Batı Tarzında İşler
Sultan 2. Mahmud'u ahali gözünde hoş göstermeyen hâllerin başında batı tarzında her şey kabul görüyor, anane ve yerleşmiş olan herşeyde bir değişime koşuluyordu. Meselâ; askerî ve mülkî idareden bazılarına padişahın resmi gönderiliyor bunun asılması isteniyordu, ki devrin tâbiri ise resmin duvara talik olunmasiydı. Bu mevzuda Lütfi Târihinin, 5. sh. de şu tafsilat hayli dikkat-ı câlibdir: "Yeni mülki ve askeri nizama itina edildiğisırada alafrangaya dâir bazı hususların yerine getirilmesi düşünülme ve faaliyeti ise görülmeğe başlanmıştı. Bu icraatın içinden sayılan padişahın resmi, askerî ve-de mülkî dâirelerin duvarlarına asılması için gönderilmeye başlandı. Resmin asılmasıiçin, görmeğe pek değer olan, büyük gösterişlerin sergilendiği resmi geçidler yapıldı. Komutanlar ve subaylar nişanlarını takmışlar sırmalı resmi elbiselerini giymişler, sabah erkenden de Hassa müşiri Fevzi Paşa silahhanesinde toplanarak, yeni çıkansancaklı sandallarla gelen bir tabur bahriye askeri, iki taburhassa askeri, üç'er kıta top ve mükemmel mızıka ile Beylerbeyi sarayı arkasında ve bir taburu Nuh kuyusu caddesinde ve iki taburu Mehmed paşa köşküne harbiye taburu içkışlaya ve altı kıta top ile bir alay süvari Haydarpaşa sahrası, üstüne, bahriye taburu Bağ-larbaşında mükemmel top ve mızıkalarıyla beraber iki sıralı saf halinde saygı selâmı ve saraydan kışlaya kadar, kırkar adım fasılalı süvari ve piyade karakolları resmi bekler oldukları haldekomutan ve subaylar ata binmiş ve altmış kadar nefer ve çavuşlar yürüyerek, önde olarak resmi taşıyan pay-tonun binek taşınayanaştırılmasıyla, konulacağı yere asmak üzere, hassa feriki Fethi paşa ile Haremeyn mutasarrıfı Nuri paşa, gerek hassa ordusu, gerekse Mansure-i Muhammedi ordusu müşirleri paytonun önünde, kurenadan İzzet bey ile serasker Hüsrev paşa arkasında olduğu halde Selimiye kışlasına gitmişlerdir. Padişah merasim kıtasını seyretmek için, deniz yolundan kışlaya teşrif eylemişti. Yolculuk sırasında, tabur ve alayların hizasına gelindiğinde, mızıkalar eşliğinde resmi selâm ve hürmet yapılarak, kışlaya yakınlaşıldığında vezirler ve komutanlar atlarından inerek padişah resmini alarak, hazırlanan yere konulduğunu ve kurbanlar kesildiğini, arkasından Aziz Mahmud Hüdayi tekkesi şeyhinin ellerini kaldırıp dua ederek, Sünbüliye tarikatından meşhur meşa-yihlerinden Yûnus efendi fatiha çektiği görüldü. Hemen 21pare top atılmış ve ihtiram duruşunun nöbet atışı olarak, bir miktar tâlim yapıldıktan sonra da, resmin önünden mevcut asker geçirilmiş ve o akşam Selimiye kışlasının içi, dışı kandillerle donanarak, havayada fişekler atılmıştır. Bir kaç gün sonra babıâliye gönderilen resim alayı da, görülecek şeydi Resmin asılması o devrin mutaassıp kimseleri nezdin-de pek fena telakki edilmiş, her günden güne itirazların tevi-lâti, hâttâ Arabistan bölgesinde kötü tefsire sebeb oldu. Sultan Mahmud'unvefatmdan sonra bu resimler kaldırılmıştır.
Tarih-i Lütfi'ye göre Paris'e kalıcı sefir tayin edilmiş bulunan amedi divanı hümayun Reşid bey'İn esas memuriyeti: 'Devlet-i âliye aleyhine olarak, Yunanlılarla Mısır valisi Men-med Ali paşa'nın, avrupa gazetelerine yazdırdıkları isnadatı cerh ettirerek avrupa efkâr-i umumiyesini lehine imale etmek, onun için bir tarafdan sefirler ile münasebet ve sohbetlerde bulunarak diğer taraftanda devlet-i âliyenin eski usûlü terk ederek, avrupaya tatbik etmeğe başladığını, yayınlayıp duyurmak, bunlardan başka zamanın en mühim meselelerinden olan Mısır meselesi hususunda, Mehmed Ali Paşanın kuvvetinin kırılmasıyla, Cezayir'in geri alınmasına çalışmaktı.
Esasında Osmanlı devletinde eski usûlü terk etmek niyeti arasıra tatbike konurdu. 1253/1837'de maliye nezaretinin kurulması ve mühim olup, yine aynı senede ahkâm-ı adliye ve şurâ-i babıâlİ adlarıyla iki meclisin kurulduğunu görüyoruz.
Engelhard'm "adetâ hükümdarın hukuk ve selahiyetine, iştirak edecek surette iki meclis" dediği bu adı geçen meclislerdir. Bu bakımdan elde mevcut malumata göre bu iki meclisi tahlile alalım: 1252/1836'da Sultan Mahmud, askeri işlerin müzakeresinde kolaylık temini için babıseraskeride, Dâr-ı Şurâ-i Askeriyye adı ile bir meclisin toplanmasını emredip, özel bir daire yapıhpda içi de döşenmiştir. Bundan başkada, "Mesalih-i ibadm bizzat rüyet ve tahkiki ve verilen arzuhaller iie, evrakı sairenin mütalaa ve tetkiki meyamnda huzur-u sadrazamVde mutad olan dîvân tertibi usûlü bir zamandan beri metruk kaldığı halde, mezkûr usûlün ihyası.," dahi tatbik mevkiine konulmuştu. Bu pek defaydalı teşkilat, iki meciis halinde ve daha geniş hale getirildi. Bu hususta aşağıya aldığımız Tarihi Lütfi'deki ibareler dikkatle okunmalıdır: "müşavere hususundaki şartların daha önceki vakitte ehemmiyyeti padişah tarafından takdir buyurulmuştur. Tehlike derecesi yükselme istidadı gösteren, istibdad anlayışının birinci derecesi de, kendini göstermekteydi. Devlet idaresinde yalnız başında nefsi ile başbaşa idare tarzı sergilerken, hiddet ve şiddete bağlılığı müsaid gibi görülmüşkende, pek gönül alıcı meziyetleri ile devleti, hami^etkârane davranışlarla ilk defa ve devamlı olmak anlayışıyla Gülhane'de, Ahkâm-ı Adliye ve Babıâli'de, Dâr-ı şur'â-i babıâli isimleriyle, iki tane müşavere meclisi ve bunlarca kullanılacak nizamnameler icabınca devlet ve milletin işlerinin o meclislerde, müzakere olunup çare olucu kararlar alınmadıkça tatbike geçilmemesi hususunda, irade buyrulmuştur." Pek açık olarak görülmektedir ki; Sultan 2. Mahmud, mecburiyetten istibdad idaresinin kendine vermiş olduğu, geniş selahiyeti daraltmıştır. Bu mecburiyetde, avrupada tatbik görmekte olan siyasi ve idare ' işlerdeki değişikliği görmekten dolayı idi. Ayrıca istibdad idaresinin bütün boyutu ile zarar verici neticelerinin Cezayir, Mısır, Romanya, Sırbistanla A^ora gibi merkezlerde görülmekte olduğuydu. Çünkü buralarda görülen ihtilâl emareleriydi. Alınan tedbirler bu emareleri değil ortadan kaldırmak-tam tersi netice vermesi, başka hususlardan kaynaklanmıştır. Bu kaynaklardan biri, iç yapıda idareye karşı bir nefret hissininortaya çıkmış olmasıdır. Şurâ-i devlet taslağı, bir parça daha yontulup, yeni bir tarz-ı makbule haline giriyordu. Ahkâm-ı adliye adı verilen meciis-i müşavere kurulana ilkönce dahil olan zevatın isimlerini buraya dercedelim: Reis: Eski Serasker Hüsrev paşa Aza :Eski kazaskerlerden Emin-beyzâde Abdülkadir bey ":Evkaf Nâzın Ziver efendi.
Hüsrev paşa: Yan başlık olarak adını belirttiğimiz zat, 3. Selim, 2. Mahmud ve Abdüîmecid hân devirlerinin sadrı-azamlarından biridir. Abazadır. Çok küçük yaşta enderunu hümayuna alınmış ve orada saray terbiyesi almıştır. 1206/1792 tarihinde kaptan-ı derya Küçük Hasan paşa ile saray-ı hümayundan çıkıp, kaptanpaşayamühürdar daha sonra kethüda olmuştu. 1216/1802 yılındada mirmiran rütbesinde olarak, Karahisar'a vali oldu. Aynı sene Fransızların Mısır'dan kaçırılmaları üzerine eski sadrazam Hurşid Paşa maiyetinde iken, Mısır'a gelmesiylede İskenderiye muhafızı olmuştu. Mısır kölemenlerinin çıkardıkları karışıklıklarda ve Mehmed Ali'nin fitnelerini bastırmağa muvaffak olamıyarak, valiliği bırakıp dönmüştü. Sonra; Resmo, Selanik, Bosna, Ib-rail, Bolulu valiliklerinde, 1226/181 l'de kapdan-ı deryalık^ da, bir müddet şark seraskerliğinde ve 1238/1822'de 2. defa kapdanı deryalığa 1252/1836'da ihtiyarlığından tekaüd edil-
1837'de Ahkâm-ı adliye meclis reisliğine 1839'da, Sultan Abdüîmecid tahta çıktı 184l'de rüşvetle suçlanmış sada-retden sürgüne gitmiştir. 1854'de doksanbeş yaşında olduğu halde ölmüştür. Tâlim icadı bizde bu zata izafe edilir. Fes giyilmesinin önderidir, azalar:
Sabık Defteremini Said Muhib efendi "İhtisab Nâzın Hüseyin Faik efendi "Duhan gümrüğü emini Mustafa Kani bey 1. Kâtib; Çavuşzâde Atıf bey 2." ":Kapı kethüdalarından Muhsin efendi Dâr-uş Şûra-i babıâli meclisine dahil zevat: Reis :Bağ-dat eski valisi Davut paşa Azalar: Erzurum eski Müşiri Es'ad paşa" :Kadıaskerlerlerden Çerkeşli Mehmed efendi ":Topha-ne eski Nâzın Arif bey " :Tenkihat (Bütçe) defteri memuru Ali Raif efendi " :Eski ruznamçeci Salih efendi " :Harbiye eski Nâzın Lebİb efendi 1. Kâtib:Eski mektupçulardan Nasır efendi 2. ". :Dahiliye eski nâzın Akif efendi Yukarıdaki listelerde adları bulunan zevat, 1255/1840 zilhicce/27'de Cuma günü hırkai şerif dairesinde, şeyhülislâmla vazifeli vezirler toplanmış yapılan duanın ardından şeyhülislâmca yemin törenleri gerçekleştirilmiş, arkasından hep birlikte padişahın huzuruna gidilmiştir. Sultan 2. Mahmud da İngilizler ile yaptığı ticaret antlaşmasında bulunan, tekel idaresinin ve inhisar usulünün kaldırılmasına adeta serbesti'i ticariye'yi ilân eylemiş daha sonra ki senede Rauf paşayıda başvekil ünvanıile işbaşına getirerek, avrupa biçimi bir bakanlar kurulu teşkil etmeye çalışmıştır. Bu hususta çıkardığı hattı hümayun'da, Akif paşanın hastalığından'*dolayi, devlet işlerine layıkı ile bakamamakta olduğunu ileri sürer. Başvekil unvanıyla sadarete getirilen Rauf Paşa hakkında Ahmed Rasim şu biyografiyi önümüze koyarak diyorki: "bu paşa 2. Mahmud ve Abdüîmecid hân devirlerinde, beş kere sadarete getirilmiştir. İstanbulludur. 1194/1780'de doğmuştur. 1276/1859'da yaşı sekseni aştığı olduğu halde vefat etmiştir. 1222/1807'de sadaret mektupçusu, 1224/1809'da süvari mukabelecisi, 1226/1811'de, rikab-ı hümayun kaimmakami 1229/1814'de şıkk-ı evvel defterdarı, 1130/1815'de 1. sadareti, 1233/1818 senesinde azil olup, Sakız adasına sürgünü, 1237/1821'de şark seraskerliği vede Erzurum valiliği 1238/1822'de İran'la yapılacak, sulh heyetine memuriyet, aynı yıl 2. sadaretine getirilmiş ve de ilk defa başvekil unvanı ile bu göreve tâyin olunmuştur. Meclisi Ahkâmı adüye'ye ilk defa reis olan bu zattır. 1256/1840'da 3. sadareti, 4. sü ise, 1258/1842'5. si ve sonuncusu 1268/1852 senesinde diğer sadaret görevleri vukubuldu dürüst ve dirayet sahibi bir kimseydi.
Diğer mühim bir zevatın arasında adı geçen Akif paşa: 1201/1786 senesinde Anadoluda Bozok kasabasında dün-ya'ya gelmiştir. 1263/1847'de; Hacdan dönüşünde İskenderiye'de vefat etmiştir. 1241/1825'de amedi divanıhümayun, 1242/1826'da Beyfikçi, 1245/1830'da reisülküttab, 1251/1835'de, reislik iptali üzerine vezirlik rütbesi ile Hârici yenâzırı, 1256/1840'da, Kocaeli valiliği bir müddet sürgün edilmiş ve bu dönemi Edirne'de geçirmiştir: Meşhur Tabsıra adlı değerli eserin müellifidir, "Tıfıl Nazeninim" adlı manzumesi meşhurdur. Bu iki zâtın kısa biyografilerinden sonra 2. Mahmud'un yeni anlayış ve yeni yaklaşımla İlgili icraatnı tahlil ve tenkide devam edelim.
Şöyleki: "Bulunduğumuz dönem içinde, yeni usûl kanun ve bunları tatbike kolaylık bulmak üzere devletimizin bütün işleri, nazırlıkların arasında taksim olunmuş böylece sadaret makammada iş kalmamışsada, yine bütün nazırların reisi makamında bulunması icabatından olup, bundan böyle sadaret adı başvekil makama da başvekâlet adı uygun görülmüştür. Ancak sununda gözönüne alınması gerekirki; bir memuriyet müstakil olmayıp hizmet büyüklüğüne göre tayin olunmuş vekilin vakit ve icabına göre her hangisine, seçilirse ona ilave şeklinde ihale kılınmak, mührü hümayunumuz ise, eskiden sadrazamlarda olduğu gibi başvekillerin ellerine, emanet olunarak yürütülecektir. Sen ki;çok uzun zamandan beri, büyük işleri, saltanat-ı seniyemizde ve iki defa sadaret makamına gelerek, sadakatini isbat, dirayetini göstermiş olduğundan bu defa başvekâlet adlı yeni memuriyeti ve ayrıca buna ilave olarak da dahiliye vekâleti tevcih edilmesi kararlaş...
Başvekâletin teşekkül ettirilmesi, devlet işlerinin nezaretlere tevzii suretiyle Sultan Mahmud, genel işlerden kısaltmayı tercih ettiği şeklinde görünüş vermektedir. İstibdad ve mutla-kiyet nâmına gösterilen bu fedakarlık, padişahça ve devletinde üst görevlilerince yapılması gereken ıslahatın elzem olduğunu gösteren büyük bir adım saymışlarsa da, esasta yinede insanı emin bir adım hususunda iknaya yetişmiyor. Neden mi?
Hükümdar bir kayida bağlı olmayıp, sırf kendi fikrini veyahut diğer ilhamla hareket ediyordu. Ancak zamanla bu adımlar geri alınsa bile kalan izleri asla silinmezdi. Devletin yüksek memuriyetlerince husule getirilen bu değişime, "Tevci-hat-ı mutade" adı ile eskiden beri ramazan bayramında uygulanırken, daha sonralarıda şaban ayında yerine getirilmeye başlanan, hiç bir memui* ve hademenin görevsiz kalmayıp münavebe usulüyle istihdam edilmesinden ibaret olan, eski ve yanlış işlemin kaldırılması takip etmiştir ki, bu yol takip edildiği takdirde, zaruri görülmedikçe hiç kimse tebdil ve azi! olunmayacak demek idi. "Tevcihat-ı mutade" denilen usûl, herhangi bir memuriyetin bir sene müddetle bir kimseye kira usulüyle verilmesiydi.
O dönemde görevsiz yâni mazuliyet esnasında maaş alınmadığı için böyle görev kiralamış olan kimseler, mazuliyet dönemini nasıl geçiririm düşüncesine kiraladığı memuriyeti esnasında tutuluyordu. Yukarıda söylediğimiz görev dağıtma sisteminin kaldırılması neticesinde gündeme gelen "terfi ve vazifelendirme" usûlü oldu. Maaş tahsisi yâni maaş bağlanması hakkında padişahın hattında men-i irtişa, yâni rüşvetin yasaklığından ceza kanunnamesiyle irtibatlandırılarak memuriyet vazifesinin tayini hakkında bahse önem verilmiştir. Bu hattı hümayunda deniliyorki: "Vekiller ve memurlar saltanatı seniyemize bu şekille yeter derecede maaş tertibinden murad-i şahanemiz gerek dinen gerekse aklen yasak ve zararlı olan kerih rüşvet belasının tamamen imha vede kaldırılması devlet işlerimizin başında gelmektedir. Kulların vede devletin işlerine garaz karıştırılmayarak, düzenlenmesine bakılması ve böylece ülkemizin mamuriyetinide sağlama yolu-nunfaydasından ibarettir.
Buraya hemen kaydedelim ki, 1253/1838'in mart ayına kadar memurlar, kâtibler mâliye kasasında maaşlı değillerdi. Büyük memurlar, valiler ile taşra memurlarının senedebir defa "boğça baha" namıyla gönderdikleri şeylerle, teşrifatıkadi-me yâni eski usûl devlet nizamı İle verilen atiyye ve bekletilen diğer memurların kalem kâtiblerinin hizmetleri, iş sahihlerinden alınan kâğıd ve ilâm ücretleriyle divan-ı hümayun-kalemi, bazı mahalli memurları zeamet hasılatıyla geçinmekteydiler.
1254/1838'de başvekil Rauf paşa tarafından vilayetlere yazılan mektupta: "Taşralarda bulunan memurlar gurubu tarafından da senede bir defa, vükelâ ve memurların taraflarına gönderilmekte olan Hediye baha, maktuiyet şekline konularak, zikrolunan maaşlara karşılık, hazine-i âmireye gelir olarak kayd olunduğundan dolaşıp gelir diyen babıâli, defterdarlık kapısı ve bütünkalem kâtibleri memurların maaşları karşılığı olarak kararlaştırılmış ve valilere gönderilen gönderilen mektubun son bölümündeki: "Hediye baha karşılığı ta-raf-ı âlilerinden götürü olarak senede bir defa hazine-i âmireye gönderilmek üzere, 1253/1837'senesi martı başlangıcından itibaren bendelerine taahhüt ettirilerek elinden senet alınmış"kaydına nazaran ilk maaşlarbu suretle temin olunarak devletin bütün gelirlerinin hazineimâliyesinde toplandığı tarihe kadar durum böyle sürüp gitmeye devam etmiştir, bütün memurların zimmetlerinde olan vazifelerini mecbur kılan talimnameler ile beraber her memurdan çıkması muhtemel olabilecek cenaha ve uygun zamanda, tenbellik derecesinin çokluğuna göre ceza kanunu düzenlenmesinide önceden irade etmiştim. İşte bu rüşvet faciasından bahseden maddedeki, şiddetli cezalandırmayı icab edecek, cezalar müzakere olunduktansonra işbu ceza kanununa ilave olunsun.
Bu talimnameyi ve ceza kanunnamesini kararlaştırdıktan sonra, artık hiç hatır ile gönüle bakılmayarak, her kim ve hangi rütbede olursa olsun. Kararlaştırılan ceza, yerine getirileceği rüşveti alan ve veren cezaya uğratılacağını bu hususta taraf-i şahanelerimizden gizîive açık tahkikat ve araştırma yapmaktan uzak olunamayacağı bütün açıklığı ile bilinerek, Cenab-ı Hakk' cümleyi kurtuluş yolu olan, selametten ayırmaya, amin." Bu tarihi ifadeye göre nazırlıklar maiyetine müsteşarlar tayin olunmuş, hattâ başvekâlet maiyetine de bir memur verilmiştir. Çok dikkat çekicidir ki; Tanzimat-ı Hayriye'nin esası busırada konulanlarla başlamıştır. Yâni, ferman okunmadan bir geçiş dönemi ve hazırlık safhası tatbikine başlandığı, anlaşılıyor. Meclis-i ahkâmı adliye toplantıları, başladığı tarihten itibaren bir takım faydalı teşekküllerin ihyasına el atmış vergi toplama meselesini sağlam bir kaideye yerleştirme lüzumunu düşünmüştür. Meclisin düşünüsü bu vergiyi hak olarak almak, ahaliye dağıtıp taksim etmek olmuştur.. Bunda muvaffak olabilmek için ilk önce haber verilmiş hizmeti tahsilatını, angarya erzakla meyve için alınan rüsumunu kaldırıyor. Vaka-i hayriyenin hemenpeşin-den zaptı muhallefat yâni mirasların zaptı usûlününde ilgası hakkında, çıkarılmış olan iradeyi kuvvetlendirme konusunda" fakir ve gani (zengin) hiç bir kimsenin devlet tarafından miras kalmasına taarruz olunmamasına "ve emlâk ve arazi ticareti kârlarına nisbetle, hali hazırda olmak şartıyla hisse sahiplerinin paylarını, şer'i şerife göre tayin ve tevzi etmek ve Mart ayı başlangıcını sene başı kabul ederek, sicil mahkemesince kayıt yapılıp, her şahsa bir senede iki taksitte vereceği verginin miktarını açıklayan bir mühürlü senet" verilmesini tatbike koyuyor.
Hattâ o sene numune olmak üzere Bursa eyaletiylen, Gelibolu sancağından emlâkleri yazmaya başlıyor. O ana kadarda sadrazamın huzurunda yapılan duruşmada meşihat, yâni şeyhülislâmlık kapısına naklolunarak deavj-i nizamiyenin, deavi nazırının önünde haftada iki gün şeyhülislâmın yanında olduğu halde bakılması, hacet sahihlerinin rikâb-ı şahaneye arzuhal vermeyerek merciine vermeleri de ilân edildi. Karantina usûlünün konması, bu sıralarda epeyice patırdı veitirazlara sebeb olmuştur. Babıâli'de toplanan dârüşşurâ'ya vazifeli kılınan zamanın âlimleri karantina tatbikine fetva verdikleri halde halkı, bu adetler frenklerden gelmiştir, gâvurlu kişidir, şeklinde cehalet kaidelerince hareket ederek karışıklığa kıyam olunmuştur. Sultan Mahmud çıkarmış olduğu bir iradeyle, sağlık konusunda edille-i şer'iye ve akliyeye uygunluğunu, cevazın müsbet olduğunu, Takvim-i Vekayii'de 164. sayısında tafsilat dolu bir bend neşir lüzumunu hissedip, icra etti. Viyanadan ecnebi memurlar getirterek ilk önce mercii şer'iyesine eski kadılardan Es'ad efendi, işlerin tıbla ilgili tarafınada Abdülhak molla'y*. askeri yönünede asakir-i mansure feriki Namık paşayı tâyin ederek, ecnebilerle tıbbiye maddelerinin ve diğer hususların müzakeresini yapmaya vazifeli kılmıştır. Şimdi de hemencik, yukarda adı geçenler hakkında kısa bir malumatı çalışmamıza ilâve edelim:
(1) Muhammed Es'ad efendi, Sahaflar şeyhizâdeler diye tanınmıştır. Sultan 2. Mahmud döneminde Halet efendiye mensubiyet peyda ederek 1241/1825'de vakanüvis oldu. Daha sonra molla olup, 1244/1828'de ordu kadısı oldu, ancak o sene azil olundu. 1247/1832'de Takvim-i Vekayi başmuharrirliğine nasb olundu. Çok geçmeden de Takvimhane nazırı oldu. Bu münasebetle Osmanlı yazarlarınında ağaba bası ve önderi oldu. 1248/1833'de İstanbul payesine irtika etdi yâni yükseldi. Çok bir zaman geçmeden de İstanbul Kadılığı görevini aldı. Arkasından Anadolu payesini ihraz etti. Bu paye ile İran elçiliği vazifesi verildi. Bütün bunlar olurken Takvimhane nazırlığı da uhdesindeydi. 1254/1838'de, Rumeli kazaskerliği payesine nail oldu. 1255/1839'da meclisi vâla azalığına, 1260/1844'de bilfiil Rumeli kazaskerliğine, 1262/1845'de kurulan maarifi umumiye nezaretine tâyin olundu. İlk maarif nâzın unvanını kullanan zatın Es'ad efendi olduğunu beyan etmiş olalım. 1264/1847 başlarında bu nezaretin lağvıyla az!onupmeclis-i maarif reisi oldu. <Bu sıra da nezaret unvanı, mektepler müdiriyetine çevrilmiştir> Vefatı, 1264/rebiülahir-1848 senesinin mart ayında vukubulmuştur. Muhammed Es'ad efendi âlim, şâir güzel yazı yazan, divan şiirleri olan, üssüzafer adlı meşhur bir eseri ve birçok risalesi, vardır. İstanbul'da Yerebatan semtinde yaptırmış olduğu kütüphanesinde medfundur.
(2) Abdülhak Molla; Hekimbaşı Hayrullah efendinin torunudur. 1216/1801'de talebe olmuş 1244/1828'de Eskişehir Fenari, 1246/1830'da Mekke-i Mükerrerne kadılığına, 1249/1834'de İstanbul Kadılığına 1252/1836 Anadolu, 1257/1841'de Rumeli kadılığına tayinedilmiştir. 1264/1848!de, meclisi maarif reisliğine geçmiştir. Tıb ilmine vukufiyeti vardı, Sultan 2. Mahmud ve Abdülmecid hanların dönemlerinde üç defa baştabibliğe tayin edilmiştir. Çokuzun müddet tıbbiye nazırlığında bulunmuştur. 1269/1853'de alimlerin reisi olmuştur. 1270/1854'de ise vefat etmiştir. "Hayrullah Tarihi" yazarının babasıdır. Bu arada da ulemadan Hekimbaşı Behçet efendiyede bir risale yazdırıp, matba-i âmirede bastırtıp, ahaliye olsun, askerlere olsun dağıtmaya çalışmışlardır. Padişah, her yeni kuruluşları İlk önce ulemaya tasdike önem verir, bunda muvaffak oldukta da birmeşruiyet temin etme zannını hâkim kılma yolunu tutması uygun bîr tavırdı. Taassuba karşı en uygun yol buydu. Ziraat, sanayi ve ticaretin hamle yapması gerekliliğini müzakere etmek üzere hariciye nâzın Mustafa Reşid Paşa'ya bir heyet kurdurup, başkanlığını paşanın üstüne almasını istediği gibi, Galatasaray'da Tıb mektebinin açılması ve avrupadan hocalara başvurulup getirtilmesi ve bilhassa, rüşdiye mekteplerinin hayata geçirilmesi gibi olaylar, bu senenin göz kamaştırıcı pırıltı-larındandır. Rüşdiye mektepleri, Mustafa Reşid paşanın riyaseti altında teşekkül etmiş bulunan daha sonra da, ümur-u Nafia meclisi adını almış olan ziraat, ticaret ve sınai encümeni tarafından birlikte alınmış kararlarındandır. Bu karar tafsilatıyla layiha şekline getirilerek, dar-üşşurâ-i babıâli'ye verilerek tetkik ve ülkenin maarif açısından ehemmiyetli çabalara ihtiyacı bu şura'da kendini göstermişti.
Bu arada hemen yukarıda adı geçen ulemadan Mustafa Behçet efendinin de biyorafisinden bahsetmeden geçmeyelim: Mustafa Behçet efendi: 3. Selim ve Sultan 2. Mahmud devrinin âlimlerinin büyüklerindendir. 3. Selimdevrinde bir, Sultan Mahmud döneminde ise iki defa hekimbaşıhğa getirilmiştir. Mısır, İstanbul ve diğer bölgelerde bulunarak rurneli kadıaskerliğine kadar yükselmiştir. Yeniçerilerin kaldırılması ve tıb mektebinin kuruluşunda, hizmetleri büyük olmuştur. 1249/1833'de vefatı vukubulmuştur. Behçet efendinin, meşhur Buffon'un tarih-i tıbbiyesinin bir kısmını, bir hikmeti tıba-iy'ye, bir fizyoloji, arabçadan da, Napolyon adlı tarihi, tercüme eylemiştir. Maarifimize büyük emek verip hizmetleri şöhretini duyurmuştur. Meclis-i ahkâmı adliye'de de gözden geçirilip, tasdik edilmekle Mehmed Es'ad efendi adlı bir zat, adı .geçen mekteplere nazır tayin kılınmıştır.
Sultan Mahmud; gösterdiği bu himmetle ıslahat yolunda büyücek bir adım atmış oluyordu. Görülen vaziyette padişah, Engelhardın dediği gibi: <Bir nevi meşrutiyet idaresinin başlangıç dönemini gerçekleştirmekten, fazla mutedilane bir mutlakıyet hükümeti yapmak emelinde idi. >
Tanzimat devri üzerine: Sultan 2. Mahmud'un bırakdığı hükümetin maruz kaldığı durum ve vaziyet-Hüsrev paşa sa-dareti-hükümetin sahnesinde iki parti-Mutlakiyetin itibarının iadesi teşebbüsü-Kullanım politikası ve eseri-Hüsrev paşa işe nasıl başlıyor? -Reşid paşanında mahvına kasd ediyor: bir diriltme teşebbüsü-Mustafa Reşid paşa hali faaliyette-El-de bulunan tarihlerin şahadetleri-Tanzimatın okunması ve metni-Meclis-i ahkâmı adliyenin teşkilatıyla müzakere usûlünün birinci defa olarak kurulması, müzakere usûlünün on maddesi, meclisi mezkûrun azasıylan ona memur olanların isimleri, ilk resmi nutku hükümdari-İlk mazbata teskeresİ-Padişah her sene babıâli'ye geleceğini vaadini yapması-Ent-rika başlıyor-İrticaa doğru-Sadrazam Hüsrev paşanın mah-kumiyeti-Engelhard'ın kendine has görüşleri-eksik başlangıçtı bir meclis-i mebusan taslağı: İmar meclisi teşkilatı
Sultan 2. Mahmud, vefat ettiğinde, Osmanlı devleti tahtına çıktığından çok farklı ve bambaşka bir devlet tarzı devretmişti. Mısır meselesi son derece ters bir yola girmiş, Osmanlı devietordusu Nizip'de. Mısır valisi Mehmed Ali paşa'nın oğiu İbrahimpaşa ve kuvvetlerine yenilmiş, bir başka deyimle devlet ordusu vilayetlerinden birinin silahlı gücü karşısında mağlup düşmüşidi. Genç padişah Abdülmecid'in tecrübesizliğinden istifadeyle sadaret mührünü, adeta zorla ele geçiren Hüsrev paşa ve bunun korkusunu içinden atamayan derya kaptanı Ahmed paşa emrindeki gemilerle, Mısır valisi Mehmed Ali paşaya sığınmış ve hâin firari Ahmed paşa diye anılırken, Ruslar ise devleti âliye arası bir hünkâr iskelesi adı ile düzelir görünmüşse de bu bir himaye durumuydu. Ordusu mağlup, donanmasının büyük bir kısmı komutanca, iç düşmana teslim edilmiş, Osmanlı devletinin bu hali, Fransız, İngiliz, Avusturya, Prusya devletlerinin siyasi bakışı karşısında adeta Rusların pençesine takılmış bir güvercini andırmaktaydı. Şark meselesi denen siyaset tarzı, doğrudan doğruya geldiği vaziyet itibarıyla münakaşa edilmesini gerektirmiş ve öyle bir mesele o sırada mevzuatıda adeta bir kurtuluş hükmünü elde eden olmuştu. Bu şekil son derece küçültücü, hakarete bulaşmış idi. Milletin düşüncesine gelince hak dediği cehl ve taassuba vurulan darbelerden, son derecede fütur ve zaaf içinde bulunuyor ve Osmanlının, tamam-ı hayatiyesi boyunca bu ana kadar karşılaşmadığı felaketlerin en büyüğüne uğramıştı. Bunada boyun eğmişti. Artık müthiş bir aki-bete uğramayı bekliyordu ve öte taraftan ıslahat adına başlamış olan, bütün idari kuruluşlar, idari teşkilata, adliye düzenine ait müthiş eksiklikle beraber henüz ölçüsüz kalmaktan uzaktı. Padişah onyedi-onsekiz yaşında bir çocuk, veziriazam kindar ve haris adamdı. Hattâ Tarih-i Lütfi'de, okunduğuna göre ahkâmı adliye nezaretinde bulunmakta olan Hüsrev paşa, Köprülüler kütüphanesinde, mahzun ve mağmum beklemekte olan başvekil Rauf paşa'dan mührühümayunu aldırıp, kendisine sadareti ve ikinci damad Said paşadan ki bu Said Paşa; Sultan 2. Mahmud ve Abdülmecid hân dönemlerindeki vezirlerdendir. 1253/1837Jde birbuçuk seneye yakın, 1263/1846'da onyedİ ay seraskerlik yapmıştır. Seraskerliği alarak diğer damad Halil paşa'ya verdirmiştir. Hattı hümayunda: "Seni karihai sabhai şahanemden umuru dahiliye, hariciye ve mesalihi maliye ve askeriyye'ye, velhasıl kâffe-i hususata nezareti şâmile ile sadaret-i uzma ve mutlaka-i kebir-i makam-ı celiline bilâ istiklâl intihab ve tayin eyledim." Bölümünü yazdırtarak, başvekâlet mevkiini sadarete tahvil ettirerek, o kargaşalıkta istiklâl-i zâtiyeye el uzatmıştı. Fakat müstakil olan ne kendisi, ne devlet ne de, padişah idi. Yalnız arada şayanı dikkat bir hadise var idiyse, oda, hükümet sahnesinde iki partinin bulunmasıydı. Bu fırkalardan birini Hüsrev paşaya mensubiyeti olup, hakan-ı merhum zamanında kuvvetli ayrılmasına dair vukubulan ufak- tefek sadmelere, yan gözle bakan mutlakiyet tarafdarlarından, diğer tarafı ise derin bir surette, aleyhimize dönmüş olan avru-pa düşüncesini, lehimize çevirmeye ve esaslı ıslahatımıza eğilim gösteren ekalliyet idi.
Bu ekalliyet yâni, az sayıdaki insan o kadar ki, Reşid paşanın nefsinde toplanmış bulunuyordu ve Reşid paşanın; kendi eline idamını isteyen dilekçeyi, vererek, mabeyne göndermekten çekinmeyen Hüsrev paşa, bu inceliğe vakıftı. Çünkü mutlakiyet, kendisine gelecek darbe ne kadar az, ne kadar aciz, ne kadar ihmal olunursa olsun, onunla sarsılacağını saldıran, hissetmeden evvel sezinler. Şurâ'yı ahkâm-ı adliye, şurâ'yı babıâli diye ikiye ayrılmış gibi görünen şu son idare usûlü bile, ilk dakikada mâliye işlerine, bir hükümdardan bir meclis-i maarif kurulmasını, ilk adımda medrese tedrisatı usûlünden ayırmadan, rüştiye mektepleri kurulması suretiyle ozarnanlar ulema denilen işi yürütenler, taassub pençesinden kurtulmaya gayret göstermesi, askeriyeye ait işlerinde ayrıca birşurâ eliyle idare ettirilerek, başkentte batı düşüncesinin dalga dalga girmesi sadaret hattı hümayununda örtülü olması: "ümur-u dahiliye ve hariciye, mâliye ve askeriye velhasıl kâffe-i hususata nezaret-i şâmile" kaydının konmasıyla, mutlakıyetin geri gelmesi fikrine teşebbüs ettirmişti. İhtimalki, ekalliyet yâni sayıca az olanlar, attıkları adımlardan mutlakiyet kadar haberdar olamamıştı. Sultan Abdülmecid, ilk günlerinde iltizamlara zam yapılmasın şeklinde men etme kararı almıştı. Mutlakıyetin karışıklıkla zedelendiğinde ahalinin ağzına da bir parmak bal çalarak kendini beğendirme politikası çirkinliğinden, daha sonra tatbike konulan tevcihlerinde ise, doğrudan doğruya ayırımcı fikre taarruz edilmiş idi.
Tevcihatı yâni taltifleri ilân eden resmi lisan bu hususta sağlam bir senettir. "Biz; geçmiş dönemde bu türlü entrikaların ne çok çeşitlilerini görmüş ve daha sonra esbabı mucibe-sini ve olacak vak'aların neticesini keşfetmeğe alışmıştık ve eskiden beri siyasetimizde ve tarihte kullandığımız lisanda buna istimal (kullanma) politikası denirdi. Kişiler hakkında bile uygulanırdı. Mutlakiyet idaresi kadar, anane ve mazisine sâdık hiç bir usûlü idare yoktur. Bahse konu tevcihat şöyle idi: Önce suhulet mütalasıyla herbiri müstakil olan memurlar eliyle idare olunmakta olunan mansıbların birleştirilmesi kararlaştırıldı. Bu idare dahi müşkülata ve özel müsteşarlar ve müteaddid memur tâyine, ihtiyaç görünerek icraatı vakıada, pek fayda görülmemiş olduğundan bundan sonra ayrı olması hakkında sâdır olan, yâni çıkarılan hatt-ı hümayun icabinca, Hasib Paşa'nın yerine darbhane müşirliği, Valide Kethüdası Ali Necip Paşaya ve oraya katılan, Mekke ve Medine evkaf
nezaretlerinin, darbhane müsteşarı Şevki efendiye ve Nafiz Paşanın azliyle, mâliye nezareti ayrı olarak hazine-i amire defterdarlığının, eski defterdarlardan Hacı Edhem efendiye, mukataat defterdarlığı, Bahriye müsteşarı Musa Safveti efendiye ve Bahriye müsteşarlığı da, Tophane müdürü Mazlum beyefendiye, boşalan Tophane müdürlüğünü nezarete çevirerek Bağdad eski defterdarı Arif Zeki Efendiye tevcihi, maliye vede darbhane nazırları Nazif ve Hasib Paşaların, vazifeden alınmaları vukubulmuştu. Bu zammın yapılmasını men etmekten umulan, eski dönemin usulünce, bir nevi adalet icrası yapmaktır. Tanzimatı hayriye tarihine kadar, bütün memleket idaresi iltizam kaidesine bağlıydı. Her yerin bedeli hazinede kayıt altındaydı. Birisi, bir yere vali veya mütesellim, voyvoda olacağı zaman sarraflar tarafından taahhüd olunacak taksiti belli olarak o mahallin gelirinin müteahhidi olan sarraf tarafından hazineye nakden veya havalesi yapılırdı. İltizamlarda mukataat dahil ise, mukattaat yalnız aşar hasılatına mahsustu. (Tarih-i Lütfi)
Konular
- 4. Mustafa'nın Sadrıazamları
- 4. Mustafa'nın Şeyhülislâmları
- 3. Selim Ve 4. Mustafa Dönemi Deniz Harekâtları
- SULTAN II. MAHMUD HAN
- 2. Büyük Fitne
- Ahmed Cevdet Paşa Ne Diyor?
- Bazı Hususların İzahı
- Osmanlı Devletinin Vazıyetini Düzeltme Teşebbüsleri
- Alemdar Mustafa Paşanın Yok Edilmesinde Saray Entrikası
- Vaka-İ Hayriyye (Yeniçeriliğin Kaldırılışı)
- Vaka-İ Hayriyye'den Sonra
- Tanzimata Dogru
- Takvim-İ Vekayii Mukaddemesi
- Tanzimat-I Hayriye'ye Açılım Mı?
- İrade-İ Senıye Sureti
- Batı Tarzında İşler
- Büyük Mustafa Reşıd Paşa-Kavalalı M. Ali Paşa-Damad Halil Paşa'nın Biyografileri
- Sultan 2. Mahmüd'ün Halk Gözünden Düşüş Sebebi
- Yeniçeri Vak'ası
- Vaka-İ Hayriye
- Sultan 2. Mahmid'ün Şahsiyeti
- 2. Mahmgd'ün Hanımları Ve Çocukları
- Sultan 2. Mahmud'un Sadrıazam Ve Şeyhülislâmları
- Muasırları Kimlerdi?
- Okuma Parçası: Alemdar Mustafa Paşa (Kahraman-I Hürriyet)
- Mukaddime
- Giriş
- İrtica Ve Sebebleri
- Alemdar Vakası Ve İrticaın Sonu!
- Alemdar Mustafa Paşa'nın Biyografisi