İKİNCİ MESELE:
İctihâd bölümünde geçtiği üzere ihtilâfin esasını, Sâri' Teâlâ'-nın kasdımn açık bulunduğu müsbet ve menfi iki uç tarafın arasında kalan kısımlar oluşturmaktaydı. Çünkü bu iki uç arasında kalan ve ortada yer alan kısım, şer'î delilin ilgili bulunduğu bir sebepten dolayı her iki tarafın da hükmünü alabilmekteydi. Bunun sonucunda ortada yer alan şeye uç taraflarla ilgili olan deliller (isbat delili ile nefy delili) aynı anda taalluk etmekte ve onu kendi hükmüne katmaya çalışmaktadır. Böylece de o şey hakkında iki delil tearuz etmektedir. Bunun tabiî sonucu olarak da tercihe ihtiyaç doğmaktadır. Tercihe imkân yoksa tevakkuf etmek gerekmekte ve konu müteşâbihâttan sayılmaktadır. Orada bu mânâ açıklanmış olduğu için, burada sözü uzatmaya gerek bulunmamaktadır.
Sözü edildiği şekil üzere, nasıl ki deliller arasında tearuz[6] ger-çekleşebiliyorsa, aynı şekilde delil mertebesinde bulunan şeyler arasında da tearuz gerçekleşebilir; mukallide nisbetle müctehidle-rin görüşlerinin tearuz etmesi gibi. Çünkü ictihâdî görüşlerin mukallide olan nisbeti, delillerin müctehide olan nisbeti gibidir.
Farklı hükümlere delâlet eden alâmetlerin tearuzu da böyledir. Meselâ bir tür eşya yağmalansa ve yağma olmaksızın o tür şeyin elde edilmesi de nadirattan olsa, ona benzer bir eşya takva sahibi sa-lih bir zatın elinde görülse, elinde bulunduran kişinin iyi hal sahibi olması, o şeyin helâl; öyle birşeyin yağmasız elde edilmesinin nadirattan olması ise onun haram olduğuna delâlet eder. Dolayısıyla bu iki alâmet arasında tearuz söz konusu olur.
Keza farklı hükümlere götüren benzerliklerin tearuzu da böyledir. Meselâ köleyi ele alalım: O bir insandır; dolayısıyla bu onu mülk edinme konusunda hürler mesabesinde kılmayı gerektirir. Öbür taraftan da o mal gibidir; bu da onun mülkiyet hakkının elinden alınması konusunda sair mallar menzilesinde olmasını gerekli kılar.Sebeplerin tearuzu da bu kabildendir; murdar hayvanın, usûlüne göre boğazlanmış hayvanla, zevcenin yabancı kadınla karışması hali gibi. Zira bunlardan her birinde, o şeyi helâl ya da haram kılan sebebin varlığı ihtimali bulunmaktadır.
Şartların tearuzu da böyledir: İki beyyinenin[7] tearuzu gibi. Zira biz hükmün infazı için şehâdetin şart olduğunu söylemekteyiz. Beyyineden biri birşeyin isbatım, öbürü ise reddini gerektirmektedir. Aynı şekilde, bir iş mesabesinde olan şeyler de, o şeyin hükmünde dahil olmaktadır.
Bu kısımla ilgili olarak tercihin yönü, belli bir şekil üzere hasredilmiş değildir.[8] Zira cüz'î nev'î ya da şahsî olaylar belirli bir sayıyla sınırlandırılamaz. Olayların cereyan tarzı, cüziyyât arasında, her cüz'î hakkında tek bir cüz'înin hükmünü verecek şekilde birliğin bulunmayacağına hükmeder. Aksine onlar, konulmuş olan hükme etkisi mümkün olan kuşatıcı ilavelere, bitişik karinelere sahiptir. Dolayısıyla bu halleriyle onları, tek bir cüz'înin hükmüne tâbi kılmak mümkün değildir. Bu gözlemlenen ve bilinen bir husustur. Durum böyle olunca, tercih şekli tearuz mahallinde varid bulunan delillere itibarla olacaktır. Bu takdirde de, onu müctehidin nazarına havale etmek mümkün değildir. İctihâd bölümünün başında bu mânâ üzerinde durulmuştu.[9] Konuyla ilgili değerlendirmenin esasim şu teşkil etmektedir: Söz konusu ortada yer alan şeye nisbetle, hükmü belli olan iki uç taraftan hangisi daha güçlü ve uygun, hangisi daha galip ve daha yakın bunu iyi tespit etmek ve bu tespit üzerine, onu uçlardan hangisine katılacaksa ona katmak ve böylece diğer taran ihmal etmek ya da onu da dikkate almak[10] olmaktadır, imam Mâlik'in mezhebiyle ona muhalif olanların görüşüne göre köle meselesinde[11] vb. olduğu gibi.
Fasıl:
Bu, usûlcülerin sözlerinin zahirine göre[12] birinci kısımla ilgili bakış açısı olmaktadır. Biz, bu tercihte mevcut bulunan mânâ üzerinde düşündüğümüz zaman, onun da ikinci kısma raci olduğunu ve tercihin bir tür cem ve(ya) tearuz halinde bulunanlardan birinin iptali mânâsına geldiğini görürüz. Nitekim inşâallah birazdan zikredilecektir.Aralarını cemetmek imkânı bulunan kısma gelince: [13]
Sözü edildiği şekil üzere, nasıl ki deliller arasında tearuz[6] ger-çekleşebiliyorsa, aynı şekilde delil mertebesinde bulunan şeyler arasında da tearuz gerçekleşebilir; mukallide nisbetle müctehidle-rin görüşlerinin tearuz etmesi gibi. Çünkü ictihâdî görüşlerin mukallide olan nisbeti, delillerin müctehide olan nisbeti gibidir.
Farklı hükümlere delâlet eden alâmetlerin tearuzu da böyledir. Meselâ bir tür eşya yağmalansa ve yağma olmaksızın o tür şeyin elde edilmesi de nadirattan olsa, ona benzer bir eşya takva sahibi sa-lih bir zatın elinde görülse, elinde bulunduran kişinin iyi hal sahibi olması, o şeyin helâl; öyle birşeyin yağmasız elde edilmesinin nadirattan olması ise onun haram olduğuna delâlet eder. Dolayısıyla bu iki alâmet arasında tearuz söz konusu olur.
Keza farklı hükümlere götüren benzerliklerin tearuzu da böyledir. Meselâ köleyi ele alalım: O bir insandır; dolayısıyla bu onu mülk edinme konusunda hürler mesabesinde kılmayı gerektirir. Öbür taraftan da o mal gibidir; bu da onun mülkiyet hakkının elinden alınması konusunda sair mallar menzilesinde olmasını gerekli kılar.Sebeplerin tearuzu da bu kabildendir; murdar hayvanın, usûlüne göre boğazlanmış hayvanla, zevcenin yabancı kadınla karışması hali gibi. Zira bunlardan her birinde, o şeyi helâl ya da haram kılan sebebin varlığı ihtimali bulunmaktadır.
Şartların tearuzu da böyledir: İki beyyinenin[7] tearuzu gibi. Zira biz hükmün infazı için şehâdetin şart olduğunu söylemekteyiz. Beyyineden biri birşeyin isbatım, öbürü ise reddini gerektirmektedir. Aynı şekilde, bir iş mesabesinde olan şeyler de, o şeyin hükmünde dahil olmaktadır.
Bu kısımla ilgili olarak tercihin yönü, belli bir şekil üzere hasredilmiş değildir.[8] Zira cüz'î nev'î ya da şahsî olaylar belirli bir sayıyla sınırlandırılamaz. Olayların cereyan tarzı, cüziyyât arasında, her cüz'î hakkında tek bir cüz'înin hükmünü verecek şekilde birliğin bulunmayacağına hükmeder. Aksine onlar, konulmuş olan hükme etkisi mümkün olan kuşatıcı ilavelere, bitişik karinelere sahiptir. Dolayısıyla bu halleriyle onları, tek bir cüz'înin hükmüne tâbi kılmak mümkün değildir. Bu gözlemlenen ve bilinen bir husustur. Durum böyle olunca, tercih şekli tearuz mahallinde varid bulunan delillere itibarla olacaktır. Bu takdirde de, onu müctehidin nazarına havale etmek mümkün değildir. İctihâd bölümünün başında bu mânâ üzerinde durulmuştu.[9] Konuyla ilgili değerlendirmenin esasim şu teşkil etmektedir: Söz konusu ortada yer alan şeye nisbetle, hükmü belli olan iki uç taraftan hangisi daha güçlü ve uygun, hangisi daha galip ve daha yakın bunu iyi tespit etmek ve bu tespit üzerine, onu uçlardan hangisine katılacaksa ona katmak ve böylece diğer taran ihmal etmek ya da onu da dikkate almak[10] olmaktadır, imam Mâlik'in mezhebiyle ona muhalif olanların görüşüne göre köle meselesinde[11] vb. olduğu gibi.
Fasıl:
Bu, usûlcülerin sözlerinin zahirine göre[12] birinci kısımla ilgili bakış açısı olmaktadır. Biz, bu tercihte mevcut bulunan mânâ üzerinde düşündüğümüz zaman, onun da ikinci kısma raci olduğunu ve tercihin bir tür cem ve(ya) tearuz halinde bulunanlardan birinin iptali mânâsına geldiğini görürüz. Nitekim inşâallah birazdan zikredilecektir.Aralarını cemetmek imkânı bulunan kısma gelince: [13]
Konular
- İKİNCİ MESELE:
- ÜÇÜNCÜ MESELE:
- DÖRDÜNCÜ MESELE:
- ÜÇÜNCÜ TARAF: İSTİFTÂ VE İKTİDÂ
- BİRİNCİ MESELE:
- İKİNCİ MESELE:
- ÜÇÜNCÜ MESELE:
- DÖRDÜNCÜ MESELE:
- BEŞİNCİ MESELE:
- ALTINCI MESELE:
- YEDİNCİ MESELE:
- SEKİZİNCİ MESELE:
- DOKUZUNCU MESELE:
- EK:1 TEARUZ VE TERCİH
- BİRİNCİ MESELE:
- İKİNCİ MESELE:
- ÜÇÜNCÜ MESELE:
- EK: 2
- CEDEL İLMİ
- (SORU VE CEVABA DAİR HÜKÜMLER)
- BİRİNCİ MESELE:
- İKİNCİ MESELE:
- ÜÇÜNCÜ MESELE:
- DÖRDÜNCÜ MESELE:
- BEŞİNCİ MESELE:
- ALTINCI MESELE:
- TEŞEKKÜR
- ANADOLU'DA YURT TUTAN BEYLİKLER
- Karamanogulları Beyliği
- Karaman Beylerinin Çizelgesi