ÜÇÜNCÜ MESELE:


Bu mesele, bir önceki konu üzerine bina edilir. Şöyle ki: İlmin gereğine muhalif düşen bir kimsenin fetva vermesi sahih olmaz.[43]Gerçi usûlcüler bu konuya dikkat çekmişler ve gerekli açıklamalarda bulunmuşlar ise de, bu onların sözlerinde çok mücmel kalmıştır. Bu itibarla, fetvanın kısımları da dikkate alınarak konunun açık­lanmasına ihtiyaç bulunmaktadır.

Fetvanın sözlü halinde, sözleri gayrımeşru bir şekilde sadır ol­muş olabilir. Bu takdirde onun fetva ile ilgili sözleri, sair sözleri gi­bi değerlendirilir. Nasıl ki diğer sözleri gayrimeşrû bir hal üzere sadır olabiliyorsa, fetva ile ilgili sözleri de aynı şekilde olabilir. Böy­le bir söze ise güven duyulamaz ve itibar edilemez.

Fiillerine gelince, eğer bunlar din ve ilim adamlarının fiilleri hilafına bir şekilde sadır olmuşsa, o fiillere uyulması, onların selef-i sâlihin amelleri cümlesinden kabul edilmesi ve onların örnek alın­ması sahih olmaz.

İkrarları yani tasvipleri de aynıdır; çünkü bunlar da fiilleri cümlesinden olmaktadır.
Sonra bu üç yönden (yani söz, fiil ve ikrardan) her biri, diğer iki kısma etki eder. Organlarıyla (yani işlediği fiil ile şeriata) ters düşmesi, sözü ile de ters düştüğünü gösterir. Sözü ile ters düşmesi de, fiili ile ters düşmesine delil olur. Çünkü hepsi de kalbî olan tek birşeyden[44] sadır olmaktadır.

Bu, ilmin gereğine muhalif olan bir kimseden sadır olacak fetvanın sahih olmadığının icmalî olarak beyanı olmaktadır.
Konunun genişçe açıklanmasına gelince: Meselâ müftînin, kişi­ye kendisini ilgilendirmeyen şeyler hakkında susmasını emretmesi halinde, eğer bizzat kendisi de lüzumsuz şeyler hakkında sükût eden biri ise, o zaman fetvası doğru olacaktır. Eğer lüzumsuz konuş­malara dalan kimselerden biri ise, o takdirde fetvası doğru olmaya­caktır. Sana dünya karşısında zahidâne bir hayat yaşamanı öğütler ve bizzat kendisi de aynı şekilde yaşarsa o zaman fetvası doğru ola­caktır. Yok kendisi dünyaya dört elle sarılır bir halde olursa o za­man fetvası yalan olacaktır. Sana namazları vaktinde ve üadil-i er­kana riayetle kılmam öğütler ve kendisi de öyle olursa, fet-vâsı doğru, aksi takdirde yalan olacaktır. Emir mahiyetinde olan diğer şer'î hükümler hakkındaki fetvasında da durum aynı olacaktır. Yasak­lar hakkında da durum aynıdır: Meselâ, yabancı kadınlara bakma­yı yasakladığı zaman, eğer bizzat kendisi de bakmayan biri ise, fetvası doğru olur. Kendisi doğru sözlü biri olduğu halde yalan söy­lemeyi, zina etmediği halde zina etmeyi, kendi kötü sözlü olmadığı halde kötü sözde bulunmayı, kötü kimselerle düşüp kalkmadığı halde, onlarla beraber olmayı yasaklarsa... vb. bütün bunlarda fet­vası doğru ve o kimse sözüne ve fiiline uyulan biri olur. Aksi takdir­de ne fetvası doğru olur, ne de sözüne ve fiiline uyulabilir. Çünkü sözün doğruluğunun alâmeti, fiile uygun düşmesidir. Hatta bu, ulemâya göre hakikatta doğrunun bizzat kendisidir. Bu yüzdendir ki Allah Teâlâ: "Mü'minler içerisinde Allah'a verdikleri sözde du­ran nice erler var. İşte onlardan kimi, sözünü yerine getirip o yolda can vermiştir; kimi de (şehitliği) beklemektedir" [45]buyurmuş, bu­nun zıddı yani fiilin söze uygun düşmemesi hakkında da "Onlar­dan kimi de, 'Eğer Allah lütuf ve kereminden bize verirse, mutlaka sadaka (ve zekât) vereceğiz ve elbette biz sâlihlerden olacağız!' diye Allah'a and içtiler. Fakat Allah lutfundan onlara (zenginlik) verin­ce, onda cimrilik edip (Allah'ın emrinden yüz çevirerek sözlerinden döndüler. Nihayet, Allah'a verdikleri sözden döndüklerinden ve ya­lan söylediklerinden dolayı Allah kendisiyle karşılaşacakları güne kadar onların kalbine nifak soktu" [46] buyurmuştur. Görüldüğü gibi doğruluk konusunda, sözün fiile uygunluğuna, yalan konusunda da sözün fiile uygun düşmemesine itibar edilmiştir. Allah Teâlâ (Te-bük seferine iştirak etmeyip) geride kalan üç kişi hakkında da: "Ey inananlar! Allah'tan sakının ve doğrularla beraber olun!'[47] buyur­muştur.[48]

Buna göre âlim, bir hüküm, emir ya da nehiy hakkında bir söz söylediği zaman, aslında o şey, kendisi ve diğer mükellefler arasın­da müşterek birşey olmaktadır. Dolayısıyla eğer o söylediği şeye uy­gun hareket ederse, doğru söylemiş; yok tersine hareket ederse ya­lan söylemiş olur. Muhalefet hali ile birlikte fetva sahih olmaz; fetva ancak uygunluk halinde sahih olur.
Bu konuda değerlendirme yapacak kimselerin insanların efen­disi (Rasûlullah'ı dikkate almaları yeterli olacaktır. O-nun fiilleri ile sözleri arasında tam ve kusursuz bir uyum bulunu­yordu. Kendisi hakkında: "Allah Teâlâ, rasûlü hakkında dilediği şe­yi helâl kılar..." diyen kimseye, durumun öyle olmadığını ifade ile tepki göstermişti. Yine kendisine yöneltilen bir durum hakkında[49]"Ben yapıyorum" dediği zaman: "Sen bizim gibi değilsin. Allah Teâlâ, senin geçmiş ve gelecek bütün günahlarım atfetmiştir" diyen kimseye kızmış ve: "Vallahi, elbette ben sizin Allah'tan en çok kor­kanınız ve O'ndan ne ile sakınacağını en iyi bileniniz olmayı umu-yorum"[50] buyurmuştur. Kur'ân'da da Şuayb'dan bahsederken Allah Teâlâ: ("And olsun ki), Allah bizi ondan (kâfirlik-ten) kurtardıktan sonra tekrar sizin dininize dönersek, Allah'a karşı if­tira etmiş[51] oluruz"[52]buyurmuştur. Yine Allah Teâlâ: "Size yasak ettiğim şeylerde aksini yaparak size aykırı davranmak istemiyo­rum"[53] buyurmuştur. Âyet, sözün fiile uygun düşmemesi halinin, sözün yalan olacağı sonucunu gerektireceğini beyan etmektedir. Bu, bundan önceki meselede geçen hususun gereği olmaktadır. Pey­gamberlerin, henüz peygamber olmadan Önce Allah Teâlâ'yı bilme­mekten ve O'ndan başka mabudlara tapınmaktan korunmuş olma­ları hakkında (delil olmak üzere) şöyle demişlerdir: Çünkü kalpler, hali böyle olan birinden nefret eder. Aynı mânâ, peygamberlikten sonraki hayatı için —usûlle ilgili konular bir tarafa— ferî hüküm­ler hakkında da evleviyetle geçerlidir. Çünkü eğer onlar bazı şeyleri emretseler ve bazı şeyleri yasaklasalar ve sonra da dönüp —Allah saklasın!— onları işleyecek olsalardı, bu onlardan uzaklaşılması-nın en önemli sebeplerinden biri olur ve onlara uymaktan yüz çe­virmeyi gerektirirdi. Veraset yoluyla onların makamında bulunan kimselere gelince, bu makama gerçekten ulaşabilmiş olmanın gös­tergesi, fiilin söze uygun olarak sâdır olmasıdır. Rasûlullah (meşhur Veda hutbesinde) ribayı yasaklayınca: "Kaldırdığım ilk ribâ, (amcam) Abdulmuttalib oğlu Abbâs'ın ribasıdır" buyurmuş, cahiliye âdeti olarak süregelen kan dâvalarını kaldırdığını ilan etti­ği zaman da: "Kaldırdığım ilk kan davası da, bizim davamız yani Rabîa 6. el-Hâris'in[54]kanıdır" buyurmuştur.[55] Bir hırsızlık olayın­da cezanın tatbik edilmemesi için tavassut edilmesi karşısında:"Canım elinde olan Allah'a yemin ederim ki, eğer Rasûlullah'ın kızı  Fâtıma çalmış olsaydı, mutlaka elini keserdim'[56]buyurmuştur. Bütün bunlar, söz ile fiilin (uygulamanın) birbirine uygun olması, insanların Allah'ın hükümleri karşısında eşit oldukları esasının hem kendisine hem de yakınlarına nisbetle korunması gerektiği ko­nusunda açıktır.

Konu ile ilgili deliller sayılamayacak kadar çoktur.
İslâm şeriatı, söylediğinin tersini yapan kimseler hakkında yergide bulunmuştur. Bu meyanda olmak üzere Allah Teâlâ şöyle buyurur: "insanlara iyilik yapmalarını emreder de kendinizi unu­tur musunuz?![57]; "Ey inananlar! Yapmayacağınız şeyi niçin söy­lersiniz? Yapmayacağınızı söylemeniz, Allah katında şiddetli bir buğza sebep olur'[58] Cafer b. Burkan, Meymûn b. Mihrân'ın: "Kıs-sacı (vaiz), gazabı; onu dinleyen de rahmeti bekler[59] dediğini nak­leder. Ona: "Ey inananlar! Yapmayacağınız şeyi niçin söylersiniz? âyeti hakkında ne dersin? Acaba bundan maksat kendisini öven ve (asılsız yere) şu şu hayırları yaptım diyen kimse midir? Yoksa ken­disi ihmal gösterdiği halde, iyiliği emredip kötülüğü yasaklayan kimse midir?" diye sordum. O bana: "Her ikisi de" diye karşılık ver­di.
İtiraz: Eğer durum anlatıldığı gibi ise, o zaman fetva verme, iyiliği emretme ve kötülüğü Önleme işlerinin üstlenilmesi imkânsız bir hal alır. Halbuki ulemâ şöyle demektedir: İyiliği emretme ve kö­tülüğü önleme konusunda, bu işi yapacak kimsenin emrettiği şeyi yapan, yasakladığı şeyi de terkeden biri olması gerekmez; aksi tak­dirde böyle bir şart bu görevin tümden ortadan kalkması gibi bir sonucu doğurur. Daha önce de geçtiği üzere, aslı ortadan kaldırma sonucunu doğuracak olan tamamlayıcı unsurlar itibardan düşerler. Dolayısıyla aynı durum burada yani iyiliği emretme ve kötülüğü önleme konusunda da geçerlidir.[60] Aynı durum, fetva görevi için de söz konusudur. Hiç sürçmeyen, hiç hata yapmayan ve hiç sözü fiiline ters düşmeyen biri bulunabilir mi? Özellikle de nübüvvet nu­rundan uzaklaşmış olan son dönemlerde böyle birini bulmak müm­kün mü? Evet! Mutlak anlamda sözü fiiline tam uygunluk arzeden bir kimsenin, bu mertebelere getirilmeyi herkesten önce hakeden biri olduğunda en ufak bir kuşku yoktur. Ancak öyle birinin bulun­maması halinde, fetva makamının boş kalması ve hiçbir kimse ta­rafından bu görevi üstlenmenin sahih olmaması gerçekten kabul edilebilir değildir.
Cevap: Bizim buradaki amacımız karşısında bu itiraz yerinde değildir. Çünkü bizim burada sözünü ettiğimiz husus, şer'î hüküm hakkında olmayıp, fetvaya yeltenmenin sıhhati ve vukuunda ondan istifadenin husulü konusundadır. Biz şunu söylüyoruz: Müctehid olan âlime, mutlak anlamda fetva vermesi ve bu görevi üstlenmesi vaciptir; sözü fiiline uygun düşsün düşmesin bu görevi üstlenmek zorundadır. Ancak verdiği fetvanın kabul görmesi ve beklenilen faydanın elde edilebilmesi için fiillerinin sözüne uygun olması şart­tır. Aksi takdirde fayda hasıl olmaz; olsa bile her zaman için ol­maz.[61] Şöyle ki: Eğer sözü fiiline uygun ise, o fetvadan beklenilen fayda hasıl olur ve hem sözde hem de fiilde ona uyma birlikte ger­çekleşmiş olur. Veya en azından gerçekleşme işi büyük ölçüde bek­lenilir. Çünkü fiil, sözü ya tasdik eder ya da yalanlar. Sonra fiilin sözüne ters düşmesi halinde, bu durum onu adalet mertebesinden fâsıklık derecesine düşürebilir de, düşürmeyebilir de. Eğer muhale­fet, onu adalet vasfından düşürebilecek bir düzeyde ise, ona uyma­nın doğru olmayacağı, kendisinin fetva verme işini üstlenmesinin sahih olmayacağı konusunda hem şer'an hem de âdeten herhangi bir tereddüt bulunmaz. Böyle birine uyan kimse de onun gibi (şeriata) muhalif düşmüş olur. Dolayısıyla gerçekte ne fetva ne de hükümden söz edilemez. Eğer ikinci durum söz konusu ise, o kim­seye uyulması, ondan fetva talebinde bulunulması sahih olur ve bu durumda fetvası, muhalif düştüğü konuda değil de, uygun düştüğü alanda olur. Daha önce de söylediğimiz gibi, bir kimse sana zinayı terketmen, içki içmemen ve vacipleri yerine getirmen doğrultusun­da fetva verse ve kendisi de dediklerini tutmuş olsa, bu durumda sözünün fiili ile tasdiki gerçekleşmiş olur. Sana dünyada zâhidâne bir hayat sürmeni ya da lüks bir hayat sürenlerden uzak durmanı ya da benzeri adalet vasfını temelden zedelemeyecek olan başka bir hususu yapmam (ya da yapmamam) söylese, sonra onun dünyaya sarıldığını ve senin beraber olmamam istediği kimselerle düşüp kalktığım görsen, bu takdirde onun fiili sözünü doğrulamamış olur. Evet, gerçi şeriat bize müftînin sözüne uymamızı emretmiştir. An­cak diğer taraftan Sâri' Teâlâ onu aynı zamanda hem sözü hem de fiili ile kendisine uyulsun, örnek alınsın diye o makama getirmiştir. Çünkü e peygamberin varisidir. Hal böyle iken, şeriata ters düşme­si halinde, sahip olduğu mevkiin gereğine muhalefet etmiş, fiil sözü yalanlamış olur. Zira insan fıtratı, fiillere tâbi olmaya daha yatkın­dır. Dolayısıyla âlimin tam anlamıyla örnek alınabilmesi ve fetvaya ehil olması ve verdiği fetvanın bir anlam ifade edebilmesi için mut­laka sözün fiil ile uyum arzetmesi gerekecektir. Ebû'l-Esved edDüelî ne güzel demiştir:

Önce kendinden başla ve nefsim önle azgınlığından,

Sen bilge birisin, eğer nefsin vazgeçer, arınırsa ondan,

O zaman söylediğin söz dinlenir,

Örnek alınır görüşün, fayda verir öğretim.

Bir huyu yasaklayıp da yapma kendin,

Eğer yaptıysan büyük bir ayıp işledin!

Bu hem akla hem de nakle uygun bir mânâdır. Sağduyu sahip­leri arasında bu konuda görüş ayrılığı bulunmamaktadır.

Fasıl:

Soru: Sözü ile fiili arasında terslik bulunan böyle bir müftî karşısındaki müsteftînin yani fetva talebinde bulunan kimsenin hükmü ne olacaktır? Mükellefiyet getiren konularda onu taklid et­mesi doğru olur mu? Yoksa olmaz mı? Yani böyle bir müftînin sözü esas alınır ve onunla amel edilebilir mi?
Cevap: Bu sorunun cevabı, yukarıda arzedilen hususlar üzerine kuruludur. Şöyle ki; Vukûda sıhhat açısından ele alındığı zaman, bu sahih olmaz. Çünkü bu müftîye nisbetle sahih olmadığına göre, aynı şey müsteftîye nisbetle de sahih olmaz. Devamlı ve çoğunluk halde bulunan budur. Bunun dışında kalan ise, nadir gibidir ve hiçbir şekilde küllî bir esasa mesned olabilecek durumda değildir. Şayet konu, şer'î ilzam açısından ele alınacak olursa, o zaman me­selenin fıkhı durumu açıktır. Eğer müftînin muhalefeti açık ve adalet vasfını düşürecek bir düzeyde ise, o fetva ile ilzam asla sahih olmaz. Çünkü sözün kabul edilmesi ve gereği ile amel edilmesi için, doğru olması şartı vardır. Adalet sahibi olmayan kimseye ise —her ne kadar verdiği fetva haddizatında deliller doğrultusunda ve yerli yerinde olsa bile— güven duyuîamaz. Çünkü fetvanın şenliği ancak kendisinin beyanına istinaden bilinebilecektir. Kendisi ise güvenilir biri değildir. Dolayısıyla müsteftînin böyle bir fetva ile ilzam edil­mesi durumu düşer. Müsteftînin ilzamı durumu düşünce, acaba müftîye yönelik fetva verme görevi gibi bir mükellefiyet hâlâ var ol­maya devam eder mi?[62]Bunun cevabı, "Şart-ı serînin husulü, yü­kümlülük konusunda şart mıdır? Değil midir?" meselesinde[63] bulunan görüş ayrılığı üzerine kurulur. Konu usûl kitaplarında açık­lanmıştır.
Eğer muhalefeti adalet vasfını düşürecek kabilden değilse, o takdirde sözünün kabul edilmesi sahih, verdiği fetva doğrultusunda amel edilmesi zimmetten borcun düşebilmesi için yeterli olur. Bu durumda şer'î ilzam her ikisine de birden yönelik olarak bulunur.[64] [65]


Eser: El-Muvafakat

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

El-Muvafakat

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..