Hak ve Adalet
Aziz okuyucu; bir hadisi şerifde; Essalatü vesselam Efendi-miz(s. a. v)buyuruyorlar ki: "Men ezâli ueliyyen ve fekad azeın-tehubiharbin" meali: "Kim benim velî'me eziyet ederse şüphesiz ben ona harb ilân etmişimdir." Bu ikaz karşısında insanoğlu, hiçbir zaman hiç kimseye ne fiilen nede lisânen bir eziyet yapmak değil böyle bir şeyi aklından dahi geçirmemelidir.
Merhı:m Profesör Mükrimin Halil Yinanç Bey'in pederleri, oğlunun tarihçi olma isteğine mukavemet sebebi olarak, yazdıklarınla ve anlattıklarınla, yanlış ve kasıtlı bilgilerin farkına varmadan tamiminde bulunursun ve ahirete giden yolunda kendine engeller koyarsın demek suretiyle itirazı olduğunu biliyoruz. Hâttâ bu sebebden Mükrimin bey merhum'un kitab yazmadaki çekingenliğinin bu ikazdan kaynaklandığı ileri sürülür ve haki-kattende o muazzam ilim adamının yazılmış kitabı bir tane ve hacmi pek küçük bir kitaptır, bildiğim kadarıyla.
Bu bakımdan biz de bu hadisin pekmükemmel ikazından dersini almamız gerekenlerinden biri olmakla hiç bir kimseye eziyeti lâyık görmeyiz. Fakat; kaderin yüklediği vazifeyi yerine getirme işi başkadır. Rıza-i İlâhiye muhalif işlerin faillerini de, yanlışları ve zülûmlarıyla teşhiri de tarihçinin vazifesidir diye düşünüyorum.
İşte bu gerçekten hareketle, altı asır şan ve şerefle ve adaiei-!e kürre-i arz üstünde İslâmın bayraktarlığını yapan Osmanlı devleti vede onun milleti, ilk padişah Osman Gazi hz. lerinden, son sultan mağdur ve masum, cennetmekân 6.Mehmed Vâhi-deddin Hân hz. lerine kadar bütün padişah efendilerimizin, sar-hai hayatlarını ve dünya hâli ile Osmanlı devletine dönüşen, Kayı aşiretinin, aşiretden hareketle cihan devleti olmasının müthiş serüvenini ve bundan da elde edilecek derslerle, dünyanın en büyük en şerefli milleti olan aziz milletimizin istikbâline ışık tutmak, ışığın gösterdiği istikamette yol alabilirsek, mutla-ka eski mevkıimize vede dünya'ya daha önce örneğini asırlarca ibraz ettiğimiz şefkati, adaleti vermeye muvaffak oluruz. İsce-sekde, istemezsek de bin yıllıty müslümanhğımız içindeki misyonumuz bize bu lider ülke olma mecburiyetini tahmil etmiş bulunuyor. Dünya bizim bu görevi yapmamız ile kurtuluşa erecektir.
Aksi halde; dünya yahudiliğinin hizmetkârı olan mason, siyonist ve kökü dışardaki İions, rotary gibi peçeli derneklerinde bilerek veya bilmeyerek yaptıkları çalışmalar, zâlimler gurubu olan Yahudi Devletinin hükümranlığı gerçekleşecek ve dünya insanı yeniden muzdarip olacaktır. Bu vahim plânın dünyaya hâkim olması için, mevcut ülkemizin bağrında kopartılacak kıyametler sonunda değil bu hâinane plânı önlemek, kendi İslerimizi halle mecalimiz kalmayacaktır. Buna bağlı olarak dini ve milli hassasiyetlerimizi mutlaka muhafazaya ve yükseltmeğe mecburuz. Başıağrıyan insanımızın ızdirabının ortağı olmalıyız. Yine bunları teminin önce ahlâk ve maneviyatla donanmak sonrada ecdad gibi düşmanın karşısında, arazi yapısına uygun silah ve gereçlerin imâlinde muvaffak olmak gerekir. Yoksa savaş için silahını para vererek alan bir ülke düşmanının dâima altında kalmaya mahkûmdur.
Hangi devlet muhtemel düşmanını kendisinden güçlü silahla teçhiz eder. Üstelik, kürre-i arzda ve bilhassa balkanlar ve Avrupa'nın Viyana hududlanna, bütün Akdeniz sahillerine, karadan ve denizden dört asır hâkim unsur olarak boy göstermesi, yerigeldiğinde cihan devleti sıfatıyla buralarda ki huzur bozucu, asayişi ihlâl edici davranış sahibi, şahıs ve devletleri cezalandırmış bir geçmişin sahibi olarak, bize bu bakımdan nekadar ticari davranabilir? Bütün bu soruların cevabını verdiğimizde kendimize çıkaracağımız fatura, mutlak surette târihimizi bilmek mecburiyetinde bulunduğumuz olacaktır.
Ecnebi tarihçilerin bir haylisi Osmanlı hakkında kalem oynatarak, gerek kitab, gerekse makale gerekse de, cilt cüt Osmanlı târihi yazmış oldukları vâkidir ve bunların hemen başında Baron Hammer geldiği gibi, Fransa diplomasi elemanları arasında elçilikler ve hâriciye nazırlık makamında bulunmuş olan, aynı zamanda büyük bir edebiyatçı ve şâir olan, Alfred dö Lamartin akla geliverir.
Fakat bunların en iyisinde bile mutlak farklı din veya ırki yaklaşım veyahut da, Osmanlı fütuhatının neticesi sonunda, direk zarar görmüş ailelerden gelmiş olabilecekleri, kasti ve intikamçı yaklaşımlarla kalem oynatmış olabilirler. Mazimizde büyük millet olmanın, bir gün yeniden en büyük devlet olmamızı temin edecek potansiyeli, devlet arşivlerinde, gerek vakanüvis, gerekse târihi kendi anlayışı ve inanışı içinde kaleme alanların eserlerinde mevcuddur. Bu eserler umumî kütüphanelerin ve şahsi kütüphanelerin raflarındaki varlığı geleceğimizin plânlarını hazırlamakta en önemli materyaller olduğu, bir vakıadır.
Yapılması lâzım gelen ülkemizin ekseriyetini teşkil eden büyük bir genç nüfusumuz vardır. Bu gençlere târih okuma sevgisini, târih şuurunu geliştirmek ve dünyevi meseleleri dâima târihi perspektifleriyîe tetkik etme alışkanlığını kazandırmanın, doğru bilgi, akıcı uslûb ve sıkmayacak esneklikteki anekdotlarla zenginleştirilmiş târih kitabları çalışmasına ihtiyacın giderilmesidir.
Ahmed Cevded Paşa merhum; bilindiği gibi herşeyden evvel pek büyük bir deviet adamıdır. Çeşitli nazırlıklarda (bakanlık) bulunarak hizmet verdiği gibi, döneminin bir hukuk hârikasını teşkil eden Mecellenin meydana gelmesinde en büyük payı olan bir paşamızdır. Ayrıca yazmış olduğu çeşitli eserlerin yanında, Kisas-ı Enbiya ve Osmanlı Târihi, gerçek bir tarihçi ile bizi tanıştırır.
İşte bu zât'ın yetiştirmiş bulunduğu kızlarının enbüyüğü oian Fatma Aliye Hanım; babasının vefatı sonrasında kaleme alıp neşrettiği "Ahmed Cevded Paşa ve Zamanı" adlı kıymetli risaleyi, fakir-i pürtaksir. Osmanlıca'dan sadeleştirerek Pınar ya-yınlarınca neşrine yardımcı olmuştu.
Mezkur eserde; Fatma Aliye Hanım, târih okuma zevkini art tiracak, târih yazarlarının artık kendi, yazarlarımız arasında da görülmeye başladığını kaydeder.
Hakikatten; Osmanlı târihinin zaferlerle dolu, adalet saçan rnedeniyet anlayışını akıcı bir uslûb, olayların perde arkasını ve espri dolu gelişimini kaleme alış tarzı, 1876'dan sonra yâni, Abdülhamid-i Sâni dönemiyle başlayan mektep sayısının arttı-rımı, üst mektepleri avrupai anlayışa yakın bir tedris usulü ve tahlil serbestliği, yetişen okumuş neslin, hem münevver, hem de öğretici yaklaşım taşıyan kimseler olduğunu, tesbit etmek zor değildir.
Meselâ; aynı zamanda bir nazır olan, Safvet Paşanın Darülfünunda verdiği dersleri aksatmadığını görürüz. Derviş Paşanın; fen ilmiyle alakalı derslerini vermesinde Darülfünun anfisinde, talebeden ziyade fizik deneylerini, büyük alaka ile seyreden ahali olduğunu Mehmed Ali Aynî merhumun "Darülfünun Târihi" adlı eserini Osmanlıcadan sadeleştirdiğim esnada öğrenmiştim.
Pınar yayınlan dünyanın eneski üniversitelerinden biri olan "Darülfünun Târihi" ni basmakla hayırlı bir iş yapmıştır. Binaenaleyh; böyle yaklaşım taşıyan ilim ve bilim insanlarının yetiştirdiği kimselerde, Fatma Aliye Hanımın yaptığı tesbiti gerçekleştirenlerin çıkması tabiidir. Nitekim; 1870 doğumlulardan başlıyan neslin, Abdülhamid mekteplerinde çeşitli akımlara mensup olarak yetişmiş olsalar da, her biri tâbircâizse "Adam gibi adamdı"
Bunların içinde Mizancı Murad Bey, Ahmed Refik Altınay, daha önceki kuşaktan Abdurrshman Şeref Efendi, târih anlayışı ve sürükleyici bir uslûb içinde zaman zaman hâtıralara yer veren, târih nakillerine müracaat etmeleri, târih mütalaasında hayli okur kazanılmasına sebeb olmuştur.
Meselâ; bunlardan adını yukarıda zikrettiğimiz, Ahmed Refik Altınay merhum, nihayet bir talebesi olan Hasan Ali Yücel ki, maarif eski bakanlarından olup, hocasına yâni Ahmed Refik Beye "Târihi sevdiren adam" lakabını ifade etmiş ve onun da, talebelerinden olan Muzaffer Gökman Beyefendi, Bayezid Devlet kütüphanesi müdürlüğü esnasında kaleme aldığı Ahmed Refik Bey'i anlatan muhteşem eserinde bu "Târihi Sevdiren Adam" terkibini kitabın adı yapmıştır. Ahmed Refik Bey'den sonraki tarihçiler, bilhassa târihi romana yönelenler, cumhuriyet gençliğini, resmî ideolojinin çizdiğiistikametde bilgilendirmişler vede bunların içinden, romanında gazetede tefrika ederken, Yüce Sultan Fâtih'e fedaisi Kara Davud tarafından tokat attıran bir Mizamettin Nazif Tepedelenlioğlu'nun daha sonra matbuat dünyasında deli namjyla anılması belki bu densiz davranışından dolayıdır.
Bilindiği gibi bu şahsın dedelerinden olan, Yanya Sultanı ia-kablı, Vali Tepedelenli Ali Paşa, Halet Efendinin çevirdiği dolaplar neticesinde, Sultan 2. Mahmud'un emriyle idam edilmesinin rolü olduğuda düşünülebilir. Zamanımızın diğer tarihçilerinin İsmail Hakkı Gzunçarşılı, İsmail Hami Danişmend, Tarik Yılmaz Öztuna gibilerin hissi yaklaşımları, Osmanlıya ters zihniyetlerin zebunu olanların yanında eserlerinin hacmi ve nisbeten tarafsız olmaları okuru tesiri altına almıştır. Edebi bakımdan, merhume Samiha Ayverdi hanımefendinin, "Türk Târihinde Osmanlı Asırları" nı ülkemiz insanının mutlak okuması gereken nefasette olduğunu bu önsöz'de belirtmeden edemedim efendim.
Merhı:m Profesör Mükrimin Halil Yinanç Bey'in pederleri, oğlunun tarihçi olma isteğine mukavemet sebebi olarak, yazdıklarınla ve anlattıklarınla, yanlış ve kasıtlı bilgilerin farkına varmadan tamiminde bulunursun ve ahirete giden yolunda kendine engeller koyarsın demek suretiyle itirazı olduğunu biliyoruz. Hâttâ bu sebebden Mükrimin bey merhum'un kitab yazmadaki çekingenliğinin bu ikazdan kaynaklandığı ileri sürülür ve haki-kattende o muazzam ilim adamının yazılmış kitabı bir tane ve hacmi pek küçük bir kitaptır, bildiğim kadarıyla.
Bu bakımdan biz de bu hadisin pekmükemmel ikazından dersini almamız gerekenlerinden biri olmakla hiç bir kimseye eziyeti lâyık görmeyiz. Fakat; kaderin yüklediği vazifeyi yerine getirme işi başkadır. Rıza-i İlâhiye muhalif işlerin faillerini de, yanlışları ve zülûmlarıyla teşhiri de tarihçinin vazifesidir diye düşünüyorum.
İşte bu gerçekten hareketle, altı asır şan ve şerefle ve adaiei-!e kürre-i arz üstünde İslâmın bayraktarlığını yapan Osmanlı devleti vede onun milleti, ilk padişah Osman Gazi hz. lerinden, son sultan mağdur ve masum, cennetmekân 6.Mehmed Vâhi-deddin Hân hz. lerine kadar bütün padişah efendilerimizin, sar-hai hayatlarını ve dünya hâli ile Osmanlı devletine dönüşen, Kayı aşiretinin, aşiretden hareketle cihan devleti olmasının müthiş serüvenini ve bundan da elde edilecek derslerle, dünyanın en büyük en şerefli milleti olan aziz milletimizin istikbâline ışık tutmak, ışığın gösterdiği istikamette yol alabilirsek, mutla-ka eski mevkıimize vede dünya'ya daha önce örneğini asırlarca ibraz ettiğimiz şefkati, adaleti vermeye muvaffak oluruz. İsce-sekde, istemezsek de bin yıllıty müslümanhğımız içindeki misyonumuz bize bu lider ülke olma mecburiyetini tahmil etmiş bulunuyor. Dünya bizim bu görevi yapmamız ile kurtuluşa erecektir.
Aksi halde; dünya yahudiliğinin hizmetkârı olan mason, siyonist ve kökü dışardaki İions, rotary gibi peçeli derneklerinde bilerek veya bilmeyerek yaptıkları çalışmalar, zâlimler gurubu olan Yahudi Devletinin hükümranlığı gerçekleşecek ve dünya insanı yeniden muzdarip olacaktır. Bu vahim plânın dünyaya hâkim olması için, mevcut ülkemizin bağrında kopartılacak kıyametler sonunda değil bu hâinane plânı önlemek, kendi İslerimizi halle mecalimiz kalmayacaktır. Buna bağlı olarak dini ve milli hassasiyetlerimizi mutlaka muhafazaya ve yükseltmeğe mecburuz. Başıağrıyan insanımızın ızdirabının ortağı olmalıyız. Yine bunları teminin önce ahlâk ve maneviyatla donanmak sonrada ecdad gibi düşmanın karşısında, arazi yapısına uygun silah ve gereçlerin imâlinde muvaffak olmak gerekir. Yoksa savaş için silahını para vererek alan bir ülke düşmanının dâima altında kalmaya mahkûmdur.
Hangi devlet muhtemel düşmanını kendisinden güçlü silahla teçhiz eder. Üstelik, kürre-i arzda ve bilhassa balkanlar ve Avrupa'nın Viyana hududlanna, bütün Akdeniz sahillerine, karadan ve denizden dört asır hâkim unsur olarak boy göstermesi, yerigeldiğinde cihan devleti sıfatıyla buralarda ki huzur bozucu, asayişi ihlâl edici davranış sahibi, şahıs ve devletleri cezalandırmış bir geçmişin sahibi olarak, bize bu bakımdan nekadar ticari davranabilir? Bütün bu soruların cevabını verdiğimizde kendimize çıkaracağımız fatura, mutlak surette târihimizi bilmek mecburiyetinde bulunduğumuz olacaktır.
Ecnebi tarihçilerin bir haylisi Osmanlı hakkında kalem oynatarak, gerek kitab, gerekse makale gerekse de, cilt cüt Osmanlı târihi yazmış oldukları vâkidir ve bunların hemen başında Baron Hammer geldiği gibi, Fransa diplomasi elemanları arasında elçilikler ve hâriciye nazırlık makamında bulunmuş olan, aynı zamanda büyük bir edebiyatçı ve şâir olan, Alfred dö Lamartin akla geliverir.
Fakat bunların en iyisinde bile mutlak farklı din veya ırki yaklaşım veyahut da, Osmanlı fütuhatının neticesi sonunda, direk zarar görmüş ailelerden gelmiş olabilecekleri, kasti ve intikamçı yaklaşımlarla kalem oynatmış olabilirler. Mazimizde büyük millet olmanın, bir gün yeniden en büyük devlet olmamızı temin edecek potansiyeli, devlet arşivlerinde, gerek vakanüvis, gerekse târihi kendi anlayışı ve inanışı içinde kaleme alanların eserlerinde mevcuddur. Bu eserler umumî kütüphanelerin ve şahsi kütüphanelerin raflarındaki varlığı geleceğimizin plânlarını hazırlamakta en önemli materyaller olduğu, bir vakıadır.
Yapılması lâzım gelen ülkemizin ekseriyetini teşkil eden büyük bir genç nüfusumuz vardır. Bu gençlere târih okuma sevgisini, târih şuurunu geliştirmek ve dünyevi meseleleri dâima târihi perspektifleriyîe tetkik etme alışkanlığını kazandırmanın, doğru bilgi, akıcı uslûb ve sıkmayacak esneklikteki anekdotlarla zenginleştirilmiş târih kitabları çalışmasına ihtiyacın giderilmesidir.
Ahmed Cevded Paşa merhum; bilindiği gibi herşeyden evvel pek büyük bir deviet adamıdır. Çeşitli nazırlıklarda (bakanlık) bulunarak hizmet verdiği gibi, döneminin bir hukuk hârikasını teşkil eden Mecellenin meydana gelmesinde en büyük payı olan bir paşamızdır. Ayrıca yazmış olduğu çeşitli eserlerin yanında, Kisas-ı Enbiya ve Osmanlı Târihi, gerçek bir tarihçi ile bizi tanıştırır.
İşte bu zât'ın yetiştirmiş bulunduğu kızlarının enbüyüğü oian Fatma Aliye Hanım; babasının vefatı sonrasında kaleme alıp neşrettiği "Ahmed Cevded Paşa ve Zamanı" adlı kıymetli risaleyi, fakir-i pürtaksir. Osmanlıca'dan sadeleştirerek Pınar ya-yınlarınca neşrine yardımcı olmuştu.
Mezkur eserde; Fatma Aliye Hanım, târih okuma zevkini art tiracak, târih yazarlarının artık kendi, yazarlarımız arasında da görülmeye başladığını kaydeder.
Hakikatten; Osmanlı târihinin zaferlerle dolu, adalet saçan rnedeniyet anlayışını akıcı bir uslûb, olayların perde arkasını ve espri dolu gelişimini kaleme alış tarzı, 1876'dan sonra yâni, Abdülhamid-i Sâni dönemiyle başlayan mektep sayısının arttı-rımı, üst mektepleri avrupai anlayışa yakın bir tedris usulü ve tahlil serbestliği, yetişen okumuş neslin, hem münevver, hem de öğretici yaklaşım taşıyan kimseler olduğunu, tesbit etmek zor değildir.
Meselâ; aynı zamanda bir nazır olan, Safvet Paşanın Darülfünunda verdiği dersleri aksatmadığını görürüz. Derviş Paşanın; fen ilmiyle alakalı derslerini vermesinde Darülfünun anfisinde, talebeden ziyade fizik deneylerini, büyük alaka ile seyreden ahali olduğunu Mehmed Ali Aynî merhumun "Darülfünun Târihi" adlı eserini Osmanlıcadan sadeleştirdiğim esnada öğrenmiştim.
Pınar yayınlan dünyanın eneski üniversitelerinden biri olan "Darülfünun Târihi" ni basmakla hayırlı bir iş yapmıştır. Binaenaleyh; böyle yaklaşım taşıyan ilim ve bilim insanlarının yetiştirdiği kimselerde, Fatma Aliye Hanımın yaptığı tesbiti gerçekleştirenlerin çıkması tabiidir. Nitekim; 1870 doğumlulardan başlıyan neslin, Abdülhamid mekteplerinde çeşitli akımlara mensup olarak yetişmiş olsalar da, her biri tâbircâizse "Adam gibi adamdı"
Bunların içinde Mizancı Murad Bey, Ahmed Refik Altınay, daha önceki kuşaktan Abdurrshman Şeref Efendi, târih anlayışı ve sürükleyici bir uslûb içinde zaman zaman hâtıralara yer veren, târih nakillerine müracaat etmeleri, târih mütalaasında hayli okur kazanılmasına sebeb olmuştur.
Meselâ; bunlardan adını yukarıda zikrettiğimiz, Ahmed Refik Altınay merhum, nihayet bir talebesi olan Hasan Ali Yücel ki, maarif eski bakanlarından olup, hocasına yâni Ahmed Refik Beye "Târihi sevdiren adam" lakabını ifade etmiş ve onun da, talebelerinden olan Muzaffer Gökman Beyefendi, Bayezid Devlet kütüphanesi müdürlüğü esnasında kaleme aldığı Ahmed Refik Bey'i anlatan muhteşem eserinde bu "Târihi Sevdiren Adam" terkibini kitabın adı yapmıştır. Ahmed Refik Bey'den sonraki tarihçiler, bilhassa târihi romana yönelenler, cumhuriyet gençliğini, resmî ideolojinin çizdiğiistikametde bilgilendirmişler vede bunların içinden, romanında gazetede tefrika ederken, Yüce Sultan Fâtih'e fedaisi Kara Davud tarafından tokat attıran bir Mizamettin Nazif Tepedelenlioğlu'nun daha sonra matbuat dünyasında deli namjyla anılması belki bu densiz davranışından dolayıdır.
Bilindiği gibi bu şahsın dedelerinden olan, Yanya Sultanı ia-kablı, Vali Tepedelenli Ali Paşa, Halet Efendinin çevirdiği dolaplar neticesinde, Sultan 2. Mahmud'un emriyle idam edilmesinin rolü olduğuda düşünülebilir. Zamanımızın diğer tarihçilerinin İsmail Hakkı Gzunçarşılı, İsmail Hami Danişmend, Tarik Yılmaz Öztuna gibilerin hissi yaklaşımları, Osmanlıya ters zihniyetlerin zebunu olanların yanında eserlerinin hacmi ve nisbeten tarafsız olmaları okuru tesiri altına almıştır. Edebi bakımdan, merhume Samiha Ayverdi hanımefendinin, "Türk Târihinde Osmanlı Asırları" nı ülkemiz insanının mutlak okuması gereken nefasette olduğunu bu önsöz'de belirtmeden edemedim efendim.
Konular
- Aydınoğülları Beyliği
- Aydınoğülları Çizelgesi
- Saruhan Oğulları Beyliği
- Sarühanoğülları Çizelgesi
- Karası Beyliği
- Karesioğülları Çizelgesi
- Candaroğülları Beyliği
- Candaroğülları Bölünüyor
- Candaroğulları Çizelgesi
- Balkan Devletleri
- Ertügrül Gazı
- BÜYÜK OSMANLI TARİHİ
- İthaf
- Takdim
- Onsoz
- Hak ve Adalet
- Ecnebi Tarihçilere Gelince
- Lamartin'İn Önsözünden
- Global Bir Tesbit
- OSMAN GAZI
- Osman Gazi'nin Emirliği
- (Üç Rüya
- Gazi Osman Bey'in Çalışmaları
- Gazi Osman Bey'e Beylik Beratının Gelişi
- Osman Gazi'nin Hutbede İlk Olarak Adınım Yer Alması
- Eskişehir'de Pazar Bacı Vakası
- Osman Bey'in Savaşları
- Bilecik'in Fethi Ve Yarhisar İle İnegöl'ün Durumu
- Bazı Kalelerin Fethi Ve Bizans'a İlk Tokat
- Osman Bey'in Saltanat Devri