logo logo

Yeni nesil güncel konularla ilgili sorular ve cevaplar!

Fetvalar.Com

Yeni Nesil Fetvalar

Sistemimize üye olarak sitemizi daha aktif olarak kullanabilirsiniz.

Üyelik için tıkla

Fetvalar.Com

Güncel sorular ve cevapları

Açıklama

Garar, sözlükte; "sonu belli olmayan kanma, kandırma, teh­like, içi bilinmeyen" gibi manalara gelir.

Istılahtaki tarifinde ise âlimler değişik ifadeler kullanmışlardır. Bu ta­riflerin en önemlileri şunlardır:

İbnü'I-Esîr en-Nihâye'de şöyle der:

"Garar olan satış; zahirî olup müşteriyi aldatan, içi ise meçhul olan şeydir.

el-Ezherî, gararı şöyle tarif eder: Uhde ve güven olmayan şeydir. Alıcı ve satıcının künhünü bilmedikleri her türlü meçhulün satışı garardir."

Kâmus'ta, İbnü'l-Esîr'in el-Ezherî'den naklettiği tarif verildikten son­ra, denizdeki balık ve havadaki kuşun satışı buna misâl gösterilmiştir.

Hattâbî, "Garar"in kelime karşılıklarını verdikten sonra garar olan sa­tışı şöyle ifadelendirir:

"Kendisinden kastedilen şey (satıma konu olan mal) bilinmeyen ve tes­liminden aciz olunan her türlü satış garardır. Sudaki balığı, havadaki kuşu, denizdeki inciyi, kaçak köleyi, sahibinden kaçan deveyi, bir torbadaki açılıp görülmemiş elbiseyi, açmadığı bir evdeki yiyecek maddesini, bir hayvanın henüz doğmamış yavrusunu, bir ağacın daha çıkmamış olan meyvesini ve bunun gibi meydana gelip gelmeyeceği bilinmeyen şeyleri satmak garardır."

Hanefî ulemasından İbnü'l-Hümam da gararı şu şekilde tarif etmektedir:

"Garar: Tehlikedir; kişinin sahibi olmayıp da sahip olup olmama şüp­hesi olan şeydir."

Yukarıya aldığımız tariflerin tümünden varabileceğimiz sonuç; garar, bir kimsenin sahibi olmadığı ve ileride sahip olabileceği ya da ne kadarına sahip olabileceği belli olmayan bir şeyi satmasıdir.'Bu satışın sonunda; ma­lın hiç elde edilememesi, ya da umulandan daha az olması sözkpnusu oldu­ğu için müşterinin, umulandan daha fazla olması mümkün olduğu için de satıcının aldanma ihtimali vardır. Bu yüzden bu satışlara "aldanma" ve "aldatma" manasını taşıyan "beyu'l-garar" denilmiştir.

Konuyu bir iki misâlle açalım:

Bir balıkçı başkasına, "Bugün avlayacağım balığı sana şu kadara sattım" veya bir avcı, "Şu havadaki kuşu sana şu kadara sattım'" dese, karşı taraf da kabul etse, bu satış garardır ve bâtıl (hükümsüz) dır. Çünkü birinci mi­sâlde; balıkçı, maliki olmadığı, elinde olmayan ve sahip olup olamayacağı belli olmayan bîr şeyi satmıştır. İkinci misâlde de avcının kuşu avlayamama ve dolayısıyla alıcıya teslim edememe ihtimali vardır. Halbuki satışın ger­çekleşebilmesi için; satıma konu olan şeyin mal, malın mevcud ve tesliminin mümkün olması şarttır.

Misâlleri çoğaltmak mümkündür. Zaten yukarıya Hattâbî'den yaptığı­mız nakilde daha çok misâl göre çarpmaktadır.

Yukarıda gararın tarifi ile ilgili yaptığımız nakillerin bir kısmında gararla cehaletin iç içe olduğu görülmektedir. Meselâ Hattâbî, bir torbanın için­deki elbiseyi ve bir evdeki gıda maddesini satmayı da garar mefhumu içeri­sinde göstermiştir.

HayreHdin Karaman, Mukayeseli İslâm Hukuku adındaki eserinde, gararla cehaletin ayrı ayrı şeyler olduğuna işaretle şöyle demektedir:

"Bazı fıkıhçılar cehaletle garar kelimelerini aynı mefhum için kullanı­yorlarsa da aşağıdaki ifade bu iki terim ve mefhum arasında fark bulundu­ğunu göstermektedir:
Aslında garar, hasıl olup olmayacağı bilinmeyendir; gökteki kuş, de­nizdeki balık gibi. Hasıl olacağı, elde edileceği bilinmekle beraber vasfı bi­linmeyene ise meçhul denir; elbisesinin içinde gizlediği bir şeyi satmak gibi ki; bunun elde edileceği kesindir, fakat ne olduğu bilinmemektedir. Bu iki mefhumdan her biri, diğerine göre bir cihetten daha özel bir cihetten daha geneldir. Her biri diğeri ile beraber bulunabileceği gibi, tek başına da bulu­nabilir. Cehaletsiz gararın örneği kaçak köleyi satmaktır; mevzu kaçmadan önce bilindiği için meçhul değildir; yakalanıp yakalanamayacağı belli olma­dığı için garar vardır. Gararsız cehaletin örneği; gördüğü, fakat cam mı ya­kut mu olduğunu bilmediği bir taşı satın arfnaktır. Gördüğüne göre mevzu mevcuttur, garar yoktur, cinsini bilmediği için cehalet vardır. Her iki mef­humun birleştiği örnek kaçmadan önce de vasıfları bilinmeyen köledir."[173]

Yine Hayreddin Karaman, aynı eserinin aynı yerinde garar ve cehaletin yedi noktada sözkonusu olabileceğini söylemekte ve bunları şöyle sırala­maktadır:
"1- Varlıkta: Kaçak köle gibi.
2- Varlığı biliniyorsa elde edilip edilemeyeceğinde (husulde): Gökte uçan kuş gibi.
3- Eşyanın cinsinde: Adını söylemediği meta gibi.
4- Nev'inde: İsmini söylemediği bir köle gibi.
5- Miktarda: Atılan taşın düştüğü yere kadar satmak gibi.
6- Belirlemede  (tayinde):  Farklı  iki  elbiseden  birini,   -şudur  diye göstermeden- satmak gibi.
7- Devam ve bekada: Kurtulduğu belli olmayan meyvayı satmak gibi.[174] Tarafların aldanmalarına sebep olabilecek her türlü gizlilik veya malın

elde olmaması, caiz olmayan gararın hükmü altına girer mi, yoksa bunun istisnaları var mı konusu ulema tarafından tetkik edilmiştir.

Şevkânî; bazı hadislere dayanarak sudaki balığı, havadaki kuşu, mev­cut olmayan meçhul olan şeyleri ve kaçak köleyi satmayı "garar" olarak ni­teler ve Nevevî'nin şu sözlerini nakleder:

"Garar olan satıştan nehiy şeriatın esaslanndandır. Bunun altına bir­çok mesele girer. Garar olan satıştan iki şey istisna edilmiştir:
1- Müstakillen satışı caiz olmadığı için satılan mala tâbi olarak satılan şey. Ana ile birlikte karnındaki yavrusunun satışa girmesi.
2- Önemsizliğinden veya ayrılıp da tayin edilmesinde güçlük olan garar.

Şu satışlaf bu iki istisnanın şümulüne girerler: Binanın temelini (bilin­mediği halde bina ile birlikte), hayvanın memesindeki sütü ve karnındaki yav­ruyu (hayvanla birlikte) ve cübbede gizli olan pamuğu satmak."

Hayreddin Karaman da bu konuyu el-Fürûk'dan naklen şu şekilde izah etmiştir:

"Garar ve cehalet üç kısımdır:
1- İttifakla akdin cevazına mani olacak kadar çok olan; gökte uçan kuş gibi.
2- İttifakla caiz görülen ölçüde az olan; evin eşyası, hırkanın pamuğu gibi.
3- Bu ikisinin ortasında bulunup birbirine katılamayan; işte bilginlerin ihtilâf sebepleri budur."

Aynı kaynakda, İbn Cevzî'den naklen yasak olan garar on madde ha­linde sıralanmıştır. Arzu eden oraya bakabilir.

Hadis-i şerif, musannif Ebû Davud'a, Ebû Şeybe'nin oğulları Ebû Be­kir ve Osman tarafından nakledilmiştir. Ebû Bekir, rivayetinde Hz. Peygam-ber'in sadece garar olan alışverişi nehyettiğini bildirdiği halde, Osman; Efen­dimizin, "garar olan ve çakıl taşı atmak suretiyle yapılan^ alışverişlerden nehyettiğini" haber vermiştir. Hadisin Müslim ve İbn Mâce'deki rivayetleri de Osman'ın rivayeti gibidir. Onun için biraz da "beyu'l-hasât" denilen, çakıl taşı atmak suretiyle yapılan alışveriş üzerinde durmak istiyoruz:

Beyu'l-hasât; Hattâbî'nin beyanına göre iki şekilde tasavvur edilmektedir:
1- Satıcının elindeki taşı atması ve taş yere düştüğü zaman alım satım akdinin gerçekleşmiş sayılması. Artık bundan sonra alıcının akdi kabul et­meme muhayyerliği kalmamış oluyor.
2- Bir kimsenin, bir sürü koyunu satışa arzedip, attığı çakıl taşı hangi koyuna değerse, o koyunun önceden belirlenen fiata satılmış sayılmasıdır.

Hanefi fıkıh kitaplarında bu satışa "ilkâu'l-hacer = taş atma" denilmek­tedir. Îbnü'l-Hümâm bu satış şeklini ikinci maddede olduğu gibi tasavvur etmiş ve misâlinde koyun yerine elbiseyi koymuştur.

Hidâye şerhlerinden Nihâye'de bu satış şekli: "Satıcı veya alıcının taşı at­tığım zaman alışveriş tamam olmuştur demeleri"; İnâye'de ise, "İki kişi bir malda pazarlık yaparlar, -ancak pazarlık kesinleşmemiş, alım satım akdi tamamlanmamıştır- satın almak isteyen o malın üzerine bir taş koyarsa alış­veriş bitmiş, karşı tarafın akdi kabullenmeme muhayyerliği kalmamış olur." şekillerinde tefsir edilmiştir.

Hattâbî'nin İbnü'l-Hümâm'ınki ile aynı olan tasavvuruna göre, bu sa­tışın caiz olmayışına sebep; satıma konu olan malın belli olmayışıdır. Çün­kü taşın hangi mal üzerine düşeceği belli değildir.

Diğer iki tasavvura göre satışın caiz olmayışı ise; taraflardan birisi akdi kesin olarak kabullenmediği halde, taşın düşmesi, atılması veya malın üzeri­ne konulması ile kabul etmek zorunda bırakılmış olmasından dolayıdır.
Fıkıh kitaplarında bu mesele bundan sonraki hadiste konu edilen mülâmese ve münâbeze yoluyla yapılan alışverişlere birlikte ele alınmakta ve bu iki şeklin cahiliye devrinde uygulandığı bildirilmektedir.[175]