Meşrûtiyet İlân Merasimi


Mirat-ı Hakikat adlı eserde, Çorluluzâde Mahmud Celaled-din Paşa merasimi şöyle anlatıyor:  "Midhat paşa sadnazam olunca Kaanunu esasiyi ilân ettirmekten başka bir işe önem vermeyip gece gündüz buna gayret etti. Ayrıca yukarıda bahsedilen 113. Maddenin tasarıdan çıkarılmasına hayli ça-tıştıysada buna imkân bulamadı ue çaresiz kanunun o şekil­de ilân edilmesine muvafakat gösterdi Bunun üzerine kon­feransın açılış gününe rastlayan 7/Zilhicce/1293-23-/Ara­lık/l 876 Cumartesi günü Kanunu Esast'nin padişah tarafın­dan resmen bâbıâlVye gönderilmesi kararlaştırıldığından dâ-irei hümayun önündeki meydana bir kürsü konulup, bay­raklarla donatıldı. O gün hava gayet kapalı olmasına rağ­men yine binlerce insan toplanmış ve niza miye askeri tabur­ları ve bandoları meydanın uygun yerlerinde selâma dur­muşlardı. Bütün vekiller, ulema, ümera devlet ricali, azınlık­ların ileri gelenleri, resmi elbiseleriyle hazır olup, hatt-ı hü-mayu'nun gelmesini beklemişlerdi. Bu suretle toplanan he­yet, Mabeyn başkâtibi vasıtasıyla Kanunî Esasinin ilânına dair hatt-ı hümayunun gelişi sırasında körsünün etrafında toplandılar. Sadnazam Midhat Paşa hatt-ı hümayunu karşı­layıp aldı ve memuriyet icâbı mühim vazife bana düşmekle okumak üzere bana verince,k ürsüye çıkıp okudum, Hatt-ı hümayunun okunmasından sonra, Midhat Paşa münasip bir konuşma yaptı ve eski Edirne Müftüsü olan Efendi de güzel bir dua etti. Bu arada donanmadan ve diğer askerî mevkiler­den yüzbir pare top   atılarak,sevinç gösterilerinde bulunul­du.."

Meşrutiyetin ilân günü meşrutiyet taraftarları ile Beyoğlu ve Galata gibi gayrimüslimlerin bulunduğu yerlerden gelen avazelerin içinde en dikkat çekeni bu gayrimüslim topluluğu ile meşrutiyet taraftarlarının coşkun tezahüratları idi ve bun­lardan bir gurup ise Midhat Paşanın konağının önüne topla­nıp <Yaşasın Sultan Abdülhamid, Yaşasın Midhat Paşa!> avâ-zeleriyle yaptıkları tezahüratla sevinçlerini dile getirirken Midhat Paşa' nın bahtsızlığına yol açan bir çığır oldu...
113. madde meselesinin üstteki metin içinde geçmiş ol­ması, bizim bu maddenin hikâyesini es geçemeyeceğimiz­den Mirat~ı Hakikatin 203. sahifesinden hemen nakle geçe­lim: "..Kanûn-ı Esâsı tasarısı özel komisyon tarafından hazır­lanıp padişaha takdim edil diğinde, Abdülhamid Hân bu ta­sarıyı Nâmık Paşa gibi muhalif olan zevata gösterdi. Hatta Sadnazam Mehmed Rüşdü Paşa zâten mesuliyet taraftarı ol­mayıp, banada ifade ettiği gibi <eğer dış teklifler sırasında böyle bir jest yapılmak mecburiyeti olmasaydı, Kanûn-ı esa­siye muvafakat etmeme imkân yoktu> şeklinde sözler söyle­miş olduğundan padişah bilhassa onunda fikrini anlamak için tasarının bir suretini kendisine göndermişti. Nâmık Paşa itirazlarında ısrar etti. Rüşdü Paşa ise kendi nefsince açıktan muhalefet etmeyi doğru bulmayıp maksadın sırf padişahın hukukunu korumaktan İbaret olduğunu dalkavukça sözler­le ifâde etti. Meselâ: <tasarının başlangıcında, hükümdarın vazifelerini belirten maddeler, padişahımızın kudret ve sânını halkın gözünde düşürür, padişahın nüfuz ve yetkisi sınırlan-dırılamaz> diyerek o maddelerin tamamen çıkarılmasını iste­di Ayrıca tasarının sadnazamlığın kaldırılıp başvekilliğin ih­das edilmesi ve diğer vekillerin başvekil tavafından seçilmesi ile ilgili hükümlerine itiraz ederek sadnazamlığın devamını ue vekillerin eskiden olduğu gibi padişah tarafından seçilip tâyin edilmesi lüzumuna işaret etti.O sırada mabeyn ricalin­den Midhat Paşa'ya karşı olan nüfuzlu kimseler bundan isti­fade ederek, < vükelâyı seçmek yetkisinin başvekile verilmek istenmesi, idarenin dizginlerini başvekil olanlara verdirmek maksadından ileri gelmektedir. Midhat Paşa ikbâl düşkünü olduğundan, bu suretle başvekil makamına gelip istediği gi­bi hareket etmek istiyor> diye çeşitli telkinlerle padişahın zihnini bulnadırdılar.

Ancak mabeyn ricalinin bu hareketleri, padişahı koruma veyahut istiklâlini teminat altına almak gibi bir niyete dayalı olmayıp belki meşrutiyet sisteminin her deuletde geçerli prensiplere düzenlenmesiyle ve vükelânın sorumluluk esası­nın belirlenmesi sonucu üzerine, vazifeli olamayan ricalin, bilhassa mabeynin nüfuzlu kimselerinin devlet işlerine karış­maları İmkânının ortadan kalkacağını ve bununda şahsi nü­fuz ue menfaatlerine dokunacağını anlamalarından gelmişti. Bununla beraber sadrıazamın <hükümdarın vazifeleri ile İlgi­li maddelerin tasarıya konulmaması> yolunda arz ettiği şah­sî görüşleri, kabul edilmeyip bunlar padişahın hukuku baş­lığı altında ayrıca belirtildi. Ancak sadnazamltğın bırakıla­rak vükelâ seçiminin eskiden olduğu gibi padişah tarafın­dan yapılması kabul edildi. Bunun üzerine, tasarının vekiller tarafından tetkik ve müzakeresine başlanıldı.O sırada yine mabeyn ricali <meşrutiyet hükümeti içinde istibdad> tâbiri ile tarif edilebilecek riyakâr fikirlerinden olmak üzere padişa­hın kime emniyeti kalmazsa, onu sürgün etmeye yetkili bu­lunmasına dâir kanuna bir madde konmasını içlerinde saklı olan şahsî kinlerinin gerçekleşmesine kolaylık addederek, dürüstlükten uzak bu fikirlerini başka bir kalıp altında padi­şaha kabul ettirdiler.
Mabeyn başkâtibi Said Bey, sözünü ettiğimiz maksadı ih­tiva eden ve sözde umûmi asayişi bozacak şekilde hareketde bulundukları zabıta tarafından tesbit edilen kimselerin Os­manlı toprakları dışına çıkarılmasına padişahın, yetkili oldu­ğunu belirten bir madde kaleme alcı. Damad Mahmud Paşa, bunu mutlaka tasarıya ilâve ettirmek maksadıyla vükelâya tebliğ ettiğinde, işin sonunu önceden görenler, bu maddenin hürriyet ve vükelânın sorumluluk esaslarını ihtiva eden bir kanuna ilâve edilmesinin pek zararlı olacağı yolunda fikir beyan ettiler. Bu cümleden olarak, Midhat Paşa muhalefette direttikçe, Mahmud Paşann nazarında meselenin önemi ar­tıp, sanki padişahın atameıve kudreti ancak bu kanunla te­minat altına alınabilirmiş gibi bir inanca saplanmakla bu hükmün kanuna ilâvesi padişah tarafından mutlaka lüzum­lu görülmüştür diye icbar etti ve nihayet 113.maddenin son fıkrası olmak üzere, bunu tasarıya yazdırdı. Ne yazıkki, ge­rek Mahmud Paşa ve gerek kendisiyle aynı fikirde olan Mâ beyn ricali bu maddenin kanunda yer almasının, ileride çe­şitli suistimallere sebeb olacağını ve belki kısa bir müddet sonra kendi aleyhlerine kullanılacağını ve Kanûn< Esâsî'ye konmasının, yabancılar nazarında, bizim açımızdan uyandı-rılabile ceği müsbet tesiri tamamen silip süpüreceğini anla­madılar "
Hemen burada ilâve edelimki ahali arasında, devreden ve-kayüere göre Midhat Paşa, Sultan Hamid'in huzuruna gelmiş ve güya 112 maddeden ibaret taslağı okumuş. Bu kıraat es­nasında güya Suİtan Hamid, pek güzel! Eline sağlık! Sağ ola­sın babacığım! Gibi sözlerle kendisini taltif ve takdir etmiş-mişde, sonunda da bende bir madde ilâve etmek istiyorum. Münasip bulurmusunuz diye sormuşmuşda, Midhat Paşada, demindenberi aldığı takdir ve taltiflerin sonucunda meşhur 113. maddeyi yazması için taslağı padişaha vermiş o da, bu­raya ilâve etmiş, Böylecede mezkûr madde yeri geldiğinde Midhat Paşa'ya sürgün yolu açılmış babında nakiller dolaştı­rılır, bir veçhe kazandırmak üzerede devrin Osmanlı düşmanı ingiliz b.elçisi Elyot'ada, bu ince hileyi tespit ettirme husu­sunda rol verirler ve Midhat Paşaya bu madde yüzünden epeyi takaza ettiği söylenir durur. Bunları anlatanlar daha zi­yade nasıl siyasî mahfillere sızdırılmış böyle bir senaryonun maksad-ı hakikisi neyse bunun yaygın bir kanaat hâline gel­mesi de ifadeyi tertipleyenlerin maksadlanna erdiğini göste­rir, işin aslını yazmış bulunan Çorluluzâde Mahmud Celaled-dih Paşa dahi, çalışmasının 204. $ahifesinde, <.gerçi tahtdan indirme işindeki (Abdülaziz'in indirilmesi kastediliyor) rolü sebebiyle, Midhat Paşanında devlet idaresinden uzaklaştırıl­ması sarayca (bu padişah ve yakınları demektir) gerekli gö­rülüyordu. Fakat halk arasındaki şöhreti sebebiyle-cülusu müteakip böyle bir yola gitmek uygun görülmedi-ğinden bir defa onun da sadnazamiığa getirilmesi ve daha sonra ikbâlin zirvesinde düşürülmesi şekli tercih edilmişti..> şeklinde yaz­mak suretiyle Midhat Paşa için mutlaka bir özel operasyon düzenleneceğini düşüncesinin dışında tutmamakla beraber bizim yukarıda ileri sürdüğümüz 113.madde ile alakalı, padi­şahın, Midhat Paşaya oyun kurması hikâyesini kuvvetlendirir şekilde anlamak kâbilsede, işin bu kadar, yâni 113.madde­nin olayı bizim doğru bulmadığımız hikâyenin anlatımı bir dedikodudan öteye gitmez düşüncesinde yine ısrarlıyız. He­men ilâve edelim; Tersane konferansı münasebetiyle İs­tanbul'da bulunan İngilizlerin konferansdaki birinci murahha­sı Lord Salisbörİ, 113. madde hususunda babıâlî'ye gelmiş malum maddeyi ifadeyle: <bu madde varken, yaptığınız kanunun hükmü olamaz> dediğini Çorluluzâde, kitabının 212. sahifesinde de yazmış bulunmaktadır.
Hemen bundan da istinbat etmemiz gereken hususat, ec­nebilerin padişahla başka, devlet ricâliyle başka konuştukla­rını ve koydukları metodla padişahla, rical arasında sürtüş­me temine çalışacak fitne yollarına saptığını bu olayda göz­lemek kabil. Abdülhamid ile konuşurken pek makbul bir ko­nuşma, hayırlı tavsiyeler yapmayı tercih eden Salisbörİ, Midhat Paşaya bu padişahı meşrutiyette bu kadar neden selahi-yetli kıldınız diye paylamaya kadar cesaret ve nezaketsizlik gösteriyor. Şimdi biz; Tersane Konferansı neticesinde Os­manlı devletinden çıkacak bir savaşı önleme tavsiyesi için, konferans kararı taleplerinin yerine getirilmesi tavsiyesine hâvi Lord Salisböri'nin konferanstan sonra giderken Sultan Abdülhamid'e sunduğu raporun bir özetini Çorluluzâde Mah­mud Celâleddin Paşanın Mirat-ı Hakikat adlı eserinin 214. sahifesinden alıntilıyarak okurların dikkatine sunalım: "Os­manlı devleti bu gün çok tehlikeli bir vaziyet içinde bulunu-yor. Zira Rusya' nın 250 bin kişilik bir ordusu Eflak ve Buğ­dan hududunda ve 150 binkişilik diğer bir ordusu da Ana­dolu hududu üzerinede toplandı. Eğer Rusya, Tuna nenrini geçerse, Avusturya Bosna'ya asker sokmaya mecbur olur. İtalya'da Bulgaristan hadisesi sebebiyle Osmanlı toprakları­na saldırmayı tasarladığından, Avusturyalılar bir harekette bulunacak olurlarsa İtalya'yı tutmak mümkün olamayacak­tır Yunanistan ise harisâne emellerini ortaya atacak, İran'da doğu sınırlarında topraklarını genişletmek iddiasına kalkışa­caktır. İşte Osmanlı devleti bu kadar düşman arasında kala­rak, bunlarla savaşmak zorunda kalır Gerçi askeriniz.çoktur, ama ne dirayetli kumandanınız ne gerektiği kadar mühim­matınız ve nede hazinenizde bunlara yetecek kadar paranız vardır. Ayrıca; birsn:.>aş çıkacak olursa dışarıdan siz yardım eden de bulunmaz. Zira; Fransa pek çok zarara uğramış ol­duğundan uzak bir yerde savaşacak güce sahip değildir İn-giltere'ninde yardımda bulunması mümkün değildir Çünkü Bulgaristan hadiseleri esnasında cereyan eden vahşice hare­ketlerden, İngilizler gayet müteessir olmuşlardı. Bu hoşnut­suzluk devam ettiği müddetçe, İngiliz milleti hiç bir kabine­nin, Osmanlı devletine yardım etmesine müsaade etmez. F~;vr şimdiki kabine öyle bir temayülde bulunsa, derhal azledilip, devletinizi Avrupa kıtasında tamamen çökertmek istiyen Gladeston iş başına geçer. Bu sebeble Osmanlı devleti­nin son derece ihtiyatlı hareket etmesi ve vatanı kurtarmak için esâsa taalluk etmiyen her fedakârlığa katlanması lâzım­dır." Raporunun son kısmında Salisböri şu ifadelere yer veri­yor:  "İdâri muhtariyete karşı çıkmaktan dolayı İngiltere, Amerika'da bulunan bir büyük eyaletini, Danimarka, Sceh-leuig ve Holstein eyaletlerini ue Avusturya ise İtalya'da bulu­nan bâzı eyaletlerini terk etmek mecburiyetinde kaldı. Avus­turya bu tecrübeden ders alarak, Macaristan'ın idâri muhta­riyetini kabul etti ve böylece orayı elden çıkarmamaya im­kân buldu. Eğer Osmanlı devleti, konferansın teklif etti ğİ idare tarzına razı olmazsa mutlaka bir savaş çıkar. Böylece Osmanlı devleti Rusya ve belkide daha başka düşmanlarla tek başına savaşmak zorunda kalacak ve bunun neticesinde saltanatı ve ülkeyi tehlikeye sokmuş olacaktır." Şeklinde bir ifadeyle noktalayan Lord Saiisböri, tersane konferansının ne­ticelerini tatbik bu kötü vaziyetten kurtarır demek suretiyle yol göstermiş ve padişahda bu kanaati daha evvelden taşıdı­ğı için raporu pek mühim bulmuş ve delicesine savaş taraf­tarı Midhat Paşaya bari meclis safhasında savaş kararı konu­şulurken, bu muhtırayı göz önüne alması için hem o istika mette idâre-i kelâm etmiş hem de raporu eline tutuşturmuş­tu. Fakat İngiliz menfaatleri, mahkemede doğruyu söylerken, karakolda şaşıyor İdiki, İngiliz te'sirindeki Midhat Paşa harp taraftan oluyor çünkü İngiliz gizli karakolu böyle istiyor, bu karakol komiseride, herhalde İngiliz gizli istihbaratıyla mütte­fik hareket eden b.elçi Elyot idiki, mahkemeyi de Lord Salis­böri temsil ediyor ve doğrulan tavsiye ediyordu. Meşrutiyet hükümetleri genellikle karakolların dediğini yerine getirir. Böylece bu sonucu dünya târihine bile büyük tesirleri olan 1293/1877 Osmnalı-Rus Savaşı meşrutiyet meclisinin hamasî nutuklarıyla ifade edilen kanaatlann sonunda savaş de­di ve böylece karakol'un istediği yerine geldi. Mahkemenin, yâni Salisböri'nin tavsiyevî raporu, padişahın elinden Midhat 'in çekmecesine yol alırken, tarihçilerinde birbirlerinin alıntı­laması için bir siyaset vesikası olarak târihdeki rolünü oyna­mağa başladı ve elan devam etmekte..


Eser: Büyük Osmanlı Tarihi

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Büyük Osmanlı Tarihi

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..