Havale  Bölümü

Havale; lügat yönünden, ihale ma'nâsmda isimdir. Ve ihale, mut­lak surette nakl, demektir.
Şerhan; borcu (deyni) bir zimmetten, diğer zimmete nakl etmek­tir. Yâni havale eden kimsenin zimmetini, havale olunan kimsenin zimmetine nakidir. Bu havalenin borca tahsis edilmesine sebeb şudur: Çünkü havale, şer5! nakidir. Borç dahî şer'î bir vasf olup eseri irıutâ-lebede zahir olur. Şer'î naklin, şer'î vasfda müessir olması caizdir. Ni­tekim şer'î bey' (alım - satım) in, şer'î vasf olan mülkün naklinde mü­essir olması böyledir. Satılmış (mebi') olan aynın nakli.de ona tâbi­dir.

Borçlu, muhil   (Havale  edici),  alacaklı,   muhtâl;  muhtâl-ün leh, muhal ve muhâl-ün leh'dir. Yâni bu dört lâfız, ıstılâh'da alacağa ıtlak olunur.

Havaleyi kabul eden kimse; muhtâl-ün aleyh ve muhâl-ün aleyhe­dir. Yânî bu ifei lâfız da, ona ıtlak olunur.

Mal, muhâl-ün bih'dir. Havalenin sıhhati için, hepsinin rızâsı şart­tır. Muhîl'in rızâsının şart olması; şahsiyet sâhibleri ba'zan üzerle­rinde olan borcu başkalarının yüklenmesinden çekindikleri içindir. Şu hâlde, muhîl'in rızâsı mutlaka lâzımdır. İkincisinin, yânî muhtâl-in rızâsının şart olması; havalede onun hakkı, diğer bir zimmete intikâl ettiği içindir. İnsanların zimmetleri farklıdır. Şu hâlde, alacaklının rı­zâsı da lâzımdır.

Üçüncünün, yânî muhtâl-ün aleyhin rızâsının şart olması; hava­le borcu ilzam olduğu içindir. İltizâmsız ise, lüzum olmaz.

Bunların  rızâlarının  şart  kılınması  hilâfsızdır.  Ancak birincide; yânî borçlu   (muhîl)   nun rızâsında ihtilâf edilmiştir. Şöyle ki;  Ziyâdât'da; «Havale, muhîl'in rızâsı olmaksızın sahih olur. Çünkü mu­hâl-ün aleyh'den borcun iltizâmı, kendi nefsi hakkında tasarrufdur. Halbuki muhil'in kendisi mütezarrır olmaz. Belki muhâî-ün aleyh'in il­tizâmında muhil-in yaran (menfaati) vardır. Çünkü, havale muhîrin emriyle olmadı ise, muhâl-ün aleyh rücû' edemez.» denmiştir.
Muhtâl-ün leh'in yânî alacaklının mevcûd olması şarttır. Yânî havale, muhtâl-ün leh'in bulunmaması (gaybeti) hâlinde sahîh ol­maz. Ancak, eğer bir fuzûlî [4] kimse, o gâib için havaleyi kabul eder­se, sahîh olur. Hâniyede böyle denmiştir.

Geri kalan ikisinin; yânî muhîl ile muhtâl-ün aleyh'in mevcûd olması şart değildir. Birincinin —ki muhü'dir— mevcûd olmaması­nın şart kılınması; bir adamın alacaklıya; «Senin, fülân üzerinde olan bin dirhemini bana havale eyle!» demesi ve alacaklının da buna razı olmasıyladır. Bu havale, sahîh olur. Hattâ, o adamın rücû' etmesi caiz olmaz. Üçüncünün —ki o muhtâl-ün aleyh'dir— mevcûd olmasının şart kılmmaması; alacaklının, bir gâib adam üzerine havale etmesi, on­dan sonra gaibin öğrenip kabûî etmesiyle olur. Bu havale şahindir. Hâniye'de de böyle denmiştir.

Havale tamâm olunca, muhtâl ve muhtâl-ün aleyh'in kabulü ile borçlu borçdan beri olur. Çünkü havalenin ma'nâsı, nakidir. Nitekim daha önce geçti. Nakl, asilin zimmetinin boşalmasını iktizâ eder. Çün­kü bir tek şeyin iki yerde bekası, bir zamanda mu-hâldir.

Muhtâl, muhîl'e ancak helak ile rücû' edebilir. Çünkü havale, ala­caklının hakkının selâmetiyle mukayyeddir. Zîrâ maksûd olan, hakkı­dır. Şu hâlde, selâmet bulunmazsa rücû' edebilir.

Musannif, borcun helakini şu sözüyle beyân etmiştir: Muhtâl-ün aleyh'in müflis olduğu hâlde ölmesiyle muhtâl, muhîle rücû' edemez. Ya da, muhtâl havaleyi münkir olduğu hâlde üzerine beyyine olmayıp yemîn ettikde rücû' eder. Çünkü hakkma ulaşmakdan acz, her birin­den mütehakkik olur. O da, hakîkaten helaktir. İmâmeyn' (Hh. Aley-himâ) e göre; bu iki ma'nâ ile ve üçüncüsüyle helak hâsıl olur. Üçün­cüden murâd, muhtâl-ün aleyh'in sağlığında kâdî'nm onun iflâsına hükmetmesidir.

Emânet konulan dirhemler ile havale sahîh olur. Yânî bir adam, bir kimseye bin dirhem emânet koyup ve bu emâneti başkasına havale etse, sahih olur. Çünkü havale olunan kimse, teslime daha mukte­dirdir. Şu hâlde cevaza daha evlâdır.

Gasb edilmiş dirhemlerle de havale sahih olur. Yâni havale olu­nan kimsenin muhiî'den gasb etmiş olduğu dirhemlerle havale sahih olur. Muhîl'in; muhtâl-ün aleyh üzerindeki borcunu havale dahî sa-hîhdir.
Havale, birincinin helâkıyle, yânı vedianın helâkıyle bâtıl olur. Çünkü havale [5], o vedia ile mukayyeddir. Zira mûda', edayı ancak vediadan iltizâm etmiştir.
Emânete miistehılt zuhur etmekle de havale bâtıl olur. Çünkü is­tihkak, emânetin helaki gibidir. Kendisine emânet konulan kimse (mûda1), emânetten (vedîa'dan) beri olup borç, muhiîe geri döner.

İkinci havalenin istihkakı sebebiyle de bâtıl olur. Yâni gasb edil­miş dirhemlere müstehık zuhur etmesiyle de bâtıl olur. Çünkü hava­lenin halefi yok olmuştur. Gâsıb beri olur ve borç, muhîle geri döner.

Eğer gasb edilen şeyin helakinde vefa olursa, yânî havale geri ka­lan maliyle vefa eder (yeter) olursa, gasb edilmiş olan dirhemlerin he­lâkıyle havale bâtıl olmaz ve ödemek mağsûb yerine geçer. Bu sayılan suretlerde muhil, muhtâl-ün aleyhe ayn veya havalenin takyîd olun­duğu borçla mu talebe edemez. Çünkü muhtâl-ün leh'in hakkı bu iki­sine müteallıkdır.

Muhtâl-ün aleyh, havaleyi muhîl'e vermeye kadir olmaz. Yâni mu­hil, muhtâl-ün aleyh'in mutâlebesine mâlik olmadığı gibi muhtâl-ün aleyh de bu nedenle muhîle vermeye mâlik olmaz. Hattâ verse, muh­tâl-ün leh için ödemesi gerekir. Zîrâ muhtâl-ün leh'in hakkı tealluk eden şeyi istihlâk etmiştir. Halbuki muhtâl; muhîl'in ölümünden son­ra alacakîılariyie müsavidir, (aynı durumdadır). Yânî bu mallara muh-tâFin hakkı tealîuk eylese, uygun olan muhîl'in Ölümünden sonra ala-caklılanyle muhtâl'in aynı durumda olmamasıdır. Nitekim rehnde de böyledir. Bununla beraber, rehn koyan kimse alacaklılar ile aynı du­rumdadır. Çünkü muhil için mu'htâl-ün aleyh'in elinde olan mal ve muhil için muhtâl-ün aleyh'in üzerinde olan borç, havale akdi ile mu­halin malı olmamıştır. Yed'en memlûk olmadığı zahirdir. Rakabe i'ti-bâriyle de memlûk olmamıştır. Çünkü havale, temlik için değil, belki nakl için konulmuştur. Şu hâlde alacaklılar arasında olur. Rehn alan kimse (mürtehin) ise, yed'en ve cinsen rehn konulan şeye (merhûna) mâlik olur. Şu hâlde rehn alan kimse için şer'an merhûna, bir nev'î ihtisas sabit olur; mürtehinden başkası için sabit olmaz. Şu hâlde mürtehinden başkasının ona rehnde ortak olması caiz olmaz. Mutlak havale, bunun aksinedir.

Bilmiş ol ki; havale, ya mutlak; ya da, mukayyed olur. Mutlak ha­vale; Muhîi'İn muhâl-ün aleyh üzerindeki bir borcu ile veya onun elin­de bulunan bir ayn'ryle kaydlanmaksızm dolu dizgin (ulu orta) yap­ması, yâhûd muhîl'in üzerinde alacağı olmayan ve kendisi için elinde bir mal bulunmayan kimseye havale etmesidir.

Mukayyed havaleye gelince; muhil için muhtâl-ün aleyh'in elinde emânet (vedîa) dan veya gasbdan bir mal olması yâhûd üzerinde borç olmasıdır. Muhil; «Benim için, senin üzerinde olan nıaidan vermen için; tâlib'in benim üzerimde olan bin akçasıyîa senin üzerinde havale ettim.» der, muhtâl-ün aleyh de kabul eder.

Musannif, mukayyed havalenin hükmünü açıklayınca, mutlak ha­valenin hükmünü, sununla açıklamak istemiştir: Mutlakm hükmü. mukayyedin hükmüne muhâlii'dir. Şöyle ki, mutlak havalede muhil, muhtâl-ün aieyhi aynla veya deynle mutâlebe eder. Ve muhtâl-ün aleyh onu muhîle vermeye kadir olur. Çünkü muhtâl-ün aleyh'in ka­tında veya üzerinde muhalin hakkı için teaiîuk yoktur. Belki, onun hakkı muhtâl-ün aleyh'in zimmetindedir ve zimmetinde ödeme imkâ­nı da vardır. Muhtâl-ün aleyh'in elinde olan ayndan, mağsûb ve emâ­net gibi olan şeyi veya üzerinde olan borcu almakla havâîe bâtıl ol­maz.

Havale, gerek mutlak ve gerekse mukayyed olsun müsavidir. Bi­rincisi; yânî mutlak havalenin bâtıl olması; mutlak onun elindeki ayn veya üzerindeki borç hususlarına hakkın teaîluk etmesine aykırı düştüğü içindir. Bâtıl kılan, hakkın teaîluk etmesidir.

İkincisi ise;.muhîl'in muhtâlden alma hakkı olmadığı içindir. Eğer muhtâl-ün aleyh, havale edilen borcu verirse, muhtâl'in hakkı tealluk etmiş olan şeyi vermiş olur. Şu hâlde, muhtâl-ün aleyh öder.

Muhil; «Ben, senin üzerinde olan alacağımı muhtâl-ün aleyhe havâîe ettim.» dese, eğer ihale eylediği şeyin mislini taleb ederse, muhîl'in sözünü kabûî etmez. Yânî bir adam, bir adamı, başkası üze­rine bin akça ile havale etse; muhtâl-ün aleyh o bin akçayı muhtâla verse, ondan sonra veren kimse bin akçayı muhîl'den istediğinde; mu­hil; «Ben, senin üzerindeki bin akçamı havale ettim!» dese ve muh­tâl-ün aleyh bunu inkâr etse; söz muhîlin değil, muhtâl-ün aîeyh'in-dir. Ve muhtâl-ün aleyh'in havaleyi ikrân, borçlu olduğunu ikrar de­ğildir. Havaleyi kabul etmesi de, üzerinde borç olduğuna delil değildir.
Çünkü, her ne kadar muhtâî-ün aleyh üzerinde muhil için borç ol­masa da, havale sahîh olur. Muhîl, istediği vakit muhtâl'in: «Benim, sende olan alacağımı bana havale ettin.» demesi de, borçlu olduğunu ikrar değildir. Yâni muhil, muhtâl'e; «Fülândan teslim aldığın şeyi bana ver. Çünkü ben, onu sana benim nâmıma teslim al, diye hava­le etmiştim. Sen benim, vekilim idin!.; dese, muhtâl dahi; «Benim için, senin üzerinde olan alacağı, bana havale ettin!» dese, söz mu-hıl'indir. Çünkü muhtâl, muhil'in borcu olduğunu iddia; o ise; inkâr etmektedir. Bu durumda söz, münkirindir. MuhÜ'in havaleyi ikrarı ve havaleye yönelmesi; muhtâl'in muhîl üzerinde borcu olduğuna ik­rar olmaz. Çünkü havale lâfzı, vekâlette (pek az)  [6] kullanılır.

Muhîl, borcu ödedikde muhtâl kabul etmese, muhtâl kabule zor­lanır. Çünkü mutâlebenin, muhîle helâkla geri dönmesi ihtimâli var­dır.

Muhtâl-ün aleyh'in hanesinin semeninden vermesi için, muhîl alacaklısını bir adama havale etse; muhtâl de kabul etse, havale sahîh olur. Çünkü muhîl ona, ifâsına kadir olduğu şeyi havale etmiştir. Zîrâ muhtâl-ün aleyh haneyi satriıaj'a kadirdir. Satmadan önce edâ vâcib olmadığı için muhîâl-ün aleyh, haneyi satmaya zorlanmaz. -Amma sa­tarsa, ödemeye zorlanır. Çünkü vücûb, tahakkuk etmiştir. Eğer mu-hîî hanenin semeninden vermek üzere havale etse, havale sahih ol­maz. Çünkü muhtâl, hanenin satılmasına kadir olmaz. Ancak muhîl, hanenin satılmasını emrederse, bu takdirde havale sahîh olur. Çün­kü satmaya ve ödemeye kudreti vardır.

Bîr satıcı, satılan şeyin semenini müşteriye; satıcının alacaklısına havale etmek şartiyle satsa, satış bâtıldır. Çünkü bu, akdin gerektir­mediği bir şarttır ve bunda satıcı için yarar (menfaat) vardır. Eğer satıcı; müşteriye semeni başkasından havale etmek şartiyle satsa, sa­tış sahîh olur. Çünkü bu şart, akdin mûcebini te'kîd eder. Zîrâ havale âdeten zenginlik üzere ve en iyi şekilde ödenecek olana yapılır. Binâ­enaleyh, malın iyi olmasını şart koşmak gibidir.
Süftece, mekrûhdtır. Süftece, <Sîn) in Ötresi ve fethasıyle «Sefâ-tîc» in tekilidir. «Süfte» nin muarrebi (Arabçalaştırılmışı) dir. «Süf-te», muhkem. şeydir. Ödünç (karz) bununla adlandırılmıştır. Çünkü karzın işi muhkemdir. Bunun sureti şudur: Bir kimse, yol tehlikesini atlatmak için bundan istifâde ederek; başka bir memlekette olan ar­kadaşına vermesi için bir tacire bir meblâğı ödünç (karz) verir. [7]


Eser: Dürer

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Dürer

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..