logo logo

Yeni nesil güncel konularla ilgili sorular ve cevaplar!

Fetvalar.Com

Yeni Nesil Fetvalar

Sistemimize üye olarak sitemizi daha aktif olarak kullanabilirsiniz.

Üyelik için tıkla

Fetvalar.Com

Güncel sorular ve cevapları

Bazı Hususların İzahı


Bonapart-Mısır'daki beyannamenin, siyasi ehemmiyeti-Osmanlı ülkesinde hukuk-u beşer kaidesinin kısmen neşri-Misır'dan sonra Napolyon-Kodisivil-Batı ülkelerinde yeni tarz hükümet -Doğudaki Osmanlı topraklarının üzerindeki karı­şıklıklar- Fransa, Rusya, İngiltere, Osmanlı devleti-3. Selim hükümetini alıp götüren sel-Nizam-ı Cedid ve İslahat, fikri ne tip beyinler tarafından tatbik ve icra edilmek üzere bahse ko­nu olduğunu gösterir birkaç sahife-mehtab aiemleri-devlet sırlarının ifşası-Enderuni'lerin halleri-Sultan Selim'in iptilası-İstanbul halkı-İbrahim Kethüda'nın atları-rnutfak masrafı- devlet idarecilerinin ahali hakkında iki kaidesi-taşra, vekiller, sadrazamların hâli, padişahın zihninin meşgul edilmemesi tenbihi-
3. Selim cihangir, devletin hâli neye benzerdi, ruh hâli. Merkezin (dinleri toptan kaldırma ve tahrib, memleket ve beldelerin ahalisinin mallarını, gazabla bozup dağıtma işini düzenleyen ferdlerin insaniyet usulünden ibaret olan lafzı murad-i serbestiyet sevenleriyle her şeyi mubah sayan, aha­liyi yanıltma ve ihlâl ve nev'i insanı hoş menzilesine ulaştır­ma) yapacak diye tefsir eyledikleri hukuk-u beşer kaide ve maddelerini Bonapart; 1213/1798'de Mısır ahalisine bir be­yanname ile kısmende olsa bildirmişti. 3. Selim'in kabinesi içişlerindeki karışıklıkla ve çeşitli yerlerde, alıp giden şeka­vetler tesiriyle tereddüt, rengten renge giren halde olduğun­dan, bu beyanname mealince ilân kağıdında açık bir çatma ve tarizde bulunmuşsa da, bunun tesiri ancak, zamanın boş veya dalkavuk kafalılarca hissedilmiştir. Hâlbuki Bonapart'ın ki, Mısır'da özel bir fikir uyandıracak tesirlerin başlangıcını getirmiştir. Bonapart'ın beyannamesi siyasi bazı düşünce de­ğişikliklerini taşımakla beraberinsan haklan hukuku kaidele­rine, şiddetle temas etmiş oluyordu. Bu bakımdam, Osmanlı eyaletlerinden birinde böyle bir beyanname yayımlanması ilk defa olarak, o da bir ecnebi eliyle husule gelmiş oluyor. Ayrı­ca Besmele-i şerife ile işe girişme yolunu seçiyorlar. Bahse konu beyanname aynen şöyledir: "Bismillahirrahmanirra-hiym lâilahe illallah lâ velâlehü lâşerike fi mülke. Hürriyet ve müsavat esasına mebni olan cumhur-u France tarafından se­raskeri kebir, emirülceyş elfranseviye Bonaparte, cem'i aha-li-i misır'a beyan ederki, pek çok vakitlerden beri sancak beyleri mısır'da saltanat sürerler, France milletine zülüm ve hakaretler yapıp tüccarların Fransız olanlarına türlü gaddar­lıklar ve zorluklar çıkarırlardı. Şimdi onların son vakitleri gelmistir. Vah yazık ki bunca vakitlerden beri Abaza ve Gürcis­tan topraklarından getirtilmiş olan iş bu kölemenler ahalisi, bütün dünyada emsali görülmez şekilde Mısır'ı ifsad ede gel­mişlerdir.

Her şeye gücü yeten âlemlerin rabbi onların mallarının en­kazını ve devletlerini bir başka zamana ertelemiştir. Ey Mısır­lılar; benim bu taraflara sizin dininizi yoketme kasdıyla geldi­ğime dair sözler duyuyorum. Bu çok açık bir yalandır. Bu sö­zü asla tasdik etmeyiniz. İftiracılara deyinİzkİ benim bu taraf­lara gelişim ancak sizin haklarınızı zalimlerin elinden alabil­mek içindir. Kölemenlerin çocuklarından çok Allahû Teâlaya ibadet ve peygamberi hazreti Muhammed ile Kur'an-ı Ke-rim'e hürmet etmekte kusur etmem ve yine de onlara deyi-nizki: "Cenab-ı Allah'ın indinde herkes müsavi olup, araların­da fark aklın temyizi, fazilet ve ilim iken, Kölemen taifesinin akıl ve bilgi ile faziletle alakalı ne gibi sermayeleri vardırki, onları diğerlerinden ayırıp en âla ve güzel şeyleri onlara mahsus kıla. Nerede münbit bir arazi varsa onların, güzel at­lan vede pek güzel konaklar ile etrafı güzel yerler onlara ait. Mısır; eğer onların mâlikânesiyse, Cenab-ı Hakk'ın böyie yazdığı yeri bize göstersinler. Lâkin; Cenab-ı Rabbülalemin, kullarına adil ve raufdur. Bu günden sonra Mısır'da yüksek makam ve rütbelere çıkmaya Mısır ahalisinden hiç kimse is­tisna kılınrnayacaktır. Artık, akıl ile ulema arasında işlerde tedbir yer alacaktır. Böylece ümmetin vaziyetini iyileştirmek mümkün olur.."
Görüldüğü gibi. Napoiyon Bonapart Mısır'da demokrasiyi okşamak yolunu seçerek eşitlik ilânı yapmada başarılı ol­muştur. Bu yolla da kalbleri celp eyleme emelini taşımıştır. Bu emelin Mısırlılara duyurulması, aynı günden itibaren bu bölge Osmanlıyı vehimlere sürüklemeye başlamıştır. Napoi­yon Bonapart, Mısır'dan uçarak. Fransız devletinin başına bir şahin gibi konmuş ve pençesi altında tuttuğu avına tırnakla­rını geçirmişti. Fransa tarihçilerinin de aralarında ittifak ettik­leri gibi, Napoiyon, Fransa'yı hükümetsiz kalmaktan koru­mak, inkilablara son vermek bahanesiyle eline geçen her va­sıtadan istifade ederek hürriyeti sınırlamıştı. Fakat meclisi mebusanın toplanmasına buranın büyük mevkiine hürmet göstererek Kodisivil, yâni fransa kanun-i medenisini tamam­lamayı çabuklaştırmıştır. Hakikaten artık avrupanın batısında yeni bir tarz hükümetin kuruluş şekli sergileniyordu. Fransa vilayetinde meydana gelen karışıklık, ihtilâller tamamen bit­miş ve merkeziyetçilik 1789 prensiplerinden yürüyerek Bo­napart; yeni bir hükümetin sahibi edecek duruma kavuşmuş, yâni Fransa'da kanuna bağlı, müstebitçe bir hükümdarın or­taya çıktığı haber alınmıştı. Kodisivil, roma hukuku ile hukuk teammülerine veya tariflerine, bir de inkilabın koymuş oldu­ğu prensiplere riayetten meydana gelmiştir. Napoiyon Bona­part; bu medeni kanun ile hem kendisini inkılabın direği ola­rak gösteriyor, hem de hemde hükümeti kuvvetlendirmiş oluyordu. Bu kanunun çıkarılmasıyla kanunlarda beraberlik temin olunmuş, hukuk ve intizam içinde, idareyi temin husu­su yan yana gelmiş, ayrıca kendisinin mutlakiyet hareketin­den hiç bir şey eksilmemişti. İhtilâl ve inkılabların meydana getirdiği iz üzerinden yürümek imkânı doğmuş oluyordu.

Bunlara karşılık, Mısır, Arabistan, Cebeli lübnan, rumeli ve hattâ anadolu alıp vermekteydi. Rumeli'de eşkiya üzerine eşkiyayı saldırtarak netids alınıyordu. Meselâ: Tîrsinklioğlu, Molla İbrahim adındaki haydudu yakalayıp idam ediyor, Veh-habiler Arabistan'ı alt-üst ettikleri sırada İngilizlerde Mısıra tecavüzkâr ayaklarını uzatıyor, Ruslar ise Cezayir-i sebâ da bulunuyor ve yerleşmeye çalışıyor, Anadoluda haydutluklar birbirini kovalıyor, paşalar birbirleriyle tutuşup, ortadan kal­dırılıyordu.
Avrupa'ya gelince; burada Fransa-İngiltere rekabeti alıp yürümüştü. Napolyon Bonapart'ın şan ve şevk dolu devri başlamışidi. Napolyon Bonapart'ın imparatorluk mevkiine yükselmesi esasen siyasi vaziyeti tartışmalı olan bozukluk, bulduğu muvazene arayışında, vahim hallere sürüklenmeye yol almaktan kurtulamiyordu. Çünkü gizli güçlerin işi böyle yönlendirdiği tahmin olunuyordu. 1820 senesinde husule ge­len savaşların neticesinde Viyana'nın Fransızların eline düş­mesi, Österlich mütarekesiyle, Paris'te yapılan sulh antlaş­masında da, 3. Selim idaresindeki Osmanlı siyasası,'Fran­sa'ya yoldaşlık etmekle birlikte, Rusya ve İngilizler ile hoş geçinmeyi hedeflemekteydi. Napolyon'un yardımlarıyla ül­kesinin şartlarında değişiklik, Cezayir'i sebâ meselesini hâl ettirmek gibi uygun düşünceler bulunuyordu. Fakat; iç ve dış hadiseler, Rusya'nın aniden Osmanlı hududuna hücum et­mesini gerektiren vaka, Vehhabilerin, Medine'yi istila etmele­ri, İngilizlerin İskenderiye'yi zapt ederek karaya çıkmaları gi­bi durumlara ilaveten, Sultan 3. Selim'in saltanatını tehdit edecek derecede kuvvetli diğer bir gaileyi göya gözlerden u-zak tutarmışçasma bir durumdaydı. Padişah Selim'in, besle­miş olduğu ve beslemekte de musir bulunduğu ıslah fikriyatı yüksek makamda hazırlanmaktaydı. Ne varki; Hakan, bu iş­lerden hangisini gerçekleştirmeye karar verip mevkii tatbike koyduysa, herbirinden vazgeçiyordu. Ancak kendisini yine de kurtaramiyordu. Biriken günahlar, kötülükler sel olmuş, zât-i şahaneyi ve onunla beraber düşünceden bir türlü tatbi­ke konmak ihtimali olmayan İslah fikriyatı her nerede olursa olsun eksik tetkik ve mütalaa olunduğundan dolayı beraber sürüyüp, götürüyordu. Kabakçı ile avanesi bu sel değildi. Bu sel halkı cahil bırakmak, ahalinin cehaleti üzerinde hüküm sürme kötülüğünü sürdürmekti. Hattâ devlet nizamına dair tezkereler meselesi hakkında tarih diyorki: "Nizam-ı cedidin gerçekleşmesine teşebbüs olunacağı sırada devlet adamları ve tanınmış kimselerin, layiha hatıralarını yazılı belirtmeleri emrolunduğundan, her biri yazdıkları lâyihaları takdim et­mişti. Halbuki bir senede düzenlenmesi ortaya çıkacak olan askeri muallimlere dair bilgiyse sahih olarak meydanda yok­tu.
1222/1807 yılına doğru, saltanat civan ile İstanbul duru­munun ne çeşit olmuş olduğunu ortaya koyup, Cevdet Tari­hinin 8. cildinin 143. sahifesinden başlayan satırlar, ileri doğ­ru Fransa ihtilâl vakasından ondokuz, yirmi sene sonra bizde neler ortaya koymuş olduğunu anlatır. Bu yüzdende meşruti­yet fikri aranıp dururken, gözümüze ilk çarpan bu tarih lev­hasını okumadan, temaşa etmeden ileri doğru adım atmayı başaramayacağız. "Daha sonraları ise, enderun-u hümayun­da sırkâtibi Ahmed efendi gibi, dirayetli, insan kalbini fethe­decek kimseler yetişti. Ancak onlarda zamanın vükelâsı ile birlikte çağırıp bir araya getirdiler. Bunun sonunda İstan­bul'da görülmedik tarz ve surette büyük ve süslü evler, sahil-haneler inşasıyla, çok fazla sefahata ve ihtişama düştüler. Babıâli çalışanları gibi vaktin sonunda evlerine gelip sabah­leyin enderunu hümayuna gider ve babıâli'ye mahsus olan işleri, kendi aralarında yapar oldular." "Geceleri, mukattaat mültezimleri ve memleketeynin Kapikethüdalan gibi, rüşvetçi İnsanlar veyahud geçmişden bir takım küse lisanı ile, hem bizim sohbethanelerinde hem de evlerinde gerekse de kayık­larla mehtaba çıkıp, deniz üzerinde, bazen de hanende ve de sazendeler ile birlikte seyirlere çıkıp, iyş-ü işrete dalarak, bu âlemin verdiği sermestlikle saltanatın sırlarını başkalarına duyururlardı.
Sultan 3. Selim ise yakınlarına pek büyük itimat ve güven beslediğinden onlardan herhangi birşey saklamaz idi. Devle­tin ruhu sayılan sırları gizli tutulamayınca her taraftan işidilir
olurdu.1' "Hattâ bir keresinde Topkapı sarayında, gayet gizli bir meclis-i has yapılmıştı ki, kaimmakam paşa bile dahil olamamıştı. Arası çok geçmeden meclisteki müzakere sureti ve kararı aynen Paris'de basılan bir Fransız gazetesinde ya­yımlanınca, devlet erkânı çok büyük hayretlere gark olmuş­tu. İşbu enderunun büyüklerine bakarak diğer saray hizmet­leri mensupları laubalice dışarı çıkıp gezerler ve dışarı İle gö­rüşürlerdi. Halk ise, adetlerin esiri olduğundan böyle güzel olmayan davranışlar, genel bakışların karşısında pek çirkin görünürdü. Hattâ genç olanlardan bazıları, kahvehane ve oyun yerlerinde toplanan insanlarla görüldükçe, ahali bu gibi kayıtsızlık nedir? Bu kadar hamiyetsizlik ne demektir? Diye söylenmekteydi." "Sultan Selim hân; zaten gezmek ve eğlen­ceye eğilimli, insanlarla ülfet etmeye meraklı olduğu için, yakınlarıda onu meşguletmek için daima ortalığı seyre ve zevk-i safaya sevk ederlerdi. Ahali ise, bu çeşit eğlencelere meyyal olduğundan, İstanbul'da seyr-i safa taraftarları çoğal­dı. Boğaz içi seyirci kayıklarıyla dolmuştu. Geceleri mehtab eğlenceleri Sultan 3. Ahmed devrinde yapılmış, Çırağan soh­betlerine üstün geldi. Şiire ve musikiye pek vurgun olan ve rağbet gösteren padişahın yanı zarifler ve şairlerle doldu. Müzik ilmine ise istekliler pek de çoğaldı." Elhasıl, Rus elçisi gailesi bertaraf olunduktan sonra zamanın şekli 2. Seiim devrinin bir misali gibiydi. İstanbul ve Kâğıthane ve boğaziçi, Çamlıca mesireleri seyirciler ile dopdolu hale gelmişti. Ehi-i zevk, üzüntüleri ve kederleri bir kenara atarak korkusuzca gündüzün bu gibi cayi ferah fezalarda gezer ve yaz geceleri kayıklara binip, hanende ve sazendelerde mehtabı görmeğe giderdi. Kış gecelerinde helva sohbetlerinde tatlı tatlı muhab­bet eder oldular.." "Atabekân-ı saltanat bu halde dahi nizamı ve ıslahatı düzenleyip tamamlamaktan geri kalmadılar. Zor­luklardan ürkmeyip, korkuya düşmediler. Lâkin nizamı cedidisini kendine çekip mal biriktirmeyi vesile edip, bir taraftan kendilerinin liva ekleri ve yakınlarını çoğaltıp, servet ve zen­ginlik kazandılar. Ancak, büyük israflara ve gösterişe düşdü-[er. Hattâ İbrahim Kethüdada bir gün birisine bir at verip: •'Tavlada altmış atım kaldı. Bundan sonra babam mezardan çıksa ve bir at istese vermem dediği ve ayda mutfağına elli-bin kuruş yetmediği ve sırkâtibi ile valide kethüdasının ser­veti ise, her türlü tahminin dışındaydı. Tarihi Asımda da, ya­zılıdır ki; "o vaktin 50bin kuruşu, bu dönemin hesabıyla 340 bin kuruş sağ akça demektir. Bu kadar mutfak masrafı ya­pabilmek doğrusu büyük sefahattir. Ne çare ki nizamı cedid taraftan olanların çoğu, saltanat sahibinin aleyhine döndü. Paraların bozuk ayarı ve yeni vergilerin konmasından dolaı, erzak ve eşya fiatları çok yükseldi. Bir taraftan gösteriş ve sefahatin artışı, herkesin masrafının artmasına sebebiyet verdi. Çünkü; birbirleriyle yarışır oldular, bu yüzden de sıkın­tıya duçar oldular. Ahalinin içine düşmüş olduğu sıkıntı ve­killere anlatıldıysa da, bunlar dinlediklerini pek ehemmiyeti hâiz görmediler. Kimisi de: "Tamamı halkı işgalle bundan gü­zel vesile olmaz, iaşeleri gailesine düşenler, devlet işlerine karışmasınlar." Diyorlar, kimi de: "Bu belde zenginler belde-sidir. Buraya; fukara kısmı yakışmaz ve devlet malının arka­sında müflis güruhu sığışmaz." Şeklinde cevap verirlerdi. Taşralarda yeni vergiler ve gümrük rüsumları konmuş oldu­ğundan, ahali zaten ağırlık altında iken bunlara tabiiki şika­yetçi oldu. Ne varki; bu şikayetlerin bir faydası görülmüyor­du. Çünkü; Nizam-ı cedide bağlı şikayetler asla kaale alın­mazdı. Kaldıki, vükelâdan her biri, padişah yakınlarından bi­rine merbut olup, hepsi de birbirleriyle iltisaklı yâni bir şebe­ke gibiidiler. İçeriyi ve dışarıyı kuşatıp istilâ etmiş oldukların­dan onların kulağına uğramadıkça ve haberleri olmadıkça padişahın kendisine bir şey ulaştırmak asla kabil olamazdı.
Onların reyleri ve iştirakleri olmadıkça her hangi bir işin neti­ce vermesi asla beklenmemeliydi. Sadrazamlar bile bu iki gurup devleti sarmış bulunan kimselerden dilgir olup, azil edilecek korkusunu duyar, sadaretin bir kuru unvan olduğu inancıyla iktifa ederek, içinden de bu saltanatın sözde koru­yucularından aynen ahafi gibi kinlenerek nefret ederdi. Bu­nun yüzünden Sultan 3. Selim hânda bu aleme dair başka yerlerden haber alamadığından gerçek malumat için icab et-tikçede bu yakınlarından İstifade etmek isterdi. Onlarda, geçmiş zamana atıf yaparak icab ettikçe ahalinin üzerinde bazı tekliflerini ileri sürüp, yakın dönemde nizamı cedid mad­desi tamamlanıp da, devlete kuvvet gelerek, ahalide rahata erer şeklinde güzel sonlara gidileceğini beyan ederlerdi. Pa­dişahın mizacı; pek büyük nezaketi taşıdığından, az şey bile onu çok üzdüğünden, diğer taraftanda valide sultan hazretle­ri işleri yapmaya padişahın iktidarı yeterli olmasın diye zor hususlar ortaya çıktığında, bütün vekiller işe bir şekil verilip-de, padişah tarafına izah edilerek, onun zihninin işgal edil­memesi, gerek sadrazamlara, gerekse.diğerlerine tenbih ve tavsiye ederdi. İşler ise, günden güne sarpa sarmaktaydı. Halk hakkında, ilk önce düşmanlıkları artmakta, sonu endişe verecek olan tarafa dahi sonu kârlı bitsin derdik: Şah vakıf gerekdir ahvale Vükelâya kalırsa vah hale Beyitini tekrar et­mekteydik. Bu levha 3. Selim'in hükümeti nehalde bırakmış olduğunu pek güzel anlatır. Hakikaten 1. Abdülhamid gibi, harp içinde değildiyse de, ondan daha beter olan anarşi her tarafa yayılmıştı. Öte taraftan bu devirde nasıl ciddi bir fikir İslah edilebilirdik!, 3. Sultan Mustafa'nın Sultan 3. Selim'in rahm-i madere düştüğünü hesab ederek yaptığı zayiçe üzeri­ne hekimbaşının saatin milini çevirerek uygun vakte getirdiği dakikada doğmasından dolayı, cihangir olacağı kulağına fı­sıldanmış ve buna bağlı olarak, nizam-i cedid harekâtına dönem vermiş olduğu tarihlerimizde yazılıdır. İstanbulda, Anadoluda meydana getirdiği topçu, humbaracı, lağımcı, piyade ve süvari askeri için, Cevdet paşa merhum: "O dönemlerde devletin hali, sifah kullanmadığı halde, güzel silahlarla odası­nı süsleyen nâzik çelebilerin haline benzerdi." Diyorki, Os­manlı hükümetinin avrupada olan inkilapdan, kendince elde ettiği, fayda veya tesir eden hislerin sonucudur fakat İstan­bul'da bu tarihte de, frenk taklitçiliği piyasa bulduğu, yâni cennetmekân'ın avrupada ilmi ilerlemenin ve sanayiin, iler­lemekte olan medeniyesine tam bir eğilim sahibi olduğu hakkında gıyabında isnad olunan özel gayeden bambaşka rağbeti bulunduğu muhakkaktır. Hattâ Paşa merhum diyorki: "ve bir de nİzamat-ı cedide münasebetiylede avrupadan öğ­retmen ve mühendis getirtilmesi icab edip, böylece askerle­rin avrupa usûlü tâlimedair emir verildiği halde 3. Selİm'de zaten bu tarza alaka duymuş olduğundan, İstanbul'da mede­niyetin levazımından olan birçok avrupavâri hususlar, nice alafrangaya bağlı işlerde ortayaçıktı. Adetlerin ve usullerin değişmesi zaten insana güç gelip, saltanat koruyucuları ve iieri gelen memurlarda haddi aşarak büsbütün alafrangalığa kapıldılar. Ve de; lüzumlu, lüzumsuz herhususta avrupa usul­lerine uyan davranışlara daldılar. Bu aşırı davranışlardan ür-küpde böyle yapanları tekfire başladılar. Böylece de ifrat, tef­riti davet kaidesince büsbütünde tefrit yâni eksi aşırılık yolu­nu tuttular. "El hikmete zaletelmü'min ehazeha İnnema ve cedeha" mazmununu inkâr*edercesine ve bir takım güzel davranışlardan dahi sırf alafrangadır diyerek taassub yolu­nun taa ucuna kadar gittiler. İşte bu sırada İstanbul'da, küfre ve zındıklığa giden düşünce neşvünema buldu. Şöyleki:
"Sultan 3. Selim hazretleri cihangirane sevdası taşıdığın­dan yakınlanda ona uyarak birinin yerine geçme manzume­sinden ve kimi cifir hesabını Şeyhi Ekber'den kimisi de, ehli keşif ve kerâmetie mânaiar nakil ederek devletin toparlayıcı­sı olduğunu huzuru hümayunda söylerlerdi. Kabakçı vakası ve Alemdar Paşa eliyle, Sultan 2. Mahmud'a intikal eden devlet işleri, böyle bir ruh hali içinde idare edilmişti. Bu hu-susiarda en dikkat çekici vaziyetin avrupa düşüncesi ve eserleri bu döneme kadar büyük Çin Şeddi ile kuşatılmış bir heyet gibi durum gösteren payitahtın, bilhassa Fransız tesiri altına girmesinin arzu edilircesine açık bırakılmış olmasıdır. Gayet tabiidirki, bir zamanlar padişahın yanında pek makbul bir mevki sahibi oian Fransız sefiri Sebastiyani'ninde, Napol-yon Bonapart ve 3. Selİm'in haberleşmelerinin tesirleri de, unutulmamalıdır. Avrupayi sarsan komiteci fikirlerin kökten uyanışını temine yarayan inkilab olayının, Osmanlı sosyal hayatında mevcud olan korunma şeddini aşmağa çalışan büyük dalgalar sayıldığı, geçen zamandan daha büyük bir tarihi şahid bulunamaz. İnsanın yaradılış bakımından adalet arayıcı bir varlık olduğu nazara alındığında bağlanmış olduğu esaret zincirlerinin her bir halkasını gerek uykuda gerekse müteyakkız olduğu halde zamanın kemirmek istidadı taşıdı­ğını başka sosyal bir hayatın hürriyeti istirdat ve eşitlik mev-zuundada ortaya koydukları hadiseierdeki tarafı bu benzet­me isbat eder.   .