Muzaraa     Bölümü


Müzâraa, [21]'lügat yönünden: «zor1» kökünden olup müfâale bâ-oındandır. Şer'ar. müzâraa; «zer'» üzere, hâricin yâni çıkanın bir kıs­mı, mukabilinde ekin üzerine yapılan bir akd'dir. İmâm A'zanV (Hfa. A.) a göre, sahih olmaz. Çünkü, Râfi* b. Hadîc' (H.A.) in rivayet etti­ği hadise göre. ResûlüIIah (S.A.V.); muhâbere'den nehy'eylemiştir. O da, tarlanın üçtebirî veya dörttebiri üzere müzâraa'sidir.

Muhabere, «Kabir» dendir. O da, çiftçidir. Çünkü habâr'ı sürer. Habâr ise. toprağı yumuşak ve gevşek olan yerdir.

Bir de;   müzâraa,- âmilin işinden çıkan şeyin bir kısmıyla tarla­nın kiralanmasıdır. Şu hâlde, değirmencinin ölçeği  (kafîz'ut-tahhân) anlammadır. Nitekim «İcâre Bölümü» nde geçmişti.

Müzâraa; îmâmeyn' (Rh. Aleyhimâ) e göre, sahîh olur. Çünkü Re-sûlüllah (S.A.V.); Hayber'in hurma ağaçlarını halkına muâzneleten ve arzını müzâraatçn. çıkacak olan hurmanın ve ekinin yansına karşılık verdi. Sahabe. Tabiin ve Salih'in, bi&im günümüze gelinceye kadar, bu­nunla amel ettiler. Böyle bir delille (yâni icmâ* ile) haber-İ vâhid ve kıyâs terk edilir. Bundan dolayı fukahâ; «Bununla fetva verilir.» de­mişlerdir.

Diğer akdler gibi, müzâraa'nın rüknü îcâb ve kabuldür. Müzâraa'-nın şartı sekiz şeydir:

Birincisi; iki âkidin ehil. yâni hür ve mükellef olmalarıdır. Çünkü ehliyetsiz, akd sahih oimaz.

İkincisi; maksâd hâsıl olması için. arzın zirâata uygun ve elveriş­li olmasıdır.

Üçüncüsü; müteâref (âdet) olan müddeti beyân etmektir. Meselâ; bir yıla "kadar veya iki yıla kadar demek gibi. Çünkü, eğer tohum âmil tarafından olursa, akd, yerin menfaatma ya da; tohum, yer sahibi ta­ralından olursa, âmilin menfaatma vârıd olur. Menfaatinin mikdârı ise, ancak müddetin beyânı ile bilinir. Şu hâlde müdrtet, menfaat için ölçü  (mi'yâr). dür.    Binâenaleyh müddetin, içinde müzâraa yapmak mümkün olacak kadar olması gerekir. Hattâ içinde müzâraa mümkün olmayan bir müddet beyân etse, maksûd hâsıl olmadığı için, müzâraa fâsid olur. Keza, birinin âdeten yaşayamayacağı bir müddete kadar beyân etse, yine müzâraa fâsid c!ur. «Zahire» de de böyle denmiştir.

Dördüncüsü; tohumun hangi tarafdan olduğunu beyân etmektir. Çünkü ma'kûd-un aleyh, tohumun değişmesiyle muhtelif olur. Çünkü tohum, âmil tarafından olursa; ma'kûd-ün aleyh yerin menfaatidir. Eğer tohum; yer sahibi tarafından olursa, ma'kûd-ün aleyh âmilin menfaatidir. Öyle ise, ma'kûd-ün aleyh'in beyân edilmesi mutlaka lâ­zımdır. Çünkü onun bilinmemezliği çekişmeye yol açar.

Beşincisi; tohumun cinsini beyân etmektir. Çünkü, ücretin cinsi--,ni belirtmek gerekir. O ise, ancak tohumun cinsini belirtmekle bilinir. .

Altıncısı; diğerinin payını beyân etmektir. Yâni tohumu vermeyen kimseyi belirtmekdir. Çünkü o şartla, ivaz yönünden payına müste-hık olur. Şu hâlde, payının bilinmesi gerekir. Zîrâ bilinmeyen akd ile paya müstehık olmaz.

Yedincisi; tarla sahibi ile âmilin arasını serbest bırakmaktır. Hat­tâ akd'de, bu serbestliği ortadan kaldıran şart konsa —ki o da, tarla sahibinin âmil ile beraber çalışmasıdır —    akd fâsid olur.

Sekizincisi; çıkacak ürün meydana geldiğinde, onda ortaklığı be­yân etmektir. Çünkü o, başlangıcında ic'âre; sonunda şirket olarak ta­mam olur. Çıkacak üründe, ortaklığı kesip yok etmeye götüren her şart, akdi bozar.

İmâmeyn' (Rh. Aleyhimâ) e göre, müzâraa ancak tarla ile tohum birinden, ve sığır ile amel de diğerinden olursa sahih olur. çünkü tarla sahibi, âmili iş için kiralamıştır. Sığır ise, amel için âlettir. Şu hâlde sığırın âmilden olmasını şart kılmak caizdir. Nitekim terzi kira ile tutuldukda, kendi iğnesi ile dikmesi şart kılmabilir.

Ya ela; lada birinin olup geri kalanı diğerinin olmak şart iv le mu-zâraa yapmak da sahih olur. Çünkü tohum sahibi tarlayı, tarladan çıkacak üründen belli bir cüz ile isticar etmiştir. Şâyed tarlayı dirhem ve dinarlardan belli bir ücret ie isticar etse. sahih olurdu. Keza, tarla­dan çıkacak üründen belli cüz ile kiralaması da sahih olur.

Ya da;   iş birinin olup, geri  kalanı  diğerinin olursa,  sahih olur.

Çünkü tarla sahibi işçiyi müste'cirin âleti ile iş görmek için kirala­mıştır. Şu hâlde, sahih olur. Nitekim terziyi giyecek sahibinin iğnesi (veya makinesi) ile dikmek için kira ile tutmak sahilidir.

Yine müzâraa, ekilen şeyin nafakası, ikisinin haklan mikdârınca, ikisinin üzerine olursa sahih olur. Meselâ; biçenin ücreti, ürünün nak­linin, harmanı değenin ve harmanı savurup ürünü, sapdan ayıranın ücretleri böyledir. Çünkü külfet, n i" met e tâbi'dir. Yani ni'metten fay­dalanan külfetine de katlanır.

Hattâ nafaka, birine şart kıhnsa,  müzâraa akdi fâsid olur.  Zira bu, akdin gerektirmediği bir şarttır ve onda iki âkidden birine fayda vardır.

Eğer tarla ve sığır birinin, tohum ve işçilik diğerinin olursa, mü­zâraa fâsid olur. Çünkü tohum sahibi tarlayı ve sığırı kira ile tutmuş­tur. Tarladan çıkan üründen belir bir cüzle sığırın kira ile tutulması­nın maksûd olması sahih olmaz. Çünkü sığırın menfaati, tarlanın men­faati cinsinden değildir. Zira tarlanın menfaati, tarlanın tabiatında bir müddettir, ki çıkan ürün onunla hâsıl olur. Sığırın menfaati bir salâhiyettir ki, amel o salâhiyetle kâim olur. Sığır ile tarla arasında mücâneset bulunmadığı için, sığırı tarlanın menfaatine tâbi' kılmak mümkün olmaz. Tarlanın menfaatinin istihkakı, müzâraadan mak-sûd olamaz. Nitekim sığırın yalnız birinin üzerine meşrut olması caiz değildir. İş yönü bunun aksinedir. Çünkü sığır, amelin âletidir. Böy­le olunca, âmilin menfaatine tâbi kılınmıştır.

Ya da;tohum ikisinden birinin olup geri kalanı diğerinin olursa, müzâraa fâsid olur. Çünkü bu nevi' ile şeriat vârid olmamıştır. Ya da tohumla sığır birinin olup geri kalan, yânî tarla ve iş diğerinin olur­sa, müzâraa fâsid olur. Çünkü tohumla sığırdan her biri, yalnız başı­na oldükda sahih olmayınca, bir araya gelmelerinde dahî sahîh olmaz. Ya da;  biri  için belirtilmiş ölçekleri şart eyleseler, bu da zikredilen gibi müfsiddir. Çünkü tarladan ancak o belirtilen ölçekler kadar ürün çıkması ihtimâli vardır. Bu şart ortaklığı keser, yok eder.

Ya da; biri için, belli bir yerden çıkan ürünü veya sâkiyeden daha geniş olan mâziyan yâhûd sakiye üzerinden çıkanı şart eyleseler, mü­zâraa fâsid olur.
Sevâkî: «Sakiye» nin çoğuludur. Sakiye; cedvelden daha büyük ve nehirden daha küçük olan su kanalıdır. [22] Bu şart da, zikredilen gi­bi müfsiddir. Çünkü'mahsûlün ancak o yerden çıkması ihtimâli var­dır. Öyle ise; bu şart ortaklığı keser, yok eder.

Ya da, ekilen şeyin nafakası âmil üzere olmasını şart eyleseler, bu şart dahi müfsiddir. Yâni, müzâraa fâsid olur. Nitekim daha önce geç­ti ki bu şart, akdin gerektirmediği bir şarttır. Bu şartta iki âkidin bi­rine menfaat vardır.

Ya da; tohum sahibi tohumunu kaldırıp veya muvazzaf haracı kal­dırıp geri kalanı yarı yarıya ayırmayı şart eyleseler, iki surette de mü­zâraa akdi fâsid olur. Çünkü ancak o kadar hâsıl olması ihtimâli var­dır. Faka: harâc, üçtebir ve döruebir gibi, mukâseme haracı olursa, mezkûr akd caiz olur. Nitekim, öşrü kaldırıp geri kalanı taksim etmeyi şart etseler ve arz da öşriyye olsa, müzâraa akdi caiz olur.

Ya da;  tohum sahibi, çıkan ürünün öşrünü kendisi, veya diğeri için ve geri kalanını aralarında paylaşmayı şart eylemiş olsa, caiz olur.

Çünkü çıkan ürün müşâ'dır. Ortaklığı kesmeye götürmez.

Ya da; rnüzâraa;da saman birinin ve dâne birinin olmayı şart ey­leseler, bu takdirde müzâraa fâsid olur. Çünkü bû şart, dânede ortak­lığı keser, maksûd ise dânedir. Ya da; dâneyi yarı yarıya bölüp sama­nı tohum sahibinden başkasına şart eyleseler, yine müzâraa fâsid olur. Çünkü bu şart, akdin muktezâsma (gereğine) aykırı olan bir şarttır. Bu, ortaklığı kesip yok etmeye götürür. Çünkü ba'zan âfet isabet eder de dâne hâsıl olmaz ve ancak saman çıkar.

Eğer dâııeyi iki yanm hisse yapmayı şart edip samandan söz et­meseler veya dâneyi iki yanm hisse yapmayı şart edip samanı tohum sahibi için şart kılsalar, müzâraa akdi sahih olur. Birinci suret; ikisi de maksûd olan ortaklığı şart eyledikleri içindir. Tâbi' olan şeyden sükût etmek, asılda akdin fesadını gerektirmez. İkinci suret; akdin hükmüne uygun düşen şart olduğu içindir. Çünkü saman, tohum sa­hibinin mülkünün nemâsıdır (semeresidir).

Asla mâlik olmakla, fer'e de mâlik* olunur. Diğerinin onu- hak et­mesi, ancak tesmiye iledir. Müzâraa fâsid olunca, nemanın hepsi to­hum sahibinin olur. Diğeri için, işinin ücreti veya tarlanın ecr-i misli lâzım gelir. Yânî fâsid müzâraada, tohum, tarla sahibinden olursa, işçi için ecr-i misli lâzım gelir. Eğer tohum âmilden ise, tarla sahibi için, tarlanın ecr-i misli lâzım gelir.

Eğer tohum sahibi, tarla sahibi olursa, âmil için ecr-i misli lâzım gelir. Bu, müsemmâdan fazla olamaz. Çünkü âmil ziyâdenin düşme­sine razı olmuştur. Eğer tohum sahibi âmil olursa, tarla sahibi için tar­lasının ecr-i misli lâzım gelir. Çünkü âmil, tarlanın menfaatlerini fâ­sid akd ile elde etmiştir. Şu hâlde âmile menfaatlerin kıymeti vâcifo olur. Çünkü menfaatlerin kıymeti için ecr-i misil yoktur. Müzâraa sa-hîh olunca, şart kılman vâcib olur. çünkü, iltizâm şahindir. Eğer tar­ladan bir şey çıkmazsa, âmil için bir şey yoktur. Çünkü âmil, ona or­taklık yönünden müstehık olur.

Çıkacak üründen başkasında ise.ortaklık yoktur. Amil işden kaçınır ve vazgeçerse, zorlanır. Tohum sahibi zorlanmaz. Yânî müzâraa akd edildikde, tohum sahibi işden vazgeçerse, buna hakkı vardır. Zîrâ to­hum sahibi, akde vefaya ancak tohumu itlaf ile ulaşır ve tohumu it-lâfda ise, ona zarar lâzım gelir. Binâenaleyh, o kimse işe zorlanmaz. Bu durumda o, evini yıkması için ücretli işçi kiralayan kimse gibi­dir.

Kîfâye'de denmiştir ki: Bu, tohumu ekmezden öncedir. Ekdikden sonra ise, zorlanır. Eğer âmil vazgeçerse, hâkim onu amel için zorlar.

Çünkü ona zarar dokunmaksızm akde vefa (yânî sözünde durması) mümkündür. Şu hâlde diğer icârelerde (kiralamalarda) olduğu gibi, akd lâzım gelir. Ancak âmilin, hastalık gibi, icâreyi feshe yarayan bir özrü olursa, onunla müzâraa fesh edilir. Eğer tohum sahibi vazgeçer­se ve tarla da tohum sahibinin ise, halbuki âmil tarlayı sürmüş olsa, tarlayı sürmekle o âmil mahkemece bir şey alamaz. Çünkü onun ame­li ancak akd ile kıymet kazanır. Akd ise, ameli, çıkan üründen bir cüz ile kıymetlendirir. Bu durumda henüz tarladan çıkmış ürün yok­tur.

Diyanet yönünden, tarla sahibi âmili razı eder. Yânî zikredilen hü­küm, hakimin vereceği cevâbdır. Amma o kimse ile Rabbisi arasında diyâneten, tohum sahibinin âmile işinin ecr-i mislini vermesi lâzım gelir. Çünkü âmil, ancak çıkacak üründen kendisine pay elde etmek için bu işleri yapmakla meşgul olmuştur. Tarla sahibi âmilden tarla­yı alınca, onu aldatmış olur. Aldatmak ise, reddedilmiştir. Öyle ise uy­gun olan, âmilin rızâsının alınması hususunda fetva vermektir.

Müzâraa, iki âkidden birinin ölmesiyle bâtıl oiur. Nitekim icârede de böyledir.

Tarla sahibi, tarlasını üç yıla kadar âmile verse, birinci yılda ekin bitse ve tarla sahibi onun idrâkinden   (olgunlaşmasından)  önce ölse, ekin müzâri'in elinde Ürün olgunlasın caya kadar bırakılır ve şarta göre taksim edilir. Son iki yılda müzâraa bâtıl olur. Çünkü birinci yıl­da akdin ibkâsında müzâri'in ve vârislerin hakkım gözetmek vardır. Ekinin sökülmesinde ise, âmilin hakkım ibtâî vardır. Şu hâlde ibkâ etmek (yâ.nî yerinde bırakmak ve akdi devam ettirmek) ibtâî etmek-den evlâdır (daha uygundur). Fakat son iki yılda ibkâ etmeye hacet yoktur. Çünkü müzâri' için henüz bir şeyde hak sabit olmamıştır. Bi­nâenaleyh biz, kıyâsla amel ederiz.

Mahsûlün olgunlaşıp kemâle ermesinden önce müzâraa müddeti geçse, ekilen şeyin olgunlaşmasına kadar, miizâri' üzere, tarladan paymm ecr-i misli lâzımdır. Çünkü müzâri', idrâk vaktine kadar onda hissesinin terbiyesi bulunduğu için tarlanın bir kısım menfaatlerini elde etmiştir.

Suvarmak, korumak, biçmek, ürünü kaldırmak, harmanı dövmek. savurmak ve götürmek ücretleri gibi, ekilen şeyin nafakası, yânî mas­rafları, haklarının miktarmca, ekilen şey olgunlaşmcaya kadar —ka-zançdan âciz olan ortak kölenin nafakası gibi — ikisinin üzerine lâ­zım gelir.

Ekilen şeyin olgunlaşıp kemâle ermesinden önce birinin ölmesi hâlinde, olgunlaşmcaya kadar ekin yerinde bırakılır. Müzâri'e bir şey lâzım gelmez. Çünkü biz burada icâre akdini, icâre müddetinin be-* kası için, istihsânen ibkâ ettik. Bu suretle âmilin veya vârisinin, eski­den olduğu gibi çalışmaya devam etmesi mümkün olur. Fakat birin­cide müddet bittiği için ibkâ mümkün olmaz.

Biri, arkadaşının emri olmaksızın; ekilen şeye masraf etse, yâhûd bunu kadının emri ile yapsa, yaptığı harcamada, mütetavvı' (gönüllü) dır. (Yânî, harcadığını alamaz.) Çünkü her biri infâka mecbur değil­dir. Şu hâlde; iki kişinin arasında ortak olan eve tamir lâzım geldikde, birinin diğeri emretmeksizin evin onarılması için harcama yapması gibi olur, ki mütetavvı'dır (kendiliğinden yapmıştır).

Tarla sahibinin, tarlanın satılmasına onu mecbur ve muhtâc eden borcu olsa, — icârede olduğu gibi — müzâraa fesh olur. Âmilin; tar­layı sürmek, su arklarını kazmak, çukurlarım doldurmak ve yüksek yerlerini indirip düzeltmeye karşılık bir şey mutâlebe etmesi caiz ol­maz. Çünkü onun, müsemmâyı —ki çıkacak üründür— mutâlebe et­mesi caiz olmaz. Zîrâ, çıkacak ürün yoktur. .
Ecr-i misil [23] ile mutâlebe etmesi de caiz olmaz. Çünkü ecr-i mi­sil, ancak akdin fesadı katında vâcib olur. Halbuki akd fâsid olmamış­tır. Şâyed ekilen şey bitse, ekinin hasadından önce tarla satılmaz. Çünkü tarlayı satmakda müzâri'in hakkını ibtâl vardır. Ertelemek ise, ibtâlden evlâdır. Eğer alacaklı, tarla sahibini habs [24] ederse, kâdî onu çikartrr. Çünkü habs, zulmün cezasıdır. Bu ise zulm etmemiştir. Zîrâ müzâri', tarlayı satmakdan men olunmuştur. Bu durumda o, zâ­lim olmamıştır. [25]


Eser: Dürer

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Dürer

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..