logo logo

Yeni nesil güncel konularla ilgili sorular ve cevaplar!

Fetvalar.Com

Yeni Nesil Fetvalar

Sistemimize üye olarak sitemizi daha aktif olarak kullanabilirsiniz.

Üyelik için tıkla

Fetvalar.Com

Güncel sorular ve cevapları

Üçüncü Mesele

Ruhsatlar aslî değil izafîdir; yani ruhsatı işlemek konu­sunda herkes kendi vicdanıyla haşhaşadır ve herkes kendi fetvasını vermek durumundadır. Ancak mutlaka riâyet edilme­si gereken şer'î bir sınır varsa o zaman durum farklı olabilir. Mese­lenin açıklanması çeşitli açılardan olacaktır: 1.
Ruhsatın sebebi meşakkattir. Meşakkat ise güçlülük, zaaf ve ortamın farklılığına, keza azimli olup olmamaya, zamandan zamana, işten işe göre değişiklik arzeder. Mesela bir gün bir gecelik bir yolu emniyetli bir şekilde, güven duyduğu arkadaşları içerisinde, binerek, yavaş yavaş ve günlerin kısa olduğu kış günlerinde almak­la, bunun zıddı olan şartlar altında almak farklıdır. Dolayısıyla bu farklılığa göre namazların kısaltılması ve orucun tutulmaması ko­nuları da farklılık arzedeceklerdir. Aynı şekilde bizzat insanların farklı karakterlerinin bir neticesi olmak üzere sefer meşakkatleri ve zorlukları karşısında gösterilecek sabır ve tahammül de farklı olacaktır. Nice güçlü, dayanıklı insanlar vardır ki çölleri aşmak on­lar için âdet halini almıştır ve böyle bir yolculuk durumunda en kü­çük bir sıkıntı ve tasa duymazlar; dolayısıyla yolculuk sırasında ibâdetlerini yapmak için yeterince güçlü olur, tam olarak ve vakit­lerinde edâ kudretine sahip olurlar. Nice insanlar da vardır ki tam bunların aksine dayanıksız ve tahammülsüzdürler. Açlık ve susuz­luk karşısında gösterilecek metanet ve sabır da aynı şekildedir. Keza durum korkaklık, cesaret ve zabt altına alınması mümkün ol­mayan daha başka durumlara göre de farklılık arzedecektir. Na­maz, oruç ve cihâd gibi yükümlülüklere nisbetle hastanın durumu da aynı şekildedir. Durum böyle olunca, şer'î hafifletmede göz önünde bulundurulan meşakkatin ne özel bir kriteri ne de herkes için geçerli ve bidüziyelik arzedecek bir tarifi/ belirlenmiş bir sınırı bulunmamaktadır. Bu yüzdendir ki, Sâri' Teâlâ bu gibi konularda sebebi illet yerine ikâme etmiş ve hükümlerde meşakkati değil de [315] seferi göz önünde bulundurmuştur. Çünkü sefer, meşakkatin muh­temelen bulunacağı en makul bir durum (meşakkatin mazinnesi) olmaktadır. Öbür taraftan yolculuk sırasında namazı kısaltma ve orucu tutmama konusunda da her bir mükellefi kendi vicdanıyla başbaşa bırakmıştır. Meşakkatlerle ilgili birçok konuyu içtihada bı­rakmıştır. Mesela hastalık gibi. Birçok insan hastalığı sırasında ay­nı hastalığa yakalanan başka kimselerin yapamayacaklarını kolaylıkla yapabilirler. Dolayısıyla ruhsat bu iki kişiden biri için meşru olurken diğeri için olmaz. Bunda herhangi bir şüpheye ma­hal bulunmamaktadır. Şu halde ruhsatların sebebleri genel ve te­mel bir kural altına girmemekte ve elde onları ölçebilecek bir kıstas bulunmamaktadır. Aksine bu sebebler her mükellefe göre tamamen izafî bir durum arzetmektedir. Şiddetli açlığa maruz kalan bir kim­se, eğer açlığa metanet ve sabır gösterebilecek bir kimse ise, açlık sebebiyle kendisine bir noksanlık arız olmayacaksa —Arapların da­yanıklılığı ve bazı velî kullardan nakledildiği gibi— o takdirde böyle bir kimsenin lâşe yemesinin hükmüyle, böyle olmayan meta­netsiz birisinin yemesinin hükmü aynı olmayacaktır.[63] 321. 2.

Bazan müknlkfln yaptığı İşe kendisini sovkeden motifler (saik) bulunabilir ve bunun neticesinde başkalarına çok ağır gelen o iş kendisine çok hafif gelebilir. Buna misal olmak üzere âşıkların kat­lanmış oldukları sıkıntı ve zorlukları hatırlamak yeterlidir. Bunlar kendiliklerinden pek çok sıkıntıları göğüslemekte, bu uğurda ener­jilerini tüketmekte, aradan uzun zanjan geçmesine rağmen ilk işle­rinde hâlâ tahammül ve sabır göstermekte ve bütün bunları sevgili­lerinin hoşnudluğunu elde etmek için yapmaktadırlar. Bunlar ta­hammül ettikleri bunca sıkıntı ve meşakkatlarin kendilerine çok hafif geldiğini hatta onları» kendileri için bir haz ve nimet oldukla­rını belirtmektedirler. Halbuki aynı şeyler başkaları için büyük bir işkence ve acıklı bir azâb kabul edilmektedir. Âşıkların bu tavrı meşakkatlerin sebeblere ve nisbet edildikleri şeylere göre farklılık arzedeceğinin en güzel bir delîli olmaktadır. 3.
Meşakkatlerin izafî olduğuna delâlet eden nasslar bulunmak­tadır. Mesela visal orucu[64] ve bütün zamanlan ibâdet içerisinde ge­çirme hakkında gelen hadisleri bu doğrultuda değerlendirebiliriz. Sâri' Teâlâ kullarına olan rahmet ve merhametinin bir neticesi ola­rak rıfk ve yumuşaklıkla emirde bulunmuştur. Hz. Peygamber'i  vefatından sonra gelen bazı kimseler, nehyin sebebinin —ki güçlük ve meşakkat olmaktadır— kendi haklarında mevcut ol­madığını bildiklerinden dolayı visal orucunu tutmuşlardır. Bunlar visal orucu tutmalarına rağmen, bu durumun kendilerini ihtiyaçla-;     nnı yerine getirmekten alıkoymadığını, yollarına suluktan kendile-)     rini engellemediğini, kendileri için herhangi bir güçlük ve sıkıntı İ     meydana getirmediğini belirtmişlerdir. Güçlük ve sıkıntının ancak |     zorlanan ve bunun neticesinde de zarurî ve hâcî ihtiyaçlarını yerine I     getirmekten kendilerini alıkoyan kimseler hakkında söz konusu olacağını ifâde etmişlerdir. Ruhsatın sebebinin izafî oluşunun mâ­nâsı işte budur. Sebebinin izafî oluşundan ruhsatın da aynı şekilde olması gerekecektir. Ancak bu yaklaşım, meşakkatin cinsi ile nev'i-lerinden biri üzerine istidlal olmaktadır[65] Bu haliyle delîl olacak durumda değildir. Ancak daha önceki istidlal şekli üzerine eklene­rek bir delîl şeklinde mütâlâası mümkündür. Deliller bahsinin "umûm" faslında da zikredileceği gibi, mürekkep delille istidlal sa­hihtir.

Îtîraz: Ruhsatların meşru kılınmasında muteber olan güçlük (haraç) iki kısımdır:

a) Ya mükellefin üzerinde bir işe ya da ibâdete kendisini vermeye muktedir kılmayacak kadar ya da onu emredildiği şekilde yaptırmayacak kadar etkisi olan güçlüktür.

b) Ya da bu ölçüde müessir olmayan, aksine mükellefin sabrı ve azmi karşısında yenik düşen güçlük.

Eğer birinci nev'iden ise, o güçlüğün ruhsat mahalli olduğu açıktır. Ancak ruhsatın işlenmesi, güçlüğün derecesine göre kendi­sinden ya vâcib ya da mendûb olmak üzere istenilecektir. Eğer ruh­satın işlenmesi emredilmiş oluyorsa, o takdirde daha önce de geçti­ği gibi o ruhsat olmayacak; azimet olacaktır.
Eğer ikinci nev'den ise, bu takdirde de amelde ne bir güçlük ne de meşakkat bulunmayacak, sadece mutâd amellerde bulunan güç­lük ve meşakkatler olacaktır. Bu tür güçlük ve meşakkatler ise, [iii7] ruhsat için illet olabilecek durum ve güçte değillerdir. Her iki kı­sımda da ruhsat mahalli bulunmadığı ortaya çıkınca —üçüncü bir şık da yoktur— ruhsat kökünden ortadan kalkmış olacaktır. Oysaki ruhsatın mevcudiyeti hakkında icmâ vardır. Bu bir tutarsızlıktır. Böyle tutarsız bir temel üzerine binen şey de tutarsızdır.

Cevap: Bu itiraza iki açıdan cevap verilecektir: BİRİNCİSİ:
1. Bu sorunun (itiraz) başka bir açıdan tersine çevrilmesi mümkündür. Çünkü bu soru bütün ruhsatların ya vâcib ya da men­dûb olmak üzere emredilmiş şeyler olmasını gerektirir. Zira farze-

.
dilen hiçbir ruhmt yoktur ki, bu b»hi» onda câri olmasın. Soru htr iki taraflı da mü|tf*rek bir ilsAmı (bağlayıcılığı, teslimiyeti) gerek-tirdiğine göre, delîl olamaz ve dikkate alınmaz.[66]
2. Kabul edilse bile iki durumdan dolayı soru yine lâzım gel­mez: Birincisi: Ruhsatların iki kışıma inhisar ettiği konusunda bir delîl yoktur; bu ikisi arasında pekâlâ bir üçüncü kısım da bulunabi­lir. Bu üçüncü kısım da, güçlüğün amele etki etmemesi, mükellefin de o güçlük karşısında sabır ve metanetini yitirmiş olmaması hâ­lidir. Herkes hastalık ya da yolculuk sırasında oruç tutarken bir güçlük ve sıkıntı duyar. Bununla birlikte bu güçlük onu seferden alıkoymaz. Hastalık amellerini ihlal etme ölçüsüne varmaz. Diğer ruhsat konularında da aynı şekilde bu taksim carîdir ve üçüncü kı­sım işte bizzat mübâhlık mahalli olmaktadır. Zira bu kısımda olan ruhsatı iki taraftan birine doğru çekecek bir unsur bulunmamakta­dır.
İkincisi:[67]                                                                                                    
Şâri'in hafifletme talebi, o şeyin ruhsat olması açısından değil; aksine mükellefin azimete güç yetirememiş olması veya dünya ya da âhiret işlerinden bir işin  ihlâline sebebiyet verecek olması açısından olmaktadır. Dolayısıyla buradaki talep ihlâle sebebiyet ve­rilmemesi açısındandır; yoksa bizzat ruhsatın işlenilmesi açısından değildir. Bu yüzdendir ki, ortada yemek var iken[68], sıkışık vaziyet­teyken vb. durumlarda[69] namaz kılmaktan yasaklanılmıştır. Ne­tice[70] olarak diyoruz ki, ruhsat, ruhsat olması açısından aslî ibâha üzere bakî kalmaktadır. Kesin olarak şerîatten kalkmış olması söz konusu değildir. Daha önce talep ve ibâha yönlerinin açıklanması ise geçmişti. Burada tekrar ona dönmek istemiyoruz.
Allahu a'lem! [71]