logo logo

Yeni nesil güncel konularla ilgili sorular ve cevaplar!

Fetvalar.Com

Yeni Nesil Fetvalar

Sistemimize üye olarak sitemizi daha aktif olarak kullanabilirsiniz.

Üyelik için tıkla

Fetvalar.Com

Güncel sorular ve cevapları

Namazın Keyfiyyetî  (=Nâmaz Nasıl Kılınır?)

Namaza başlamayı murad eden kimse, önce tekbir alır ve baş parmakları, kulak yumuşaklarının hizasına varıncaya kadar ellerini kaldırır. Tebyin'de de böyledir.

Tekbir alırken başını eğmez. Hulâsada da böyledir.

Fakîh Ebû Câ'fer: «Bu kimse, ellerinin içini kıbleye karşı çevirir; parmaklarının arasını açar; ellerini kaldırır ve başparmak­ları, kulak yumuşakları hizasında istikrar bulduğu zaman tekbirini

alır.» demiştir.

Şemsü'I - Eimme Serahsî ise: «Meşâyih'in âmmesi bu görüşte­dir.» demiştir. Muhıyt'te de böyledir.

Namaza başlayacak olan kimse, ellerini tekbirden önce kal­dırır. Esahh olan da budur. Hfdâye'de de böyledir.

Vitir'deki Kunut Tekbiri ile Bayram Namazlanndaki tek­birler de böyledir. Bunlardan başka, hiç bir tekbirde eller kaldırıl­maz, el - ihtiyar Şerhü'l - Muhtâr'da da böyledir

Sahih olan kavil üzere, bize göre, namaza girmeyi murad eden kimse, şayet ellerini kaldıracak olsa, yine namazı fasid olmaz. Sirâcü'l - Vehhâc'da da böyledir.

Kadınla  bu tekbirler esnasında  ellerini, omuzları hizasına kaldırırlar. Sahih olan budur. Hfdâye'de ve Tebyîn'de de böyledir.

Erkekler, tekbir esnasında ellerini kaldırdıkları zaman parmaklarım tam bir şekilde birbirine bitiştirmedikleri gibi, tam bir şekilde açmazlar da. Bilakis, hali üzere bırakırlar ve parmaklar kapalılıkla açıklık arasında kalır. Nihâye'de de böyledir. İtimad edilen kavil de budur. Muhıyt'te de böyledir.

Tekbir aldığı halde, ellerini kaldırmış bulunan kimse, tek­biri bittikten sonra, artık ellerini kaldırmaz. Fakat, bu hali tekbir alırken hatırlarsa-, ellerini kaldırır.

Bir kimsenin, kaldırılması sünnet olan yere kadar ellerini kal­dırmaya gücü yetmezse, ellerini gücünün yettiği yere kadar kaldı­rır.

Bir kimsenin, sadece bir elini kaldırmaya gücü yeterse, o elini kaldırır.
Eğer, bir kimsenin, ellerini sünnet olan yere kadar kaldırmaya gücü yetmez fakat daha yukarıya kaldırmaya gücü yeterse, öylece k?3dırııvTebyin'de de   böyledir.

Mebsût'ta: «Bir kimse, «Allah» lafzının başındaki elifi medde-derse ( — uzun okursa' namaza başlamış olmaz. Bunu, kasden ya­parsa, o kimsenin, kâfir olmasından korkulur.»  denilmiştir.

Keza, ('Ekber» lafzının «elifi» ni veya «Be» sini uzatırsa, o kim­se, yine namaza başlamış olmaz.

Bir kimsenin «Allah» lafzının «He» sini ve «Ekber» lafzının «Re» sini uzatması da hatadır.

«Allah» lafzının «lam» mı uzatmak sevaptır.

«Allahu Ekber» de «He» cezm edip «Allah Ekber» şeklinde okumak da hatadır. Fethü'l - Kadîr'de de böyledir.

Bir kimse, Allahu Ekber lafzının hemzelerini uzattığı za­man, bu hal şek ( = şüphe) yerinde olduğundan, namazı bozulur.

Ekber lafzında «Be» ile «Ra» arasında bir elif getirerek birazcık uzatmak, bazılarına göre, namazı ifsad eder; bazılarına göre ise, ifsad etmez. Nihâye'de de böyledir.

Namaz kılan kimse,    sağ elini    sol elÜnftı üstüne koyarak, ellerini göbeği altında bağlar.

Muhıyt'te, İmâm Hâzerzâde'den naklen: «Namaz kılan kim­se, tekbir aldıktan sonra, sağ elini sol elinin üzerine kor ve ellerini göbeğin altında bağlar.» denilmiştir. Nihâye'de de böyledir.

Kadın, ellerini göğüslerinin üzerine koyar. Münye'de de böyle­dir.

Kendisinde sünnet olan zikir bulunan her kıyamda, elleri bağlamak da sünnettir. Sübhâneke'yi, Kunut dualarını okumak ve cenaze namazını kılmak gibi...

Bayram tekbirlerim almak gibi... kendisinde sünnet olan zikir bulunmayan kıyamlarda ise, elleri bağlamayıp salıvermek sün­nettir. Nihâye'de de böyledir. Sahih olan da budur. Hidâye'de de böyledir. Şemsü'l - Eimme Scrahsî, Sadrü'l - Kebir Bürhânü'l - Eim-me ve Sadrü'ş - Şehid Hüsâmü'd - Dîn de bunla fetva vermişlerdir. Muhıyt'te de böyledir.

întd'kâl'da sünnet olan zikir söylendiği sırada, rükû' kay­mesinde, ellerin salıverilmesi gerektiğinde, ulemânın ittifakı var­dır. Ebî Mükânim'in Nikâye Şerhi'nde de böyledir.

Âlimlerimizin ekserisi, ellerin bağlanmasını istihsân etmiş­lerdir. (Güzel görmüşlerdir.) Hulâsa'da da böyledir. Musaffâ'da da «Bu sahihtir» denilmiştir. Ebî Mükârîm'm Nikâye Şerhi'nde de böyledir.

El bağlamanın şekli şudur: Sağ avucun içi, sol elin dışına ko­nur; bas parmak ve küçük parmak ile sol bilek tutulur; geri kalan parmaklar ise, kol üzerinde serbest bırakılır.

Ayakta dururken, münasip olan, iki ayağın arasını dört parmak kadar açmaktır. Hulâsa'da da böyledir.

Namaz kılan kimse, ellerini bağiadıktan sonra «Sübhaneke» yi okur:

Hidâye'de de böyledir.

İmâm da, muktedi de, münferîd de «Sübhaneke» yi okur. Tatarhâniyye'de de böjdedir.

Asıl'da ve Nevâdîr'de «ve celle senâük» zikredilmemiştir. Muhıyt'te de böyledir.

Tahrîmeden (= iftitah tekbirinden) sonra da, senâ'dan (sübhâneke'yi okumaktan) sonra da tevcih edilmez. (Yani: «Alla.-hümme innî veccehtü...»' duası okunmaz.) Şeyh Ebî MekârimUn Nikâye Şerhi'nde   de böyledir.

Evlâ olan, bu duayı tekbirden önce de okumamaktır. Böylece o duâ, niyyete ilave edilmemiş olur. Sahih olan da budur. Hidâye'de de böyledir.

Namaz kılan kimse, sonra «eûzü çeker.

Eûzü'nün şekil şudur.

(Eûzü billahi min eş-şeytânirracîm)

Muhtar olan da budur. Hulâsa'da da böyledir. Fetva da böyle verilir. ZâhÜdî'de de böyledir.

Alimlerimizin görüşüne göre, eûzü'yü gizlice çekmek sün­nettir. Zehıyre'de de böyleedir.

İmâm Ebû Hanife (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e gö­re, eûzü çekmek, senâ'nm (sübhâneke'nin) haricindedir ve kıraate tabidir. Hatta, mesbûk (eûzü'yü, yetişemediği rek'atlerin kaza etmi-ye kalkınca çeker. Namaza, imâm ile başlayan kimseler ise, böyle değildir.

Bayram namazları kılınırken, mesbûk eûzü'yü tekbirlerden sonraya bırakır. Hidâye'de ve ekseri metinlerde böyledir.

Eûzü, ancak namazın başlangıcında çekilir. Namaza başla­dığı halde, eûzü'yü çekmeyi unutarak. Fâtiha'yi okumaya başlayan kimse, artık dönüp eûzü çekmez. Hulâsa'da da böyledir.

Namaz kılan kimse, sonra «Besmele» çeker.

«Bismillâhi'r - Rahmâni'r - Rahîm» Kur'ân-ı Kerîm'den bir âyettir. Sürelerin aralarını ayırmak için indirilmiştir. Zahîriyye'de de böyledir.

Besmele'yi, namazda, zamm-ı sûre yerine okumak mekruh­tur.

Farz olan kıraat, sadece  Besmele çekmekle eda edil­miş olmaz, Cevheretü'n - Neyyire'de de böyledir.

Besmele, her rek'atin başında okunur. Bu, Ebû Yûsuf (R. A.) 'un kavlidir. Muhıyt'te de böyledir. Huccet'de: «Fetva bunun üzerinedir.» denilmiştir. Tatarhâriiyye'de de böyledir.

Fâtihâ ile sûıe arasında besmele çekilmez. Vikâye'de ve Ni-kâye'de de böyledir. Sahih olan da budur. Bedâi ve Cevheretü'n -Neyyire'de de böyledir.Sonra Fâtihâ okunur.Sirâc'ül - Vehhâc'da da böyledir.

Namaz kılan kimse, Fâtihâ'yı bitirdikten sonra «âmin» der. Sünnet olan, âmn'i gizli söylemektir. Muhıyt'te de böyledir.

Âmîn kelimesinde, iki lügat vardır: Med ve kasr C=uzat-mak ve kısaltmak). Âmîn kelimesinin manası: îstecib I  duamızı - kabul et) demektir.

Âmin kelimesinde, mim harfini şeddeliyerek «âmmîn» şeklinde okumak, fahiş bir hatadır. Fakat, bu kelimeyi şeddeli olarak «am-mîn» şekiiııde okuyan kimsenin de namazı bozulmaz. Fetva ıda bu­nun üzerinedir. Çünkü bu lafız, Kur'ân'da mevcudtur. Tebyîn'de de böyledir.

Münferîd, İmâm ve İmâma uyan kimselerin hepsi de, «âmin»'i i, gizli söylemek hususunda müsavidirler. Zâhidî'de de böyledir.

İmâma uyan kimse, öğle ve ikindi namazları gibi açıktan okunması gereken bir namazda,, imâmın «veleddâlîn» dediğini du­yarsa bazı meşâyihimiz: «O kimse âmin demez» demişlerdir. Fakflı Ebû Ca'fer el - Hîndivânî ise: «O kimse âmin der.» demiştir. Muhiyt-te de böyledir.

Cum'a ve bayram namazlarında, imâma uyan bir kimse, imâma uyan başka kimselerin âmin dediği işitirse, kendisi de âmin der. İmâm Zahîrü'd - Dîn de: Âmîn der» demiştir. Fetâvâ'dan nak­len, Sirâcü'l - Vehhâc'da da böyledir.

Sonra, namaz kılan kimse Fâtihâ'ya, bir sûre veya üç âyet zam­meder:

îbn-i Emiri'l - Hâcc'm, Miinye Şerhi'nde de böyledir.

Uzun bir âyet de, bir sûrenin  veya üç kısa âyetin ye­rini tutar. Tebyîn'de de böyledir.

Namaz kılan kimse, kıraatten sonra rükû'a varır:

Sahih mezheb de budur. Hulâsa'da da böyledir.

Câmius - Sagir'dc : «Namaz kılan kimse, eğilirken tekbir alır.» denilmiştir. Hidâye'de de böyledir. Tahâvî ise: «Bu sahih'dir. demiştir. Mî'racü'd - Dirâye'de de böyledir.

Namaz kılan kimse, rükû için eğilmeye başladığı esnada, tekbire de başlar; eğilmesini tamamladığı sırada, tekbirini de biti­rir. Muhıyt'te de böyledir.

İmâm, rükû' ve diğerlerinin tekbirlerini açıktan alır. Bu «zâhirü'r - rivâyedir. Tatarhâniyye'de de böyledir.    Hulâsa'da da:
«Esahh o] an budur, denilmiştir.

Namaz kılan kimse, tekbirdeki «ra» harfini cezm eder Ç=yani Harekesiz okur.)  Nihâye'de de böyledir.

Namaz kılan kimse, iki eli ile dizlerine dayanır. Hidâye'de de böyledir. Sahih olan da budur. Bedâ'ı'de de böyledir.

Namaz kılan kimse, rükû'da dizlerine dayanırken, parmak­larının arasını açar, Bu halin halicinde parmakları açmak, menduh değildir. Secde halinin haricinde ise, parmakların arasını kapatmak da mendup değildir. Bu iki halin dışında, parmaklar, kendi halle­rine terkedilrüer. Hidâye'de de böyledir.

Rükû'a varan kimse, sırtını dümdüz eder. Hâttâ, sırtının üzerine bir bardak su konulmuş olsa, orada dökülmeden durur. Rükû'a varan kimse, başını eğmez ve kaldırmaz. Başı ile belif aynı hizada dümdüz dtrur. Hulâsa'da da böyledir.

Rükû' esnasında, dizleri de yay gibi bükmek mekruhtur.

Kadın, rükû'a az eğilir; dizlerine dayanmaz; parmaklarını açmaz ve parmaklarını kapalı bir şekilde, uyluklarının üzerine koyar Dizlerini büker ve dirseklerini böğründen uzaklaştırmaz. Zahidi de de böyledir.

Rükû'a varan kimse, üç defa «Sübhane Rabbiye'l azim» der Bu, teşbihin en az söyleneceği miktardır. Aslında, bir kimse, teşbihi tamamen terk etse veya sadece bir defa söylemiş olsa; bu da caiz­dir fakat mekruhtur.

Namaz kılan kimse, bütün azaları mutmain olduktan sonra başıjni rükû'elan kaldırır.

Ancak, bu durumda, azaların sakin olmasını terk eden kim­senin namazı da, İmâm-ı A'zam (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre. caizdir. Hulâsa'da da böyledir.

Bir kimse, imâm olup namaz kıldırmakta ise, rükû'dan doğ­rulunca, bil- icam' «Semî'allahü limen ha m i deh' der.

Namaz kılmakta olan kimse, muktedi ise, «Semi'allahû li men hamiden» demez; «Atiahümme Rabbena Iekel - hamd» der; bunda ihtilaf yoktur.

Namaz kılmakta olan kimse münferid ise, esahh olan kavle göre, bunların her birisini de söyler. Muhıyt'te de böyledir. İ'timâd edilen de budur. Tatarhaniyye'de de böylddir Esahh olan da budur. Hidâye'de de böyledir,

Sonra, başka bir rivayette de: «bu iki teşbihi cem eden kim­se, tesmi'ci doğmlurken okur. doğrulunca da «Rabbena lekel -hamd» der. denilmiştir. Zahidi'de de. böyledir. Sahih olan da budur.

Kınye'de de böyledir.

Muhammed bin Yûsuf'dan, «Rükû'dan doğrulurken semi'al - lahü limen hamideh demeyen kimsenin durumundan sorulunca, O: «Kalktıktan sonra bunları söylemez» demiştir.

Keza intikal hallerinde zikredilmesi gereken teşbihler, bu -durumlarda söylenmemiş olursa, başka yer ve durumda da söylen­mezler. Rükû'dan secdeye -inerken, kiyâm'dan rükû'a eğilirken söy­lenmesi gereken tekbirleri söylememek gibi... Veya, secde teşbih­lerini, başını secdeden kaldırdıktan sonra söylemek gibi.

Hasılı, her şeyi kendi yerinde yapmaya riâyet etmek gerekir. Yetime'den naklen Tatarhaniyye'de de böyledir.

Namaz kılan kimse, «semi'allahû ti men hamideh»  dediği zaman, en sonraki «he» harfini cezm eder; bu «he» deki harekeyi belli etmez. Hüccet'ten naklen Tatarhaniyye'de de böyledir.

Namaz kılan kimse, rükû'dan doğrulup, dümdüz olduğu zaman, tekbir allir ve secdeye gider.

Hidâye'de de böyledir.

Tekbire, eğilmeye başladığı sırada başlar ve secde de iken Üç defa «sübhâne Rabbiye'l - a'la» der; ki, bu en az miktardır Mu-hıyt'te de böyledir.
Bu gibi teşbihleri, rüku da ve secdelerde üçten fazla söyle­mek müstehabtır. Bu fazla teşbihleri, tek sayıda bitirmek de müste-habtır. H3dâye'de de böyledir,

Rükû' ve sücûddaki bu teşbihlerin, en azı üç, ortası beş ve en mükemmeli de yedi defa söylemektir. ez-Zâd'de de böyledir.

Ancak, imânı olan kimse, cemaati usandırmamak için fazla miktarda söyleme?. Hidâye'de de böyledir.

Bir kimse, secdeye varmayı murad ettiği zaman, önce yere, en yakın olan uzvunu kor. Şöyle ki: O kimse, evvela iki dizini, son­ra iki elini, sonra da burununu ve daha sonra alnını yere kor.

Secdeden kalkmak istediği zaman ise, önce alnını, sonra bur­nunu, sonra da ellerini ve daha sonra da dizlerini kaldırır.

Namaz kılan kimse, normal olduğu zaman böyle yapar; fa­kat, buna gücü yetmiyecek durumda ise, mümkün olanı yapar; me­selâ: Önce ellerini, sonra dizlerini koyar. Veya sağ dizini önce, sol dizini  sonra koyar. Tebyin'de de böyledir.

Namaz kılan kimse, secde esnasında, ellerini kulaklarının hizasına koyar. Parmaklarının uçları kıble istikametinde olur. Ayak parmaklarının uçları da kıble istikametinde olur.

Secde esnasında, ellerin ayasına dayanılır. Dirsekler ise, böğür­lerden ayrı tutulur. Kollar yere serilmez. Hulâsa'da da böyledir.

Namaz kılan kimse, karnını dizlerinden uzak tutar. Hidâ­ye'de de böyledir.

Kadınlar, rükû'da ve secdelerde, kollarını yanlarından uzak-laştırmazlar; secdelerde, karınlarını uyluklarının üzerine koyarlar. Hulâsa'da da böyledir.

Bu hususlarda, cariye de hür kadın gibidir. Ancak, cariye iftitah tekbîrinde, ellerini erkekler gibi kaldırır. SÜrâcü'İ - Vehhâc' da da böyledir.Sonra, başım kaldırır ve tekbir alır.

Burada sünnet olan, oturması tamam olana kadar, nama? kılan kimsenin başım kaldırması dır. Bize göre, bu oturuşta, sünnet olan bir zikir yoktur. Cecheretü'n - Nfeyyire'de de böyledir.
Bir kimse, oturmasını tamamlamadan ikinci secdeyi yap­mış olsa, İmâm-ı A'zam (R.A.) ve îmâm Muhammed CR.AJ'e güre bu da caiz o3ur. Hidâye'de de böyledir.

Secdeden başım kaldırmak, bir rükû'n değildir. Aslında, rükû'n itikâlidir. Çünkü itikâl olmayınca, ondan sonrakinin olması da mümkün değildir. Ve, bu intikâl de, ancak başı kaldırmakla mümkün olur. Bundan dolayıdır ki, başın kalması gerekir. Hatta, başı kaldırmadan intikâl mümkün olmuş olsaydı, o kimsenin nama­zı caiz olurdu. Meselâ : Yastık üzerine secde eden kimsenin önünden yastık kaldırılınca alnının yere dokunması gibi... Nİhâye'de de böy­ledir.
Bası kaldırmanın derecesi hakkında ihtilâf edilmiştir. Ebû Hanife (R.A.) dan rivayet edildiğine göre: Doğrulmuş olma hali, eğer oturuş durumuna yakınsa, bu caizdir. Fakat durumu yere daha yakınsa, bu caiz değildir. Tebyin'de ide böyledir. Esafih olan da budur. Hidâye'de 4e böyledir.

Ebû Yûsuf (R.A.) tan rivayet edildiğine göre: Bir kimse, başını kaldırdığı zaman, o kimseye «başım kaldırdı» deniüebilirse, bu miktar kaldırmış olması caizdir. Muhıyt'te :«Bu esahhtır» denilmiş­tir. Tebyîn'de de böyledir. Sahih olan da budur. Bedâf de de böy­ledir.

Sonra tekbîr alır ve İkinci secde içfcn eğilir.

İkinci secde de, birinci secdedeki gibi teşbih eder, Muhıyt' te de böyledir.

Sonra, secdeyi tamamlayınca ayağa kalkar.

Bu kalkış esnasında oturmaz. Elleri ile, yere de dayanmaz. Ancak, eHeri ile dizlerine dayanır, Muhıyt'te de böyledir. Bize göre, bir özrü olmayan kimsenin  bu dayanmayı terk etmesi müste-habtır. Meşhur olan kitablarm çoğunda da böyledir. Bahrü'r -.Râık' ta da böyledir.

Bir kimsenin, bu kalkış esnasında oturmasında veya yere dayanmasında da  şafii mezhebinde' olduğu gibi bir beis yok­tur. Zchîriyye'de de böyledir.

Namaz kılan kimse, ikinci rek'ati de birinci rek'at gibi kılar. Yalnız, bu ikinci rek'atte, iftifah tekbiri almaz ve eûzü çek­me/.. KudrûH'de de böyledir.

Namaz kılan kimse, ikinci rek'atm ikinci secdesinden başını kaldırdığı zaman, sol ayağını yere serer.

Ve namaz kılan kimse, yere serdiği bu sol ayağının üzerine oturur. Sağ ayağını da dikerek, parmak uçlarını kıbleye doğru çe­virmiş olur. Ellerini uyluklarının üzerine koyar. Ellerinin parmak­larını ise yayar. Hidâye'de de böyledir. Diz kapaklarını tutmaz. Esahh olan da budur. Hulâsa'da da böyledir.

Kadın ise, sol kalçasının üzerine oturur. Ve iki ayağım da sağ tarafından çıkarır. Hidâye'de de böyledir.

Ve İbni Mes'ud'ım Rivayet ettiği Teşehhüdü okur. Kâîi'de de böyledir.

Namaz kılan kimse, bu teşehhüdden sonra, hiç bir şey oku­maz. Serahsînin Muhıyt'inde de böyledir.

Tahiyyat'ı okuyan kimse, «eşhedü en lâ ilahe illallah» lafzı­na varınca, şehadet parmağı ile işaret eder. Muhtar olan kavle göre ise, işaret etmez. Hulâsa'da da böyledir. Fetva da bunun üzerinedir. Müzmerât, Kübrâ'dan böyle nakledilmiştir. Âlimlerin çoğu da bu işareti  doğru görmemişlerdir. Münyetü'l - Mü Eti ise, bu işa­reti mekruh saymıştır. Tebyîn'de de böyledir.

Namaz kılan kimse, Teşehhüd'ü okuduktan sonra ayağa kal­kar.

Muhıyt'te de böyledir.Cellâbî'de: «Oturur vaziyette iken ayağa kalkmak, secde halinden ayağa kalkmak gibidir.» denilmiştir. Tahâvi ise: «Kalkar­ken, elleri ile yere dayanmasında bir beis yoktur.» demiştir. Zâhî-dî'de de böyledir.

Namaz kılan kimse, ayağa kalktığı zaman, son iki rek'atde de, ilk iki rek'atte yaptığı gibi kıyam, rüku' ve secde fillerini yapar. Muhıyt'tc de böyledir.

Son rek'atlerde, secde Fâtihâ okunur. Kâfi'de de böyledir.

Son rek'atlerde, Fâtihâ'dan sonra, ilave olarak bir şey oku­mak mekruhtur. El - İhtiyar Şerhü'l - Muhtardan naklen, Sirâcül -Vehhâc'da da böyledir.

Namaz kılan kimse, bu son iki rek'atte, bir şey okumayı ve teşbihi terk etmiş olsa, o kimse üzerine bir şey lazım gelmez. Bunla­rı sehven okumamış olsa da, sehiv secdesi gerekmez. Fakat, bunları okumak daha efdaldır. Sahih olan rivayet de.budur. Zehıyre'de de böyledir. îtimad edilen kavil de. budur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böy­ledir. Esahh olan da budur. Muhiyt'in Kıraat Bölümü'nde ide böyle­dir. Bu kavil şahindir ve zâhirü'r - rivâyedür. Beda'i'de de böyledir.

Bu son iki rek'atte susmak mekruhtur. Hulâşa'da da böyle­dir.

Namaz kılan kimse, ka'de-î ahire de oturur.

Bu oturuş, birinci oturuş gibidir. Hidâye'de de böyledir.

Bu oturuşta da, teşehhüd'ü okur. Teehhüdden sonra da Pey­gamber (S.A.V.) Efendimize salavat getirir. Muhıyt'te de böyledir.

İinâm Muhammed (R.A.J 'den : «Peygamber (S.A.V.) Efen-diımz'e nasıl salavat getirileceği» soruldu, O da : «Salavât getirecek kimse der.» dedi.

Bazıları, demeyi kerîh görmüşlerse de, sahih olan bunun kerîh olmadığıdır. Tebyîn'de de böyledir.

Namaz kılan kimse, Peygamber (S.A.V.) Efendimiz'e salât-ü selâmı tamamladıktan sonra; kendisi, ana - babası ve bütün mü'min-leriçin istiğfar eder. Hulâşa'da da böyledir.

Namaz kılan kimse, kendisi için ve başkaları için ruâ eder. Sadece nefsi için dua etmesi doğru olmaz. Sünnet olan da, hem ken­disine ve hem de başkalarına dua etmektir. Tebym'de de böyledir.

Namaz kılan kimse, daha sonra «Rabbena âtinâ...» duasını, sonuna kadar okur. Hulâşa'da da böyledir.

Namaz kılan kimse, insanların sözlerine benziyen sözlerle dua etmez. Ve kullardan isteme manâsını içine alan, bir şekilde, de duA etmez. Meselâ : «Allah'ım!... Benî filân kadınla evlendir.» diye

duâ etmez. Çünkü bu, insanlarm sözüne benzemektedir.sözü ise, insanların sözüne benziy eni erden değildir.sozu birinci cinstendir. Hidâye'de de böyledir.

Bu gibi lafızlarla duâ etmek caiz değildir. Sahih olan da budur. Hidâye Şerhi Aynî'de de böyledir.

Bir kimse, namazda (=AtDah'un, benî büyük bir mal ile rızklandır.l diye duâ etse, namazı fasid olur.

Fakat, eğer  = Allah'ım beni  ve hada rıziklandır) demiş olsa veya buna benzer bir şeyle duâ mîş bulunsa namazı fasid olmaz. Müzmarât'ta da böyledir.

Velvâliciyye Kitabında : «Bir kimsenin, namazda, ezberle­miş olduğu duâ ile duâ etmesi münasip olur. Çünkü, —aksi takdir­de— duâ eden kimsenin lisanına, insanların söylediklerine benzeyen şeylerin gelmesiyle, namazının bozulmasından korkulur,» denilmiş­tir. Tatarhaniyye'de de böyledir.

Bu zikrettiğimiz şeylerin hepsi de namazı ifsad eder.

Namazın sonunda en az teşehhüd miktarı oturmamak, na­mazı bozar. Fakat, teşehhüd miktarı oturmuş bulunan kimsenin, na­mazı artık tamamdır. Bu kadar oturmakla namazdan çıkmış olur. Tebyîn'de de böyledir.

Hz. Ebû Bekir (R.A.)'den rivayet edilmiştir : Hz. Ebû B»-klr (R.A.), Peygamber (S.A.V.) Efeııdimiz'e :

«Yâ Rasulaİlah!... Bana bir duâ öğretiniz de, onu namazda okuyayım.» deyince : Peygamber (S.A.V. Efendimiz, O'na :  diye duâ et.» buyurmuştur.

 İbn-i Mes'ûd (RA'(o duadan  şu kelimelerle duâ eder­di.

Nihâye'de de böyledir.

Namaz kılan kimse namazın sonunda; diye duâ etmesi de müstehab olur. Huccet'ten naklen, Tatarhâniyye'-de de böyledir.

Namaz kılan kimse, bundafn sonra, iki tarafına selâm verir.

Selamın birini sağ tarafından, diğerini de sol tarafından ve­rir. Birinci selamda, yüzünü, sağ yanağının beyazlığını görünceye kadar, sağ tarafa çevirir.

İkinci selamda ise, yüzünü, sol yanağının beyazlığım görünceye kadar sol tarafına çevirir. Kınye'de : «Esahh olan da budur.» denil­miştir. Şeyh Ebîl - Mekârim'in,  Nikâye Şerhi'nde de böyledir.

Namaz kılan kimse, selâm verirken : «Es-selamü aleyküm ve rahmetttllâh» der. Mufuyt'te de böyledir.

Muhtar olan, es-selâm lafzının başında, elif ve lâm (= harf-i ta'rif) bulunmasıdır.   Teşehhüd'de de böyledir.   Zahîriyye'de de

böyledir.

Bize göre, bu selâmın sonunda «... ve berekâtüh» dememek gerekir.

Selâm verirken sünnet olan, ikinci selamda, birinci selâ­ma nisbeten sesi biraz azaltmaktır. Muhıyt'te de böyledir. En gü­zeli de budur. Tebyîn'dc de böyledir.

Namaz kılan kimse, eğer sağma selam verdikten sonra, aya­ğa kalkar ve bu durumda da konuşmaz ve mescidden de çıkmamış bulunursa, oturup soluna da selam verir. Hüccet'den naklen Tatar-hâniyye'de de böyledir. Sahih olan, yönünü kıbleden dönmüş olan kimsenin, selam lafzım söylememesidir. Kınye'de de böyledir.

Bir kimse, önceden sol tarafına selam vermiş olursa, o kim­se konuşmadan sağ tarafına da selam verir. Sol tarafına vermiş ol­duğu selamı ise yenilemez. Fakat, bu kimse, Önce önüne selam ver­miş olursa, sol tarafına da selam verir. Tebyîn'de de böyledir.

Muktedî'nin selam vermesi hususunda, ihtilaf edilmiştir, Fakîh Ebû Ca'fer : «Muhtar olan, muktedînin, imâm sağma selam verinceye kadar beklemesidir. İmâm, sağma selam verince, muktedî de sağma selam verir. İmâm soluna selam verince de muktedî solu-lıa selam verir.» demiştir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Selam veren kimse, selam verdiği tarafla bulunan, melek­lere ve mü si umanlara —selam vermeye— niyyet eder. Zâhidî'de de böyledir.

Namaz kılan kimse, selam esnasında, zamanımızın kadınlarına ve kendisi ile birlikte namaz kılmakta olmayan kimselere niyyet et­mez. Sahîh olan da budur. Hidâye'de de böyledir.

İmâma uyan kimse, selam esnasında, yukarıda zikrettikle­rimizle birlikte, imâma selam vermeye de niyyet eder. Eğer, imâm muktedî'nin sağ tarafında ise, sağ tarafında bulunanlarla bir­likte, imâma selam vermeye de— niyyet eder. İmam eğer, mukte­dînin sol tarafında ise, sol tarafında bulunanlar içinde, imâma da niyyet eder.

İmâm eğer, muktedî'nin önünde ise, sağ tarafmdakilerin içinde, önadaselam vermeye niyyet eder. Bu, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) 'tın kavlidir. İmâm Muhammed (R.A.) 'e göre, muktedî, her iki tara­fına selam verirken de imâma selam vermeye niyyet eder. Mu­hıyt'te de böyledir. Bu kavil, Ebû Hanîfe (R.A.) den de rivayet edil­miştir. Câfî'dc de böyledir. Fetvalarda da sahih olan budur. Tatar-hâniyye'do de böyledir.

Münferîd (= yalnız başına namaz kılan kimse sadece me­lekleri selamlamaya niyyet eder. Ve bu niyyetinde, meleklerin sayısını belirtmez. HSdâye'de de böyledir.

Öğle, akşam ve yatsı namazlarında selam verdiği zaman, imâmın oturup beklemesi mekruhtu; sünnetleri kılmak için ayağa kalkar. Ve, âmâm olan bu kimse, nafileyi, farzı kıldığı yerde kılmaz; Sağ.tarafında, sol tarafında veya arka tarafında kılar. îmâm dilerse, sünnetleri evine dönüp orada kılar. Münferîd veya muktedî olan musallînin, farz namazı kıldığı yerde durup, nafileleri orada kıl­ması ve duâ etmesi caizdir. Keza, bu kimselerin, nafileleri kılmak için, yerlerinde kalmaları, arkalarına çekilmeleri veya sağ veya sol taraflarına çekilerek —oralarda namaz kılmaları müsavidir ve bunların hepsi de caizdir.

Sabah ve ikindi gibi, sonunda nafile olmayan namazlarda, imâmın, yönü kıbleye karşı olduğu halde, bulunduğu yerde bekleme­si mehruhtur. Bu durumu,   Peygamber (S.A.V.)    Efendimiz, bid'at olarak isimlendirmiştir.

İmâm, bu gibi hallerde muhayyerdir. Dilerse, güneş doğana ka­dar oturur, ki bu efdâldir Şayet, hizasında, sonradan gelip de na­maz/kılmakta olan kimse yoksa, bu oturuş esnasında, imâm yönünü cemâate döndürür. Fakat, böyle bir kimse var ise, imâm, sağ tarafı­na veya sol tarafına döner. Bu hüküm, yazın da kışın da aynıdır. Sa­hih olan da budur. Hulâsa'd a da böyledir.
Huccet'de ; «İmâm, öğle, akşam ve yatsı namazlarında, gecik­meden sünneti kılmaya başlar; uzun uzun duâ ile meşgul olmaz.» denilmiştir. Tatarhâniyye'de de böyledir. [31] [32]