibinin dayandığı kıyas ya da başka bir delil arasında denge bulunabilir; bunlardan biri diğeri­ni tartmayabilir.[253]

Soru: Müctehid olmayan diğer fakihler için bu konuda dayanı-labilecek herhangi bir kıstas yok mudur?

Cevap: Kesin değil de yaklaşık sonuç almayı sağlayabilecek bir kıstas vardır ve o da şudur: Görüşler içerisinde bir delile dayan­mayan ve hata ya da zelle sayılanlar, şeriatta gerçekten çok azdır. Çoğu kez bu tür görüşlerin sahipleri tek başlarına kalmaktadırlar ve bir başka müctehid tarafından desteklenmiş olmaları çok ender­dir. Bu durumda, bir görüş sahibi eğer ümmetin tümünden ayrı tek başına kalıyorsa, inanmalısın ki hak, müctehidlerden mukallidlerden değil— oluşan büyük topluluk (sevâd-ı a'zam) ile beraber­dir.

Fasıl:
İbn Seyyid, bu yeri ihtilâf sebeplerinden biri saymıştır. O rivayet cihetini sayarken sekiz tane illet bulunabileceğini belirtmiş­tir. Bunlar: İsnâd bozukluğu, hadisin mânâ üzerine rivayeti, tashîf ile meşhur olan bir kitaptan nakil, i'râb yönünü bilmeme, tashîf[254], hadisin bir kısmını ya da sebebini düşürme[255], hadisin bir kısmın işitmiş olup, bir kısmını kaçırmış olma. Bunlar, eğer ihtilaflı konularda gerçekten illet oldukları sahih olacak olursa sonuç itibarıyla zikredilen mânâya çıkar.[256] Çünkü[257] onların hilaf mahallinde mevcut olup olmadıkları konusunda ictihâd yüzünden hilaf meydana gelebilir. Durum bu şekil üzere olunca da, birinci şeklin aksine bu durumdaki hilaf muteber sayılır.
İkinci kısma gelince: [258]


Eser: El-Muvafakat

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

El-Muvafakat

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..