logo logo

Yeni nesil güncel konularla ilgili sorular ve cevaplar!

Fetvalar.Com

Yeni Nesil Fetvalar

Sistemimize üye olarak sitemizi daha aktif olarak kullanabilirsiniz.

Üyelik için tıkla

Fetvalar.Com

Güncel sorular ve cevapları

Alemdar Mustafa Paşanın Yok Edilmesinde Saray Entrikası

Zat-ı devlete emniyet caiz değildir. Şeklindeki eskiden beri devam eden hükümün teyid ettiği gibi saltanatın üzerinde de, yer yer görülen çözülmeler ortadaydı. Padişah, zalimler ve mütegallibe ile boşyere uğraşmaktaydı. Kanun ve adaletin kurulamadığı yerlerde, zulümler ve tagallübler, hükümdarca yapılır. Senelerden beri, Ruslarla devam eden harb, içte kö­tülüklerin menbaı, ayrıca sermaye genişliyordu.
Ruslar; 1224/1809 yıllarında Anadolu'dan Çerkeş, Abaza, Gürcü topraklarını, Rumeli'den de, Besarabya topraklanyla, Eflâk ve Buğdan'ı istiyordu ve ayrıcada Sırpların bağımsızlı­ğını taleb ediyordu. 1227/1812 senesinde ruslarla yaptığımız sulh antlaşmasından sonra, fransa imparatoru Napolyon, Moskovada ateşler içinde tükenmiş, Berezena felâket-i meş­huruna uğramıştı. Böylece avrupa siyaset anlayışıda yeni bir döneme girmek üzere hazırlıklara başlamıştı. Halet efendi belâsı ise, başşehir ve taşrada uzanıp gidiyordu. Bu esnada Sultan Mahmud'un çevresini; kimlerin teşkil ettiğini öğren­mek için tarih sahifelerinden, aşağıya aldığımız bölümü oku­yalım. "Sultan 2. Mahmud şehzadeliği esnasında merhum 3. Selim hazretleri ile beraber kafes arkasında yaşarlarken, ara­larındaki sohbetlerde ve bunun neticesinde genç şehzade, Selim'den almış olduğu dersleri pek güzel telakki etmişti. Kafesinden çıktığında bir şahin gibi tahtı saltanata sahib ol­muş, böylece mütegallibe ve yeniçerinin kaldırılmasını tasar-lamakdaydı.
1227/1812 yılı içinde, kafasında taşıdığı tasarıyı, Halet efendiye açtı. Bundan maksadı; Halet'den, halisane hizmet bekleyebileceğini ummasıydı. Halet efendi, taşradaki müte-gallibeyle alakalı hususlarda pekâla hatta birazda ifrata ka­çarak şiddet gösterirken, münafıkane ve hiylekârane bir tarz­da yeniçeri hakkındaki terbiye etme düşüncesini, birer baha­ne bularak, özürler serdederek, erteliyor böylece padişahı al­datıyordu. Halet efendi taşradaki memurları soyup soğana çeviriyor, bunlardan elde ettiği servetin bir bölümünü yeniçe­rinin ele gelir adamlarına üleştiriyordu. Zamanın ihtiyacına bakarsan devleti âliyenin "eni usûl ile işe yarayacak asker tedariki, mutlaka şarttı. Enderun adamlarının ileri gelenlerin­den olan padişah siîahdarı Ali bey gibi bazıları da eski usûl adetleri beğenmeyip, yeniçeri ocağının kaldırılması hususun­da rey sahibi padişaha hak verirlerken de, Başçukadar Seyid ömer ağa ile Berberbaşı Ali ağa gibi bazıları da enderunu hümayunca tercih edilen usûl, eskisi gibi değiştirilmeden gö­türülmesi, askeri sınıflarda yapılacak değişikliklerin enderun-u hümayuna bulaşacağı kaygusuyla bundan kaçınıyorlar, Halet efendinin düşünce tarzını desteklemekteydi. Bilhassa bunların içinde bulunan Ömer ağa kaidelere pek düşkün ol­duğundan, bu davranışları padişahı pek sıkardı ancak, çok sadık ve ihlas sahibi kimse olduğundan, padişah kendisine büyük saygı ve riayet gösterdiği için her doğru bildiğini söy­ler vazifesini yapardı.
Sultan 2. Mahmud; birûn yâni dışarıda yeniçerilerin tazyi-ğine enderunda yâni sarayın içinde bir takım eski teşrifata ait resmi usûle ait baskılar altında sıkılmıştı. Kendisi manevi bir kafesin mahkumu olduğu düşüncesiyle, yeniçerilerin bu husustaki baskılarını kırarak, bentlerini yıkarak onları orta­dan kaldırmak, yeni usûlleri uygulayarak devletini düşmüş olduğu perişan vaziyetten kurtarma çaresini aramaktaydı buna yardımcı olması muhtemel kimselerin ağızlarını ara­maktan, geri durmazdı. Ne çareki Halet efendi, çalınacak her kapıyı bu bahisler için kapatmış olduğundan kimse gerçek görüşünü ortaya seremiyordu. Halet efendi, perde arkasın-dan yürüttüğü engel olma hareketi içinde, padişahın kulağı­na, kendisiyle aynı düşüncede olduğunu söyleyecek zevatı, birer desise ile bir ucu ahirete, bir ucu da taşraya uzanan yolculuklara çıkarırdı. Buna karşılık pek maharet gerektiren makamlara devamlı olarak, ehil olmayan kimseleri geçiri­yordu. Böylece ehil olmayan kimseler, mühim işleri idareden aciz kalırlardı. Bu aciziyetleri de, kendilerinin Halet Efendiye müracaat etmelerine mecbur kılardı. Bir aksiiik çıktığızaman üstesinden gelemeyen Halet efendi ise, bazı hediyelerieyen i-çeri reislerini memnun edip, bunlar vasıtasıyla müşkülâtı at­latıp, böylece de, varlığının bir kimya gibi devlete faydalı ol­duğunu, herkesin derdine deva bulduğunu adeta imâ ederdi. Yeniçerilerin ileri gelenleri, hep Halet efendinin adamları ol­manın icabatından dolayı, bir takım nümayişler yaptırtır, sal-tanat-ı seniyye'yide tehdide tâbi tutarlar, bunu gerek dışarıda gerekse içeride de gerçekleştirirlerdi. "Yukarıya aldığımız sa­tırlar, pek açık olarak ortaya seriyorki, Sultan 2. Mahmud, bir kafesden bir başka kafese girmek için uçmuş, kanatlarını Halet efendi ile enderun ileri gelenlerininin İnsafına teslim et­mişti. Şu da unutulmamalı, bu yırtıcı kuş, kendinden başka bir başkasının baskısına tahammül edemezdi. Buna bağlı olarak saltanatının çok büyük bir kısmı, vakaların çoğu, mü-tegallibenin üzerine ceza düzenlenmesi ile geçmiştir. Hicaz bölgesinin vehhabilerden temizlenmesinde, Gazi unvanını al­mış, Ruslarla yaptığı sulhden sonra, Rumelideki meseleleri bertaraf etmedeki başarısı, yine o sıralarda sened-i ittifakın-yazarı arasında olan geçmişte Rusya'ya firar etmiş bulunan Ramiz paşayı, İstanbul'a dönme isteğine müsaade verip, Ra-miz'inde daha Buğdan'a girer girmez kellesini alması, ceza düzenlemesi sözlerimize birer örnektir.
Bu devirde, bu mutiakiyet anlayışında görülen ıslahatın aranması, sürgün ve idam cezalan önderliğinde oiuyordu. Çünkü iş başında görünen Halet efendi vardı Napolyon'un yıktığı hükümetlerle avrupa siyasası dengesini yeniden kura­bilmek için yapılması kararlaştırılan ve tatbike geçilen Viya­na kongresine Osmanlı devleti temsilcilerinin iştirak etme­yişlerini bizim tarihlerimiz şöyle anlatır: "Osmanlı devletinin; bu kongreye murahhas heyeti göndermeye hakkı bulunuyor­du. Fakat pek fazla iç meselesi olması, bunların husule getirdigi müşkülatlar, dış meseleleri de gereği kadar takiplerden mahrumdu. Ayrıca 3. Selim vakasında telef olan devlet adamlarının, boş kalan yerleri doldurulamamıştı. Hakikaten, devlet adamı denebilecek zevat yetiştirilememişti." Yukarıya aldığımız tarihi izahat; bir nevi tevil olmakia beraber, bizim avrupa devletleri arasına girmemize engel, hak kazandıracak hükümet şeklini gerçekleştirememizdir. Bu husus aslolan se-bebdir. Ayrıca biz bu tarihlerde, iç ihtilaller ve karışıklıklar içinde, her tarafından çıbanlar fışkıran bir şahsınta kendisini andırıyorduk. Avrupa siyasi dalgalanmalarına asla aldırmı­yorduk. Tarihi Cevdet, bizim bu lakayt davranışımızı ileri sür­düğü sırada, devlet memurlarının ileri gelenleri siyasete ait havadislere dair meraklarını, ecnebi lisanlara vâkıf bulunan Fenerli Rum beylerden öğrenerek giderirler vede malumat sahibi olurlardı. Diyor. Viyana kongresi Tarihi Cevdet c. 12, sh. 198'de şunları yazıyor: Viyana kongresine iştirakimizi bil­diren Avusturya başvekili Prens Meternih'e, vermiş olduğu­muz red cevabının izahı şöyleydi: "Babıâli ilk önce bu davet hakkında gereği kadar tetkiklerde bulunmamıştı. Murahhas gönderilmesini uygun görmemişti. Çünkü Osmanlı, avrupa devletlerinden bazılarıiie rabıta kurup antlaşmalar yapma usûlünü bir zamanlar ciddi bir görüş olarak kararlaştırmış­ken, avrupa siyasasının perişanlığını, tecrübe etmiş böylece bu ittifak usûlünden vazgeçip, esas görüşü olan, tarafsız an­layışa avdet etmiştik. Viyana kongresi; bu esnada hükümet­ler yıkıp deviriyordu. Bundan çıkarılacak bir netice varsa da, Osmanlı devletinin avrupa devletleri arasında yalnız kalmak gibi vahim bir duruma kendi kendini düşürmesini tesbittir. Bu vaziyet karşısında avrupa devletiyken, avrupa hukuku dairesi dışına düşmüştük. Bu bakımdan Viyana kongresi ka­rarlarından olan, kavmiyet politikasını men edişinin de, bizimle alâkası yoktu. Mora isyanı esnasında, Rusya imparato­ru 1. Aleksandr'ın teşebbüsleri ile, bizzat kendisinin kavmi­yet politikasına hasımken, bu isyancı kavmiyetçilere göster­diği yardımsever tavır hatırda tutulması gereken bir ihtardır. Mütegallibenin cezalandırılması siyaseti, her geçen gün şid­detlendi. Taşra'da vezir ve mirmiranlar, İstanbul'da yeniçeri ağası satır atmaktaydı. Biz de nice zamanlardan beri usûl ve ceza hukukundan ayrı durmak hükümetçe kaide olarak da seçilmişti. Tenkil vakalarında cezayı tertip memurların keyfi­ne bırakılmıştı. Zulümler çoğalıyor, İstanbul ile taşranın ara­sında hâl ve durumlar değişiyordu. Yeniçeri ağası Seyid Meh-med ağa'nın Öldürülmesiyle kabul edilen neticesiyle ihtilâl vakası buna bağlı hallerdendir. 1230/1 814'den 1232/1817 yıllarına kadar olan vakalar hep bu tarzda anlatıldıktan sonra derebeylerden Karahisar Voyvodası İbrahimağanın idam edilmesini amir fermanın Konya valisine yollanacağı yerde, Bursa valisine gönderildiğini yazıyor ve diyorki, "Şu karışıklı­ğa bakınız; babıâli bir adamın idamı için ferman yazıyor. Lâ­kin nerede ve ne halde bulunduğu ve hangi sancağa bağlı ol­duğundan habersizdir.

ülkenin coğrafyasını bilmeyen vükelâda ancak böyle ka­ranlıkta hayalet taşlar. Nevar ki; hükümet yinede Halet efen­dinin kurmuş olduğu, ayan ve vücuh politikasını kırmaya de­vam ediyordu. Sürgün ve idam kararlarının fermanları yazılı­yor. Sultan Mahmud; ülkenin İslahına büyük çaba sarfettiği hal de, İstanbul'da Halet Efendinin, mânevi tesirine mağlup oluyordu. Hakikaten bu senelerin olaylarında, ülkenin ihtilal tehdidi ile korkutulmamış hiç bir yeri kalmamıştı. Ata, ara­baya bile binmek eski kaideye bağlıydı. İzinli olmadıkça ve gayri müslim teba'dan olana bir şeye binmiş olmak yasaklandığı zamanda, devletin nasıl bir ıslahat anlayışı aradığının tahmini yapılamazdı. Bir eşkiyanın karşısına, başkaca bir eş­kıya çıkarmaktan ibaret olan iç siyaset ise: "Bu gün ona ise, yarın bana" anlayışı içinde yapılan cezalandırma, iki taraf arasındaki mutabakat sonun da belirlendiğinden, devîetde küçük düşmekten başını alamıyordu.
İstanbul'da ise, devlet adamlarına aleyhte sözler sarfet-mek ve bunun en hafif cezası da sürgün belasına uğramaktı. "Yobaz İhtilâli" adıyla meşhur olmuş münferid bir vaka 1233/1818 senesinin istanbul sosyal hayatının, bir bölümü­nü ortaya koyar. "Padişahın yakın çevresinden bazılarına ya­kınlık hasıl eden ve makam-ı meşihata oturan Zeyneiabidin efendi, İlim yolu mensuplarını, esaslı bir İslahata tâbi tutmak düşüncesiyle tanınmış ulemadan kimini sürgüne, kimine azar ve tehditler yağdırırken, akrabalarını, kendine ülfeti olanları çok kısa zamanda yükseltir. Böylece de genel bir nefret dalgasını üzerine çeker. Bu sırada; ilim talebesi kıyafe­tinde dolaşan bir sürü serseriden ibaret olan yobazlardan ço­ğunu hapis ve sürgün, bir kaçımda İdam etmeye kalkışır. Bu­na karşılık; rûus imtihanında hatır gözeterek liyakat sahibi olmayan kimselere de rûus verdirdiği görülür. Bu vaziyet ta-lebeİ ulûm ile beraber Deli Emin efendi, Musannif efendi gibi büyük hocaların da tabiatına ters gelir. Böylece şeyhülisla­mın azli temenni olunmaya başladı. Tam bu esnada; Fâtih medresesi talebelerinden biri, Karamanlı bakkalın birinden iki mum ister. Ancak mum sıkıntısı yaşanmakta olduğundan hükümetçe, herkesin bir mum kullanması tenbihlenmiş, ol­duğundan bakkal bir mum verir. Çömez ise, iki mum talebin­de İsrarlı olur. Aralarında kavga çıkar. Talebe, bakkalı düğ­meğe başlar. Bu patırdıyı işiten kolluk, işe karışır. Birkaç yobaz daha iştirak eder. Yeniçeriler bunların hepsini tutup, hem ağa kapısına götürürler, hem de daha evvelce telakki ettikle­ri emirlere uyarak bir de adamakıllı döğerler.

Ertesi gün işi şeyhülislâmın takip ettiği, adamları idam et­tirdiği hususunda bir dedikodu yayılmış. Medrese talebeleri artık takım takım toplanırlar. -Bu ne demek? Bir bakkala iki sille vuruldu diye ilim yolu talebelerine bu şekilde darb ve tahkir olurmu?

"Darb-ı zeyd amı'en" makulesi bir fil'i mazi için tal-ebe-i ulûmdan bir kaç kişiidam edilirmi? Bu şeyhülislamın bizler hakkındaki garaz ve nefsaniyetidir, fetva kapısına gidelim, idam edilmişlerin hak'lannı dava edelim. Diyerek, o geceyi atlatırlar. Ertesi gün camilerde derse çıkan hocaları engelle­yip, rahle ve minderleri kaldırırlar. "İlim yolu talebelerinin na­musu temizlenip ikmâl edilmedikçe talimül mütalliim risale­sinin dahi okunması, caiz olamaz." diyerek derse girenleri de kendilerine uydurdular. Büyük bir cemiyet halinde fetva ka­pısına dayandılar. Şeyhülislâm divanhanesi yobazlarla dolar. Zeynelabidin efendi dışarı çıkamayacak hale gelir. Kethüdası biraz kendimi göstereyim der, ancak bir güzel dayak yediğin­den kaçar. Şeyhülislâmın müşavirleri ve yakınları birer köşe­ye saklanırlar. Şeyhülislâmla Fâtih camiinde şer'i mahkeme isteriz, maktullerin kanını isteriz diye bağırışırlar. Vakit öğleyi bulur. Musannif efendiyle Deli Emin Efendiyi çağırırlar. On­larda; binbir naz ile. atlarına binip gelirler. Şeyhülislâm ile görüşüp ağızlarına geleni söylemekten çekinmezler. Sonun­da sürgüne tâbi tutulanların serbest bırakılmasına karar veri­lir. Kalabalık da dağılır.
Ancak şeyhülislam ifta makamından alınır. Mekkizâde Asım efendide şeyhülislam olur Cevdet tarihinde bu yazıldıktan sonra bir deftere ilave olarak yazıyorki, şeyhülislâmlığın Halet efendi elinde bir kaç beyaz kıl kadar ehemmiyeti oldu-qunu doğruiar. Diyorki: "Sağlam olan bir kaynaktan dinlemi-şizdirki, Halet efendi, daha önceden Mekkizâde'nin meşihat makamına getirilmesini tasavvur etmişse de Mekkizâde pek genç olup, henüz sakalına daha kır bile düşmediğinden Halet efendi gizlice gönderdiği haberde, Mekkizâde'nin sakallarına bir kaç beyaz ki! düşürmesini istemiştir. Mekkizâde'de saka­lına öd ağacı yakarak, bir iki kılı ağartmaya muvaffak ol­muş, böylece de makamı meşihata oturabilmiştir." Şeyhülis­lâmlık makamının bu zamanlar da bile, gördüğü itibarsızlik-dan anlaşılıyorki, temiz şeri'atımız da şunun bunun elinde oyuncak vaziyetine gelmiş, zamanın iş görenlerinin umurun­da değildi. 1233/1818 senesinde yedi ay içinde, yetmişüç adet yangın çıkmış ve İstanbul ahaliside uykudan mahrum kalarak evlerinde nöbet beklemeğe mecbur kalmışlardı. Halk arasında meydana gelen galeyanın bastırılması için Kanbur Süleyman isimli haşan bir serseriyi idam, Halet efendi'nin hasımlarından olan, Mektubçu Atâ efendi ile Beyiikçi Sâib efendi sürgüne gönderildiler. Fahişe yüzünden de bir bostan-cınının bir hamalı, bir humbaracının bir kürdü öldürmesi adli kaidelerin geçerli olmadığı bahanesi ile meydana gelen ha­mallarla, kürtlere selahiyeti verilmiş ve bir defasında, hamal­lar, diğerinde kürtler, katillerin mensub oldukları kişilere hü­cum etmişler, büyük kavgaca sebeb vermişlerdir. Böyle ve-kayi husule geliyordu.
Yeniçeri ortalarından; 25. ve 71. arasında semer devirme, yâni bir ortadan diğerine geçme davası büyüyerek, üçgün üçgece birbirleriyle savaştılar. Ermenilerin ilk patırdısı bu sı­ralarda meydana gelmiştir. 1233/1818 senesinde ortaya çıkan, ermeni katolikleri meselesinide hükümet ileri gelen bir kaç kişiyi sürmek suretiyle bastırmaya muvaffak olmuştu. Fakat ermeni patriği gizlice katolik olan ermeni rahiblerinin teşvikiyle, iki tarafı barıştırmak vede tel'if etmek hevesine düşmüşsede, 1235 senesi zilkadesinin 11. pazar /1820 se­nesi ağustosunun, 20. günü "sen bizi katolik edeceksin" kız­gınlıkla söyledikleri sözlerle patrik'in üzerine hücum etmişler, patrik her ne kadar kaçabilmişse de, çıkan arbedeye koşan, kolluk zabitanı ve erlerinden bazıları yaralanmışlar ve Erme­nilerin İleri gelenleri yakalandı ve de bunların dördü idam olundu. Bu hadiseden sonra tarih demektedirki: "Bir zaman­lar bu tarz cumhuriyet yolunda giden, cemiyetler devlet ida­resinin nazarı dikkatini pek çok çekerdi. Telaş ve endişelere düşerdi. Tepedelenli Ali Paşa harekâtıyla. Mora ve Sisam bi-lahire Girid ihtilâlleri için Rumlar arasında isyan eğilimi, Rum Etniki Eterya cemiyetinin kurulması ve üstelik merkezini İs­tanbul'da teşkil etmesi, Eflâk ve Buğdan'da bir sürü karışık­lıkların kendini göstermesinde yatan sebeblerde Osmanlı hü-kümet-i idaresi zafiyetide rol oynamaktaydı. Osmanlı baş­kenti hiç bir vasıtaya mâlik değilmiş gibi, etrafı ile haberleş­me sağlayamıyordu ki, rum patriği Grigiryos'un Mora ihtilal­cileri ile haberleştiği, nasılsa haber alınıyor, hristiyanların paskalya bayramında görevinden azledilip, patrikhane içinde asılmak suretiyle cezaya müstahak ediliyor, cesed asıldığı yerde üç gün durdurulduktan sonra denize atılıyordu. Hemen patrikle alakalı olduklarını da tesbit eden hükümet; Balıkpa-zarı, Kaşıkçilarhanı ve Parmakkapı, gibi metropolidlerin, pat­riğin uğratıldığı akibet, bunlara tatbik olundu. Bütün bu dav­ranışlar Rumların isyanlarını çoğalttı. İç siyasetimizde asla rastlanamayacak kötü tedbirlerindendi. Bu arada Halet efen­di ise, kendi hakkında lâf edenlerin de cezasını ya idam, yada sürgün olarak veriyordu. Hatta bunların içinde sadaret mevkiine gelmiş tok sözlü, Benderli Ali Paşa gibi, bir vezirin. Halet efendinin çalışması, sadaretinin 10. gününde önce azil, Kıbrıs'a sürgün ve orda da hemen idam edilmesine yetme başarısını göstermişti. Demekki, Halet efendinin kudreti öy­lece bir dereceye varmıştıki, yalnız padişahı idama muktedir değildi. Benderli Ali Paşadan sonra makamı sadarete gelen Çermanli Salih paşa adlı bir vezirin devri, bu olay üzerine ay­rıca kötülüklerin işlenmesini biriktirmişti. Cevdet paşa, tari­hinde diyorki; "Salih paşa, sadrıazam olduğu günün hemen ertesinde, sah günü idi ve İstanbul'un çeşitli semtlerinde 12 Rum öldü. Bunların içlerinden biri de, Arnavutköyü başpapa-sı idi. Hemen ertesi olan çarşamba günü 7 rum daha kati olundu. Devletin böyle bir siyaset içine girmesi, müslüman-lardan bazılarınca görülüp cesaretleri de çoğalıp, Kalas'da rumların müslümanlara yapmış olduğu mezalimin intikamını almak maksadıyla, mezalimde yer aldıklarını sanıp ve gözü­ne kestirdikleri reayayı öldürür oldular. Mürahık, yâni akılba-liğ ve akıl baliğ olmayan çocuk ve talebelerle, içlerinde 18-20 yaşına ermiş terbiyesiz ve edebsiz nadan oğlanlar, küçük büyük okul çocuklarıyla toplanarak, Şaban ayının 2. cuma günü bir kaç gurup halinde İstanbulun hristiyan mahalleleri­ne saldırıp, bazılarımda yaralamaya cesaret buldu. Diğer bir gurubu da, Eğrikapı klişesini basıp, avizelerini ve eşyalarını yağma ettiler. Ertesi gün bir diğer gurub ise Beyoğlu yakı­nında Çukur dedikleri ermeni semtini bastılarsa da bunlarda silah olduğundan, rivayete göre 8 kişi kadar büyük küçük yaralanmış bunlardan ikisi ise çok geçmeden ölmüş. Bu ölümlerden sonra bu rezillerin Beyoğlundaki hristiyanlara ait dükkanları taarruz altına alacakları hususunda istişare yap­tıkları, duyulunca zabitan bahse konu yerlere koruyucu koyma yoluna saptı. Bu günlerde çarşı ve sokaklarda yahudiler-den başkası nadiren görünür oldular. "Halet efendinin; idam ve katlettirme hakkındaki düşüncesini zamanın haleti ruhiye-sini ortaya koyma bakımından bakışımızın gayet feci durum­la çarpışacağını göreceğiz. Andera adası voyvodalığını ta­mamladıktan sonra, İstanbul'daki evinde, uzlete çekilip ya­şayan ve Halet efendinin katlettirdiği, Darbhane nâzın Ab-durrahman bey'e bağlı, Reşid isimli bir delikanlı hakkında, merhamet sahibi biri, Halet efendiye; "Bu Reşid genç bir kimsedir. Bir başka şekilde cezalandırılsa" dediğinde Halet efendi ise bilinen tavrıyla; "Genci öldürmek yazık, ihtiyarın katli günah, her zaman öldürmek için ortayaşlı adamı nerede bulmalı?" şeklinde cevap vermesi, hazin bir hâl değilmidir?
Yine; Cevdet tarihinde yazıldığına göre, "gerek İstanbul'da, gerekse taşrada insanın bir kadri kıymeti yoktu. Adam öl­dürme piliç kesmek ile aynı gibiydi. Hatta bir ara İstanbul'da reziller çoğalınca önleme tedbiri için mec!is-i vükelâda da bir çare arandığında, Halet efendi, yeterli tedbir olarak "Şimdi Okçular başındaki berberin başı kesilsin. Bunu gören ve du­yan rezillerin korkusu çoğalıp, bu işin arkası kesilir" Dediğin­de, huzurda bulunan biri: "Aman o benim berberimdir" şek­linde konuştuğunda Halet efendi: "Ona mahsus değil, öte ta­raftaki berberin boynu vurulsun, maksad hası! otur" demiş olduğu pek meşhurdur. İşte bu düşünce tarzı Halet efendinin sürgün ve akabinde ölüme mahkum edilmesine tarih olan 1238/1823 tarihine kadar madde hükmünde geçerli olmuş ve 1241/1826 tarihine kadarda ortada kalıp, kaldırmaya ça­lışan görülmemiştir. Gayet nâdir olarak, 1240/1825 yılında müslüman çocukların merahık yâni âkılbaliğ olacak yaşa kadar okullarda, şeriat-ı islâmiye ve kavaid-i diniye talimi ve"ârenmekle ilgili mecburiyeti belirten fermân-ı âli yayımlandi.
Yine aynı sene Benderli Selim paşanın sadrıazam olması, Vakai Hayriyye yâni, yeniçeriliğin kaldırılması hususundaki başlangıcda hayırlı addedilse yerindedir. Meşhur Engel-hard'ın ifadelerinin ışığında vede Ahmed Rasim Bey'in tahlil­lerinden de istifade ederek, aşağıda seçtiğimiz ara başlıklar altında Sultan 2. Mahmud dönemine bir atfunazar edelim.