logo logo

Yeni nesil güncel konularla ilgili sorular ve cevaplar!

Fetvalar.Com

Yeni Nesil Fetvalar

Sistemimize üye olarak sitemizi daha aktif olarak kullanabilirsiniz.

Üyelik için tıkla

Fetvalar.Com

Güncel sorular ve cevapları

Yeniçeri Vak'ası


Sultan 2. Mahmud döneminin en önemli olaylarından biri­sinin, yeniçeriliğin kaldırılışı ve bunun safahatı olduğu, ma­lumdur. Osmanlı devletine beş asır hizmet vermiş olan bu ocağın, acaba ilgası yerine restorasyon yapılarak yeni bir or-ganizyona da başvurmakla devamı kâbilmiydi? Sorusu her­kes tarafından düşünülen bir muammadır. Ancak; görülen odur ki, yeniçerinin ortaya getirdiği geçmiş vak'alar ortadan kaldırılmayı çoktan hakkettikleri husustandır. Biz bu vak'ayı yabancı diplomatlardan, şâirlerin içinde hayli yüksek bir nâ­mı olan ve aynı zamanda tarihçi olan Alfred Do Lamartin'in; Tercüman 1001/temel yayınları arasında neşrolmuş, eserinin 7. cildinin 1800. sahifesinden özetleyerek koymaktan dolayı isabetli bir iş yaptığımı addediyorum. "Marmara kıyısındaki Yeniçeriağasının sarayı, Bizanstan kalan surların içindeki es­ki istanbul sokakları, pazarları, camileri, Eyüb semti, sa-ray'ın bütün civarı kısaca bütün İstanbul yeniçerilerin ve ta­raftarlarının elinde bulunuyordu. Artık böylesine genel ve da­yanılmaz bir İhtilâli hiç bir şeyin çeviremeceği ve kaderi de­ğiştireceği düşünülemezdi.
Sultan Orhan'ın kurduğu yeniçeri ocağı, Hacı Bektaşî Velî müridi, döneminin şeyhlerinden birinin duasıyla din-i islâm vede âl-i Osman sancağının altında nice zaferlerin mümessili olmuş ve her kuruluş gibi zamanla tenakuzları ile rahnedar olup, işi zora koşan, ihanete varan cebanetleri ile büyük ısla­hat teşebbüslerine engel tutumu ile zaman zaman kapansin-mı? Yoksa ıslahını edilsin? İkilemleri ile ülkeyi ve devlet rica­lini bir arada bir derede dolaştırmıştı. Bu uğurda ilk gayreti gösteren padişah Genç Osman olmuş, niyetini diline hâkim olamayıp, yerin kulağı darb-ı meselini unutmuş sırrını söyle­miş ve bu dikkatsizliğini hem tahtını hem de hayatını kaybet­miş, yıllarca sipahiler ile yeniçeriler arasında sıcak çatışma­lara, İstanbul'un göbeğinde kanlı mücadeleler cereyan etme­sine sebeb olmuştu. Nizamı Cedid'i kuran 3. Selim/in ise, hâ­zin ve göz yaşartıcı akıbeti hatırlanacak olursa, her isyanın altında ispat-ı vücud eden yeniçeri askerinin kaldırılmasını, eğer sadaret konağında bunlarla yaptığı ve üç gün üç gece süren mücadeleden şehid olmadan, Alemdar Mustafa Paşa­nın çıkmış olması kabil olsaydı, yeniçerinin toptan yok edili­şi, bu sadrıazam tarafından mutlak gerçekleştirilir böylece 17 senelik bir öncelik sağlanırdı. Eğer Alemdar Mustafa Pa­şa; hayatına ve dolaysıyla sadaretine devama muvaffak ola­bilseydi, Sultan Mahmud ile el ele vererek bu zor ve elzem operasyonu tamamlarlardı. Dünya târihinin kaderindekideği-şiklik belki bu gün karşımızda pek başka panaroma gösteri­yor olurdu. Aşağıya aldığımız satırlar Fransa'nın ülkemiz nezdinde, büyükelçisi olmuş Fransanın, büyük şâir ve edib-leri arasında anılan ve hristiyanlık uygulamalarını, açıkça tenkitten içtinab etmeyen, bu uğurda başına gelenlere de, katlanan Şarkâlemini, kendi ölçüleri içinde değişik, fakat za­man zaman isabetle yorumlayabilen, tabii ki her şarkiyatçı gibi azim ve kasıtlı yanlışlara da düşmüş bulunan, Alfred DöLamartin'den yeniçeri'nin tasfiyesini anlatan satırlarını, say­falarımıza alarak olayların yakın şahidinin müşahedelerini vede yorumlarını nakledeceğiz. Bu yorumlarda, bizim hem nalına hem de mıhına dediğimiz ifadelere rastlayacağız am­ma bunun böyle olması normal! Çünkü netice itibarıyla La-martin, Osmanlı devleti üzerinde emelleri olan bir büyük av-rupa devletinin menfaatlerini, ülkemizde temsile gelmiş bir intelejenstır. Mütalaalarının büyük kısmını kendi ülkesinin ve politikasının menfaatine, zarar vermeyecek şekilde dizayn etmesi de en tabii hakkı olduğu gibi, biz de açılmış pazarda bize lâzım olanı alıp, kalanını pazarda bırakmalıyız. Lamar-tin; "Türkiye Târihi" adıyla yazdığı bu eserini Tercüman 1001 Temel serisinden neşredilmiş 7. cildden alıyoruz. Eseri M. R. üzmen hazırlamış, aşağıdaki satırlar 800. sahifeden aynen alınarak, takdim edilmektedir değerli okurlarımıza: "Marma­ra kıyısındaki yeniçeri ağasının sarayı, Bizans'tan kalan sur­ların içindeki eski İstanbul, bugün seraskerin oturduğu Eski Saray, İstanbul sokakları, pazarları, camileri, Eyüb semti, sa­rayın bütün civarı, kısaca bütün İstanbul, yeniçerilerin ve ta­raftarlarının elinde bulunuyordu. Böylesine genel ve dayanıl­maz bir ihtilâli hiç bir şeyin çeviremeyeceği ve kaderi değiş­tireceği düşünülemezdi. Buna rağmen iki kişi böyle bir şeye cesaret ederek, Alemdar'ın tehlikeli durumlar için, seçtiği iki desteğinin, mizaçları ve sadakatleri hakkında, ne kadar doğ­ru karar vermiş olduğunu ispat ettiler. Bu iki kişi Kapdan-ı derya Ramiz Paşa ile Üsküdar'da karargâh kurmuş olan yi­ğit, Kadı Abdurrahman Paşa idi. Topçu birliklerinin, kuman­danı ile Levend Çİftliğindeki sekbanların kumandanı da onla­ra katılmışlardı. Soğukkanlılıklarını ve birliklerini muhafaza ' etmesini bilen bu dört adamın başına, o sırada yangın içinde mahsur kalmış olan sadnazam geçseydi, Alemdar'ın bir şaş­kınlık anından sonra, isyanları ve alçaklıkları yüzünden, imparatorluğun parçalanmasına sebeb olacak, yeniçerileri onaltı yıl önce, yer yüzünden silebilirdi.

Ancak sarhoşluk, aşk ve uyku her şeyi kaybettirmişti. ''Lamartin yukarıdaki ifadesinden sonra Kapdan-ı derya Ra­miz Paşanın Haliç'de Kasımpaşa'daki tersanede ikamet et­mesinden bahseder ve yeniçeri askerinin, yeniden ortalığı karıştırdığı İstanbul'u ikametgâhından bir müddet seyrettik­ten sonra tersane askerini toplayıp onlara bir hitabede bulu­nur onlara padişaha ve kumandanlara bağlı kalacaklarına dâir yemin teklif ettiğinde asker, kendilerine duyulan bu em­niyetten dolayı, büyük bir memnuniyetle ve samimiyetle tek­lif olunan yemini yapar.

Ramiz Paşa bu levendlerden tanzim ettiği bir müfrezeyi, hemen Kasımpaşa'nın sırtlarında bulunan Levend çiftliğine gönderir ve de burada bulunan Sekban sınıfı askerin kışlala­rını terk ile kendisine iltihakının haberini yollar. Yine bir gu-rub daha levendi tanzim etmiş onları da, Tophanede bulunan topçu sınıfına aynı taleple gönderen Ramiz Paşa, bu arada Kadıköy'de yanındaki dörtbin asker ile karargâh kurmuş bu­lunan askerle gelişmeleri takip etmekte olan Kadı Abdurrah­man Paşaya da gönderdiği talimatla mutaassıb Üsküdar ahalisini, askerinin ikibin kişi kadarıyla kontrol altında bulun­durmasını geri kalan ikibin kişiyigemilere irkâb yâni gemile­re bindirerek padişahın sarayına çıkıp Sultan Mahmud'u ko­ruma altına almasını ister. Ramiz Paşa; bu acil tedbirleri al­dıktan sonra da, bir keşifbirlıgi teşkil eder bunları Kâğıdha-ne vadi yolu üzerinden Edirne şosesi istikametinde sevk ed­er. Vazifeleri ise, şehre ulaşmaya çalışan ve yeniçerilere mu­avenet edecek, her çeşit teşebbüsün aman verilmeden ön­lenmesi, direnenlerin katledilmesidir. Ayrıca şehrin içine sal­dığı tebdili kıyafet etmiş adamlarıyla, ahalinin arasına sadrı-azamın kurtulduğunu birlikleri toplayarak şehre gireceği ve isyancıları cezalandıracağı, haberini yayar. Bu tedbirlerin her biri, yeniçeri ve hempalarını da birbirinden uzaklaştırmakla kalmadı, herkes bir başına kalmanın korkusunu yaşamaya başladı.

Öte yandan; bu haberlerin efkârı umumiye arasında şûy-u bulması, yeniçeriyi destekleyen imamların, Alemdar aleyhi­ne olarak destekledikleri bu isyanında, sadnazami yok etme­ye güç yetiremediğini işittiklerinde, vaaz verdikleri kürsüler­den çekilmeye başladıkları görüldü. Alemdar'ın kurtulduğu­nu ve askerleriyle geri döneceğini işiden ahali ise, rstan-bul'un kapılarına koşarak sadrıazamı içeri almamak için ahaliseferber olmuştu. Der. Ramiz Paşanın; sahil boyunca al­dığı tedbirler ve bu tedbirler dahilindeki gemilerden sahil ke­narı mahallelerine yapılan top atışlarının isyana eğilimli olan­ların sinmelerine yo! açarken, saray'a saldıran bişuûrlar da, sarayın personeli ve Kadı Paşanın askerleri tarafından, ya püskürtülüyorlar, ya da saray duvarlarına tırmanma küstahlı­ğını gösterenler hayatlarını kaybederek bunun bedelini ödü­yorlardı. Demekte olan Lamartin, bir nebze olsun saray'a, Sultan Mahmud'a göz atmak lüzumunu hissettiğinde ise me-âlen şunları söylemekteydi:
Kendisini askerine sevdirmiş, sadece eski bir yeniçeri ol­masına rağmen yeniçeriye sevdirememİş, otoriter ve dedi­ğim dedikçi muktedir bir veziriazamın gölgesinde silik oiarak bulunmayı da benimseyemeyen, ancak adalete eğilimi de hayli fazla olan genç padişah, Alemdar olmasa idi, şimdi toprak altında olacağını, 4. Mustafa'nın adamlarından, halas olmasının müsebbibi olan Alemdar'in hakkını yememesi, Adlî olan lakabının gereği olduğunuda hiç unutmuyordu. Ote yandan da; yeniçeriler muvaffak olduğu takdirde 4. Musta­fa'nın tahta çıkmasının kendisinin öldürülmesi demeye gele­ceğinin idrakindeydi.

Sultan Mahmud'un kaderi, düşünceleri, ümidleri korku fır­tınaları içinde debelenip duruyordu. O sırada kötü danışman­ların; yanlış tavsiyeleri, hanımları, anneler gözdeler ve ha­dımlar hâttâ köleler, millete kötü anlar, târihe hayırsız malu­matlar, hükümdarların bizzat kendisine pişmanlığını duyaca­ğı işler yaptırtırlar. Amma; şu da vardı ki, bu isyanı tartışma­sız bastırmak padişahın yepyeni bir otoriteyle adetâ yeniden doğması ve muktedirleşmesinin açık kapısı sayılma şansı ta­şıyordu. Muktedir ve irade sahibi bekleyen işlerin faili, en sı­kışık anda kendini inşa ediyordu. Lamartin üstün bir edib ve mükemmel bir şâir olması hasebiyle tasvir sanatınında elbet­te üstadlarmdan biriydi.
Yukarıda meâlen vermeye çalıştığımız ifadelerinde 1809'daki Alemdar vakası ile 1826'daki yeniçeri ilgası hare­kâtını aradan geçen zamanı yok farzederek, birbirinin mü­temmimi yâni, tamamlayacısı gibi gören bakış, bir târih âli­minin tabii tercihi olup, bizim târih felsefesi anlayışımızda, özellik taşıyan hususun ta kendisidirse de ancak hemen şu­nu da biz hatırlatmak isterizki, padişahın huzurunda devlet-i âliyei Osmaniyanı içinde bulunduğu vahim durumdan çıka­rıp, dönemin her çeşit terakkisine açık bir devlet yapısına ulaştırmak isteyenlerle, kendilerini isyanlarla bıktırtan ve köhneleşmiş tarzı devam ettirmek isteyenlerin mücadelesin­de, en zor durum yine Sultan Mahmud'un üzerindeydi. Çün­kü bir halife-i müslim olması sıfatıyla, her iki tarafında pederi mânevileriydi. Birinin burnu'kanasa, adl-i ilahi ondan sorardı bunu. Ne zordur, Rabbimizin suallerine cevap vermek.. Ra­miz Paşa, Tersaneden ayrılıp saraya geldiğinde olanlardan pişman yeniçeri subaylarıyla saray'ı dolayısıyla padişah mü-dafiileri arasında sulh müzakereleri başlamış, karar açıklan­mak üzereydi. Sarayın mazgalları üzerinden ve minareler­den, bir kişi hariç bütün yeniçeri ortaları ve ahali için, genel af ilân edilmesi teklifi vârid oldu. Afdan mahrum kılman tek kişi ise, yeniçeriağa'sından başkası değildi. Çünkü o, bu fit­nenin bedeliydi. Yeniçeri askeri, onun cezalanmasıyla yenik sayılacak, taraftarları böylece mağlup edilmiş addedilecekti. Teklif tasvib gördü, öte yandan bu tarz, hem Osmanlı insanı­nın kanının akmasını önlemiş oluyor, Sultan Mahmud da, taht'dan inmekten kurtuluyor, hâttâ ağabeyi 4. Mustafa'nın akıbeti hakkında, tercih yapmaktan kurtuluyordu. Şâir ve diplomat Lamartin'in şu satırları çok dikkat çekici olduğun­dan, aynen aktarıyorum: "2. Sultan Mahmud, sarayın" kule­sinden askerlerinin kaçışını ve yangının başkentini, mahve-dişini seyrediyordu. Hem bozgunun, hemde bunca kurban için duyduğu merhametin etkisinde kalarak Kadı Abdurah-man Paşaya, mazgalların üzerinden, yeniçerilerin ateşine karşılık vermemesini buyurdu. Surların üzerinden yayınladı­ğı bir bildiri ile yeniçeri ağasına, uğraşı durdurmasını ve yangını söndürmesini buyuruyordu. Ağa, padişahın buyru­ğuna saygı göstermek bakımından yangının ucundaki evleri yıktırdı ve alevleri bir çenber içine aldı. Ahali, sönen yangın­dan ve mazgallardan zayıflayan ateşten büsbütün cesaret alarak, saraya çıkan bütün yolları doldurdu. Alemdar'a, Karamanoğluna, Ramiz Paşaya, Kadı Abdurrahman'a bostan­cılara sekbanlara ve iç oğlanlarına ve padişahın, şahsına yağdırılan lanetler göklere çıkıyordu. Tehditkâr çığlıklar <Çok yaşa Sultan Mustafa diye yükseliyor. Sultan Mah-mud'a, 3. Selim'in sonu lâyık görülüyordu. Kaçınılmaz ye­nilgisi veya imparatorluğun otoritesinin ve barışın kurulması arasında, verilmesi gereken bir tek karar vardı. Sultan Mus­tafa'nın derhal idam edilmesi. Sultan Mahmud'un hizmet­kârları, danışmanları, hadımlar, padişahın ayaklarına kapa­narak bu kararın verilmesi için yalvarmaya başladılar. 4. Mustafa bir tek hareketle Ölüme mahkûm edilince 3.  Selim'i katletmesi için gönderdiği aynı cellâdların elleriyle ha­yata gözlerini yumdu..." Diyen, Lamartin, kendi Fransasinda krallık döneminde olsun cumhuriyet döneminde olsun, taht ve iktidar kavgalarında cinayet kasırgaları, târihlerinin her anını doldururken 4. Mustafa'nın öldürtülmesine temas eder­ken, şu cümleyi kullanmış olmasını da duyurmuş olalım: ".Beşyüz yıldır kardeş katlinin yükselme taşı olduğu bu im­paratorlukta 4. Mustafa'nın katli son cinayettir. Devlet dü­zeni uğrunda işlenen cinayetleri silen zamana ne mutlu!" demek suretiyle hümanist yaklaşımı, Lamartin'in tahlilini ve satırlarını bu eseri hazırlayan M. R. üzmen şu dip notla açık­lamak lüzumunu görmüş ve pek de isabet etmiş yoksa mü­him bir mesuliyetin altında kalmış olurdu. Şimdi hazırlayanın bu dip notunu da alıntılayarak okuyucunun dikkatini çekelim ve Alemdar Vak'ası ile ilgili okuma parçası adı altında bahsin sonuna koyduğumuz târihi vesaikin ne büyükçe isabet oldu­ğunun bahtiyarlığını da duymuş olalım. Cild 7'sh 1811 de dip not: "Dikkat edilirse Alemdar Vak'ası burada bildiğimiz­den çok değişik bir tarzda anlatılmaktadır. Yazarın çağdaşı olduğu bir olayı, tamamen yanlış bir şekilde, haber alması imkânsızdır. Lamartin eserine kaynak olarak İstanbul'daki Fransız elçiliğinin mektuplarını ve İstanbul'u ziyaret ettiğin­de, istifade ettiği devlet arşivlerini almıştır. Bu konunun ta­rihçilerimiz tarafından incelenmesi faydalı olur." demekte. Aziz okurlarımız; mütercim sayın üzmen'in, bu bilgilerin bu-kadar yanlış olamayacağı gibi bir kanaate eğilimini görmek kabil bu dip notta. Şâirlerin, kafiyeye mânayı feda etme adetlerini göz önüne almayan mütercim beyin, Lamartin'in politik ve hayal dünyasını, kalemine ecdadımızın hakikatini değil kendi politik hesaplarına uygun ve müslümanlann ara­sındaki, ittihadı bozmak için kullandıklarının bir taktik oldu­ğunu hesap etmemesi, sadedillik olarak görülebilir. Yok, şuurla kabullenen husussa o zaman biz de deriz ki, yabancının buyurduklarında keramet arayan, ancak târih bilgisini hâiz olmayan birisi olarak veya târihimize, 1909'dan sonra mu­sallat ettirilen palavracı ve ısmarlama tarihçilerin gözlükleriy­le bakanlar olarak, görmek lâzımdır. Lamartinden, devam edelim: "Sadnazam'ın ordusu başında geridöneceği umudu­nu besleyen saray savunucuları, Alemdar'm cesedini görün­ce cesaretlerinin kırıldığını fark ettiler. Mazgalların yukarı­sından Kadı Paşanın askerleriyle sekbanlar halka aldatıldık­larını yoksa din kardeşleri yeniçeriler ile asla savaşa girmek istemediklerini açıkladılar. Ramiz Paşa ile Kadı Abdurrah-man Paşa'nın kanlarında akıtılan Osmanlı kanının intikamı­nı alacaklarına söz verdiler. 4. Mustafa'nın katledilmesiyle galipleri için bile, kutsal bir kişi haline gelen, Sultan Mah-mud kendisi için hiç endişelenmiyordu. Yararsız bir uğraşı uzatmaktansa, düşmanları ile hesaplaşmayı başka bir sefe­re bırakarak kaderine razı oldu. Sekbanlar ile Kadı Paşanın askerlerinin yeniçerilerle barışmalarını hoş karşıladı. Barış­ma birinci avluda meydana geldi. Durumdan memnun olan yeniçeriler, sadece birkaç kişinin kellesini istiyorlardı; Padi­şah onları idamdan kurtardı. Ramiz Paşa, Kadı Abdurrah-man Paşa, Behiç Efendi gibi Alemdar'm yakın dostları Sa-rayburnunda bekleyen gemiye bindirildiler ve Marmara kıyı­sında, bir kasabaya çıkarıldılar. Oradan Rusçuk'a kaçarak, hâla Alemdar'a sâdık olan taraftarların yanında gizlendiler.
Başkenti beş gün müddetle yakan vede kana boğan ihti­lâl kaçmaları ile yatıştı. Aynı gün yeniçeriler için kötü bir hatıra olan Levend Çiftliğindeki Nizam-ı Cedid kışlasını ta­mamen yaktılar. Akşamüstü de padişaha elçiler göndererek başkaldırmaları için özür dilediler ve sadakatlerini tekrarla­dılar. Gizliden gizliye Alemdar'a düşman olan şeyhülislâm ulemanın başında saraya gelerek, padişahın yenilgisini bir zafer gibi kutladı. İhtilalde mutlakıyetin, dinîn ve eski yasa­ların zaferini görüyordu. Her şey eski düzene göre yerli yeri­ne geldi." Görüyorsunuz sevgili okurlar Lamartin'in yazdıkla­rında; bence üç husus önem arzediyor. Birincisi, 4. Musta­fa'nın katledilmesi Sultan Mahmud'un, yaşayan tek erkek olarak kutsallık kazandı ifadesi, diğeri Levend kışlasındaki Nizam-ı Cedid kışlasını yakıyorlar, sadrıazami öldürüyorlar, bir başşehri beş gün kan ve revan içinde tutmaları özürle ge­çiştirmeleri ve 3. olarak da dinin ve eski yasaların zaferi gibi şeyhülislam efendinin gördüğünü beyanla dinin ve eskinin hâkimiyetinden rahatsizhğını pek mestur şekilde sergiliyor.

Sultan Mustafa'nın katlini hoş karşılamak ne kadar doğ­ruysa, daha önceki katilleri de öyle bulmak lâzım. Bunun bir çâresi olmadığını târih bize biraz tetkik ettiğimizde söylüyor nitekim, Şehzade Cem'in; Bayezid'î Velîye Anadolu ve Ru­meli diye taksimi teklif ettiğinde aldığı cevabı buraya bir defa daha yazalımki iktidarın ne istediği bilinsin: "Bu devlet-i âli­ye öyle başı örtülü bir gelindir ki, iki damada birden tâb ola­maz, arûs-î saltanat inkısam kabul etmez!" Demek suretiy­le devletin idaresinin asla ortaklıkla olamayacağını ortaya koyması bunun da iktidar mücadelesi getireceğini bunun çö­zümünün, bir tarafın diğer tarafı, ekarte etmeye çalışmasıyla mümkün olacağı yeter ki bu mücadelede hududullahın aşıl­maması olması olduğunu, bu veli padişahın beyanından çı-karmakkâbil olabiliyor. Yeniçeriliğin kaldırılmasına doğru gi­den sür'at herhalde bu vak'aflan sonra daha da hızlanmıştır. Hoş aradan onbeş yılı aşan bir zaman dilimi geçmişse de, bu kadar köklü bir ocağın devlet tasfiyesinden zor olduğu akla getirilmelidir. Aslen Kırım'lı olan sabık Kapdanıderya Ramiz Paşa, Rusların işgalindeki memleketine, sığınmak yolunu de­nerken, Kadı Abdurrahman Paşa'da Karaman civarında do­laşmakta, yeniçerilere karşı bir askeri kuvvet hazırlamaya girişmişti. Padişahın bıraktığı kavgayı sürdürmeye kalkışması, tabiatıyla yanlış hâttâ maksadlı bulunsa yeridir. Nitekim, der­viş kılığında dolaşırken tanıdılar, yakaladılar, kafasını kesip, İstanbula yolladılar. Lamartin'in İfadesine göre: "kahraman­ca savunduğu; saray'ın kapısı üzerindeki mazgallarda bu kafa bir ay teşhir edildi."