logo logo

Yeni nesil güncel konularla ilgili sorular ve cevaplar!

Fetvalar.Com

Yeni Nesil Fetvalar

Sistemimize üye olarak sitemizi daha aktif olarak kullanabilirsiniz.

Üyelik için tıkla

Fetvalar.Com

Güncel sorular ve cevapları

İrtica Ve Sebebleri


Sultan 3.. Selim kurmaya çalıştığı yeni usûl nizamı cedîd askerini tabiatıyla yeniçerilerin içinden gönüllü olanların ara­sından seçmişti. Ne varki bunlar tâlime başladıklarının ilk dakikalarından itibaren sıkılmağa başlamış, daha doğrusu bu talim zor gelmiş olduğundan firar yolunu seçmişlerdi. Bütün bunlara rağmen 1205/1790 tarihinde Bostancı ocağına ek olarak Levend çiftliğinde nizamı cedid adı altında bir askeri sınıf daha faaliyete sokuldu. Bunlara tek tip ve aynı renk ta-Şiyan elbiseler giydirildi. Muntazam şekilde tâlim ve terbiye altına alındılar ve yetiştirilmeye başlandılar. Yeni kurulan bu asker sınıfının iaşe ve ibate edilmesiylede donatılması husu­sunda bütçede para olmadığından, sıkıntılarla karşılaşılıyor­du. Çare olarak da; "İrad-ı Cedid" hazinesi adı verilen, bazı gelirlerin vergisinin tahsisi, timar ve mukattaaların bir bölü-mününde bu hazineye alınması, pek kısa zamanda mühim saylılacak miktarda gelir elde edilmiş oldu. Bu gelirlerin sağ­lanmasında, yeni asker yâni nizamı cedid mensubu sayısın­da artış kaydedildi. Selimiye Kışlasının yapımına geçildi. Kışlayı hizmete sokunca nizamı cedid askerinin tâlim ve ter-biyesinede iyi bir ortamda İtina gösterebilme şansfelde edil­miş oldu. Asakir-i Şahane adı ile tanınan ve piyade ile süvari sınıfını teşkil eden bu iki gurup asker o kadar güzel bir düzen ve terbiye içindeydi ki görenlerin kalblerine iftihar hisleri hâkim olmaktaydı. Sokaklarda gezindiklerinde hiç kimseye fena muamelede bulunmayıp, boğazın iki sahili boyunca asayişi muhafazaya dönük olarak devriye gezerler, hâl ve durumun bozulmasına meydan vermezlerdi. Bunların saye­sinde İstanbul'da asayiş tamamiyle emin bir hâl almıştı. Bu arada yapmakta oldukları yürüyüş ve atış tâlimleri göze pek hoş gelmekte olduğu gibi, aklibaşında olanlar da, bu yeni tarz askeri mesleğin kurulmasından memnuniyet duyuyor­lardı.

Lâkin bu yeni askere halkın eğilimini ve teveccühünü art­tırması yeniçerilerin yavaş yavaş kıskançlığa düşmelerine tahrik eylediği gibi, bunların frenk usûlü tâlim yapmalarına, yâni trampet çalarak meş'i askeri yâni resmi geçit yapmala­rına ahalinin içinden bazı herzelerinde itirazlara başvurduğu görülüyordu. Hâttâ nizamı cedid'e "şer'i cedid" yâni şeriatın askeri diyenlerin sayısı daha çoktu. Esasında; dünyanın ne­resinde olursa olsun, yeni bir adet, yenibir usûle garib ve çe­kingen bakmak, onunla uzun zaman anlaşamamak, insanlı­ğın tabiyatının iktizasındandır. Akıllı devlet bunabenzer istirkablara yâni çekememezliklere, nede cahil ahalinin gösterdi-a alaycı tavra asla önem vermeyerek, yeni sisteminin, ıslah ve tekâmülü sağlamasını teminden vazgeçmemelidir.
padişah 3. Selim, bu sistemin tutup yerleşmesi için büyük aayret sarfederdi. Günde bir kaç defa nizamı cedid askeri ile alakalı bilgi almadan durmadığı gibi, kumandan ve vezirleri bu yeni askeri sınıfı tutmaları hususunda bıkmadan teşvik ederdi. Gerçi bu askerin mevcud miktarı, bir savaş çıktığında hududların tamamını savunacak sayıya varmış değildi. An­cak devletin başı sıkıştıkça bunlardan istifade ettiği olurdu, özetleyecek olursak; 1213/1798'de apansız Mısır'ı istila ede­rek, oradan da Suriye üzerine yürüyen meşhur Napolyon Bo-napart ve bunun ordusunu Akkâ kalesi önünde kati bir hezi­mete düşürmede ve Napolyonu Mısır hududuna kadar ricata mecbur edenlerin arasında işbu nizamı cedid askeri çok sa­yıda bulunmaktaydı. Böylece nizamı cedid, varlığının gözle görülür faydasını milletin gözleri önüne apaçık sermişti. Bu­na karşılık bazı kimselerin; "Bu asker sayısı lâzım gelen mik-darı aştığını gördüğünüzde yeniçeri ocağının kapanacağını da bilin" tarzındaki sözleri tabiatıyla yeniçerilerin kıskançlıkla beraber kin ve gayzlerinin artışını sağlamaya hizmet etmek­teydi. Hâttâ şöyle bir hikâye anlatılır ki; pek elimdir. "Yeniçe­rilerden birine şakadan: nizamı cedid olurmusun? Diye so­rulduğunda cevabı: Hâşa, moskof olurum! Nizamı cedid ol­mam." dediğini Asım tarihi kaydediyor. Cevded paşanın tari­hinde anlatıldığı üzere: "itleri gelen kimseler ve memurlar arasında yeniçeriyi tercih edenlerin sayısı az değilken, ahali arasında ise rey iki guruba taksim olmuştu. Ancak bu hâl, her mevzuda zorluklar çıkmasına sebeb oldu." Nizamı cedi­din Önceleri ahalinin sevgi ye saygısını kazanması hususu, zaman içinde git gide bu sınıf-ı askeriyenin her geçen gün terakki kaydetmesi, kendi özel menfaatlerine uygun'düşmez kimselerin yönlendirmesiyle bir kısım ahalinin nizamı cedid aleyhine geçmesiyle meydana  gelen durum,   1324/1908 Temmuz'undan o senenin Aralık ayına kadar, halkın sevgisi­ne nâiliyet kazanan ittihad ve terakki cemiyeti hakkında, ba­zı kimselerce ortaya getirilen iftira, isnat ve hücumlarla ten­kitlerin eserine bağlı olarak irtica gününe kadar, İstanbul hal­kının düşüncesi, rey'i, eğilim itibarıyla ikiye bölünmüş olma­sıyla pek büyük benzerlik arzettiğini izaha lüzum görmeyiz. Çünkü naçizane fikrime göre; "Tarih, tekerrürden ibarettir." Ahalinin içine düşmüş olduğu ruh halinden habersiz olan devrin devlet adamları ve memurları bazı hususlarda kaba-hatlıdırlar. Meselâ: İstanbul'da nizamı cedid kurulmasıyla sosyal hayatta birdenbire alafranga usûl ve tarzını benimse­meye gerek yoktu. Dünyada hiç bir vaziyet yokturki; teka­mül kanunlarının hüküm ve tesirlerinden hariç kalıp kurtula-bilsin. Başlanmış bir işin derhal kemâlata ermesini istemek, o işin başarısız kalmasının talebidir. İşte o dönemin ileri ge­lenlerinin ve bilhassa henüz kuruluşu tamamlanmış nizamı cedidin varlığına istinat eden yenilik severler, o devrin müsa­ade edeceği fazla sefahata eğilimi ve eski tarz düşünce sa­hiplerine karşı layık düşmez hakaretlere başvurmaları nede­niyle, tabiatıyla birbirlerine muhalif fi-kirler, arzulardan kay­naklanan bir kat daha çoğalmış gerginlik girmiş oluyordu. Bu ihtilaf dolu bakışlar, bu yanlış hareketler çeşitli hatalarla hastalanmış anlayışlar, daha sonra ortaya çıkacak oian fecii vakaların giriş hareketlerini hazırlıyordu. Halbuki halkda, bil­hassa doğu kavimlerinde gefenek ve göreneklere büyük bir temayül ve istidad mevcud olup, büyüklerin yaptığına, kü­çüklerin özenmeleri tabii olduğundan bütün varlığı ile sefahat alanında yer aldığından İstanbul ahalisinin masarifinde gün­den güne artış oluyor, böylece de, fakirlik o derece artıyor­du. Yine tekrar edelimki; ahali bu fakirlik ve ihtiyacın sebebini de, frenk usûlü ve adetinin ülkemizde tutunabilmesinin uğursuz neticelerinden olmak üzere kabul ve telakki etmek­teydi, Bu sebeble de, hükümet idaresinden memnun kalmı­yor, hatta gayrı memnun bir haldeydi. Bu gün alafranga usûi içinde taklid ve tatbikine muhtaç olduğumuz bazı güzel adet-lerede alakasız ve endişe içinde davranış göstermek hiç şüp­he yokki, cedlerimizden, büyük cedlerimizden demek olan o dönem adamlarının mirasından bize "Atavizm" şekliyle inti­kal eden irsi hastalığın kendisinden başka bir şey değildir. Özetlersek; İstanbul halkı bu hükümetin bu yöndeki şekil ve düşüncesinden şikayetçi olduğu gibi, taşra ahalisi dahi, nizam-ı cedidin idaresini temin için kurulmuş bulunan "İrad-ı Ce­did" hazinesi adına kendilerine konan verginin ağırlığından bahisle şikayetçi olmaktan geri durmazlardı. Kaldı ki; vekil-lerdende her biri, ileri gelen yakınlardan birine bağlı ve daya­nan tamamı birbiriyle benzeş ve birleşmiş olarak Enderuni ve Birunİ, yâni içi ve dışı istilâ eylemiş olduklarından onların ilim ve haberi olmadıkça saltanat tarafına bir şeyin ihtarı ve anlatımı kabil olamaz. Onların rey ve marifeti olmadıkça bir iş so-nuçlanamazdı. Ki; bu vaziyetlerin 2. Abdülhamid devri saltanatıyla-zannedersem-benzerliği meydandadır.
Esasen 3. Selim'in iyiniyet sahibi bir padişah olmasından, yenileşme tarafdarı bulunmasına rağmen, mütereddit bir kimse olduğu da ortadayken, bazı eğilimlerinin hesaba çeki­lir halleri bulunduğunu gösteriyordu. Yakını olanlara ve hiz­metinde bulunanlara pek fazla itimat, emniyet duymaktaydı. Cezalanmayı hak etmişleri af yoluna gitmesi, her duyduğuna inanması gibi temayüllerdi bu eğilimleri. Herneyse gayri memnunların sayısı çoğaldıkça bazı büyük memur ve devlet adamlarının cahil halkı telkinleriyle ifsatları yetişmiyormuş 9'di, başşehirde bulunan Rusya, Fransa ve İngiltere elçileri de bu işlere karışmışlar, onlarda el altından çeşitli rollere soyunmuşlardır. Çünkü; o dönemde ortaya fırlamış olan Napoi-yon Bonapart,  bütün avrupayı çiğnemiş,  açtığı savaşlarda avrupa devlet ve ahalisinin nefretini kazanmıştı. Fransa bu sebebe bağlı olarak bütün avrupada yardımsız kalmıştı. Öte yandan, Rusya'ya karşı Osmanlı devletini kullanmak niyeti­nin sahibliğini unutmayarak, münasebetlerini geliştirmeye çalışırken, ingilizler ve Ruslar, Fransızlardan önce davrana­rak Osmanlı padişahı ile dostça ilişkiler temin yolunu arıyor-dular. Bunu nasıl yapacaklardı? Bu sorunun cevabı; Osmanlı ülkesinde husul bulacak bir ihtilal sayesinde, padişahı kendi­lerinden istimdadın talepçisİ olacak noktaya çekebilmeleriy­di. Bu da gerek fngilizgerekse Rus elçilerinin galeyan halin­deki İstanbul ahalisini, üfürdükleri dedikodularla heyecanlan­dırmaktı. Meselâ: Nizamı cedid askerinin çoğalmasından sonra yeniçeriliğin kaldırılacağı veyahut bu tatbik olunmağa başlanan usûlün gayrı şer'i olduğunu propoganda ediyorlar­dı. Bütün bunların neticesindendir ki; 1222/1807 senesinde olaylar daha müthiş bir manzaraya dönüşmüştü. Buna da sebeb Rusların bize karşı açmış olduğu savaş yüzünden, İs-tanbulda bulunan yeniçerinin tamamı rumeli kıtasına sevk edilmişti. Kimi erbabı fesat başşehri yeniçerilerden tahliye yoluyla kurtarıp, yerine nizam-ı cedid askerinin yerleştirilme­si hususnda bir başlangıç olduğunu ahaliye duyurmaya ve yaymaya başladılar. Bu söylentilere ilaveten bir kaç Cuma sonra padişahın Cuma selamlığına da nizamı cedid elbiseleri giyerek çıkacağını yaymağa başlayipda peşinden de nizamı cedid askerinin İstanbul'u aniden basıp, muhalifleri katliama tâbi tutacaklarını tumturaklı ifadeler kullanarak etrafa duyur­dular.
Devlet yöneticileri ise; nizamı cedidin itaat ve intizamına, büyük bir güven inanç içinde zevkü safaya dalmış, hazırlan­makta olan ihtilâlden habersiz vakit geçirirlerken, böyle hazirlığın yapılmakta olduğunu bildirenlerede maalesef önem vermemişlerdi. (1324/1909'da 31/mart/vakasında mülga, yâni kaldırılan avcı taburlarının intizam ve sadakatine güve­nerek, hiç bir vukuata ihtimal vermeyenlerin kulakları çınla­sın!) Bilhassa; 3. Selim'in, etrafındakilere aşın bağlılığı neti­cesi olarak, Ataullahefendi gibi yeniliğe kapalı olan bir ada­mı meşihat makamı, yani şeyhülislâm tayin etmesi, sadraza­mın ise, ordunun başında rumelide olmasından dolayı sada­ret kaimmakamhğına Köse Musa paşa gibi müfsid birini ta­yin etmiş olması, ihtilâlin kolaylıkla yapılmasına en büyük yardım olmuştu. Köse Musa paşa denilen ve tarihde adı la­netle anılan kimselerin arasında yer alan, bu rezil düşünce zebunu, genel eğilimi iğfal ve tahrik ettikten başka, bitaraf kimseleri de kendi fikri anlayışına sevk etmekteki mahareti, şeytana yakışır ustalıktaydı.
Eğer bu melunda zerre kadar hâmiyet-i milliye ve vatani­ye bulunsaydı, öyle gaileli bir zamanda meydana gelecek ir­ticaa engel olurdu. Lâkin; ne fâideki, yaradılışında gizli bulu­nan alçaklığı hasebiyle, değil bu oluşumu engellemek, daha çabuk ve gaddarlıkla beraber vücud bulmasını hızlandırmış­tır. Hâttâ bu habis'in ifadesinden olarak, güya padişah 3. Se­lim bir gün bostancıbaşı'ya: "Bostancı efradına nizamı cedid elbisesi giydirebilirmisin?" Şeklinde soru yönelttiğinde, bos-tancıbaşı'da: "emrediniz. Onlara şapka'da giydireyim!" Ce­vabı verdiğine dair, mahalle kahvelerine kadar yayılan böyle­ce ahalinin bu konuşmalar sebebinden padişaha kin ve gay-zının köpürtülmesi sağlanmıştı. Hakikaten sonunda Köse Musa paşa emeline nail oldu. Şöyleki; bu habis, vükelâ top­lantısından çıkardığı bir karara göre Karadenizboğazında muhafız sıfatıyla bulunan yeniçeri yamaklarına nizamı cedid elbisesi giydirmek, ellerine de avrupa yapısı harbilitüfenk vermeyi sağladı. Alınan kararın icabının yerine getirilmesini vazifelilere bildirdi. Ancak, yamaklara da: "padişahın emri ile sîzlere frenk elbisesi giydirilecektir. eğer giyerseniz dinden çı­karsınız! Giymezseniz, nizamı eedid tarafından askerliğinize son verilecek, ya da Öldürüleceksiniz." Şeklinde haberleri ulaştırmıştı. Hakikaten 17/mayıs/1806 pazartesi günü boğaz nâzın İngiliz Mahmud efendi, Rumeli kavağındaki yamakların maaşlarını vermeğeve yamaklara nizamı cedid askeri elbise­si giydirme teşebbüsüne girmeye başladığı anda, ihtilâl ışık­ları parlamaya yüz tutmuştu. (Son irticaın yâni 31/mart/1909 ihtilâlinin çıkış sebebleriden biri de, askere şapka giydirileceği ve bu şapkanın hassa dairesinde var ol­duğunun duyurulması değilmi idi?) Şöyleki:
Yukarıdan beri söylediğimiz gibi, bu ahvalden haberdar ve ihtilâl sebebleri hazırlanmış yamaklar, hemen kışla'nın etra­fında ve koğuşda toplanıp: -Biz yeniçeriyiz! Mizam elbisesi giymeyiz! Diyerek, silahlı isyana karar vererek kaleden dışarı fırlamışlardı. Her ne kadar Macar tabya subayı Halil haseki bunların karşısına çıkıp da, davranışlarının yanlış olduğunu, çünkü nizamı cedid elbisesi giymek gibi ortada dolaştırılan rivayetlerin bir yalandan ibaret olduğunu izah ettiysede, lâf dinlemeyenlere sözün faydası olmadığı gibi, üstelik adamca­ğızı hemen orada paraladılar. Bu vaziyetten ürküp, kayıkla Büyükdere'ye firar eden Mahmudefendiyi de, arkasından ça­la kürek giden bir sandal yardımıyla ele geçirmişler ve par­çalamışlardır. Bütün bu olup bitenler babıâlide duyulunca. devlet yetkilileri toplanmış çoğunlukla katillerin yakalanıp, büyük bir İbret olmak üzere idam olunmalarını beyan etmiş­lerdi. Ancak sadaret kaimmakamı Köse Musa paşa ise; bir kazadır olmuş "Yamaklar yola gelir. Bu işin arkasını bu ka­dar takip etmek iyi netice vermez." diyerek ekseriyetin vardığı karan bozmuştu. Zaten vükela, Musa paşanın oyna­dığı rolün farkında olmadığı gibi yaptıklarını kavrayacak ölçü ve akılın sahihlerinden değildi. Böyle oluncada, işler sükut perdesine sarılmıştı. Hamiyyet timsali padişah 3. Selim ise, sarayında dalkavukları ile sohbetle meşguldü!. Musa paşa mel'unu ilerde kendisine bir zarar gelir diyerek, kendi seçmiş olduğu kimselerden teşkil ettiği bir nasihat heyeti gönder­mişti.
Gönderilen bu heyet, yol kesici, can alıcı gurubun yanına varınca onlara öyle bir nasihat ettiki, cesaretlerini, gayretleri­ni arttırmayı sağlamıştı. İdare-i devletin yapılanları gaflet ile karşılaması vakasından, nasihat için gidenlerin melunane nasihatlanndan ve yaptıkları telkinlerden cesaret alan bu serseri kalabalığı, hemen ertesi salı günü Büyükdere çayırın­da toplanarak, (31/mart vakasıda, sah günü başladı idi. )Ka-bakçı Mustafa çavuşu kendilerine reis, Arnavud Ali, Bay-burdlu Süleyman ve Memiş'i de, reis muavini tâyin ettiler. Gelecekteki her şeye birlikte karar vermeyi kararlaştırarak sözlerini yerine getirme hususunda da, yeminler içtiler. "Ge­rek müslim, gerekse gayri müslim, kim olursa olsun, hiç bir kimsenin can, mal ve ırzına dokunulmayacak, dokunan olur­sa idam olunmasına karar aldılar. Şeyhülislâm kapısından tasdik görmeyen işler taleb olunmayacaktır. Babıâliden yapı­lacak taleblerine evet cevabı gelmedikçe dağılmamak üzere aralarında yeminlere başvurdular. Bunlar cahil dini üzere en'am-ı şerif öpmek, kılıç atlamak gibi davranışlardı. Bir gün sonra yâni çarşanba günü, dört-beşyüz neferden ibaret top­luluk, Büyükdere'den aşağı doğru yürümeğe başladılar. (Bu ilk irticada olduğu gibi, 31/mart vakası esnasında da buna benzer kararlarla Sultanahmed (At meydanında)de toplanıp harekâta geçmişlerdi.
Dunlarında; "şeriat verilmediği takdirde dağılmamak üzere etikleri yemin, Kabakçının adamlarınınkinin aynı gibiydi.mart salı gününün erken sa-atlerinde Taşkışla'dan harekete geçen 4. Avcı taburu askerleride bu sayıdan fazla değildi. Hâttâ İstanbul'da bulunan bazı sefillerin bu isyancı askere katılması mürteci sayısının yekünü çoğalması açısın­dan pek fark etmediği düşünülmelidir.) Deniz sahilinden yü­rüyenlere katılanlar oluyorsada, hemen yukarıda parantez içinde verdiğimiz bilgilere göre, önemsenecek sayıyı bula­madıkları görülür. Bu el-hâinü haif hükmü burada da tecelli ederek, bu hızla Tarabya'dan harekete cesaret edemiyor ve nizamı cedid askerinin saldırısından korkuyorlardı. Evet. O nizamı cedid askeri ki, Napolyon'un muntazam ordularına Suriyede, Mısır'da galebe çalmış, Avusturyanın bütün kuv­vetlerine üstün olduklarını ispat etmişlerdi, bir yerden bir ta­raf dan emir alabilseler ve bunların üzerlerine yürüyebilseler, çil yavrusu gibi asileri dağıtacağına asla şüphe edilemezdi. Ne varki, böyle bir emri o askere verecek adam nerede idi?
Saltanatın sahibi padişah, hariçle irtibatını yok denecek seviyeye getirmiş, sadaret kaimmakamlığında bulunan Köse Musa ise nizamı cedide muhalif olmakla, bunu açığa çıkar­mamışlardandı. Köse Musa paşa, kaimmakam sıfatıyla niza­mı cedid askerine yazdığı bir tezkerede hiç bir yere kımılda-mamalerini emretmişti. Velhasıl Çarşanba günü bir irade-i seniyye çıkaran ve isyancıların dağıtılmasına amir olan hü­küm güya yerine gelsin diyede kaimmakam Musa paşa; 25. ortanın mütevellisi Kapancı Mustafa adlı habis bir nasihatçi gönderdi. Bu habis-i lâin yamaklara adeta nasihat yerine müjdeler verdi. Mizamı cedid aldığı emir üzere yerinden kı-mıldamayacaktır. Haberini böylece vermiş oluyordu. Bu ha­ber artık asilerin cesaretini havalandırdı. Bu herifinen me'şum tarafı "Yamaklar yaptıklarından nadimler. Ancak ni­zamı cedid askeri boğazlarda kaldığı müddet, kendilerini em­niyette hissetmeyeceklerini, bu bakımdan onların yâni niza-m-ı cedidi boğazdan kaldırmanız istirhamlarıdır" şeklinde babıâliye hitaben yazılmış bir tezkere getirmesi oldu. Kaimma­kam Köse Musada yazının kapsamını okuduğunda durumu padişaha arzederek, kendisinden boğazda bulunan nizamı cedid askerînin Levend çiftliği ve Üsküdar'da bulunan Seli­miye kışlasına çekilmelerini emretmekte olan bir bir iradei seniye istihsal etti. İradeyi derhal yürürlüğe koydular.
Bu vakaları zapt ve kaleme alan bazı tarihçilerin ima yo­luyla söylediklerine bakılırsa, bu isyancı güruhu, Sultan Mus­tafa'nın adamları tarafından gizlice teşvik edilip coşturulduk-larıni, her olaydan ve neticesinden adı geçen Sultanın haber­dar olduğunu açıkça anlamak mümkündür. Çünkü; tek arzu-1 lan nizam-ı cedidin boğazdan çekilip gitmeleri olmuş olsay­dı, padişahın verdiği ferman buna kadir olduğuna göre ne­den zaten korkmakta oldukları hallere düşsünler, boğaza dönmeleri gerekirdi. Bunlarsatam tersine her adımlarında çoğala çoğala, Rumelihisar'ına kadar gelmiş ve önlerinde .  yürüyen münadilere: "Ya ibadullah (Allanın kulları) emelimiz, nizamı cedid beliyesini (belasını) kaldırmaktır. Başka niyeti­miz yoktur. Müslüman olan bizimle beraberce gelsin! Bu iş umumun ittifakıyladır. (Bu bağırışların; 31/mart/1325 salı günü divanyolunda, Sultanahmed'de "maksadımız şeriatı al­maktır. Başka arzumuz yoktur. Allahını seven, müslüman olan Atmeydanına gelsin" şeklinde bağırıldığını duyan çok­tur.) Bütün bu misaller işin içinde kuvvetli bir teşkilat ve bunların teşvikinin olduğunu göstermektedir. Bu hezele güru­hu, durmadan yürüyerek gece saat dört sularında Topha­ne'ye varabildiler. Durmadan çektikleri; Hay! Hay! manileriy-le o civar ahalisinin huzurunu askıya aldılar. O devirde asker sınıfları arasında pek intizamı bozulmamış olanlar arasında topçu sınıfı belkide birinci gelmekteydi. Binlerce haşaratın ag*ra çağıra Tophane'ye gelmeleri yüzünden müteessir olan °pçular, bunlara karşı silah kullanmak arzusuna kapılmış ve emir merciinden müsaade talep etmişlerse de hiç bir yerden hiç bir tarafdan böyle bir izin verilmemiştir. Tam tersine, ka-immakam Köse Musa paşadan gelen emirki. işi umumun it­tifakıyla yapıyoruz. Topçular karışmasın şeklindeydi. (Yine 31/mart vakasında bağırtılar arasında Bayezid meydanında toplanıp. Harbiye binasına zorla girmek isteyen irtica erbabı­na haddini bildirmek için, orada bulunan askerede bir şevk-lesilah kullanma arzu ve hevesi gelmiş olduğu halde, talep edilmiş vur! emrinin alınamaması sonucu olarak askerin elle­ri böğründe kalmıştı. 31/mart vakasındaki halle, kabakçı as­kerleri vetophane askerleri arasında geçen vakadaki benzer­lik nekadardailgi çekici!.
öse Musa paşadan gelen emre uyan topçularda çaresiz boyun eğip, kazanlarını kaldırıp, üstelik Kabakçının da adamlarına iltihaka mecbur oldular. (Kabakçı Mustafa'yı pek bilinmekte olan Derviş Vahdeti'ye benzetecek olursak, bu is­yanda vazife almış Arnavud Ali ve Bayburdlu Süleyman Ça-vuşu'da, 2. irtica vakasında yâni, 31/mart olayında büyük rolleri bulunan Hamdi ve Hazım çavuşlara benzetebiliriz.) iş­lerin vardığı neticeleri gören Musa paşa, mühimce toplantılar düzenleyerek müzakerelere sabahın seherinde başlanacağı­nı bildirir davetiyeleri ta geceden vükela ve ileri gelen me­murlar İle ulemaya gönderir. Perşembe sabahı babıâli'de top­lanınca hemen müzakerelere giriştiler. Çeşit çeşit fikirleri oy­layarak vakit geçirdiler. Halbuki o sırada İstanbul'da 13 bin kadar nizamı cedid askeri bulunmaktaydı. Bunlar marifetiyle isyancıları dağıtmak işten bile değildi. Böyle yapılmasını ha­tırlatacak bazı tekliflere karşı "nizam-ı cedid, henüz intizam kazanmış olmadığından, bunlarda o kadar itimat edilecekler­den değildir-Ier. Şayed bunlarda gelip asilere iltihak ederlerse iş daha ziyade vahamet kesbeder." şeklinde cevap vererek bu husustaki görüş ve teklifleri geri çevirmiştir.  Devletin mes'ul vekillerinin böyle boş müzakerelerle vakit geçirerek yaptıkları yanlış İstanbul'un her tarafından, balıkçılar, kayık-r hamal ve serseri kafileleri peyder pey gelip isyancılara katılmaya çalışmaktaydılar.
Öte yandan küçük küçük guruplar, İstanbul tarafına geçe­rek, Ayasofya ve Sultanahmed meydanlarına doğru yol alı­yordu artık topluluk büyümeye başlamıştı. Kabakçı Mustafa çavuşun düzenlemesiyle yamakların en azılıları yeniçeri kış­lalarına, kolluklarına oralarda bulunan ocaklılarında at mey­danına gelmelerini istemişlerdi. Vakit öğleyi aştığında, sem­tin sokakları silahlı isyancılarla dolmuştu. Aha-linin artık ge­liş ve gidişi kesilmişti. İşin bu noktaya geldiğini Musa paşa, 3. Selim'e arzedince (31/mart vakasında salı sabahı Hamdi çavuşun düzenlemesiyle 4. avcı taburu mensuplarının kışla­lara karakollara yayılarak masum askerleri Ayasofya meydanına davet ettiklerini hatırlayalım.) Padişah son dere­ce şaşırmış, sarayın kapılarını ve pencerelerini kapattırıp, ni­zam-ı cedid askerini kaldırdığını bildiren bir fermanı babıâli-ye yollamıştır. Şeyhülislâm Ataullah efendi, bu ferman elinde olduğu halde isyancıların toplandığı Atmeydanma gelerek, isyan edenlere hitaben yaptığı konuşmada, elinde irade-i se-niye olduğunu, nizamı cedid askeri usûlünün iptal olunup, bu kararın hemen uygulamaya konuşduğunu müjdeledi. (31/mart/1325 salı günü sabah sekizde yol kesen isyancı askerler affa nail oldukları ve bundan sonra şeriat dairesinde iş görüleceği hakkında tebliğ, olunan irade-i seniyeler üzerine hepsininde havaya doğru silahlarını ateşleyerek "padişahım çok yaşa" duasını tekrar ederek memnuniyet gösterikleri ha­tırlanmalıdır.) Sekbanbaşı tarafından artık; isteklerinin yerine

getirildiğini ifade etmesi münadiler tarafından yüksek sesle r tarafta duyulması sağlanınca, serserilerin bîr çoğu sevinç yerlerine çekilmeğe teşebbüs etmişlerse de, bazı müfsidlerin: -Arkadaşlar! Yoldaşlar, işler henüz tamamiyle yoluna girmiş değil, dağılmayın. Sözleri yükseldi.
Bu bağırışmaların sonunda isyancılar yerlerinde kalakaldı­lar. Bu yerinde durma, isyanda musir olma temin edildikten sonra, Köse Musa paşanın gizlice düzenlediği ve yine gizlice Kabakçı Mustafa'ya gönderilen liste ortaya çıktı. Listede ad­lan geçen onbir kişinin Ölü veya diri olarak kendilerine teslim edilmesini taleb eder oldular. (2. irtica denilende de, bazı fe­sat kimselerin cebinde İttihat ve terakki cemiyetine mensup olan zatların adlarıyla ikametgah adreslerini gösteren defter­lerin bulunduğu ve bunların öğretmesi ve göstermesi hase­biyle de bazı serserilerin sokak sokak, mahalle mahalle dağı­larak, evlerin kapılarına istavroz şeklinde işaretler koydukları kesindir.) Şöyle veya böyle teslimi istenen onbir kişinin isim­leri şunlardı: Devlet müsteşarı ibrahim Nesirni ef. , Bahriye nâzın Hacı İbrahim ef. , Rikab-ı hümayun kethüdası Memiş ef. , Reisülküttap vekili Ahmed ef. , Varidatı Cedid defterdarı Ahmed bey, Darphane amiri Ebu Bekir ef. , Valide kethüdası Yusuf ağa, Enderunu hümayun ricalinden sır kâtibi Ahmed ef. , Mabeynci Ahmed bey, Bostancıbaşı Şâkir bey. , müder­rislerden Lutfullah ef. , lerdi. (Yine bu 31/mart/irticası ola­yında; sadrazamı, meclis-i mebusan reisini, istemeyiz, şunu bunu istemeyiz. Diye nasıl taleplerde bulunmaları, bazılarına da suikast düzenlemeleri, af olunduktan sonra da, yine dağıl-mayarak, şunun bunun kanını, dökmiye cüret etmeleriniKa-bakçı ve arkadaşlarının irticai harekâtına ne kadar çok ben­zemektedir.) Yapılan talebin hemen gayri meşru bulunup ye­rine getirilmesinde görülen tehirden azgınlaşan bu reziller topluluğu, Atmeydanından Atmeydamna geçerek, çeşitli şe­kilde velvele ve şamataya başladılar. Padişah 3. Selim, yu­muşak kalbli affı seven, karışıklıklardan hiç hoşlanmayan, rahata düşkün biri olduğundan, her birini evlâdı kadar sevdiqini bildiaimiz, yukarıda adlarını yazdığımız istenenleri üzün­tüler içinde verilmeye müsaade etti. Bunların bazıları eşkiya-ya teslim edildiğinden sopa, kama, kılıç ile diğer bir bölümü­me saklanmış oldukları yerlerde tabanca, tüfenk daha başka silahlarla öldürüldüler. Bir başka kısmıda firarda başarılı ol­duğundan peşlerine adam koşturmuşlardı. Bu adamlara ka­çanları yakaladıkları takdirde beşerbin kuruş verileceği va-adolunmuştu.
Ne yazıkki 3. Selim; bu kadar metanetsiz olmayaydı, hatta bazı adamlarını derhal nizam-ı cedid askerinin başına tayin etseydi görülecek şuydu ki; bu hezele güruhu üzerine yürü­nünce iki saat içinde netice alınacak, serseriler helak edilmiş olunacaktı. Nizamı cedid'e, yeniçeri ve halk arasında o ka­dar değişik bir anlayış vardıki, bunu anlamak için Ahmed Cevded paşanın tarihindeki şu fıkraya bakmak yeterli sayılır: "Ne zaman nizamı cedidin lağv edildiği haberi zuhur etti, Levend çiftliği ve Üsküdar Selimiye kışlasındaki asker dağıl­mış, her biri bir tarafa gitmiş isede, isyancılar bu nizamı ce­didin yüreklerine düşürdüğü korkudan kurtulamamış olduk­larından, İbrahim kethüda, adı onbir kişilik listede yer alan İbrahim Nesimi efendi olup, ite kaka Atmeydamna götürülür­ken, nizam-ı cedid askeri meydanı bastı diye sözler ortalığa düşünce yeniçerilerde olsun, yamaklarda olsunbüyük bir korku ve telâş eseri müşahede olundu. Hatta kimileri mey­danın bir kenarına çekilmeyi tercih edereken, yeniçeri aske­rinden bazıları da meydanın çıkış kapısından geçip kışlaları­na gitmeği yeğlemiştir.
Buna bağlı olarak da meydanda, kendi kendine meydana gelen bir karışıklık çıkmıştı. Seyre gelenlerde de, bir. şeyler satarak geçimini sağlamaya çalışanlarda da garib bir sus­kunluk kendini gösterdi. İşin aslının İbrahim kethüdayıgetir-mekte o'anların çıkardığı gürültü ve patırdı olduğu anlaşıldığında, ağalar sopa zoru ile dağılanları yeniden toplamaya muvaffak oldular. 1 7/MAYIS/1222/1807 Velhasıl padişahın metin olamaması; sadaret kaimmakamı ve şeyhülislâmın hâmiyyetsizliği, diğer ricalin tedbirsizliği yüzünden bu mer­haleye gelen irtica vaziyeti her dakika inkişaf ederek, sonun­da 3. bir hatt-i hümayun İle nizamı cedidin kesin kaldırılması intaç etti. Verilmesini taleb ettiklerinin bulundukları yeri bi­lenlerden teslimi kabul edildikten sonra, artık dağılmak için ne beklendiği soruldu: Padişahın gösterdiği zaafın gereğin­den olmak üzere irtica erbabıda "İrad-ı cedid hazine-sinin"de feshini taleb eylediler. Bu arzularıda yerine getiririldi. Lâkin ihtilâl devam etmekteydi. Çünkü bu karışıklıkları çıkaranların maksadı ne nizamı cedid'in nede irad-ı cedid hazi-nesinin kaldırılmasıydı. Ne de, beş-on kişinin kellesini almakidi. Bunlar ancak alet olabilecek olanlara, cahilleri kandırmaya matuf "nizam-ı cedid şer'e mugayirdir. Irad-ı cedid hazinesi, şuna buna yedirmek için kurulmuştur" şeklinde ileri sürül­müş vesile ve bahanelerdir.
Yoksa; esas maksadı Musa paşanın müntesibi olduğu Sui-tan Mustafa'y1 karışıklıktan faydalanarak taht-i Osmaniye çı­karmaktı. (31/mart/1325 üzücü vakasında da, olayları tertib edenlerin maksadlan, zaten hüküm ferma olan şeriatı Mu-hammediyeyi istemek değil, 2. Abdülhamid'e, eski tesir ve otoritesini iade etmek ve onun nefret eylediği ittihat ve terak­ki cemiyetine bir darbe vurdurmak için olup, irticaa alet edi­len biçare erler ise, elden giden şeriatın! kurtarılması için is­yan meydanına sevk edilmişlerdi.(Hemen <burada parantez içindeki ifadeler, merhum yazarın 1911 yılında basılan ese­rinin münderecatı içinde olduğu görülür. Bahse konu 31/mart vakası, 14/nisan/1909 yılında vukubulmuştur. O karışık devirde hareketin plânlama ithamı altında bırakılan cennetmekân Abdülhamid hânı, bahusus ittihat ve terakki daha ileri senelerde bu tertibde yer almamıştır ifadesı
    tarih önünde aklamışlardır. Yazar belki de başka bir ve    ile yukarıda parantez içindeki hüküm ifade eden kanaati-i değiştirmiştir umulur. M. H.> İradı cedid hazinesinin lağve­dilmesi hakkındaki arzularının yerine getirilmesi sonunda ar­tık dağılırlar düşüncesine varıldığında ikindiye doğru 4. bir teklif ortaya çıkarıldı.
Buda; 1. Abdülhamid hân'ın iki şehzadesinin, hanedan-ı osmaniyanm yegane varisi olan Sultan 4. Mustafa ve Sultan 2. Mahmud'un hayatlarının temini muhafazası için, kendileri­ne teslim olunmasını istemeleriydi. (Zaten bu taleb kaide-i umumiyedirki, cahil ahali, nerede ve ne zaman devletin za­afını hissederse durmaksızın bazı taleblerde bulunur. Bu taleblerin yerine getirildiğini görüncede şımararak, daha başka taleblerde bulunmaya başlarlar.
Meselâ: 31/mart olayında asiler ilk önce şeriat istediler. Arkasından bazı vekilleri, büyük memurların azlini İstediler. He-men peşindende mektebli subayları istememeğe başla­mışlardı. Ertesi gün ise asker yazarlar; gazetelerde yazılan bendlerde, müslüman kadınların sokağa çıkmamalarını, kahvehanelerden resimlerin kaldırılmasını, hürriyet marşları­nın çahnmamasını istemişlerdi.) 3. Selim hz. leri bu taham­mül edilmez teklife verdiği cevabda kimi isterlerse şehzade muhafızı olarak saraya gönderilmesinemüsaade etti.

Halbuki; Sultan Selim gibi melek yaradılışlı, yüksek fıtrat sahibi bir padişahın, ki kalbininde pek yumuşak olması ve azuundan başka hiç bir kusuru olmayan bu zat, kendisine emanet edilmiş o iki şehzadeyi öldürtmesi asla mevzubahs olamazdı. Hatta Sultan Mustafa'nın ei altından kendisinin yanınde pusular kurdurmasına  rağmen ve bundan haberi halde, şehzade Mustafa'ya karşı davranış ve sevgisinde değişikliğe gitmedi. Böyle olduğunu saray halkıda, beiki tertipleri yapmakta olanlar dahi bilmekteydi. Lâkin ne fayda­ki; Köse Musa paşanın hâin tertibinin neticesi olarak-miletin taiii ve şanı şerefinden başka düşüncesi olma-yan o yüce padişaha karşı böyle tahammülü çok zor tekliflerin yapılması devam edip gidiyordu. Ancak şu teklif, Sultan Selimin üze­rinde soğuk duş te'siri yaptı. Buna üzüntüsünü beyan ederek babıâliye yolladığı hattı hümayunun bir yerinde şöyle diyor­du" Benim zürriyetim olmadığından her iki şehzade evlâdım ve nûr-u aynim'dır. Allah korusun onlara suikasd iie hane-dan-ı Osmaniyanın inkırazına sebeb olmayı hatır ve haya­limden geçirmem. Cenab-ı Hakk kendilerine tam bir afiyet ve uzunca bir ömür ihsan buyursun, "mealindeki sözlerle ul-viyyetinin derecesini ortaya koymuştu. Ancak; ne bu sözleri ümmete duyurulmuş, ne de bunun rikkatli davranışından ba-bıâli güzel bir netice çıkarabilmiştir.
îş bu derecelere geldikten sonra, saray halkı dahi edebsiz-liğin son perdesine çıkarak, padişahın huzurunda yapmadık­ları hayasızlık kalmamıştı. Köse Musa paşa ise Rodos'a sü­rülmüş, daha sonrada bu lâin herif Alemdar meselesini mü­teakip idam edildiğinden millet onun hâin suratını görmekten kurtulmuştur. (Böyle vakalarda, hengamelerde isyancılara en çok cüret veren ve gayret bahşedenlerin medrese talebe­leri olduğu tarihin mazbut vesikalanndandır ki; 31/mart/ha~ disesinde dahi ilmiye sınıfının himmet-i ve teşebbüsatı fedâ-kâranesine rağmen, asker kaçağı bazı medrese talebesinin ve bunlara benzemek emeliyle başına bir beyaz bez saran halktan birinin, askerleri cesaretlendirme hususunda gayret güttükleri hâla hatırımızdadır.) Asiler o geceyi de bu şekilde geçirdikten sonra ertesi gün olan, Cuma günü yine Atmey-danında yapılan toplantıda ortaya 5. bir teklif daha çıktı. O da, devlet idaresinin, frenkmeşrep ve sefil kimselerin elinde olduğunu, padişah ise, zevk ve sefahatin dünyasına dalarak milleti unuttuğunu buna bağlı olarak taht'tan indirilip, yerine Sultan 4. Mustafa'nın tahta çıkarılması talebi gelmişti. Zaten bu dağdağanın, bu rezaletlerin maksadı, gayesi buraya gel­meye matuftu.
Bu teklifin ileri sürülmesinden sonra ileri gelenlerden mey­dana gelen bir cemiyet ve teşkilat eşliğinde ikibin asker hi­mayesinde şeyhülislâm Ataullah efendi saraya gönderilip, tahttan indirme ve 4. Mustafa'nın tahta çıkarılması kararı alındı. Ataullah efendi, babıâliye gelip, kaimmakam paşa ve­saire ile müzakere sonunda millet tarafından 3. Selim'in bu günden sonra tahttan indirilmesine yerine Sultan 4. Musta­fa'nın geçmesinin kararlaştırıldığı bir tezkereye yazılarak, Bab'ussaade ağalığına gönderildi. Yazı, Soğukçeşme tarafın­daki kapıdan enderunu hümayuna ulaştırıldı. Yazıyı alan da-russaade ağası tezkereyi sünnet odasında bulunan padişah 3. Selim'in yanına giderek takdim etti. Padişah tezkereye göz atınca; yerinden kalkmış ve "Zâlike takdirülazizülaliym" di­yerek harem dairesine yürüyerek, tahtını tacını 4. Mustafa'ya terk ederken tebrik etme nezaketini de göstererek feragatin köşesine çekilmiştir.
Köse Musa paşa, işin bu yanından haberdar olmadığından Selim inad edip, kapılan açtırmaz ise, lağımcılar vasıtasıy-la kapıların kırılmasını emretmişti. Sarayın kapısı civarına toplanmış bulunan binlerce haşarat ise ne istediklerinden ha­bersiz Sultan Mustafa efendimizi isteriz! Diye feryad ediyor-ardı. Halbuki işten haberdar olan kapıcılar, karşılarındaki ce-'yetı teşkil edenlerin başında şeyhülislâm ve kaimmakamı görünce kapılan açtılar. Gelenler bu kapıdan içeri girerek, Venı padişah 4. Mustafa'nın gelmesini beklemeye başladılar.      stata ise o dakikalarda haremden çıkarak kendisini yenlerle bir araya geldiğinde resmi biat merasimi yerine getirildi. Tabiiki bu işlem rütbeler arasındaki silsilei mera-tip gözetilerek ifa olunmuştu. Biattan sonra herkes işinin ba-şınagitti. 17/may!s/1222-1807 cuma günü işler tamam oldu. Güya işlerin tamamı görülmüş, talebier yerine getirilmişti. Halbuki biçare ahali bilmiyorduki daha hızlı surette, daha iri adımlar ile varta-i izmihlale yâni çoküş'e yuvarlanıyordu. Çünkü tahta çıkan yeni padİşahda milleti bu hali içinde idare edecek kiyasete ve kabiliyete haiz olmadığı gibi vekiller he­yetini de meydana getirenler ise kendi menfaatlerinden baş­ka bir şey düşünemez bir alay hamiyyetsizden, yâni gayret­siz ve haysiyetsiz kimselerden ibaretti.
Bilhassa bu inkılabın meydana gelmesinde en büyük ola­rak ortaya çıkan Kabakçı Mustafa en çok şımarandı. Her ar­zu ettiğini yaptırır. Vakitli vakitsiz padişahın yanına giderek istediği iradeleri taleb eder ve alırdı. Tabii bunlar yeni padişa­hın canını son derece sıkıyordu. Artık kendi duyacağı sesle canının sıkıntısını belli ediyor, Kabakçı'nm yaptığı her ziyaret esnasında kendisine olan iltifatlarını azaltmaya başlamıştı. Ancak göstereceği daha fazla memnuniyetsizliği hesap et­mesini bilen 4. Mustafa, gösterdiği hizmetlerin karşılığı bir mükafat olarak, boğaz nazırlığı görevi ihsan ederek İstan­bul'un bir ucuna göndermişti. Bu Kabakçı Mustafa denen ka­ba ve cahil herifden korkmayan kimse yoktu adeta.

Aşağıda tafsilatını vereceğimiz gibi, Allah'dan Alemdar Mustafa paşanındahimmetleriyie vücudu ortadan kaldırılabil-miştir.