İKİNCİ MESELE:
Çok soru sormak yerilmiştir.
Bunun delili, konuyla ilgili pek çok sayıda bulunan âyet, hadis ve selef-i salibinin sözleridir. Bu meyanda olmak üzere Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: "Ey inananlar! Açıklanırsa hoşunuza gitmeyecek olan şeyleri[8]sormayın...[9] Hadiste de şöyle anlatılmaktadır: "Oraya yol bulabilen insanların o evi haccetmesi, Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır"[10] âyeti indiği zaman bir adam[11]
"Her sene rai yâ Rasûlallah!" diye sordu. Rasûhıllah yüzünü çevirdi. Adam: "Her sene mi yâ Rasûlallah!" diye üç defa tekrarladı. Rasûlullah hepsinde de duymamazlıktan geldi. Dördünce defasında: "Canım elinde olana yemin ederim ki, eğer (Evet) deseydim, o size vacip olurdu; eğer vacip olsaydı o zaman da ona güç yetiremezdiniz. Onu yerine getiremediğiniz zaman da küfranda bulunmuş olurdunuz. Ben sizi bıraktığım sürece, siz de beni rahat bırakın" buyurdu.[12] İşte "Ey inananlar! Açıklanırsa hoşunuza gitmeyecek olan şeyleri sormayın[13]âyeti bu gibi durumlar hakkında indi.[14]Rasûlullah çok som sormayı sevmez ve kınar, bunu yasaklardı. Hakkında bir hüküm inmemiş[15] konularda[16] soru sorulmasından hoşlanmazdı. Şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz ki Allah Teâlâ (bazı şeyleri) farz kılmıştır, onları terketmeyi-niz; bazı sınırlar koymuştur, onları çiğneyip geçmeyiniz; bazı şeyleri haram kılmıştır, onları irtikâp etmeyiniz; bazı şeyleri de, unuttuğundan dolayı değil, yalnızca size merhametinden dolayı sükût geçmiştir, onların da hükmünü araştırmayınız"[17]
İbn Abbâs şöyle demiştir: "Hz. Muhammed'in ashabından daha hayırlı bir kavim görmedim. Rasûlullah vefat edinceye kadar sadece on üç mesele hakkında soru sormuşlardır ki onların hepsi de Kur'ân'da yer almıştır. "Sana hayız hakkında sorarlar..[18] "Sana yetimler hakkında sorarlar.[19] "Sana haram ayı soruyorlar..[20] Onlar sadece kendilerine yararı olan şeyler hakkında sorarlardı" O bu sözüyle onların genelde takındıkları tutumun böyle olduğunu söylemek istemektedir. Rasûlullah Şöyle buyurmuştur: "En büyük cürüm işleyen insan, haram olmayan birşey hakkında soru soran ve bu sorusu yüzünden o şeyin haram kılınmasına sebep olan kimsedir."[21] ' "Ben sizi terkettikçe, siz de benim üstüme gelmeyiniz. Şüphesiz kif sizden Önceki kavimler, mutlaka peygamberlerine fazla soru sormalarından dolayı helak olmuşlardır.[22]
Rivayete göre [23] bir gün Hz. Peygamber kalktı; yüzünden öfkeli olduğu belli idi. Kıyametten bahsetti. Ondan önce de azametli şeylerden bahsetmişti. Sonra:
"Kim bana birşey sormak isterse sorsun. Vallahi, bana ne sorarsanız, mutlaka onun cevabını vereceğim!" buyurdu.
Râvî Enes şöyle der: İnsanlar bunu duyunca iyice ağlamaya başladılar. Hz. Peygamber p^Sf1] da tekrar tekrar "Bana sorun!" diyordu.
Bunun üzerine Abdullah b. Huzâfe es-Sühemî kalktı ve: Babam kim? Yâ Rasûlallah! diye sordu. Hz.Peygamber:
: "- Baban Huzâfe'dir" buyurdu. Hz. Peygamber tekrar tekrar "Bana sorun!" diye devam edince Hz. Ömer dizleri üzerine çökerek:
- Yâ Rasûlallah! Biz Rab olarak Allah'tan, dîn olarak İslâm'dan, peygamber olarak Muhammed'den razıyız; dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber sükûn buldu ve âyet indi.[24]
Daha önce Hz. Peygamber "İrâde ve kudretiyle yaşadığım Allah'a yemin ederim ki, az önce ben namaz kılarken cennet ve cehennem şu duvarın üzerinde[25]bana arzedildi. Hayırda da serde de bugün gibisini görmedim" buyurmuştu. Hadisin akışını (siyak ve sibakını) da göz önünde bulundurduğumuzda, Hz. Pey-gamber'in öfke içerisinde "Bana sorun!" buyurmaları, suâlin neticelerini[26]göstermek suretiyle onları tenkîl anlamı taşımaktadır. Bu yüzdendir ki âyette, "Ey iman edenler! Size açıklanınca hoşunuza gitmeyecek şeyleri sormayın. [27]ifadesi gelmiştir.
İsrâîloğulları'nm bir inek boğazlamakla[28] emredilmiş olmalarıyla ilgili kıssa da böyledir. İbn Abbâs'tan rivayete göre onlar herhangi bir inek boğazlamakla emri yerine getirme imkânına sahiptiler. Ancak onlar yönelttikleri sorularla ifrata gittiler, Allah da zorlaştırdıkça zorlaştırdı. Sonunda güçlükle boğazladılar, "Nerdeyse de yapmayacaklardı."
er-Rabî' b. Haysem şöyle demiştir: "Ey Allah'ın kulu! Allah Teâlâ'nın kitabına dair sana öğretmiş olduğu bir bilgiden dolayı O'na hamdet. İlmine ulaşamadığın şeyleri ise bilenine havale et ve sakın tekellüfe girme! Çünkü Allah Teâlâ peygamberine şöyle buyurmaktadır: "De ki: Buna karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum. Ve ben kendiliğimden birşey teklif edenlerden (tekellüfe girenlerden) de değilim"[29]
İbn Ömer şöyle demiştir: "Olmayan şeylerden sormayın. Çünkü ben Ömer'i, olmayan şeyler hakkında soru soran kimselere lanet ederken işittim"
Hadiste de Rasûlullah'mugalatalardan menettiği" rivayet edilmiştir.[30]el-Evzâî, bunu "ağdalı meseleler" diye açıklamıştır.
Muâviye'nin yanında bazı meseleler anılmış, bunun üzerine o: "Rasûlullah'm ağdalı meselelere dalmayı yasakladığını bilmez misiniz?" demiştir.
Abde b. Ebî Lübâbe de şöyle demiştir: "Bu zamanda isterim ki hiçbirşey hakkında zamanımız insanlarına soru sormayayım; onlar da bana sormasınlar. Para sahiplerinin paralarıyla övündükleri gibi, meseleciler de meselelerinin çokluğu ile övünmekteler"
Hadiste şöyle gelmiştir: "Çok soru sormaktan sakının!"[31]
İmam Mâlik'e: aRasûlullah size dedikoduyu ve çok soru sormayı yasakladı" hadisini sordular. Şöyle cevap verdi: "Çok soru sormaktan maksat bilmiyorum, acaba benim size yasakladığım çok mesele ortaya atmak hakkında mıdır? Bilindiği üzere Rasûlullah meselecilikten hoşlanmaz ve bunu ayıplardı. Allah Teâlâ da: "Ey inananlar! Açıklanırsa hoşunuza gitmeyecek olan şeyleri sormayın...[32] buyurmuştur. Yoksa yasak olan, bahşiş isteme (dilenme) hakkında mıdır? Bilemiyorum"
Hz. Ömer (r.a.) minber üzerinde iken şöyle demiştir: "Olmayan şey[33] hakkında soru soran her bir kimse hakkında Allah'a ileniyorum. Çünkü Allah Teâlâ, olan şeyleri haber vermiştir"
İbn Vehb ise şöyle demiştir: İmam Mâlik ki kendisi meseleci-liğe ve onlara çok cevap vermeye karşıdır bana: "Ey Allah'ın kulu! Bildiğin birşeyi söyle ve ona delâlet et. Bilmediğin şey hakkında ise sus. İnsanlar için kötü örnek olmaktan sakın!" demiştir.
el-Evzâî de şöyle der: "Allah Teâlâ, kulunu ilmin bereketinden mahrum etmek istediği zaman, onu mugalatalarla uğraşmaya müb-telâ kılar"
el-Hasen'den de şöyle rivayet edilmiştir: "Allah'ın en kötü kul-" lan, en zararlı meseleleri ortaya atıp, onlarla Allah'ın kullarını sıkıntıya sokan kimselerdir"
eş-ŞaTaı ise: "Vallahi şu insanlar bana mescidi en sevimsiz bir yer haline getirdiler. Hatta orası bana' evimin çöplüğünden daha da sevimsiz bir yer haline geldi" demiştir. Ben: "Kim onlar ey Ebû Ömer!" diye sordum. "Eraey teriler..." dedi ve ekledi: "Eraeyte[34]kelimesinden daha çok nefret ettiğim bir başka kelime yoktur!"
Yine o Davud'a şöyle demiştir: "Dikkat et ve benden şu üç şeyi aklında tut: Birincisi: Sana bir mesele sorulur da cevap verirsen, meseleni "Eraeyte" ile teyid yoluna gitme.[35] Çünkü Yüce Allah kitabında: "Eraeyte men ittehaze ilâhehû heuâhu..." ("Heva ve heveslerini kendisine tanrı edineni görmedin mi?"[36] buyurmaktadır.[37] İkincisi: Sana bir mesele sorulduğu zaman, birşeyi başka birşeye kıyas etme.[38] Eğer öyle yaparsan belki bir helâli haram, bir haramı da helâl kılabilirsin. Üçüncüsü: Bilmediğin bir mesele hakkında sorulursan, 'Bilmiyorum; bu konuda ben de senin gibiyim' de"
Yahya b. Eyyûb şöyle derdi: "Bana ulaştığına göre ilim ehli şöyle derlerdi: Allah Teâlâ kuluna ilim öğretmek istemediği zaman, onu mugalatalarla meşgul eder"
Bu konuda nakledilen sözler pek çoktur.
Sözün özü şudur: Çok soru sormak ve meseleleri aklî bahisler ve tamamen nazarî olan ihtimallerle teyit yoluna gitmek verilmiştir. Rasûlullah'ın ashabı çok soru sorma konusunda uyarılmışlar ve onlar da böyle bir davranışa girmekten kaçınmışlardır. Öyle ki, bedevilerin gelip de soru sormalarını ve böylece Rasûlullah'ın cevabını işitmeyi ve bu yolla ondan ilim öğrenmeyi arzu eder olmuşlardı. Sahîh'te Enes'ten rivayet edilen şu hadise baksana; O şöyle diyor: "Rasûlullah'a birşey hakkında soru sormamız bize yasaklanmıştı. Bâdiyede oturanlardan akıllı birinin gelip, ona soru sorması ve bizim de işitmemiz çok hoşumuza giderdi. Ashap hiç soru sormaz olmuştu. Sonunda Cibril geldi, Rasûlullah'ın dizi önüne oturdu ve ona İslâm, îmân, ihsan, kıyamet ve alâmetleri hakkında sordu. Sonra Rasûlullah bize, soru soranın Cibril olduğunu bildirdi ve: "Sizin Öğrenmenizi istedi; zira siz soru sormamaktasınız" buyurdu.[39]
İmam Mâlik'e de aynı şekilde fazla soru sorulmazdı ve yakınları ona soru sormaktan çekinirlerdi. Esed b. el-Furât anlatır: Ben İmam Mâlik'e yeni gelmiştim. İbnu'l-Kâsım ve diğer büyük tabileri bana soru sordururlardı. Cevap verdiği zaman onlar bana: "Eğer durum şöyle olursa nasıl olur?" de! derlerdi. Ben de Öyle derdim. Bir gün benden sıkıldı ve bana şöyle dedi: "Bu kapıyı araladın mı, çorap söküğü gibi bunun ardı arkası kesilmez. Eğer sen illâ da bu gibi şeyleri öğrenmek istiyorsan, o zaman Irak'a gitmelisin"
İmam Mâlik, Iraklıların fıkhını ve tutumlarını beğenmiyordu; çünkü onlar ifrat ölçüsünde (nazari) meselelere dalıyorlar ve re'yde aşırı gidiyorlardı.
Rivayete göre bir kadın Hz. Aişe'ye gelmiş ve "Hayız gören bir kadın daha sonra neden oruçlarım kaza ediyor da namazlarını kaza etmiyor?" diye sormuştu. Hz. Aişe ona: "Sen Harûra meşrepli misin?" diye sert çıkarak, böyle bir soruya karşı tepkisini göstermişti.[40]
Rasûhılîah birinde cenîn hakkında gurre[41] ile hükmetmişti. Aleyhine hüküm verilen kişi: "İçmeyen, yemeyen, teneffüs etmeyen ve hiç ses çıkarmayan birşeyi nasıl tazmin ederim?! Böyle birşey heder olur" dedi. (Sözlerini seçili bir şekilde söyleyen bu kimse hakkında) Rasûlullah: "Bu, muhakkak kâhinler tâifesindendir" buyurmuştur.[42]
Rabîa, Saîd b. el-Müseyyeb'e parmakların diyeti hakkında sormuş ve: "Acı büyürken, musibet artarken diyet miktarı azalıyor mu?" demişti. Saîd ona: "Sen Iraklı mısın?" demiş, o da: "Hayır; aksine tahkik etmek isteyen bir âlim, ya da öğrenmek isteyen bir câhil" deyince: "Yeğenim, sünnet böyle!" demişti.
Çok soru sormanın mekruhluğunu ifade için bu kadarı yeterlidir.
Fasıl:
Bütün bunlardan soru sormanın mekruh bulunduğu yerler olduğu ortaya çıkmaktadır. Bunları aşağıdaki şekilde sıralama mümkündür: (1)
Dinî bir faydası bulunmayan sorular: Abdullah b. Huzâfe'nin "Babam kim?" şeklindeki sorusu böyledir. Tefsirlerde anlatıldığına " göre Rasûlullah'a hilâller hakkında sormuşlar ve, "Niye . , önce iplik gibi incecik gözüküyor sonra giderek büyüyor ve nihayet dolunay halini alıyor, daha sonra tekrar küçülmeye başlıyor ve eski incecik halini alıyor?" demişlerdi. Bunun üzerine: "Sana yeni doğan hilâl şeklindeki ayları sorarlar. De ki: Onlar, insanlar ve özellikle hac için vakit ölçüleridir"[43] âyeti gelmiş, verilen cevapta sorunun mecrası değiştirilerek insanlara dinî bir fayda sağlayacak şekilde cevaplama yoluna gidilmiştir.[44] (2)
İhtiyacı kadar olan bilgiye sahip olduktan sonra sorması: Meselâ, birisinin hacla ilgili olarak "Her sene mi?" diye sorması gibi. Halbuki "Oraya yol bulabilen insanların o evi haccetmesi, Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır"[45] âyetinin zahiri, mutlak olması hasebiyle ömrî yani hayatında bir defa olduğunu göstermektedir. İsrailoğulları'nın, Allah Teâlâ'nın "Allah, bir sığır kesmenizi emreder"[46]buyruğundan sonra soru sormaları da böyledir. (3)
Halihazırda ihtiyaç duyulmayan birşey hakkında sormak. Sanıyoruz bu kısım Allah daha iyi bilir ya hakkında herhangi bir hüküm inmemiş olan şeyler hakkında olmalıdır. "Ben sizi terkettik-çe siz de benim üstüme gelmeyiniz[47]"Allah, bazı şeyler hakkında da, unuttuğundan değil, size olan merhametinden dolayı sükût etmiştir (afu). Onları deşelemeyiniz"[48]hadisleri de işte buna delâlet etmektedir. (4)
Zor, çetrefilli ve zararlı meseleler hakkında sormak: Mugalatalarla ilgili olarak gelen yasak bu kabildendir.[49] (5)
Taabbudî olup, akıl yoluyla mânâsı kavranamayacak bir konuda, hükmün illetini sormak. Ya da soruyu soran kişinin aklının yetmeyeceği birşeyi sorması. Hayızlı kadının, niye namazlarını kaza etmeyip de orucunu kaza ettiği hakkında sorulması gibi. (6)
Soruda aşırılığa kaçılması ve tekellüfe girilmesi[50]. "De ki: Buna karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum. Ve ben kendiliğimden birşey teklif edenlerden (tekellüfe girenlerden) de değilim"[51] âyeti işte buna delâlet etmektedir. (Amr b. el-Âs): "Ey havuz sahibi! Havuzuna yırtıcı hayvanlar gelir mi?" diye sorduğunda Hz. Ömer: "Ey havuz sahibi! Söyleme. Çünkü biz onların içtikleri suya geliriz, onlar bizim içtiğimiz suya gelirler" demiştir. (7)
Soruda, Kitap ve sünnete re'y ile karşı çıkılması mânâsı bulunması. Bu yüzdendir ki Saîd (b. el-Müseyyeb diyetli ilgili soru soran Rabîa'ya) "Sen Iraklı mısın?" diye çıkışmıştır. Mâlik b. Enes'e dediler ki: "Sünneti bilen bir adam onun uğrunda mücadele eder mi?" Bu soruya o: "Hayır! O sünnet olanı bildirir; kabul edilirse ne âlâ, aksi takdirde susar"[52]diye cevap verdi. (8)
Müteşâbihât konusunda sormak. "Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onun te'viline yeltenmek için müteşâbih âyetlere yapışıp, onlarla uğraşır dururlar"[53]âyeti bu konuya delâlet eder. Bu konuda Ömer b. Abdulaziz de şöyle demiştir: "Kim dinini tartışmalara hedef kılarsa, (sabit kalmaz) çabucak yer değiştirir" İmam Mâlik'e "istiva[54] hakkında yöneltilen soru bu kabilden olmaktadır ve İmam bu soruya: "İstiva malumdur, keyfiyet meçhuldür, onun hakkında soru sormak ise bid'attir" şeklinde cevap vermiştir. (9)
Selef-i sâlih arasında geçen mücadeleler hakkında soru sormak. Ömer b. Abdulaziz'e Sıffîn savaşı hakkında sorulduğunda şöyle demiştir: "O, akan kanlardır ki Allah Teâlâ benim elimi ona bulaştırmaktan korumuştur; bu itibarla ona dilimin bulaşmış olmasını istemem" (10)
Tartışmalarda galebe çalmak, karşı tarafı çaresiz ve zor durumda bırakmak için soru sormak. Kur'ân'da bu tür davranış yerilmekte ve bu gibiler hakkında şöyle buyurulmaktadır: "İnsanlardan öyleleri vardır ki, dünya hayatı hakkında söyledikleri hoşuna gider. Hatta, böyleleri, söylediklerinin kalpten geldiğine (samimi olduğuna) Allah'ı şahit tutar. Halbuki o, hasımların en yamanıdır[55]"Bunu sana ancak tartışmak için söylediler. Öyle ya onlar kavgacı bir toplumdur"[56] Hadiste de şöyle gelmiştir: "İnsanların Allah'a karşı en sevimsiz olanı, ölçü tanımaz husumet sahibidir"[57]
Bu saydıklarımız soru sormanın mekruh olduğu yerlerden bazılarıdır ve diğerleri de bunlara kıyas edilir. Ancak bunlar hakkında söz konusu olan yasak hep aynı düzeyde değildir; bunlardan bir kısmı hakkında varid olan kerahiyet şiddetli, bir kısmında hafif, bir kısmı ise kesin haram, diğer bir kısmı da içtihada mahal bulunmaktadır. Dinde mücadele hakkında varid olan yasak bunlardan bir kısmını kapsar haldedir. Meselâ: "Kur'ân hakkında tartışma, kâfirliktir"[58] hadisi böyledir. Allah Teâlâ da şöyle buyurur: "Âyetlerimizi alaya alanları gördüğün zaman, onlardan uzaklaş"[59]Benzeri daha başka âyet ve hadisler de vardır. Dolayısıyla bu gibi konular hakkında soru sormak yasaktır. Cevap vermek de ona göredir. [60]
Bunun delili, konuyla ilgili pek çok sayıda bulunan âyet, hadis ve selef-i salibinin sözleridir. Bu meyanda olmak üzere Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: "Ey inananlar! Açıklanırsa hoşunuza gitmeyecek olan şeyleri[8]sormayın...[9] Hadiste de şöyle anlatılmaktadır: "Oraya yol bulabilen insanların o evi haccetmesi, Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır"[10] âyeti indiği zaman bir adam[11]
"Her sene rai yâ Rasûlallah!" diye sordu. Rasûhıllah yüzünü çevirdi. Adam: "Her sene mi yâ Rasûlallah!" diye üç defa tekrarladı. Rasûlullah hepsinde de duymamazlıktan geldi. Dördünce defasında: "Canım elinde olana yemin ederim ki, eğer (Evet) deseydim, o size vacip olurdu; eğer vacip olsaydı o zaman da ona güç yetiremezdiniz. Onu yerine getiremediğiniz zaman da küfranda bulunmuş olurdunuz. Ben sizi bıraktığım sürece, siz de beni rahat bırakın" buyurdu.[12] İşte "Ey inananlar! Açıklanırsa hoşunuza gitmeyecek olan şeyleri sormayın[13]âyeti bu gibi durumlar hakkında indi.[14]Rasûlullah çok som sormayı sevmez ve kınar, bunu yasaklardı. Hakkında bir hüküm inmemiş[15] konularda[16] soru sorulmasından hoşlanmazdı. Şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz ki Allah Teâlâ (bazı şeyleri) farz kılmıştır, onları terketmeyi-niz; bazı sınırlar koymuştur, onları çiğneyip geçmeyiniz; bazı şeyleri haram kılmıştır, onları irtikâp etmeyiniz; bazı şeyleri de, unuttuğundan dolayı değil, yalnızca size merhametinden dolayı sükût geçmiştir, onların da hükmünü araştırmayınız"[17]
İbn Abbâs şöyle demiştir: "Hz. Muhammed'in ashabından daha hayırlı bir kavim görmedim. Rasûlullah vefat edinceye kadar sadece on üç mesele hakkında soru sormuşlardır ki onların hepsi de Kur'ân'da yer almıştır. "Sana hayız hakkında sorarlar..[18] "Sana yetimler hakkında sorarlar.[19] "Sana haram ayı soruyorlar..[20] Onlar sadece kendilerine yararı olan şeyler hakkında sorarlardı" O bu sözüyle onların genelde takındıkları tutumun böyle olduğunu söylemek istemektedir. Rasûlullah Şöyle buyurmuştur: "En büyük cürüm işleyen insan, haram olmayan birşey hakkında soru soran ve bu sorusu yüzünden o şeyin haram kılınmasına sebep olan kimsedir."[21] ' "Ben sizi terkettikçe, siz de benim üstüme gelmeyiniz. Şüphesiz kif sizden Önceki kavimler, mutlaka peygamberlerine fazla soru sormalarından dolayı helak olmuşlardır.[22]
Rivayete göre [23] bir gün Hz. Peygamber kalktı; yüzünden öfkeli olduğu belli idi. Kıyametten bahsetti. Ondan önce de azametli şeylerden bahsetmişti. Sonra:
"Kim bana birşey sormak isterse sorsun. Vallahi, bana ne sorarsanız, mutlaka onun cevabını vereceğim!" buyurdu.
Râvî Enes şöyle der: İnsanlar bunu duyunca iyice ağlamaya başladılar. Hz. Peygamber p^Sf1] da tekrar tekrar "Bana sorun!" diyordu.
Bunun üzerine Abdullah b. Huzâfe es-Sühemî kalktı ve: Babam kim? Yâ Rasûlallah! diye sordu. Hz.Peygamber:
: "- Baban Huzâfe'dir" buyurdu. Hz. Peygamber tekrar tekrar "Bana sorun!" diye devam edince Hz. Ömer dizleri üzerine çökerek:
- Yâ Rasûlallah! Biz Rab olarak Allah'tan, dîn olarak İslâm'dan, peygamber olarak Muhammed'den razıyız; dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber sükûn buldu ve âyet indi.[24]
Daha önce Hz. Peygamber "İrâde ve kudretiyle yaşadığım Allah'a yemin ederim ki, az önce ben namaz kılarken cennet ve cehennem şu duvarın üzerinde[25]bana arzedildi. Hayırda da serde de bugün gibisini görmedim" buyurmuştu. Hadisin akışını (siyak ve sibakını) da göz önünde bulundurduğumuzda, Hz. Pey-gamber'in öfke içerisinde "Bana sorun!" buyurmaları, suâlin neticelerini[26]göstermek suretiyle onları tenkîl anlamı taşımaktadır. Bu yüzdendir ki âyette, "Ey iman edenler! Size açıklanınca hoşunuza gitmeyecek şeyleri sormayın. [27]ifadesi gelmiştir.
İsrâîloğulları'nm bir inek boğazlamakla[28] emredilmiş olmalarıyla ilgili kıssa da böyledir. İbn Abbâs'tan rivayete göre onlar herhangi bir inek boğazlamakla emri yerine getirme imkânına sahiptiler. Ancak onlar yönelttikleri sorularla ifrata gittiler, Allah da zorlaştırdıkça zorlaştırdı. Sonunda güçlükle boğazladılar, "Nerdeyse de yapmayacaklardı."
er-Rabî' b. Haysem şöyle demiştir: "Ey Allah'ın kulu! Allah Teâlâ'nın kitabına dair sana öğretmiş olduğu bir bilgiden dolayı O'na hamdet. İlmine ulaşamadığın şeyleri ise bilenine havale et ve sakın tekellüfe girme! Çünkü Allah Teâlâ peygamberine şöyle buyurmaktadır: "De ki: Buna karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum. Ve ben kendiliğimden birşey teklif edenlerden (tekellüfe girenlerden) de değilim"[29]
İbn Ömer şöyle demiştir: "Olmayan şeylerden sormayın. Çünkü ben Ömer'i, olmayan şeyler hakkında soru soran kimselere lanet ederken işittim"
Hadiste de Rasûlullah'mugalatalardan menettiği" rivayet edilmiştir.[30]el-Evzâî, bunu "ağdalı meseleler" diye açıklamıştır.
Muâviye'nin yanında bazı meseleler anılmış, bunun üzerine o: "Rasûlullah'm ağdalı meselelere dalmayı yasakladığını bilmez misiniz?" demiştir.
Abde b. Ebî Lübâbe de şöyle demiştir: "Bu zamanda isterim ki hiçbirşey hakkında zamanımız insanlarına soru sormayayım; onlar da bana sormasınlar. Para sahiplerinin paralarıyla övündükleri gibi, meseleciler de meselelerinin çokluğu ile övünmekteler"
Hadiste şöyle gelmiştir: "Çok soru sormaktan sakının!"[31]
İmam Mâlik'e: aRasûlullah size dedikoduyu ve çok soru sormayı yasakladı" hadisini sordular. Şöyle cevap verdi: "Çok soru sormaktan maksat bilmiyorum, acaba benim size yasakladığım çok mesele ortaya atmak hakkında mıdır? Bilindiği üzere Rasûlullah meselecilikten hoşlanmaz ve bunu ayıplardı. Allah Teâlâ da: "Ey inananlar! Açıklanırsa hoşunuza gitmeyecek olan şeyleri sormayın...[32] buyurmuştur. Yoksa yasak olan, bahşiş isteme (dilenme) hakkında mıdır? Bilemiyorum"
Hz. Ömer (r.a.) minber üzerinde iken şöyle demiştir: "Olmayan şey[33] hakkında soru soran her bir kimse hakkında Allah'a ileniyorum. Çünkü Allah Teâlâ, olan şeyleri haber vermiştir"
İbn Vehb ise şöyle demiştir: İmam Mâlik ki kendisi meseleci-liğe ve onlara çok cevap vermeye karşıdır bana: "Ey Allah'ın kulu! Bildiğin birşeyi söyle ve ona delâlet et. Bilmediğin şey hakkında ise sus. İnsanlar için kötü örnek olmaktan sakın!" demiştir.
el-Evzâî de şöyle der: "Allah Teâlâ, kulunu ilmin bereketinden mahrum etmek istediği zaman, onu mugalatalarla uğraşmaya müb-telâ kılar"
el-Hasen'den de şöyle rivayet edilmiştir: "Allah'ın en kötü kul-" lan, en zararlı meseleleri ortaya atıp, onlarla Allah'ın kullarını sıkıntıya sokan kimselerdir"
eş-ŞaTaı ise: "Vallahi şu insanlar bana mescidi en sevimsiz bir yer haline getirdiler. Hatta orası bana' evimin çöplüğünden daha da sevimsiz bir yer haline geldi" demiştir. Ben: "Kim onlar ey Ebû Ömer!" diye sordum. "Eraey teriler..." dedi ve ekledi: "Eraeyte[34]kelimesinden daha çok nefret ettiğim bir başka kelime yoktur!"
Yine o Davud'a şöyle demiştir: "Dikkat et ve benden şu üç şeyi aklında tut: Birincisi: Sana bir mesele sorulur da cevap verirsen, meseleni "Eraeyte" ile teyid yoluna gitme.[35] Çünkü Yüce Allah kitabında: "Eraeyte men ittehaze ilâhehû heuâhu..." ("Heva ve heveslerini kendisine tanrı edineni görmedin mi?"[36] buyurmaktadır.[37] İkincisi: Sana bir mesele sorulduğu zaman, birşeyi başka birşeye kıyas etme.[38] Eğer öyle yaparsan belki bir helâli haram, bir haramı da helâl kılabilirsin. Üçüncüsü: Bilmediğin bir mesele hakkında sorulursan, 'Bilmiyorum; bu konuda ben de senin gibiyim' de"
Yahya b. Eyyûb şöyle derdi: "Bana ulaştığına göre ilim ehli şöyle derlerdi: Allah Teâlâ kuluna ilim öğretmek istemediği zaman, onu mugalatalarla meşgul eder"
Bu konuda nakledilen sözler pek çoktur.
Sözün özü şudur: Çok soru sormak ve meseleleri aklî bahisler ve tamamen nazarî olan ihtimallerle teyit yoluna gitmek verilmiştir. Rasûlullah'ın ashabı çok soru sorma konusunda uyarılmışlar ve onlar da böyle bir davranışa girmekten kaçınmışlardır. Öyle ki, bedevilerin gelip de soru sormalarını ve böylece Rasûlullah'ın cevabını işitmeyi ve bu yolla ondan ilim öğrenmeyi arzu eder olmuşlardı. Sahîh'te Enes'ten rivayet edilen şu hadise baksana; O şöyle diyor: "Rasûlullah'a birşey hakkında soru sormamız bize yasaklanmıştı. Bâdiyede oturanlardan akıllı birinin gelip, ona soru sorması ve bizim de işitmemiz çok hoşumuza giderdi. Ashap hiç soru sormaz olmuştu. Sonunda Cibril geldi, Rasûlullah'ın dizi önüne oturdu ve ona İslâm, îmân, ihsan, kıyamet ve alâmetleri hakkında sordu. Sonra Rasûlullah bize, soru soranın Cibril olduğunu bildirdi ve: "Sizin Öğrenmenizi istedi; zira siz soru sormamaktasınız" buyurdu.[39]
İmam Mâlik'e de aynı şekilde fazla soru sorulmazdı ve yakınları ona soru sormaktan çekinirlerdi. Esed b. el-Furât anlatır: Ben İmam Mâlik'e yeni gelmiştim. İbnu'l-Kâsım ve diğer büyük tabileri bana soru sordururlardı. Cevap verdiği zaman onlar bana: "Eğer durum şöyle olursa nasıl olur?" de! derlerdi. Ben de Öyle derdim. Bir gün benden sıkıldı ve bana şöyle dedi: "Bu kapıyı araladın mı, çorap söküğü gibi bunun ardı arkası kesilmez. Eğer sen illâ da bu gibi şeyleri öğrenmek istiyorsan, o zaman Irak'a gitmelisin"
İmam Mâlik, Iraklıların fıkhını ve tutumlarını beğenmiyordu; çünkü onlar ifrat ölçüsünde (nazari) meselelere dalıyorlar ve re'yde aşırı gidiyorlardı.
Rivayete göre bir kadın Hz. Aişe'ye gelmiş ve "Hayız gören bir kadın daha sonra neden oruçlarım kaza ediyor da namazlarını kaza etmiyor?" diye sormuştu. Hz. Aişe ona: "Sen Harûra meşrepli misin?" diye sert çıkarak, böyle bir soruya karşı tepkisini göstermişti.[40]
Rasûhılîah birinde cenîn hakkında gurre[41] ile hükmetmişti. Aleyhine hüküm verilen kişi: "İçmeyen, yemeyen, teneffüs etmeyen ve hiç ses çıkarmayan birşeyi nasıl tazmin ederim?! Böyle birşey heder olur" dedi. (Sözlerini seçili bir şekilde söyleyen bu kimse hakkında) Rasûlullah: "Bu, muhakkak kâhinler tâifesindendir" buyurmuştur.[42]
Rabîa, Saîd b. el-Müseyyeb'e parmakların diyeti hakkında sormuş ve: "Acı büyürken, musibet artarken diyet miktarı azalıyor mu?" demişti. Saîd ona: "Sen Iraklı mısın?" demiş, o da: "Hayır; aksine tahkik etmek isteyen bir âlim, ya da öğrenmek isteyen bir câhil" deyince: "Yeğenim, sünnet böyle!" demişti.
Çok soru sormanın mekruhluğunu ifade için bu kadarı yeterlidir.
Fasıl:
Bütün bunlardan soru sormanın mekruh bulunduğu yerler olduğu ortaya çıkmaktadır. Bunları aşağıdaki şekilde sıralama mümkündür: (1)
Dinî bir faydası bulunmayan sorular: Abdullah b. Huzâfe'nin "Babam kim?" şeklindeki sorusu böyledir. Tefsirlerde anlatıldığına " göre Rasûlullah'a hilâller hakkında sormuşlar ve, "Niye . , önce iplik gibi incecik gözüküyor sonra giderek büyüyor ve nihayet dolunay halini alıyor, daha sonra tekrar küçülmeye başlıyor ve eski incecik halini alıyor?" demişlerdi. Bunun üzerine: "Sana yeni doğan hilâl şeklindeki ayları sorarlar. De ki: Onlar, insanlar ve özellikle hac için vakit ölçüleridir"[43] âyeti gelmiş, verilen cevapta sorunun mecrası değiştirilerek insanlara dinî bir fayda sağlayacak şekilde cevaplama yoluna gidilmiştir.[44] (2)
İhtiyacı kadar olan bilgiye sahip olduktan sonra sorması: Meselâ, birisinin hacla ilgili olarak "Her sene mi?" diye sorması gibi. Halbuki "Oraya yol bulabilen insanların o evi haccetmesi, Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır"[45] âyetinin zahiri, mutlak olması hasebiyle ömrî yani hayatında bir defa olduğunu göstermektedir. İsrailoğulları'nın, Allah Teâlâ'nın "Allah, bir sığır kesmenizi emreder"[46]buyruğundan sonra soru sormaları da böyledir. (3)
Halihazırda ihtiyaç duyulmayan birşey hakkında sormak. Sanıyoruz bu kısım Allah daha iyi bilir ya hakkında herhangi bir hüküm inmemiş olan şeyler hakkında olmalıdır. "Ben sizi terkettik-çe siz de benim üstüme gelmeyiniz[47]"Allah, bazı şeyler hakkında da, unuttuğundan değil, size olan merhametinden dolayı sükût etmiştir (afu). Onları deşelemeyiniz"[48]hadisleri de işte buna delâlet etmektedir. (4)
Zor, çetrefilli ve zararlı meseleler hakkında sormak: Mugalatalarla ilgili olarak gelen yasak bu kabildendir.[49] (5)
Taabbudî olup, akıl yoluyla mânâsı kavranamayacak bir konuda, hükmün illetini sormak. Ya da soruyu soran kişinin aklının yetmeyeceği birşeyi sorması. Hayızlı kadının, niye namazlarını kaza etmeyip de orucunu kaza ettiği hakkında sorulması gibi. (6)
Soruda aşırılığa kaçılması ve tekellüfe girilmesi[50]. "De ki: Buna karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum. Ve ben kendiliğimden birşey teklif edenlerden (tekellüfe girenlerden) de değilim"[51] âyeti işte buna delâlet etmektedir. (Amr b. el-Âs): "Ey havuz sahibi! Havuzuna yırtıcı hayvanlar gelir mi?" diye sorduğunda Hz. Ömer: "Ey havuz sahibi! Söyleme. Çünkü biz onların içtikleri suya geliriz, onlar bizim içtiğimiz suya gelirler" demiştir. (7)
Soruda, Kitap ve sünnete re'y ile karşı çıkılması mânâsı bulunması. Bu yüzdendir ki Saîd (b. el-Müseyyeb diyetli ilgili soru soran Rabîa'ya) "Sen Iraklı mısın?" diye çıkışmıştır. Mâlik b. Enes'e dediler ki: "Sünneti bilen bir adam onun uğrunda mücadele eder mi?" Bu soruya o: "Hayır! O sünnet olanı bildirir; kabul edilirse ne âlâ, aksi takdirde susar"[52]diye cevap verdi. (8)
Müteşâbihât konusunda sormak. "Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onun te'viline yeltenmek için müteşâbih âyetlere yapışıp, onlarla uğraşır dururlar"[53]âyeti bu konuya delâlet eder. Bu konuda Ömer b. Abdulaziz de şöyle demiştir: "Kim dinini tartışmalara hedef kılarsa, (sabit kalmaz) çabucak yer değiştirir" İmam Mâlik'e "istiva[54] hakkında yöneltilen soru bu kabilden olmaktadır ve İmam bu soruya: "İstiva malumdur, keyfiyet meçhuldür, onun hakkında soru sormak ise bid'attir" şeklinde cevap vermiştir. (9)
Selef-i sâlih arasında geçen mücadeleler hakkında soru sormak. Ömer b. Abdulaziz'e Sıffîn savaşı hakkında sorulduğunda şöyle demiştir: "O, akan kanlardır ki Allah Teâlâ benim elimi ona bulaştırmaktan korumuştur; bu itibarla ona dilimin bulaşmış olmasını istemem" (10)
Tartışmalarda galebe çalmak, karşı tarafı çaresiz ve zor durumda bırakmak için soru sormak. Kur'ân'da bu tür davranış yerilmekte ve bu gibiler hakkında şöyle buyurulmaktadır: "İnsanlardan öyleleri vardır ki, dünya hayatı hakkında söyledikleri hoşuna gider. Hatta, böyleleri, söylediklerinin kalpten geldiğine (samimi olduğuna) Allah'ı şahit tutar. Halbuki o, hasımların en yamanıdır[55]"Bunu sana ancak tartışmak için söylediler. Öyle ya onlar kavgacı bir toplumdur"[56] Hadiste de şöyle gelmiştir: "İnsanların Allah'a karşı en sevimsiz olanı, ölçü tanımaz husumet sahibidir"[57]
Bu saydıklarımız soru sormanın mekruh olduğu yerlerden bazılarıdır ve diğerleri de bunlara kıyas edilir. Ancak bunlar hakkında söz konusu olan yasak hep aynı düzeyde değildir; bunlardan bir kısmı hakkında varid olan kerahiyet şiddetli, bir kısmında hafif, bir kısmı ise kesin haram, diğer bir kısmı da içtihada mahal bulunmaktadır. Dinde mücadele hakkında varid olan yasak bunlardan bir kısmını kapsar haldedir. Meselâ: "Kur'ân hakkında tartışma, kâfirliktir"[58] hadisi böyledir. Allah Teâlâ da şöyle buyurur: "Âyetlerimizi alaya alanları gördüğün zaman, onlardan uzaklaş"[59]Benzeri daha başka âyet ve hadisler de vardır. Dolayısıyla bu gibi konular hakkında soru sormak yasaktır. Cevap vermek de ona göredir. [60]
Konular
- ÜÇÜNCÜ MESELE:
- DÖRDÜNCÜ MESELE:
- BEŞİNCİ MESELE:
- ALTINCI MESELE:
- YEDİNCİ MESELE:
- SEKİZİNCİ MESELE:
- DOKUZUNCU MESELE:
- EK:1 TEARUZ VE TERCİH
- BİRİNCİ MESELE:
- İKİNCİ MESELE:
- ÜÇÜNCÜ MESELE:
- EK: 2
- CEDEL İLMİ
- (SORU VE CEVABA DAİR HÜKÜMLER)
- BİRİNCİ MESELE:
- İKİNCİ MESELE:
- ÜÇÜNCÜ MESELE:
- DÖRDÜNCÜ MESELE:
- BEŞİNCİ MESELE:
- ALTINCI MESELE:
- TEŞEKKÜR
- ANADOLU'DA YURT TUTAN BEYLİKLER
- Karamanogulları Beyliği
- Karaman Beylerinin Çizelgesi
- Eşrefoğülları Beyliği
- Eşrefoğülları Beyliği Çizelgesi
- Hamıdogolları Beyliği
- Hamidoğcılları Antalya Şubesi Çizelgesi
- Menteşeoğülları Beyliği
- Menteşeoğulları Çizelgesi