Osmanli Devletinde Bazı Olaylar


1265/1849 senesinde, vilayetlerin idaresi adına bir karar alındı. Mevcut eyaletlerin bölümlere taksimleri yapılarak merkezlerinde birer meclis kurulması ilk önce de, Rumeli de Edirne, Anadolu'da Hüdavendigar (Bursa) Suriye'de ise Say-da eyaletlerinde tatbike geçildi. Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa bunamış olduğundan yerine büyük oğlu İbrahim Paşa geçti. Ancak ömrü 71 gün müsaade etti vefatı üzerine Abbas Paşa rütbe-i vezaretle tâyin edildi. Paşa vezaret menşurunu bizzat almak üzere İstanbul'a geldi. Bu münasebetle Mısır valiliği paşanın diğer vezirlerden imtiyazı için uhdesine sadaret rüt­besi tevcih olundu. Aradan çok geçmemiştiki Mehmed Ali Paşa da bu dünyadaki kavgasını tamamlayıp, irtihal eyledi.
Öte yandan 1270/1853 senesine kadar meydana gelen önemli vakalr yanında işlevi hayli yararlı olan iktisadi teşeb­büslerimizden Şirket-i Hayriyye'nin 1267/1851'de kurulma­sında, Keçecizâde Dr. Mehmed Fuad Paşa ve meşhur Ahmed Cevdet Paşa ile Bursa'da tatil yaptıkları sırada tasavvur etmisler ve Dersaadete geldiklerinde kuvveden fiile çıkarmala­rıyla gerçekleştirdiğini de belirtmiş olalım.
Öte yandan da bir ilim meclisi olarak, yâni Fransa'daki /ykademi Fransez tarzı istihare yeri olacak olan Encümeni Dâniş teşekkül ettirildiğinde, takvimler, 9/Ramazan/l 267-1 8 /Temmuz/1851'i gösteriyordu. Kurulmasında tasavvur olu­nan fâideler alındı sanılır, zâten Osmanlı devletinin istinat et­tiği şer'i sistemde istişare, istihare önemli müesseselerden idi. Yukarıdaki târihde yapılan resmî küşâda bizzat padişah hz.leri de iştirak buyurdu ve toplanma yerînide daha önce Bezmialem Vâlidesultan'ın Dar'ül Maarif olarak yaptırdığı bi­nada yerleştiler. İlk toplantıya 40 kişi aza alınmış,ayrıca 30 kişide fahri aza olarak kayıt olunmuştur. Fahri azalar içinde Meşhur Avusturyalı Tarihçi Baron Hammer, İngilizce~Osmanlıca lügat sahibi Red House ve Fransızca-Osmanlıca lü­gat sahibi, Mösyö Bianki'de bulunmaktaydı.

Yine; Vidin taraflarında Ağa Hüseyin Paşanın vefatından sonra Mora ihtilâlinden örnek alan Bulgarların coşkunlukları­nı tanzimatın Bosna'da tatbikine memur olan Rumeli Ordusu kumandanı Macarh Müşir Ömer Paşanın gayretlerine evvelce ses çıkarmayan Bosna sergerdelerinin kışın gelmesi ile, as­keri hareketin yavaşlaması üzerine İzvornik vede Mostar böl­gelerinde kıyama kalkmaları, nizamiye taburlarına asker al­mak için şer'i kura usulü aleyhine olarak Şam'da; Herfuş bey namında birinin kışkırtmalarıyla, Baalbek ve Havran ka­zalarında isyan hareketleri görüldüğünde tenkil edilmesi, Haleb'de de bir ihtilâl teskini, eşkiyadan Abdi ve diğer şahısla-rın çıkardığı karışıklıklar, yeni tanzimin icrasını temin maksa­dıyla, Rumeli ve Anadolu içlerine müfettişler tâyini, İstan­bul'da bir danışma meclisi olan, encümen-i dâniş tertip olun­du.
Sadaret değişikliği gerçekleşirken Abdülmecid Hân'ın adı­nı alan, Mecidiye nişânıda bu arada ihdas olundu. Takvim yaprakları 1270/1853 târihini gösterirken yukarıdan beri yazdığımız olaylar cereyan ediyor du ve Fransa olsun, İngi­lizler olsun İstanbul nezdine gönderdikleri elçilerine büyükel­çi unvanı veriyorlardı.
KIRIM SAVAŞI( 1269-1853)
Hünkâr İskelesi antlaşmasından sonra Rusların, Osmanlı Devletine karşı göstermeye başladığı koruyucu tavır avrupa-da büyük devletlerinin nazarı dikkatlerini şark âlemine çevir­melerine sebeb oldu,1231/1815'de Fransa aleyhinde tez­gahlanan ittifaka,12 57/1841 senesinde Rusya aleyhine ku­rulan bir başka ittifaka mukabele olacakmış gibi sinyaller beliriyordu.

Şurasını da asla hatırdan çıkarmamak icâb ederki, Os­manlı Devleti bu ittifakların içinde gizli bulunan taksim ve bölünmesine aid emellerin arasında, bir hasta olarak yatıyor­du. Mustafa Reşid Paşanın siyasi tedbir olarak ortaya koyup, yayımladığı tanzimat-ı hayriye bu hasta hâlimizin gerek iç iş­lerimizde gerekse dış meselelerimizde ölümlü rahatsızlığımı­zın ortadan kalkmasına yarayacak devalardan biriydi. Fakat faydasını görmek tatbikata devamda ve uzun zamana ihtiyaç göstermekteydi.
Tanzimat-ı Hayriyye, vilâyetlerin idaresinde ıslahatı, adli işlerde teşkilâtın kuvvetlendirilmesi, kanun önünde müsavat yâni eşitlik, vergi ve askerlik hizmetlerinin düzenleneceğini müjdelediği için hastanın ifakata yâni iyileşmeye başlaması kolaylaşıyor, genç ve yeni bir Osmanlı hükümetinin kendi kendisini kurabileceğini vaad etmekteydi. Rusların bu yeni­likten hiç ama hiç hoşlanmadığı görüldü ve Çar  1.  Nikola, hâla Çariçe Katerina' nın plânlarının takipçisi idi. Târih eser­lerine göz atılırsa anlaşılırki, Mikola'da doğrudan doğruya İs­tanbul'u, yine Kostantinopole yapmak fikrini, bir kenara bı­rakmış vede Lehis tandan vaktiyle kurmuş bulunduğu hima­ye usûlüne benzer bir tesir ile Osmanlı ülkesin de yaşamakta bulunan hristiyaniara hami (koruyucu) sıfatını takınarak, Os­manlı devletini yapmış olduğu yeni siyasetine boyun eğmiş seklinde göstermeye karar vermişti. Bu yüz den Osmanlı devletinin tanizmatın getirmiş bulunduğu esaslardan fayda­lanmasını istemiyor, bu esasları uygulatma fırsatı bırakmak istemiyordu.

İngiltere devletinin, Kavalalı Mehmed Ali Paşa meselesin­de, Fransa politikası karşısın da elde ettiği başarı, Rusya'ya da vurulmuş bir darbeydi. İngiltere hükümeti bu darbe ve ba­şarısı ile Osmanlı devletini, Ruslar ile yapmış olduğu, Hünkâr İskelesi antlaşmasının getirmiş olduğu, Rus nüfuz ve tesirin­den kurtarırken, ne çâreki kendi yâni İngiliz nüfuz ve tesirini Osmanlının boynuna geçirmişti. İstanbul'da İngiliz elçisi ola­rak bulunan Sir Starat Ford dö Radklif, siyasi işlerimize hâ­kim olmuş duruma gelmişti.
Ruslar, Fransızlar bir tarafda apışmış kalmışlar idi. Bunun üzerine Ruslar,tanzimatın tatbik şeklini bozup geciktirmek için hristiyan tebayı teşvik etmekten geri durmuyordu. Şüp­hesiz ki bu teşvikler Osmanlı devleti aleyhine olmakla bera­ber toplumdan ilgide görmekteydi. Öte yandan da artık, Os­manlı devletinin şifa bulmaz bir rahatsızlığa tutulduğunu ilân ediyor lardı. Hatta Çar Nikola 1260/1844 sene sinde Os­manlı ülkesinin bölüşülmesi meselesini İngiliz devletine teklif eyledi. Bunun nasıl gerçekleştiğini sahibelerimize alalım efen dim: "7/r.euuel/1270-9/ocak/1853'de, Petersburg kışlık sara­yında uerilen bir müsamere esnasında Çar Nikoia, İngiliz elçişi Sir Hamilton Seymur'a yaklaşıp, bir tarafa çekmiş ue Os­manlı devletinin hâli hazırdaki durumu üzerine konuşmaya başladı:

-Türkiye buhrana düşmüş bir halde bulunuyor Bize de fazla sıkıntı verebilir Kolları mız arasında ağırca hasta bir adam var. Lâzım gelen tertibatı almamızdan önce eli mizden kaçıracak olursak büyük bir felâkettir. Böyle bir ifade bekle­meyen ingiliz diplomat, ancak hazırcevapldığı sayesinde bu sözlere mukabelede bulunabildi:

-Haşmetmeab; adamın hasta olduğunu beyan buyuruyor­sunuz. O halde zat-i Impara lorilerine hasta bir adamın ko­runması, kerim ve kuvvetli olan adama vâcibdir, dememi mazur görünüz." Sözleriyle mukabele etdi diyor, Ahmed Ra-sim Bey târihinde. Ancak Rus Çan'nın bu teklifini şüphesizki metbuu devletine ulaştıran Sir Seymor, hâriciye nezaretinin ve devlet-i fahimenin bu sözlere pek kulak asmadığını belir­tiyor. İngiliz diplomatları iyi bir eğitim ve genellikle aileden gelme tecrübelerle ricali devlet olduklarından, Sir Seymur zaman zaman Çar ile yaptığı siyasi mülakatlarda mahut has­ta hikâyesi etrafında söz edecekmi diye dikkat kesilirmiş. Çar ise, beyanlarında; Fransızlar hâriç olmak üzere İngiltere Mısır'ı, Girid'i alacak, Rusya kendi himayesi altında olmak üzere Eflak, Buğdan, Sırbiye Bulgaristan Prensliklerini orga­nize edecekti. Bunun yanında İstanbul'u almakta gözü olma­dığına dâir sözler söylemekle beraber ancak adı geçen şeh­rin bir müddet vedia olarak elinde kalması lüzumununda muhakkak olduğunu itiraftan çekinmemişti.

Esasında Sırbistan'da Obronoviç sülalesinin yerine Kara Yorgilerden Aleksandr'ın tercih edilişi Eflak ve Buğdan ihtilâ­linde Bükreş'e asker göndererek Rusların asker sevkıyatını durdurmaya  çalışmamız, Macar milliyetçilerini,  Rusya ve Avusturya'nın tehdidlerine karşı dahi iade etmememiz, hatta o k Ordusunu Prut nehrinin de öte yakasına geçme mecbu-velinde bırakışımız, Bosna isyancılarına Tanzimat-ı Hayriy ve'yi silahla kabul ettirişİmiz, Mısır valisi Abbas Paşanın mu­halefetine rağmen yapılan hatalarda dahi tazyikine Çalışmak ve gayretimiz Rusları, bütün bütün kuşkulandırıyordu. Bu­nunla beraber Tanzimat-ı Hayriyye ileri gidiyormuydu? Ne qarip tecellidir ki, bu defa da hristiyanlar istemiyorlardı, vazi­feyi yapamıyoruz. Cahillik ve tutuculuk yapan millet karşı geliyor. Eski ve yeni fikir, biribirine girerek hükümet idaresi yine çığırından çıkıyordu. Diğer taraftan bilinen nakit yeter­sizliği, bu geçidi zorlaştırıyordu.
İşte bu nokta 1. Nikola'yı hızlı harekâta sevk ediyordu.: "Ağaç henüz Fidan halindeyken ey ilmesi iyidir" Diyordu. Bu durum 1269/1852 senesine kadar böylece devam etdi.

Bu arada Kudüs'de Selahaddin Eyyubi Camii olayı vukua geldi. Fransızlar, Selahaddin Eyyubi hz.lerinin adını taşıyan bu camiyi mutasarrıfla anlaşmış olmalılarki, bütün külliye-siyle birlikte mevcud olup, cemaatı da varken, babıâli'ye müracaat ederler ve boş bir arsa olduğunu kendilerine veril­mesini ve bir klişe inşa edeceklerini ifade ederler. İş padişa­hın fermanına kalır. Hükümet, bu iş için Kudüs Mutasarrıfı Kâmil Paşayı bu işe vazi feli kılar. Mutasarrıf da buranın bomboş olduğunun mütalaasını verdiğinden, İstanbul'da di­van kurulur, karar tezekkür etjirilir ve ferman yazılır, tasdike halifeye ulaştırılır.

oultan   Mecid hân onaylayınca Fransa'nın bu arsa üzerin- 'ise yapma hakkı doğarsa da, ortada arsa değil, tam te-Şekkülath bir camii şerif var olup, hem de büyük islâm kah­yanı zâ tın adını taşımaktadır. Camiyi yıkmak üzere gelen-cemaatin karşı koymasıyla karşılaşırlar. İş padişaha akseder. Çünkü Kudüs'deki Safilerin müftüsü, Harem-i Şerif Şey­hi, Tarikat şeyhleri ve sadâttan nice zevat bir şikâyetname yazıp padişaha göndermişlerdir.

Mutasarrıf bu makama Fransız elçisinin yardımlarını göre­rek geldiğinden böyle bir işe aracı olma süfliliğini işler. Padi­şah, mutasarrıfın derhal azlini emreder ve bir daha hiçbir is-de kullanmaz bu kişiyi. Bu hususda devlet adamı, âlim ve ta­rihçi Ahmed Cevdet Paşa merhum şunları kaydeder: "Sela-haddin gibi bir büyük zâtın ahırı olsa ona riayet muktezayı insaniyetken, camiini klişeye tahvil ettiren hamiyetsizlerin istihdamı şöyle dursun, yüzlerine bakmak caiz olmayacağı cây-ı bahs ü tereddüt değildir. Devletin eski savleti kalmadı­ğı gibi erkân'in dahi evvelki şân-u şerefleri zail oldu. Her biri kendilerine melce bulmak üzere sefaretlerden birine iltica ey­lediler Binaen âlazalik müdehalat-ı ecnebiye aleni surette ce­reyan eder oldu. Deuiet-i âliye de acınacak bir hâle geldi. Maalesef bu ferman geri ahnammaıştır. Şu uak'a devletin ac­zinin, ricalin şuursuzluğunun ve ecnebi müdehalesinin dere­cesinin yükselmesinin bir misalidir "

Burdakİ olayın sebebi, devlet adamı yokluğunun bir giriz­gâhı olmasıdır. İlerleyen zamanın,adamların kaliteye döndü­ğünü de söylemeden geçmeyelim.
Fransa'da 2. cumhuriyet sükût etmiş yerine, eski reisi­cumhur Lois Napolyon Bonapart unvanı ile 3, Napolyon ola­rak Fransa imparatorluk tahtına oturdu. Böylecede avrupa da merkezde Alman İttİhad-ı (alınanların birleşmesi) gibi mühim bir mesele çıkması,1. Nikolayı Osmanlı devleti üzeri­ne ayrı bir yolda hücum etme noktasında meydan bulması nı getirdi. İlk önce Karadağ'ı tahrik etti. Maksadı Rumeli bölge­sindeki hristiyanalrı aya ğa kaldırmaktı. Karadağ ismen bize tâbi idi. Vladika adı ile tanınan Karadağ reisleri ruhban sıfamaktaydılar. Bunlar Petersburg Sen-Sinod meclisin-a n ruhaniyetlerine dâir ferman alırlar idi. Bu sıralarda ma-kam-ı riyasetde bulunan Danilo, prensliğini ilân   ederek Pe-rsburg'a gitdi. İmparator Nikola kendisini Karadağ Prensi larak kabul edip çocuklarınında bu şerefe vâris olabilmeleri hususunda yardım edeceğini vaad etdi. Para ve nişanlar he­diye etdi. Her bakımdan kendsini destekleyip, teşviklerde bulundu.
Danilo, Çetine'ye döner dönmez isyan bayrağını açtı. Tabiki Osmanlı hükümeti derhal bu isyan bayrağını açtı. Tabi-iki Osmanlı hükümeti derhal bu isyandan haberdar oldu. Macarlı Ömer Paşa kumandasında olarak 35 bin kişilik bir ordu Karadağ topraklarına yürüdü. Meydan gelen savaş çok şiddetli oldu. Yunanistan ve Cezayir'e yakınlığı hasebiyle il­könce İngilterenin dikkatini üzerine çekti. Avusturyada bir haylice üzüldü. Çünkü Rusya'nın, Osmanlı devleti idaresinde bulunan Slavları, kendi emri altında bulundurmasıda Avus­turya devletinin siyasi menfaatlerine tamamen aykırı idi. Serdar~ı ekrem Ömer Paşa devam eden muzafferiyatlarıyla Karadağı ezip geçiyordu. Avusturya ise görünüşte görünüşte Islavları (Slavlar) korumaya dönük niyetle babıâlî nezdinde kafi teşebbüslerde bulundu.Fakat; Avusturya'nın bu teşeb­büsleri, Rusya'nın arzu ve emellerinede bir nevi muhalefet olmuştu.
Rus Çarı Nikola, bu muhalefeti his etmekle birlikte Avus­turya'nın uzun zaman kendinden ayrı bulunmayacağı düşün­cesini gütmekteydi. Bu sıralarda yine Avusturya'dan daha çetin, daha azimkar bir siyasi hasım karşısında kaldı. Fransa ile beraber bütün avrupanın bir asırdır unuttuğu bir mesele ortaya çıkıyordu. İşte bu meselenin çıkışı müthiş bir savaşın çıkmasına sebeb oldu. Fransız tarihçilerinin, ülkelerinin târihki taplarında belirttiğine göre,1153/1740 senesinde elde edi­len, 246/860 târihinde Kudüs-ü Şerif Patriği İstanbul'da biz­zat Hz. Ömer (r.a)'m mezhebine müsaade ettiğini bildiren bir hatt-i mübarekeni ibraz etmiş. Mezhebine müsaade te'yid olunduğu gibi ihsanlarada, gark edilmiştir. Yine 923/1517 tâ­rihinde Yavuz Sultan Selim devrinde Rumlar, gerekse Erme­niler, mübarek makamlardaki hukuklarının korunmasını isti­da edip, neticede bu müracaatlarına müsbet cevap verilmiş­tir. Osmanlı devletinden elde edilen kapitilasyonlarla Fran­sa,Osmanlı topraklan içinde yerleşmiş Lâtinlerin, koruyucu­luğunu üstlenmişlerdi

Osmanlı padişahlarından gerek Kudüs-ü Şerifin içinde ge­rekse dışında bulunan bütün ziyaret yerlerini kesin olarak kendi emr-i ve muhafazasına almıştır. Hatta Kudüs-ü Şerif'de Hz. Meryem Validemizin kabri ile Beyt'ülham'daki Hz. İsa (A.S) Efendimizin doğduğu yer ile Kamame Klişesi hakkın­daki muamelede böyle olmuştur.
Aşağıdaki satırlarda, bu mukaddes yerlerle ilgili bazı mu­amelat hakkında bilgi yer alacaktır: Lâtinİer bu mübarek ma­kamlarda tecrübe sahibi meselelere yabancıda değildiler. Onlar da Ortodokslar gibi eskiydiler. Sultan 4. Murad zama­nında ki, 1047/1637 senesinde yine 1067/1 656'da 4. Meh-med döneminde Latinler, Rumlar ve Ermeniler arasında çı­kan ihti laflarda babıâlî tarafından, başlarında bizzat Şeyhü­lislâmın bulunduğu vezirler, kadıaskerlerden teşkil olunmuş bir heyet tarafından murafaları (duruşmaları) yapılmıştır. Yi­ne: 1188/1774 senesinde Sultan 4. Mehmed devrinde Fran­sızlarla bu mevzuda yapılan bir antlaşma şöyle: "Françe-iu'dan Kudüs-ü Şerif ziyaretine gelip gidenlere, rahiplere asla taarruz edilmeye denildiği gibi bir yerinde de önce Fransa padişahı meablarına   mektup gönderip harbîler ticaretden men olundukları takdirince Kudüs-ü Şerif ziyaretine euvel-den vara geldikleri üzere varup, gelup rencide olunmayalar" şeklinde bir maddeyi padişah tasdik etmişki bu da, Osmanlı İslâm devletinin din ve vicdan hürriyetlerine yaklaşımının dünya çapında hayranlık uyandıran bir ispatı sayılabilir. Yine Lâtin krallarının mezarları, Lâtin Papasların tasarrufunda bu­lunması da yukarıda yazılı antlaşmanın 3. maddesinde yer almıştır. Lâtin rahipleri dolaysıyla Fransa'ya hediye edilen hakkı vermek, 18. asırda Katolik mezhep bağlılarının Kudüs-ü Şerifi ziyarete artık itibar etmemeleri yüzünden unutulmuş hâle gelmişdi. Ancak Rum Ortodoks mezhebinde olanla rın ziyaretleri sıklaştırdığı görüldü. Bilhassa; Kaynarca antlaş­masının 7. maddesi Rusya'ya Ortodoks mezhebinin himaye­sini mensuplarına serbestçe ziyarette bulunmaları hakkını vermişti: "Ferman-ı âli sânım mucibince cümleden biri fran-çeye tâbi olan piskoposların ve diğer frenk mezhebinde olan rahip taifesi her ne cinsten olursa memâlik-i Pâdişâhı de, ka­dimden beri oldukları yerlerde kendi hallerinde olup âyinle­rini icra eylediklerinde kimesne mâni olmaya ue Kudüs-ü Şe­rif dahilinde ue hâricinde ue Kamame adlı klişede eskiden beri ola geldikleri üzerek temekkün eyleyen frenk rahipleri­nin hala sakin olup, ellerinde olan ziyaretgâhiar, yine kema-kane(elan)frenk rahiplerinin ellerinde olup kimesne dahi (karışma) etmeye. Ve tekâlif-i talebiyle rencide eylemeyeler ue dâuaları zuhur eyledikd^ mahallinde fasl olmazsa Asita-ne-i saadete hauale oluna" beyanı ile koruma altında olduk­larının teminatı olarak saymamak kâbilmi? 1152/1740 sene­sinde Sultan l.Mahmud devrinde 1153/1741'de sadnazam el hac Mehmed Paşa ile Fransa Kralı 15. Lui zamanında eiçi Marki Dövilnof'un da vazifeli olduğu muahede müzakeratın-da bu madde aynen tasdik olunmuştur. Diğer yandan da; Fransa'da Lui Napolyon Bonapart impa­ratorluk tahtına varmış olmak için ruhban sınıfının kuvvet ve yardımına ihtiyaç görüyordu. Hatta; Papalık lehine olarak Roma'ya kadar sefer ettiği gibi Fransızların doğu'da eskiden beri elde etmiş bulundukları hukuku muhafaza için azimkar kararlar aldı. Adı geçen hukuka göre 1. Napolyon ve Filip zamanlarında ihmal edilmişti. İşte bu sıradaydı ki,Ortodoks­lar babıâlî'den Kudüs' deki bazı mukaddes yerlerin tamiri için izin almışlardı. Lâtinlere mahsus olan bazı yerlerede, te­cavüz eylemişlerdi. Yukarıdan beri atıf yapılan Kaynarca ant­laşmasının 7.maddesini sahifemize alıyoruz:  "Deutet-i âliye-miz taahhüd ederki, hristiyan diyanetinin hakkına ve klişe­lerine kaviyyen siyanet ede. Rusya devletinin elçilerine ruh­sat vermeye her ihtiyaçda gerek 14.maddede zikrolunup, mahruse-İ Kostantiniyyede beyan olunan klişeyi mezküre ve gerek hademesinin siy anete( koruma) ibraz-ı tefhimat ile elçi-i mumaileyhin deulet-i âliyyemin dost-u safa ve hem civarı olan devlete müteaallik adem-i mutemedi tarafından arz ve tebliğ olunmağla deulet-i aliyyemiz tarafın dan kabul eyle­melerini devleti âliyyelerimiz taahhüd eder. Lui Napolyon, 2.cumhuri yetin başındayken katoliklerin himayesini mese­lesini göz önüne aldı. Fransa sefiri La Valette vasıtası ile eski antlaşmanın tamamen uygulanması hakkında hızlı teşeb büslere başvurdu. Bu teşebbüslerin bir mânası da, Latinlerin ıs lavlara karşı bir reka beti idi. Böylece artık İstanbul'da Rus ve İngiliz tesirleri çarpışmaları başlatılmıştı. Bu mücadete-i müsademe Lui fiapolyon'un Fransa İmparatorluğuna yük­selmesiyle daha da şiddet kazandı."
"Kırım Savaşı Siyasası" adlı eserden aşağıdaki satırları nakle çalışalım: " Kudüs-ü Şerif ve buradaki tanzim hususun­da meydana getirilen özel komisyon bir daha toplanmış ve anılan müzakereler sonunda, evvelâ Latinlerin yalnız kefi­ri ilerine inhisarını idd-İa ettikleri ziyaretgâhlann, onlara iade-7 uönüne gidilmeyip, bu hususdaki iddialarının red olun­ması oldu. İkinci karar da Kamame klişesi büyük kubbesi­nin her iki mezhebin aziz saydığı bir mahal olmasından do-lauı yalnız bir tarafa tahsisi doğru olmayıp ortak anlayışa tahsisi, küçük kubbesinin ise eskiden olduğu gibi Ortodoks-larada bu tahsisin yapılmasıdır." Biz bu arada üstad merhum Ahmed Râsim Bey'İn Kudüs-ü Şerif ile alakalı şu bilgilendir-mesiyle sahifelerimizi süslüyoruz: "Hz. İsa (A.S)'ın güya sel-blnden (idamından) sonra defn olunduğu klişe ki buradan semaya uruç mutedikat-ı nasraniyedendir. Adının Kamame yâni süprüntülük olmayıp Kıyame olduğu hakkında iddi­alar vardır" demek suretiyle bunların ihtilaflarına işaret et­mektedir. Bu komisyon üçüncü olarak da, Merkad-i Hazreti Betül (Hz.Meryem'in lâkabı)'de bütün mezheplerin ashabının müşterekliğine rağmen Latinlerin dışarda tutulması münasip görülmediğinden bunların ellerindeki fermanlar diğerlerininki gibi istifade edilecek hâlde sayılması hususu gerçekleştirildi. Dördüncü olarak da, Beytülahm klişesi asırlardan beri Orto­doksların ellerinde olmasına rağmen, lâtİnler de eskiden beri, bu klişeyi kendilerinin inşa ettiklerini iddia ediyorlarsa da, küsenin içinde velâdetgâh (doğum yeri) mevcut bu da ortak bir ziyaret yeri meydana koymuş oluyor. Zaten küse kapıları­nın bir anahtarının mezheplere iki anahtarınında lâtinlere ve­rilmesiyle birlikte bunların, klişe içinde başka bir haklan ol-madığı, beşinci olarakda, Hz. Meryem merkadi (mezar) için­de bulunan Mes cid-i ürûc da bundan böyle ortodokslarında aym icra etmeleri kararı alındı.Bu kararın muhalifi tabiiki  sefiri Lavalet ret kararını bekletmeden açıkladı. u arada da, muvazaa hâlindeki sadaret görevinden Mustafa

Reşid Paşanın düşmesi vukubuldu. Öte tarafdan da Orto­dokslar, Rusların tahrikiyle ayaklanmalarını başlatmış oldu­lar.
Netice olarak; klişe meselesi daha sonraları İstanbul boğa­zında bir nüfuz-u siyasiye meselesine dönüştü. Fransızların ittifak teklif ettikleri gibi Ruslar da, Kaynarca ve Edirne ant­laşmaları hükümlerini ileri sürerek Ortodoks klişesine bağlı olup Osmanlı topraklarında buiunan hristiyan kimselerin hâ­misi olduklarını ilân eylediler. Böyle olunca Fransa hükümeti elçisi Lavaleti geriye çekti. Rusya ile Kudüs meselesi hakkın­da Petersburg'da doğrudan doğruya müzakerelere hazır ol­duğunu bildirdi. Çar Nikola'da bu vaziyetten son derece memnun ve neşe doluydu. Yapılan karşılıklı konuşmaların hâl noktasına ereceği şeklinde ümidler uyanırken 1269/1853 şubatında Ruslar tarafından Prens Mençikof adlı fevkalâde bir elçi İstanbul'a yollandı.
Mençikof; Rusya'nın Finlandiya eyaleti umumi valisi, Baİ-tık denizi filoları kumandanı olduğu gibi aynı zamanda Bahri­ye nâzın idi. Rusya'dan gelirken Karadeniz donanmasıy la Besarabya'da bulunan Rus kuvvetlerini teftiş etdi. Alafranga mart ayının l.günü İstan bul'a geldi. Yanında bulunan Rusya devlet adamlarının meşhurlarından; Prens Gaiiçyin, Kont Di-mitri Nesolrod, Karadeniz filosu Majör generali Amiral Homi-lof.Besarabya ordusu erkân-ı harbiye reisi general Mika Puçinski vardı. Mart ayının 2. günü sokak elbisesiyle babıâlî'de mutad zîyaretde bulundu. O sırada Osmanlı hariciye nâzın olan Fuad Paşayı göremedi. Mençikof; Dr. Büyük Mehmed Fuad Paşayı Rus düşmanı olarak gösterirken, Sultan Abdül-mecid Fransız ve İngiliz elçilerinin ortadan kaybolması dola­yısıyla şaşaladı. Yabancı târihçiler,eserlerine Fuad Paşayı pa­dişahın azl edip, Rıfat Paşayı getirdiği şeklinde yazdılar.
Prens Mençikof un sergilediği davranışlar ve hâllerden siyasi j-pehafillerde endişeler meydana geldi. Kendisine memuriye­tinin maksadı soruldukça: "Sultanın kızını Rusya prenslerin­den birine almağa geldim" gibi kaba şakalar ile mukabe lede bulunmaktaydı. Bu vaziyetden büsbütün kuşkulanan İngiliz sefiri de, Amiral Dundas'ın komutasındaki gemileri çağırma yoluna gitdi. Yine mart ayının 20.günü bir Fransız filosu, Tu-lon limanından demir aldı. Mençikof'un; mukaddes yerlerde­ki meseleler hakkında adetâ özür dileyen tavır takınmamızı temin için geldiği anlaşılınca Fransızlar, sulhun devamını ve akıbetini korumak gayesiyle Ortodoksların Kudüs'de talep, ettikleri imtiyazlardan bazılarına ses çıkarmamayı tercih etti­ler. İngiltere elçisi Lord Staratford, Fransa ve Avusturya kabi­nelerinin fikirlerini yoklayarak Londra'dan dönmüş ve Fran­sa' nın yeni sefiri Mösyö Dö Lakor'da gelmişti.
İngiliz elçisi Lord Staratford Radklif tarafından müsvedde olarak hazırladığı yazıya uygun şekilde 1269/1853 senesi 1 O/nisanına rastlayan gün iki tane ferman çıkarıldı. Bu fer­manlardan biri Kudüs mutasarrıflığına tebliğ olanında: "Bey-tüllahm klişesiyle büyük kubbesinin anahtarı lâünlere ueril-mişsede eskiden beri mağaraya geçiş hakkını hâiz olup, de-rununda (içinde) âyin yapamayacakları,kullanmada Rum­larla müşterek olmadıkları, mağarada mevcudken, 1847'de kaybolan yıldız'a mutabık (benzer) taraf-ı şahaneden Hz.lsa (A.S) 'mm ümmetine yâdi gâr olarak yıldız koydurttuğu gibi, Hz. Meryem Validemizin kabrine, güneşin doğuşundan itiba­ren her sabah Rumların, sonra Ermenilerin ue onlardan soıı-rada, Latinlerin birbuçuk saat âyin yapabilecekleri, Beytül-lahm'daki Frenk manastırına bitişik, iki tane bahçenin eskisi gibi Rum. ue Latin cemaatleri tarafından nezaret altında ola-'a/c yapmaları ve hiç kimsenin bu hakkı bozmağa hakları ol- yeter açıklıktadır.
Beri yandan Âlî Paşa'mn sadaret makamındayken 1269/1852'de Mösyö Teytov'a gizli bir ferman vermişti ki bu fermanda latinlerin, Kudüs'de nail oldukları imtiyazları kaldı­rıyordu. Çar, bundan memnun kalmış, fakat Fransa elçisi La-valet tabii ki memnun olamayacağından gitmişti. Bu iki yüz­lü siyasetin mahcubiyeti, Afif Efendi isminde bir komiserin Kudüs'e yollandığı sırada ortaya çıktı. Çünkü latinler de, or-todokslar da bahsi kazanmış biliyorlardı. Afif Efendi her iki tarafın gösterdiği sevinç naralarından şaşırdı. Elbette burad-fan verilmiş olan bir emir üzerine latinlere mahsus olan fer­mandan başka bir ferman tanımadığını bildirdi. Latinler; ka­bardıkça kabardılar! Rum Patriği ile Rusya'nın Yafa Konsolo­su işi azıttılar. Afif Efendi onlarada, belli sayıda dinleyicinin bulunduğu bir mecliste, Ortodokslara verilmiş olan, fermanı okumağa mecbur oldu. Çar; tebâsı karşısında küçük düş­müştü. Bu sebebden Nikola hâl-i hazırın devamından vaz ge­çerek uğradığı muameleyi tamir etmek istedi. Mukaddes yerler meselesini geriye bırakarak, Kaynarca antlaşmasının 7.maddesini ele alarak işin yönünü değiştirdi. Osmanlı top­rakları üzerinde yaşayan Rumİarın himayelerini üstüne ala­cağı teklifini ortaya atmaya karar verdi. Böyle yaparakda, Edirne antlaşmasını bu işe hizmet edecek noktaya getirmeye ça lıştı. Çar; 1852 senesini bu işleri hâl etmek düşüncesiyle geçirdi. Diğer taraftan da Avusturya Karadağ savaşından en­dişelendiler. Rusya'nın müttefiki olmaları sebebiyle, Kont La-ningen vasıtasıyla 30/ocakta bir ültimatom verdiler. Harekât-i askeriye tatil edilmediği takdirde ilân-ı harp edileceğini bil­diriyorlardı.

Karadağ meselesi Avusturya'nın müdehale etmesiyle ka­pandığı gibi mukaddes mahaller hususunda yukarıda görül­düğü gibi Fransızların gösterdiği uyum ile düzelme yoluna verrnişti. Böylece Mençikof'un İstanbul'dan ayrılması veya hakiki talimat neyse onu meydana sürmesi lâzım geldi ve ni­tekim bunu da yaptı.
3/şaban/1270-5/mayis/1853'de, babıâlî'ye bir ültimatom verdi. Bu resmi vesika büyüklük kompleksi içinde yazılmış ve Çar Nikola'nın gizli maksadının açıklığa kavuşmasıydı. Rusya Çarı; padişaha bir daimi ittifak teklifinde bulundu. Kendisini Osmanlı topraklarında yaşayan Rumların diğer bir deyimle de Ortodoksların koruyucusu olduğunu ısrarla ileri sürmekteydi ve böyle kabul edilmesini istemekteydi.

Bu ültimatom veya talebin mânası Sultan Abdülmecid'in tahtını bırakması yahutda doğrudan doğruya Rus Çarı'nın hi­mayesine girmesi demekti. Böyle bir teklifi kabul etmek ül­kedeki Rum ve Ortodoksların, bütün işlerinin Rusya devleti tarafından, görülmesine müsaade etmek demekti. Bu ültima­tom beş günlük bir müddeti taşımaktaydı. Maksadıysa Rus-yanın hacil duruma düştüğü Kudüs olayındaki prestiji tamir etmekti.
Babıâli; İngiltere ve Fransa'dan aldığı cesaret üzerine 10/mayıs'da ültimatoma ret cevabını verdi. Cevabdaki ifade meâlen şöyleydi: "Rusyanın askeri taarruz hazırlıklarına başlamış olması ve tersanelerinde büyük bir faaliyet görül­mesi, Paris'de Doğu Sauaş'ı gibi addedilip, bu hal Osmanlı devletini müdafaa etmek yalnız Fransa'nın uhdesindemi ka­lacak? Napolyon; beş devletince kefil olduğunu haber veren bir nasiha ta uymaklada sefir Do Vilafor'u yolladı. Latinleıie oı'todokslara uerilen fermanların okunmasını taleb etdi. Bu-aun berine yukarıda 1/recep/l269-1 O/nisan/l853 tarihli fermanı kaleme alıp,her iki fermandaki tezatlar kaldırıldı. nazam Paşa Ue Menci kof arasında yapılan müzakereler-e rnahall-i mukaddese ait yerlerdeki ihtilaf halledildikten
sonra zat-ı şahanenin Kaynarca antlaşmasından Rusya'ya tanınmış hak lann geçerliliği ve Ortodoksların Osmanlı ülke­sinde büyük bir serbestiye mazhar olduklarını açıkça beyan etmesi yâni Rusların, Rum mezhebi işlerine ve diniyelerine koruma göstermesine muktedir olduğunun Rumlar tarafın­dan anlaşılacak surette bildirilmesi esası kabul edilir gibi ol­muştu. Mençikof birdenbire müzakereyi kesti. Sebebi şu imiş: Laffet Arastaki Bey, isimli babıâlî mensuplarından bir Rum, Rusya sefareti 1.tercümanı Argiripulo Bey Rusya'ya ihanetle devlet-i âliyeye hizmet ettiğini ve bir takım faydası olmayan imtiyazlar alınmağa sevketmekte bulunduğunu ve hatta Türkler tarafından Büyükdere'de rüşuet olarak bir bina verildiğini, sadrıazam paşayı azlettirecek ve Reşİd Paşa ile müzakerelere girişecek olursa menfaati büyük olacağını tel­kin ey lemislermiş. Mençikof bu sözlere kanmış ve padişah-dan paşanın azlini istemiştir. Mençikof; bu defa karşısında bulunduğu zatın evvelkinden daha zor ikna olunacak cins­ten olduğunu görünce şaşırdı Hatta Reşid Paşa eski sadrı-azamın razı olduğu notaya hukuk-u hükümdarani padişahı­nın Osmanlı ülkesi içinde bütü- nüyle ve tamamen geçerli esaslarda olduğunu apaçık bildiren bir kayıta dökülmesini istedi. Mençikof; aldanmış, aldatılmıştı. Çar Nikola;bu olay üzerine 'Sultan'ın beş parmağının izi hala yüzümde' demiş olduğu meşhurdur."
Bu hilenin İngiliz elçisi Sir Startford Radkiif çe tezgahlandı­ğı daha sonraları açıklığa kavuşmuştur. Emil Burjuva diyor-ki: "Tarih 13/mayısı gösterdiğinde avrupada her şeyin sulh yoluyla düzelmiş bulunduğu görüntüsü vardı, ingiltere do­nanmasını Malta'da durdurmuş, kendisininkini Salamayne gönderen Fransa bu nümayişle iktifa edip,mukaddes mahal­ler meselesinde geri çekilmiş katolik engelinden kurtulmuş bulunan Türkiye, şöyle böyle memnun kalmış Rusya Çar'ına Rumlar hakkında teveccühkâr teminat ve Kaynarca a.ntlaşm.ası hakkında tatmin edici hâle gelmişken, tek bir adamın iradesiyle arzusuyla, Tuna kıyısında harp patladı. "

Şimdi Ahmed Rasim Bey'in değerli eseri ve tarafımızca Osmanlıcadan sadeleştirilen "Resimli Osmanlı Târihi" adlı çalışmadan şu satırları aynen alıyorum:
"Böyle bir vak'a, Şark Meselesi târihinde yeni değil­di.1256/1840 senesinde İngilterenin Fransa ve Mehmed Ali Paşa aleyhine kazandığı büyük siyasi mesele İstanbul sefiri Pönsönbi'nin kendi teşebbüs ve gayretleri ile kazanılmıştı. Haziran ayında zat-ı şahane düşmanlarıyla antlaşma yap maya hazırlanmaktayken Pönsönbi, Suriye'yi ayağa kaldır mış ve Londra'dan hiç bir talimat almadığı halde Türkleri harbe sevketmişti. Bunun yerine gelen Sir Startford. do Radk-lif ülkesine yeni yeni menfaatler temin edecek bu üçlü teşeb­büs önünden geri çekilecek adanı değildi. Mesleğinin bütün mesaisi geçirdiği Şark'da 1809 senesindenberi büyük işlere karışmıştı. Geçmiş tecrübeleri, istanbul'daki İngiltere elçiliği­ne uerdiği hakimiyet ve tesir. 1841 antlaşmalarıyla Rusya' nın vesayetinden kurtulmuş olan yeni Türkiye'nin tanzimi, Tanzimat-ı Hayriyyenin, gerçek müellifi, Rusların büyük hasmı olan, Reşld Paşa İle ortak çalışmada gösterdikleri sa­mimiyet, metin bir siyasi ve korkusuz bir adam imiş, hizmet etmekten çok efendi kılmıştı* Ona İngiliz Sultan diyorlardı. Fırsatını buldumu daha çok kazanmak için ilk kazandığı ze­mini muhafaza etmeği bilirdi.
Mukaddes yerler meselesindeki ihtilaf önceleri onu müte-bessim kılmıştı. Sonra Rusya ve 3.fiapolyon'un ihtilafıyla, bulanık sularda avlanmak için, bir çâre görür gibi oldu. '852 senesi mayısından itibaren her iki taraf arasında olan çekişmeyi tahrike gayret gösterdi. Fransa elçisi Laualet'in yokluğu sırasında Fransa orta elçisi Sabatiye'ye Rusların ihanetlerinden ue Fransa ile İngiltere'nin anlaşarak onları mahrumu maksad etmek gerektiğinden bahsederdi. Mençi­kof Mustafa Reşid Paşa ile yaptığı müzakerelerden sonra yu­muşamış ve devlet-i âliyyenin Rusya'ya adi bir nota vererek tâleblerini yerine getirmeyi taahhüt etmişti, Osmanlı devleti, 5/nisanda İstanbul'a gelen diplomatlara Rusların ısrarla ileri sürdüklen talebi naklettiklerinde de bunlannsa tavsiye ettiği 'mukavemet ediniz' olmuştu. Rusyanın, doğuda bulunan Rumların üzerine almak istediği himaye usûlünün hasta im­paratorluğun damarlarına Rus zehirinin zerk edilmesinin kö­tülüklerini İngiliz kabinesine bildirdi. Mayıs ayının başlangı­cında Âlî Paşa ile Mençikof arasında yapılan müzakereler­den sonra meydana gelen   ue iki tarafın hazım ve ihtiyatlı davranışlardan meydana gelen sükuneti İngiliz elçi tabiiki devleti adına hiç de hoş karşılamadı. 8/mayıs'da Mençikofa bir nota verdi ki adetâ meydan okur gibiydi. Ertesi gün ise padişah'a, Rusya'yı bu teklifleri hasebiyle, ret etmesi üzeri­ne, Malta'da bulunan İngiltere donanmasını derhal çağıraca­ğını bildirdi. Elçi; bütün hedefi görüşmelerin kesilmesini te­mine matuf olduğunu, davranışlarıyla pek net bir tarzda ser­giliyordu.  13/mayıs müzakereleri anlaşma ile bitecek gibi görünürken netice alınamadı. Startford Radktif'i bir siyasi manevra çevirir görüyoruz ve Abdülmecid han, Mençikof un talebi üzerine sulhun teminini isteyen vekilleri azletme yolu­na gitdi, Mustafa Reşid Paşa sauaşın mesuliyetini üzerine al­dığı görüldü. Mençikof; müthiş bir kızgınlıkla Petersburg'un yolunu tutarken, İngiliz b.elçi Radklif'in daveti üzerine Ami­ral Dundas, Fransız donanmasına mülâki olmak üzere Mal­ta'dan demir almış oldu. İngilizler Osmanlı devletini savaş açmaya meylettirmiş olmakla beraber artık üzerine düş bu arzuyu şiddetlendirmeyi sürdürmesiydi."

En


Eser: Büyük Osmanlı Tarihi

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Büyük Osmanlı Tarihi

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..