İkrar Bölümü
Musannif bu bölümü «Da-'vâ» dan sonra getirdi. Çünkü da'vâ, ikrar ile düşer. İkrardan sonra, başka şeye muhtaç olmaz. Hattâ ikrar bulunmazsa, şehâdete muhtaç olur. Bundan dolap, «Da'yâ Bölümü» nü «İkrar Bölümü» ile ta'kîb etti.
İkrar; «karâr» dan türetilmiştir. İkrar [5], lügat yönünden, müte-zelzil olan şeyi isbâttır. Şer'an; kendisinde olan başkasının hakkını haber vermektir. Yoksa onu isbât değildir. Nitekim sebebi yakında gelecektir.
İkrarın şartlan, yakında sözü edileceği sırada inşâellâhu Teâlâ zikredilecektir. İkrarın hükmü; mukarr-un lehin tasdiki ve kabulü olmaksızın ikrar edilen şeyin zuhurudur. Çünkü mukır'a ikrar ettiği şey lâzım gelir. Zîrâ ikrar, haber verilen şey üzerine delâlet edici olarak vâki olur. Zîrâ ikrarın doğru ve yalana medlulü aklî ihtimaldir. Nitekim yerinde anlatıldı.
Bundan, yalnız doğum nesebi müstesnadır. Yâni; bir adam, nesebi bilinmeyen bir oğlanın (gulâmm) oğulluğunu ikrar etse, ikrarı sahih olur. Keza, bir adam veya bir kadın, ana - babasını ve çocuğunu ikrar etse, sahih olur. Bunun benzeri de sahih olur. O da, bir adamın veya bir kadının, kocasını yâhûd efendisini ikrar etmesidir. Bu takdirde, ikrar sahih olur. Zikredilen kimselerin tasdik etmeleri şarttır. Bunun tahkikinin tamâmı yakında zikredilecektir. Lâkin o ikrar, muİîarr-un leh'İn red etmesiyle red olunur. Yalnız mukarr-un leh'in tasdik etmesinden sonra red olunmaz. Çünkü bu takdirde, artık red edilmez.
İkrarın hükmü; mukarr-un bih-'in [6], mukarr-un leh [7] için ibtidaen >âbit olması değildir. Çünkü Vkrâr, mukırnr. [8] mülkünü mukarr-un leh'e nakledici değildir.
Ben derim ki: Bunun sırrı şudur; ikrar bir ihbardır, ki doğru ve yalana ihtimâli vardır. Binâenaleyh ikrânn va'z i'tibâriyle medlulü [9], kendisinden sonraya kalabilir. İnşâ. bunun aksinedir. Meselâ satış, hibe ve bunların benzerleri guri. Çünkü ir*şâ, vüewuda lâfızla ber olan bir nıa'nâyı îcâd etmektir. Şu hâlde inşâda ma'nânm lâfızdan gen kalması imkânsızdır. Musannif, ikrarın hükmü, mukarr-un bih'in zuhuru olup İbtîdâen sübûtu olmadığına, evvelâ; oMüslümanın şarâb ile ikrarı sahîhdir.a sözü ile telrf yaptı. Hattâ, mukarr-un leh'e teslim etmesi emredilir. Şâyed başlangıçta temlik olaydı, ikrar sahih olmazdı. İkinci olarak; «Zorla talâk ve i'tâkı ikrar sahih olmaz.u sözüyle tefti' yapa. Günkü yaiaam delili olan zorlama mevcûdciur. Şâyed ikrânn ' hükmü; ikrar edilen şeyin sübûtu (inşâ olmakla) olsaydı, sahih olurdu: Çünkü talâk ve azadın ikrarla beraber inşâsı, bize göre sahih olur. Musannif, üçüncü olarak şu sözüyle tefrf yaptı: Şâyed ikrarı ibtidâen iddia ederek; «Sen, benim için şöyle ikrar eyledin, o hâlde, o şeyi bana ver.» derse; veya «Benîm, sende şöyle hakkım vardır, çünkü ser. benim İçin onu ikrar eyledin.» demekle ikrarı sebeb yaparsa, ulemânın çoğuna göre; da-'vâsı dinlenmez. Çünkü ikrânn kendisi mülkü nakledici değildir. Çünkü, sebebini biliyorsun.
Da'vâîun definde ikrar iddiası, zikredilenin aksinedir. Çünkü ulemâ, da'vâmn defi tarafında ikrânn sahîh olup olmayacağında ihtilâf etmişlerdir Hattâ da'vâh, da'vâcmın kendi üzerinde bir hakkı olmadığını ikrar ettiğine, yâhûd şu malın da'valinin mülkü1 olduğunu ikrar ettiğine dâir beyyine getirse; beyyinesi kabul edilir mi? diye ihtilâf etmişlerdir Ba'zısı; ıcKabûl edilmez.» demiş; Fukahânın çoğu ise; burada kabu* edilmesinden yana çıkmışlardır. Fukahâ, şunun üzerinde ittifak .etmelerdir ki; da'vâcı; «Şu, mal benim mülküındürU dedikde, zi'l-yed o.ny ikrar etse veya «Benim, onda su kadar hakkım vardır!» dedikde, keza da'vâh ikrar etse, da'vâ sahih olur ve ikrar beyyinesi dinlenir. Çünkü da'vâh ikrarı vucûb için sebeb kılmamıştır. Bu zikredilen surette da'vâh inkâr etse, ikrar etmediğine yemîn verdirilir mi? Bunda İmâm Ebû Yûsuf (Rh.A.) ile İmâm" Mulıammed (Rh.A.) arasında hilaf vardır. Ba'zısı; «Yemîn verdirilir. Çünkü kaçınırsa ikrar sabit olur.» demiştir. Fetva, ikrar üzere yemîn verdirilin minesi üzerinedir. Ancak, mal üzere yemin verdirilir. İmâdiyye'de de böyle denmiştir.
Dördüncü olarak şu sözüyle tefri' yapmıştır: Eğer mufeır mal ile ikrarında yalancı ise, mukarr-un leh'in malı alması helâl olmaz. Ancak mukırr'm kendi isteği ile alırsa, helâl olur. Eğer ikrarın hülanü sübût olsaydı, o malm alınması helâl olurdu.
îkrâr, kasır hüccettir. Hüccet olması şundandır: Çünkü Nebı-i Ekrem (S.A.V.); Mâiz' (R.A.) i, kendisinin zina ettiğini ikrar etmesiyle recra etmiştir. Gâmidiyye' (R. Anhâ) yi de ikrâriyle recm etmiştir [10]
tkrâr, şübhelerle def edilen hadlerde hüccet olunca, başkasında hüccet olması evlâdır. Bunun üzerine, ümmetin icmâ'ı mün'akid olmuştur. İkrarın kasır olması ise; mukırr'm velayeti başkasına- geçmediği içindir. O, yalnız kendisine münhasırdır.
Beyyine, ikrarın aksinedir. Çünkü, kâdîmn hükmüyle hüccet olur. Kadının ise, umûmî velayeti vardır. Şu hâlde, hepsine geçer. İkrar, hükme muhtâc değildir. Mukırr'ın nefsi üzerine velayeti vardır. Başkasına yoktur. Şu hâlde, ikrar kendi nefsi üzerine münhasırdır. Hattâ nesebi bilinmeyen bir adam, birinin kölesi olduğunu ikrar etse, kendi nefsi ve malı için câis olur. Çocukları ve o çocukların anaları, üzerine tasdik edilmez. Yine, o mukırr'ın müdebberi ve mükâtebi üzere de tasdik .edilmez. Çünkü, onlar için hürriyet hakkı sâbitdir. Veya o «vîâd ve ümmehât ve müdebbere için hürriyete istihkak sabit olur. Şu hâlde onlar aleyhine ikrarı tasdik edilmez.
Hür ve mükellef, yâni âkil ve baliğ olan bir kimse veya hür mükellefin me'zûn kölesi, bir ma'lûm hakkı İkrar etse, sahîh olur. Yânî hür ve nıe'zûn köleden her birinin ikrarları sahîh olur. Hür insanın ikrarının sahih olması zahirdir. Me'zûn kölenin ikrarının sahîh olmasına gelince; çünkü me'zûn köle ikrar hakkında hürlere mülhaktır, (katılır.). Çünkü efendi, o köleye izin verince, rakabesine borç tealluk etmesine razı olmuş olur. Bu durumda efendisi tarafından ikrara musallat olmuştur. Sahîh olan bu ikrar mutlaktır. Yânî gerek sıhhati ve tahakkuku için müsadif olduğu şeyin i'lâmı şart kılınmayan tasarruf olsun, gerekse olmasın müsavidir. Nitekim yakında açıklaması gelecektir.
Mukırr'm mükellef olması şarttır. Çünkü, sabî ve mecnûnun ikrarına hüküm tealluk etmez. Eğer hür mükellef bir mechûl adama ikrarda bulunursa, yine şahindir. Çünkü hak ba'zan mukırr'e mec-hûlen lâzım gelir. Meselâ; bir malı itlaf edip kıymetini bilmez veya ersini (diyetini) bilmediği bir yaralama yapar. Eğer bu tasarruf; gasb ve emânet gibi, sıhhati ve tahakkuku için müsadif olduğu şeyin ilâmı şart kılınmayan tasarruflardansa, sahih olur. Çünkü bilmemezlik, gas-^ bin tahakkukunu menetmez. Zîrâ bir kimse, bir adamdan kese içinde bilinmeyen bir mal gasb etse, yâhûd bir kese içinde mal emânet, etse; gasb ve emânet sahîh olup hükümleri sabit olur.
Bunun şart kılınması; zikredilenin aksinedir. Çünkü her tasarruf, ki onun sıhhati ve tahakkuku için o tasarrufun müsadif olduğu şeyin i'lâmı şart kıhmrsa, bilmemezlikle beraber onun ikrar edilmesi satış ve icâre gibi, sahîh olmaz. Zîrâ:bir kimse, fülân kimseye bir şey sattığım veya itilândan bir şey kiraladığını yâhûd fülândan bir şeyle şunu satın aldığını ikrar etse, ikrarı sahih olmaz ve mukırr, ikrar eylediği şeyi teslim etmesi için zorlanmaz. Gasb ve emânet gibi bir şey ikrar eden kimsenin, mechûl olan şeyi kıymeti olan şeyle beyân etmesi lâzım gelir. Yânî mukırr, «Bende, fülânm bir şeyi vardır!» veya «Fülâ-nm hakkı vardır!» dese, bunu kıymeti olan bir şeyle beyân etmesi gerekir. Çünkü mukırr, zimmetinde vâcib olan şeyden haber vermiştir. Kıymeti olmayan şey ise, zimmetinde vâcib olmaz/ Mukırr, o şeyi kıymeti olmayan bir şeyle beyân ederse, rücû olur. Şu hâlde, ikrar sahih olmaz.
Eğer hasmı, mukırr'm ikrarından daha çoğunu iddia edip, beyyine getiremezse; mukırr ikrar eylediği şeyde yemini ile tasdik edilir.
Yânî mukırr, meçhulü, kıymeti olan bir şeyle beyân etse de mukarr-un leh ondan daha çoğunu İddia etse, beyyine getirdiği takdirde onunla hükmolunur. Getiremezse, beraber ziyâde olmadığı iddiasında, mukırr yeminiyle tasdik edilir. Şâyed meçhulün bilinmezliği, meselâ; «Şu köle, insanlardan bir kimsenindir.» demekle fahiş olsa, mechûl için mu-kjrr'm ikrarı sahîh olmaz. Çünkü mechûl, müstehak olmaz. Eğer mec-hûlün bilinmezliği meselâ mukırr, «Şu köleyi, şu kimseden veya bu kimseden gasb ettim.» demekle fahiş olmazsa, ikrar Şems'ül-Eimme es-Serahsî' {Rh.A.) ye göre, sahîh olmaz. Çünkü mechûl için ikrardır ve o ikrar fayda vermez. Ba'zıları, «Sahîh olur.» demiştir. Esah olan kavi budur. Çünkü hakkı, müstehıfckma ulaştırmayı ifâde eder. Zira o iki mukarr-un leh, o kölenin alınması üzerinde ittifak edince; ikisi için alma hakkı vardır. İkrar eden kimseye; ('Bilinmeyeni (mec-hûlü) beyân eyle!» denilir Çünkü icmal ondan gelmektedir. Mücmelin beyânı, mücmil üzerinedir. {Yânı, kısa sözün beyânı sahibine âid-dir.) Bu mukirr, iki kölesinin birini âzâd eden kimse gibi olur. E£er bilinmeyeni beyân etmezse, kâüî, hakkı müstehıkkma ulaştırmak için, onu Beyâna zorlar. Kâfİ'de de böyle denmiştir.
Keza hür mükellef olan kimsenin mahcur kölesi, hadd ve kısas jgibi, kendisinde töhmet olmayan şey ile ikrarda bulunsa, sahih olur.
Yâni mahcur kölenin töhmet olmayan şey ile ikrarı sahîhdir. Çünkü onun ikrarı borcun rakabesine teallukunu mucib olarak bilinir. Raka-besi ise, efendinin malıdır. Şu hâlde töhmet ve hüccetin kusuru sebebiyle efendisi aleyhine tasdik edilmez. İzinli köle, bunun aksinedir. Çünkü me'zûn köle, efendi tarafından ikrar üzere musallat edilmiştir. Zîrâ ticârete izin, ticârete lâzım gelen şeye de izindir. O da, ticâret borcudur. Hadd ve kısas bunun aksinedir. Çünkü köle, hadd ve kisâsda hürriyetin aslı üzere bırakılmıştır. Zîrâ hadd ve kısas, insana mahsûs özelliklerdendir. Bundan dolayı, efendinin hadd ve kısas ile köle aleyhine ikrarı sahih olmaz. Mahcur köle, o ikrar ile hemen muâh'eze olunup azadına kadar ertelenmez.
Keza mahcûc köle, insanlığın aslına nazaran mal gibi kendisinde töhmet olan şeyi ikrar etse, hemen muaheze olunmayıp efendinin hakkına riâyeten azadına kadar ertelenir. Ve mufcırr, «Benim üzerimde mal vardır!» dediği için, bir dirhem lâzım gelir. Yâni bir dirhemden daha azında tasdik edilmez. Çünkü âdeten, bir dirhemden daha az şey mal sayılmaz.
Mukırr'm; «Benim üzerimde büyük mal vardır!» demesinde, zekât malında olan nisâb lâzım gelir. Başka malda nisabın miktân kıymet yönünden lâzım gelir. Yâni zekât malından başkasında, mukırr, gü-müşde ikiyüz dirhemden daha azında, altında yirmi miskaîden daha azında ve devede yirmibeşden daha azında tasdik olunmaz. Yine zekât malından başkasında, kıymet yönünden nisâb miktarından daha azında tasdik edilmez. Çünkü nisâb, büyük maldır. Hattâ sahibi onunla aengin olur.
Mukirr'm; «Benim üzerimde büyük mallar vardır!» demesinde; nisâb adı verilen şey cinsinden, çoğulun en azma i'tibâr ile, üç zekât nisabı lâzım gelir. Çünkü Arabçada çoğulun en az miktarı üçtür. Hattâ mukırr, «dirhemlerden» demiş olsaydı, altıyüz dirhem lâzım gelirdi.
Yine znukırr'ın; «Benim üzerimde dirhemler vardır!» demesinde, çoğulun en azına i'tibâr ile üç dirhem lâzım gelir. «Benim üzerimde birçok dirhemler vardır!» demesinde, on dirhem lâzım gelir. Yâni mu-kırr on dirhemden daha azında; İmâm A'zam' (Rh.A.) a göre, tasdik edilmez Çünkü on, çoğul adının ulaştığı sayının en sonudur. «Benim üzerimde şöyle dirhem vardır.» dese, bir tek dirhem lâzım gelir. Çünkü bu söz. mübhemin açıklamasıdır. Hidâye'de de böyle denmiştir.
Kâdîhân (Rh.A.) demiştir ki; eğer mukırr; «Benim üzerimde şöyle dînâr vardır.» derse, üzerine iki dînâr lâzım gelir. Çünkü; «şöyle» ma'nâsma gelen «keza» kelimesi, sayıdan kinayedir. Sayının en azı ise, ikidir.
«Benim üzerimde şöyle şöyle dirhem vardır!» demekle, onbir dirhem lâzım gelir. Yâni onbirden daha azında mukırr, tasdik edilmez. Çünkü «keza» lâfzı, meçhul adedden kinayedir. Mukırr ikisi arasında atf harfi olmaksızın iki mechûl adedi ikrar etmiştir. Böyle iki adedin en az mikdân, onbirdir, diye tefsir edilmiştir. Mukırr, «Benim üzerimde şöyle ve şöyle dirhem vardır!» demekle, yirmibir dirhem lâzım gelir. Yâni yirmibir dirhemden daha azında tasdik olunmaz. Çünkü her iki mübhem (kapalı) adedi, ikisi arasında harf-i atıf getirerek söylemiştir. Bunun en azı tefsir edilince, yirmibir olur. İki fasılda en azın vâcib olması, onunla yakın (kesin bilgi) hâsıl olduğu içindir. Asi olan, zimmetlerde berâettir. Eğer mukırr, «keza» lâfzını atf'sız, üç kere tekrar edip; «Benim üzerimde şöyle şöyle şöyle dirhem vardır!» derse, onlardan biri tekrara yorumlanarak onbir dirhem lâzım gelir. Çünkü atıf'sız, üç aded bir araya getirilmez. Şu hâlde birini tekrara yorumlamak gerekir. Ondan sonra iki adedi atıf'sız zikrettiği için ta'bîr edilmesi mu'tâd olan adedin en azı üzerine yorumlanır. O da, onbirdir.
Eğer mukırr, üç «şöyle/kezâ» lâfzını atıf «Vâv» ı ile beraber söylese, yüzyirmi bir dirhem lâzım gelir. Çünkü bu söz, atıf (Vâv) 'ı ile söylenen üç adedin en azıdır. Mukırr, «şöyle» sözünü üç «Vâv» ile dört kere zikretse, meselâ; «Bende, şöyle ve şöyle ve şöyle ve şöyle dirhem vardır!» dese, o zikredilen adede bin dirhem eklenir. Bu takdirde, bin yüzyirmi bir dirhem lâzım gelir. Çünkü daha önceki adedin benzeridir.
«Bende veya tarafımda vardır.» sözü borcu ikrardır. Yânî; bir kimse; «Fülân için, benim üzerimde maldan şöyle şey vardır!» veya «Fülân için, maldan benim tarafımda şöyle vardır!» derse, borcu ikrar olur. Çünkü; «Benim üzerimde» ma'nâsını ifâde eden «Alâ» kelimesi îcâb ve ilzam bildirir. «Tarafımda» ma'nâsma gelen «Kibelî» ise, garanti ma'nâsmı bildirir. Kefile, kabil denilmiştir. Zîrâ malı, garanti eder. Eğer mukırr; «Benim üzerimde veya benim tarafımda şöyle . mal vardır.» sözüne vediâ'yı eklerse, tasdik edilir. Çünkü onun üzerine garanti edilen hıfzdır; mal, hıfzın mahallidir. Böyle olunca o, mahalli zikredip hâl'i murâd etmektedir. Lâfız, mecazen bunu taşır. Şu hâlde, mukırr'm sözü mevsûlen (bitişik) sahih olur, mefsûlen (ayrı) sahih olmaz.
«FÜlân İçin benim yanımda», «Beraberimde!», «Evimde», «Sandığımda», veya «Kesemde» şöyle şey vardır.» demesi, emâneti ikrardır. Çünkü bu sözlerin hepsi, o şeyin elinde olduğunu ikrardır. Bu, emânet olur. Çünkü ba'zan mazmun, ba'zan da emânet olur. Emânet olması, t en azıdır.
«Benim bütün malini veya bütün mâlik olduğum şey onundur!» demek hibedir, ikrar değildir. Çünkü onun malı veya mâlik olduğu her şeyin, o hâlde -başkasının olması imkânsızdır. Şu hâlde, ikrar sahih değildir. Lâfız, inşâya da ihtimâllidir. Öyleyse, ona yorumlanır ve hibe olur da teslimi gerektirir. Teslim bulunursa, hibe sahih olur; bulunmazsa, sahih olmaz.
Bir da'vâlmm; bin dirhem iddia *eden da'vâciya, yâni; «Sende, benim bin dirhemim vardır.1) diyen da'vâcıya; «Sen, o bin dirhemi tart.» yâhûd «Say!», «Bana, onun için mühlet ver!», «Ben, onu sana ödedim!», «Sen, ondan benim zimmetimi ibra ettin!», «Sen, onu bana tasadduk ettin!» veya «Sen, onu bana hibe ettin!» «Ben, onu sana Zeyd üzere havale ettim!» demesi ikrardır. Zâmirsiz cevâb verirse, ikrar olmaz.
Önceki dört sözün ikrar olmasına sebeb; zamir o bin dirheme râ-ci olduğu içindir ve o bin di rhem vucûb ile mevsûf dur.. Sanki «Sen tart, say, va'de ver, veya senin için benim üzerime vâcib olan bin dirhemi ben sana ödedim.» demiş gibi olur. Hattâ zamiri zikretmezse, ikrar olmaz. Çünkü ikrarının mezkûr söze yorumlanması için delil yoktur. Beşinci sözün ikrar olması ise; îbrâ da'vâsı hüküm gibi olduğu içindir. Çünkü ibra, ıskattır. İskât ise, ancak üzerine vâcib olan malda olur.
Altıncı ve yedinci sözün ikrar olması; ondan mülk da'vâsı olduğu içindir. Mülk da'vâsı ise, ancak zimmette mal vâcib oldukdan sonra olur.
Sekizinci sözün ikrar olması; borcum bir zimmetten, diğer zimmete tahvili vücûbsuz olmadığı içindir. Da'vâlmm; «Evet!» demesi ikrardır. Yânî da'vâlıya; «Benim, sende şu kadar alacağım var mıdır?» de-niîdikde, «Evet!» dese, ikrar olur. Çünkü, «Evet!» lâfzı cevâb için konulmuştur ve rabıtaya ihtiyâç kalmaz.
«Benim sende alacağım var mıdır?» dedikde, «Evet!» yerine başı ile işaret etse, ikrar olmaz. Çünkü dilsizin işareti, söz yerine geçer. Dilsiz olmayanın işareti, söz yerine geçmez.
Bir kimse, deyn-i müecceli (gelecekde ödenmesi gereken borç) ikrar ettîkde, mukarr-ım leh; «Peşindir!» dese; mukır, yemini ile tasdik edilir. Yânî bir kimse veresiye borcu ikrar etse, mukarr-un leh onu "borç hakkında tasdik edip, müddette yalanlasa; mukırr'm borcu hemen ödemesi lâzım gelir. Çünkü mukırr, kendisi üzerinde hak bulunduğunu ikrar etmiş ve kendisi için onda hak da'vâ etmiştir. Şu hâlde ikrarda hüccetsiz tasdik edilir. Da'vâda tasdik edilmez. Nitekim elindeki köleyi; «Bu köle fülânındır, ondan kiraladım!» diye ikrar etse, mukarr-un leh onu mülkde tasdik eder. Kiralamada tasdik etmez.
Eğer bir kimse; «Fülân için benim üzerimde yüz vardır ve bir dirhem vardır!» dese, onun üzerine yüzbir dirhem lâzım gelir.
«Bir kimse fülân için benim üzerimde yüz vardır ve bir giyecek vardır!» dese, onun giyecek vermesi ve yüz'ü açıklaması lâzım gelir. Yânî yüz'ü açıklaması için mukırr'a müracaat edilir. Kıyâs'a göre; «Yüz vardır ve bir dirhem vardır.» demek de böyle idi. Bu, İmâm Şafiî' (Rh.A.) nin sözüdür. Çünkü bu, bir atfdır. İki fasılda da müfessir (a-çıklayıcî) olduğu hâlde mübhem üzere atf etti. Atf ise, beyân için konulmamıştır. Şu hâlde her ikisinde de yüz lâfzı mübhem (kapalı) kalmıştır.
Bizim delilimiz şudur: Bir dirhem, sözü âdeten yüzü açıklamak içindir. Çünkü insanlar dirhemleri tekrar etmeyi ağır ve usandırıcı bulup, dirhemi bir kere söylemekle yetinirler. Bu, ağır bulup hoşlanmamak (istiskal) kullanılışı çok olan şeylerdedir. Kullanılış, sebebin çokluğu ile vücûbun çokluğu katımdadır. Bu çok kullanma, mekilât ve mevzûnât (ölçülen ve tartılan şeyler) gibi mukadderattadır. Çünkü mekîlât ve mevzûnât, selem, karz ve semen olmakla zimmette borç olarak sabit olur. Giyecekler, mekîlât ve mevzûnâttan olmayan şeyler^ zikredilenin aksinedir. Bunların zimmette vucûbu çokça olmaz. Çünkü giyecekler zimmette sabit olmaz, ancak selemde ve nikâhda sabit olur. Bu ise, çok vâki' olmaz. Böyle olunca, hakikat üzere kalmıştır.
«İki elbise» demesi de, böyledir. Yânî mukırr, O'nun; «Bende yüz ve iki elbisesi vardır.» dese, iki elbise lâzım gelir. Yüz'ü de açıklar. Çoğulda, hepsi elbise olur. Yâni, mukırr, mukarr-un leh için; «Onun'ben-de yüz ve üç giyeceği vardır.» dese, bunların hepsi de giyecekdir. Çünkü mukırr, iki mübhem adedi yânî yüz'ü ve üçü zikretmiş ve açıklamasını ardından getirmiştir. Böyle olunca, giyecek ikisine teşmil edilir. Çünkü iki mübhem adedden her ikisi de açıklanmaya muhtâc ol-makda eşit olmuşlardır. «Giyecek» lâfzı, yüz için mümeyyiz olamaz, denilemez. Çünkü yüz, üçle beraber zikredilince, ikisi de bir aded gibi olur.
Yine, bir kimse; «Fülânın, bende yarım dirhemi ve bir dînârr °i yeceği, şu kölenin yansı ve şu câriye vardır.1-, dese, hepsinin yansmi vermesi lâzım gelir. Çünkü sözün hepsi, muayyen olmayan bir şeve veya muayyene vâki' olmuş:.ur. Şu hâkle yarım, hepsine sarf eâ:i;r Sanki, cBende, şunun yarısı ve şunun yarısı vardır!-) demiş olur
Mukirr. on dirhem ve bir dâmk [11] veya bir kırâfi [12] ikrar etse, ikrarı gümüşden olur. Çünkü birinci açıklama ile yetinmek insanlar arasında yaygındır. Allah Teâlâ (C.C.) :
«Onlar mağaralarında ücyüs yıl kaJdılar, Dokuz da katlılar.» [13] buyurmuştur. Yâni, dokuz yıl kattılar, demektir.
* Mukırr, bir kavsara [14] içinde hurmayı ikrarda bulunsa, ikisini de vermesi lâzım gelir. Yâni hurma ve sepeti vermesi lâzım gelir. Meb-sût'ta bu ibareyi:
«Sepet içinde hurmayı gasbettim!» Sözü ile açıklamıştır. Hurma ile sepeti vermesi lâzım gelmesinin vechi şudur: Sepet, 'hurma için kap ve zarıdır. Kap içindeki bir şeyi kapsıs gasbetmek tahakkuk edemez. Şu hâlde,; ikisini de ikrar etmiş olması lâzım gelir.
Keza, gemideki yiyeceği ve çuvalîardaki buğdayı ikrarda bulunması da, böyledir. (İkisi de lâzım, gelir.) Fakat, «Sepetten gasb eyledim!» diye ikrar ederse bunun hilaf madır; sepet lâzım gelmez. Çünkü, «min/den», lâfzı ayırmak içindir. Şu hâlde, ayrılmış olan şeyi gasb ettiğini ikrar etmiş olur.
Mukırr. ahırda bir hayvanı gasb ettiğini ikrar etse, ahırsız sâdece lıayvanı vermesi lâzım gelir. Ç'inkü Şeyhayn'a [15] göre; menkûl olmayan şey gasb sebebiyle ödeiiUnez. imâm Muhamnıed- (Ru.A.) ayrı görüştedir. Keza. evdeki yiyecek de, hayvan, ile ahır gibidir. Yâni, yalnız yiyecek lâzım gelir. Ev lâzım gelmez.
Bu cins meselelerde asi olan şudur: Zarım (kabın), hakîkaten zarf sayılması mümkün olursa bakılır; zarfın nakli mümkün ise; zarf ve mazruf ikisi de lâzım gelir. Nakli mümkün değil ise, İmâm A'zam ile Ebû Yûsuf (Rh. Aleyhimâ) a göre, yalnız mazruf lâzım gelir. Çünkü ödemeyi gerektiren gasb, menkûlden başkasında gerçekleşmez. Eğer zarf nakledilmez, diye iddia ederse, tasdik olunma;;. Çünkü o tam olan bir gasbı ikrar etmiştir. Zira ikrar mutlaktır. Kemâle sarf olunur. İmâm Muhammed' (Rh.A.) e göre ise; gayr-l menkûl olsa da her ikisi lâzım gelir. Çünkü gayr-i menkûlün gasbı tasavvur olunabilir. Eğer hakikaten şart' sayılması mümkün cleğü ise. ancak birincisi, yâni mazruf lâzım gelir. "Dirhem içinde dlrhem.o sözü gibi. ikincisi lâzım gelmez. Çünkü dirhem, dirheme hakikaten zarf olamaz.
Mukırr, mukarr-un leh'e bîr yüzük ikrar etse, yüzüğün halkasını ve taşını vermesi lâzım gelir. Çünkü yüzük, halkaya ve taşa şâmil olan bir isimdir.
Eğer mukirr, kılıç ikrar etse. onun demiri, kını ve kayışı hepsi îâ-zım gelir. Çünkü kılıç adı mutlakdır, hepsine verilir. «Nasl», kılıcın demiridir. «Cefn», kılıcın kınıdır. «Hamail», (Kâ) nm kesriyle «Himâle» nin çoğuludur ve kılıcın kınının kayışıdır.
Eğer mukırr, mukarr-un leh/e bîr gerdek evi ikrar ederse, o evin ağaçları ve örtüsü beraberce lazım gelir. «Hacele», gerdek evine veya odasına derler. «Idân», onun ağaçlarıdır. Çünkü.gerdek evi örfen giyeceklerle, sedir ve perdelerle süslenmiş bir evdir. Hacele (gerdek odası) adı, örfen hepsine verildiği için hepsi lâzım gelir.
Eğer mukırr, giyecek içinde bir giyecek yâhûd mendil içinde bir giyecek ikrar etse, ikisini de vermesi lâzım gelir. Çünkü ikincisi, birincisinin hakîkaten zarfıdır. Ve nakli dahî mümkündür. Nitekim daha Önce geçti.
Mukırr, mukarr-urı leh'e on giyecekde bir giyecek ikrar etse, İmâm Ebû Yûsuf (Rh.A.) a göre; bir giyecek lâzım gelir. İmâm Muhanımed (Rh.A.); «Mukırrın onbir giyecek vermesi lâzım gelir.» demiştir. Çünkü değerli olan giyecek ba'zan on giyeceğin içine sarılır. Böylece onun zarf yapılması mümkündür ve çuvallardaki buğdayı ikrar etmek gibi olur. Ebû Yûsuf (Rh-.A.j un sözüne güre; ki Önceleri İmâm A'zam' (Rh.A.) m sözü de budur on, bir için âdeten zarf olmaz, âdeten mümteni' olan ise. hakîkaten mümteni' gibidir.
Mukırr, mukarr-un lehe çarpmak niyyeti ile «Beşe beş» diye ikrar etse, beş lâzım gelir. Çünkü çarpmanın eseri, cüzleri çoğaltmakdadır. Malı çoğaltmakda değildir. Eğer beş ile beşi niyyet ederse, on lâzım gelir. Yânı ben, beşle beraber (maa) beşi niyyet ettim, derse on lâzım gelir. Çünkü lâfız, bunu taşır. Allah Teâlâ (C.C.) :
«Haydi gir kullarımın içine...» [16] buyurmuştur, ki buradaki; «fî/içine» sözcüğü «maa/berâber» ina'nâsına alınıp; «Kullarımla beraber gir.» demektir, denildi. Lâfız, velev mecazen olsun ona muhtemel olunca, niyyet ettiği takdirde sahîh olur. Özellikle kendisine teşdîd bulunduğu yerde sahih olur. Nitekim yerinde anlatılmıştır.
Eğer mukırr; «Benim üzerimde bir dirhemden on dirheme kadar vardır!» veya «Bir dirhemle on dirhemin arası vardır.» diye ikrar ederse. İmâm A'zam (Rh.A.) a göre; dokuz dirhem, lâzım gelir. İmâmeyn (Rh. Aleyhimâ); «On lâzım gelir.» demişlerdir. İmâm Züfer (Rh.A.); «Sekiz lâzım gelir.» demiştir, ki kıyâs olan da budur. Çünkü mukırr, birinci ve sonuncu dirhemi ki onuncudur sınır yapmıştır. Sınır ise, sınırlananda dâhil olmaz.
İmâmeyn' (Rh. Aleyhimâ) in delili şudur: Gayenin mevcûd olması vâcib olur. Çünkü ma'dûmun mevcûd için (yâni yok olanın var olan için) sınır olması caiz olmaz. Ve sınırın varlığı sınırın vucûbiyledir. Şu hâlde, iki sınır dâhildir.
İmâm A'zam' (Rh.A.) m delili ise şudur: Gaye mugayyâda dâhil olmaz. Çünkü had mahduda zıt ve aykırı olur. Lâkin burada mutlaka birincinin dâhil edilmesi gerekir. Çünkü ikinci ve üçüncü dirhem, birincisi olmaksızın gerçekleşmez. Şu hâlde birinci gaye biz'zarûre dâhil olur. İkincide zaruret yoktur.
Mukırr; «Evimden, şu duvarla şu duvar arası.» diye mukarr-un leh'e ikrar etse, iki duvarın arası lâzım gelir. Nitekim zikredildi ki, gaye mugayyâda dâhil olmaz."
Mukirr, bir cariyenin hamlini (karnındaki dölünü) veya koyunun hamlini bir adama ikrar etse, ikrarı sahîh olur, vermesi lâzım gelir. Çünkü hamli ikrarın bir sahîh vechi vardır, ki şudur: Bir adam, birine o hamli vasiyyet eyler de, vasiyyet eden ölürse, bu takdirde vasiyyet edilen kimse için vârisi ikrar eder. Dölü ikrar mutlak surette sahilidir. Yânı gerek elverişli bir sebeb beyân etsin, gerekse etmesin müsavidir. Hamli ikrar etmek sahîh olduğu gibi, mukırr'm hami için mal ikrar etmesi de sahih olur. Lâkin mutlak değil, belki mîrâs ve vasiyyet gibi elverişli bir sebeb beyân eder, meselâ, hamlin babası ölüp ona vâris oldu veya îülân kimse malını hami için vasiyyet etti, derse; İkrar şahindir. Çünkü mukırr, elverişli sebeb belirtmiştir. Biz, onu muâye-neten < gözle) görsek, onunla hükmedebiliriz. Keza mukırr'm ikrarı ile hami sabit olsa, ondan sonra elverişli sebeb bulunsa, onunla hükmederiz. Şu hâlde ikrar edilen hamlin, ikrar sırasında bulunması gerekir veya bulunması muhtemel olmalıdır. Bu ihtimâl de; cariyenin kocası varsa; murisin veya mûsînin Ölümünden sonra altı aydan az zamanda doğurmasiyle; iddet beklemekteyse, ayrılma vaktinden i'ti-bâren iki yıldan daha az zamanda doğurması iledir. Eğer birinci surette; câriye altı aydan daha az zamanda canlı çocuk doğurursa veya ikinci surette; iki yıldan daha az zamanda canlı çocuk doğurursa, ikrar edilen şey mukarr-un leh'indir. Çünkü muris veya mûsî öldüğü zaman çocuk karında mevcûd idi.
Ya da, câriye ölü çocuk doğursa, o mal mûsînin veya murisin vârislerine geri verilir. Çünkü bu ikrar, gerçekde muris ile mûsînin vârisleri içindir, ikrar edilen mal cenine (karındaki döle) ancak doğumundan sonra-intikâl eder. Halbuki, intikâl etmemiştir. Şu hâlde mal, vârislerinin olur.
Yâhûd; gebe kadın iki diri çocuk doğursa, ikrar edilen şey iki çocuğun olur. Yâni ikisi de erkek veya ikisi de dişi olursa, yarısı birinin, yarısı da diğerinin olur.Biri erkek, biri dişi olursa, vasiyyette zikredilen gibi iki yarım hisse olur. Mîrâsda ise; erkeğe iki kadın hissesi verilir.
Eğer mukırr, satış, ikraz ve hîbe gibi sebeb olmaya elvermeyen bîr şey ile beyân eder ve meselâ. Kadının karnındaki döl. 'Bana sattı! veya «Bana ödünç verdi!» yâhüd «Bana hibe ettiU derse veya ikrarı kapalı yapıp sebeb beyân etmez de; uBende, fiilân kadının hamli için şöyle şey vardır!» derse, ikrarı geçersiz olur. Birincinin geçersiz oima-sı; imkânı olmayan bir şeyi beyân ettiği içindir. Çünkü, ana karnındaki dölün satması ve borç vermesi hakîkaten tasavvur edilemez. Bu açık ve besbellidir. Hükmen dahî tasavvur edilemez. Çünkü mukırr, hami üzerine velî olamaz.
İkincinin, yânı mübhem ikrarın geçersiz olması; mutlak ikrar, ticâret sebebiyle olan ikrara yorumlandığı içindir. Bundan dolayı me'-zûn kölenin ikrarı, şirket-i müfâvaza'da iki mütefâvızdan birinin ikrarı ticâret sebebiyle ikrar üzere yorumlanır. Bu takdirde, ikrarı tasrîh etmiş gibi olur.
Muİur, bîr meelisde iki adamı bin akça İkrarı üzere şâhid kilsa ve diğer bir meclisde başka iki adamı bin akça üzere şâlıîd kılsa, ikibin akça. vermesi lâzım gelir. Yânı mukırr, şâhidlerin yanında iki veya bir kaç kere senet gezdirip, o vesikada bin akça olduğunu ikrar etse, mukırra vâcib olan, ittifakla yalnız bin akçadır. Çünkü senedde sabit olan malı ta'rîf ettiği için, ikinci ikrar, birincinin aynıdır. Eğer senette kayd olunmayip. belki İki şahidin huzurunda bin akça ikrar eder; sonra başka meclisde iki şahidin huzurunda sebebi beyân etmeksizin bin akça ikrar ederse, İmâm A'zam' (Rh.A.) a göre; ikibin akça vermesi lâzım gelir.
Bir rivayette; son iki şahidin önceki iki şâhid olmaması şarttır.
Diğer bir rivayette; şâhidlerin birinci şâhidlere zıt olmamaları şarttır.
Bu, ikibin akçanın lâzım gelmesi; ikinci, birinciden başka olduğuna göredir. Nitekim her bin için, bir senet yazılıp, her senette iki şahidin şâhidlik etmeleri böyledir.
İmâmeyn' (Rh. Aleyhimâ) e göre, o kimsenin ancak bin akça vermesi lâzım gelir. Çünkü ikrarın tekrar edilmesi, şâhidleri artırmakla hakkı te'kîd etmek için olduğuna örf delâlet etmektedir. Eğer meclis bir olursa; Kerhî' (Rh.A.) nin tahrîcine göre, ittifakla, verilmesi lâzım gelen bin akçadır. Çünkü birbirinden ayrı kelimeler toplayıp, bir söz hükmüne getirmekde meclisin te'sîri vardır.
İkrarın yazılmasını emretmek ikrardır. Yânî mukırr, senet yazana, «Fülânın, bende bin akçası olduğunu ikrar ettiğimi yaz!» diye emret-se, bu emir ikrar olur. Ve senet yazan kimsenin, âmirin başkasına âid mal ikrar ettiğine şehâdet etmesi helâl olur. Keza: «Şu hanenin satıldığım yaz!» dese, senet kâtibi yazsın, yazmasın, bu emir de satış ikrarı olur. Senet kâtibine; «Benim karımın talâkını yaz!» diye emret-se kâtib yazsın yazmasın, karısı boşanmış olur. İmâdiyye'de de böyle denmiştir.
Bu sözler, hükmen ikrardır. Musannifin «Hükmen» demesine sebeb; çünkü. emir. inşâdır. İkrar ise, ihbardır. İnşâ ile ikrar hakîkatta bir değildirler. Belki denmek istenen şudur: İkrârm yazılmasını emretmek hâsıl olunca, ikrar da hâsıl olur.
Vârislerden biri, ölünün borcunu ikrar etse; ulemâdan ba'zısma göre; borcun hepsini onun vermesi lâzım gelir. Ba'zıîarı da; «Payına düşen kadarını vermesi lâzım gelir.» demişlerdir. Yânî bir adam, Ölen
bir kimsenin kendisine borcu olduğunu iddia etse; vârislerden ba'zısı da o borcu ikrar etse, bizim ulemâmızın sözüne göre, borcun hepsi mu-kırr'm payından alınır. Fakîh Ebû'1-Leys (Rh.A.); «Kıyâs da budur.» demiştir. Lâkin benim ihtiyarıma (tercihime) göre; o mukırrdan borç-dan payına düşen kadan alınır. Şa'bî'nin, Basrî'nin, İbn Ebî Leylâ'nın, Süfyân Sevri'nin ve onlara tâbi olan diğerlerinin kavileri de budur. (Allah hepsine rahmet eylesin). Bu görüş, zarardan en uzak olandır.
Şems'ül-Eimme el-Hulvânî (Rh.A.) dahî, Fakîh Ebû'1-Leys' (Rh. A.) in dediği gibi zikredip şöyle demiştir: Bizim ulemâmız, bu konuda bir şey ziyâde ettiler (eklediler). O ziyâde, diğer kitaplarda şart kılınmamıştır. O da, kadının onun üzerine ikrân ile hüküm vermesidir. Çünkü sâdece ikrar etmesiyle borcun onun payından 'ödenmesi helâl olmaz. Belki kadının hükmüyle helâl olur. Bu mes'ele Ziyâdât'da müellifinin zikrettiği mes'ele ile zahir olur.
Mes'ele şudur: Vârislerden biri borç ikrar edince, ondan sonra, o borcu ikrar eden vâris ile bir adam, «Ölenin borcu vardır!» diye şehâdet etseler, o şehâdet kabul edilir ve bu mukırr'm şehâdeti dinlenir. Vârislerden birinin yalnız ikrân ile bütün borç kendi payından helâl olsa, şehâdetinin kabul edilmemesi lâzım gelirdi. Çünkü burada ödeme mecburiyeti vardır. Ziyâdât sahibi demiştir ki: Bu ziyâdeyi bellemek gerekir. Çünkü bunda büyük fayda vardır. Fetâvâ-yı İmâdiyye'de de böyle denmiştir. [17]
İkrar; «karâr» dan türetilmiştir. İkrar [5], lügat yönünden, müte-zelzil olan şeyi isbâttır. Şer'an; kendisinde olan başkasının hakkını haber vermektir. Yoksa onu isbât değildir. Nitekim sebebi yakında gelecektir.
İkrarın şartlan, yakında sözü edileceği sırada inşâellâhu Teâlâ zikredilecektir. İkrarın hükmü; mukarr-un lehin tasdiki ve kabulü olmaksızın ikrar edilen şeyin zuhurudur. Çünkü mukır'a ikrar ettiği şey lâzım gelir. Zîrâ ikrar, haber verilen şey üzerine delâlet edici olarak vâki olur. Zîrâ ikrarın doğru ve yalana medlulü aklî ihtimaldir. Nitekim yerinde anlatıldı.
Bundan, yalnız doğum nesebi müstesnadır. Yâni; bir adam, nesebi bilinmeyen bir oğlanın (gulâmm) oğulluğunu ikrar etse, ikrarı sahih olur. Keza, bir adam veya bir kadın, ana - babasını ve çocuğunu ikrar etse, sahih olur. Bunun benzeri de sahih olur. O da, bir adamın veya bir kadının, kocasını yâhûd efendisini ikrar etmesidir. Bu takdirde, ikrar sahih olur. Zikredilen kimselerin tasdik etmeleri şarttır. Bunun tahkikinin tamâmı yakında zikredilecektir. Lâkin o ikrar, muİîarr-un leh'İn red etmesiyle red olunur. Yalnız mukarr-un leh'in tasdik etmesinden sonra red olunmaz. Çünkü bu takdirde, artık red edilmez.
İkrarın hükmü; mukarr-un bih-'in [6], mukarr-un leh [7] için ibtidaen >âbit olması değildir. Çünkü Vkrâr, mukırnr. [8] mülkünü mukarr-un leh'e nakledici değildir.
Ben derim ki: Bunun sırrı şudur; ikrar bir ihbardır, ki doğru ve yalana ihtimâli vardır. Binâenaleyh ikrânn va'z i'tibâriyle medlulü [9], kendisinden sonraya kalabilir. İnşâ. bunun aksinedir. Meselâ satış, hibe ve bunların benzerleri guri. Çünkü ir*şâ, vüewuda lâfızla ber olan bir nıa'nâyı îcâd etmektir. Şu hâlde inşâda ma'nânm lâfızdan gen kalması imkânsızdır. Musannif, ikrarın hükmü, mukarr-un bih'in zuhuru olup İbtîdâen sübûtu olmadığına, evvelâ; oMüslümanın şarâb ile ikrarı sahîhdir.a sözü ile telrf yaptı. Hattâ, mukarr-un leh'e teslim etmesi emredilir. Şâyed başlangıçta temlik olaydı, ikrar sahih olmazdı. İkinci olarak; «Zorla talâk ve i'tâkı ikrar sahih olmaz.u sözüyle tefti' yapa. Günkü yaiaam delili olan zorlama mevcûdciur. Şâyed ikrânn ' hükmü; ikrar edilen şeyin sübûtu (inşâ olmakla) olsaydı, sahih olurdu: Çünkü talâk ve azadın ikrarla beraber inşâsı, bize göre sahih olur. Musannif, üçüncü olarak şu sözüyle tefrf yaptı: Şâyed ikrarı ibtidâen iddia ederek; «Sen, benim için şöyle ikrar eyledin, o hâlde, o şeyi bana ver.» derse; veya «Benîm, sende şöyle hakkım vardır, çünkü ser. benim İçin onu ikrar eyledin.» demekle ikrarı sebeb yaparsa, ulemânın çoğuna göre; da-'vâsı dinlenmez. Çünkü ikrânn kendisi mülkü nakledici değildir. Çünkü, sebebini biliyorsun.
Da'vâîun definde ikrar iddiası, zikredilenin aksinedir. Çünkü ulemâ, da'vâmn defi tarafında ikrânn sahîh olup olmayacağında ihtilâf etmişlerdir Hattâ da'vâh, da'vâcmın kendi üzerinde bir hakkı olmadığını ikrar ettiğine, yâhûd şu malın da'valinin mülkü1 olduğunu ikrar ettiğine dâir beyyine getirse; beyyinesi kabul edilir mi? diye ihtilâf etmişlerdir Ba'zısı; ıcKabûl edilmez.» demiş; Fukahânın çoğu ise; burada kabu* edilmesinden yana çıkmışlardır. Fukahâ, şunun üzerinde ittifak .etmelerdir ki; da'vâcı; «Şu, mal benim mülküındürU dedikde, zi'l-yed o.ny ikrar etse veya «Benim, onda su kadar hakkım vardır!» dedikde, keza da'vâh ikrar etse, da'vâ sahih olur ve ikrar beyyinesi dinlenir. Çünkü da'vâh ikrarı vucûb için sebeb kılmamıştır. Bu zikredilen surette da'vâh inkâr etse, ikrar etmediğine yemîn verdirilir mi? Bunda İmâm Ebû Yûsuf (Rh.A.) ile İmâm" Mulıammed (Rh.A.) arasında hilaf vardır. Ba'zısı; «Yemîn verdirilir. Çünkü kaçınırsa ikrar sabit olur.» demiştir. Fetva, ikrar üzere yemîn verdirilin minesi üzerinedir. Ancak, mal üzere yemin verdirilir. İmâdiyye'de de böyle denmiştir.
Dördüncü olarak şu sözüyle tefri' yapmıştır: Eğer mufeır mal ile ikrarında yalancı ise, mukarr-un leh'in malı alması helâl olmaz. Ancak mukırr'm kendi isteği ile alırsa, helâl olur. Eğer ikrarın hülanü sübût olsaydı, o malm alınması helâl olurdu.
îkrâr, kasır hüccettir. Hüccet olması şundandır: Çünkü Nebı-i Ekrem (S.A.V.); Mâiz' (R.A.) i, kendisinin zina ettiğini ikrar etmesiyle recra etmiştir. Gâmidiyye' (R. Anhâ) yi de ikrâriyle recm etmiştir [10]
tkrâr, şübhelerle def edilen hadlerde hüccet olunca, başkasında hüccet olması evlâdır. Bunun üzerine, ümmetin icmâ'ı mün'akid olmuştur. İkrarın kasır olması ise; mukırr'm velayeti başkasına- geçmediği içindir. O, yalnız kendisine münhasırdır.
Beyyine, ikrarın aksinedir. Çünkü, kâdîmn hükmüyle hüccet olur. Kadının ise, umûmî velayeti vardır. Şu hâlde, hepsine geçer. İkrar, hükme muhtâc değildir. Mukırr'ın nefsi üzerine velayeti vardır. Başkasına yoktur. Şu hâlde, ikrar kendi nefsi üzerine münhasırdır. Hattâ nesebi bilinmeyen bir adam, birinin kölesi olduğunu ikrar etse, kendi nefsi ve malı için câis olur. Çocukları ve o çocukların anaları, üzerine tasdik edilmez. Yine, o mukırr'ın müdebberi ve mükâtebi üzere de tasdik .edilmez. Çünkü, onlar için hürriyet hakkı sâbitdir. Veya o «vîâd ve ümmehât ve müdebbere için hürriyete istihkak sabit olur. Şu hâlde onlar aleyhine ikrarı tasdik edilmez.
Hür ve mükellef, yâni âkil ve baliğ olan bir kimse veya hür mükellefin me'zûn kölesi, bir ma'lûm hakkı İkrar etse, sahîh olur. Yânî hür ve nıe'zûn köleden her birinin ikrarları sahîh olur. Hür insanın ikrarının sahih olması zahirdir. Me'zûn kölenin ikrarının sahîh olmasına gelince; çünkü me'zûn köle ikrar hakkında hürlere mülhaktır, (katılır.). Çünkü efendi, o köleye izin verince, rakabesine borç tealluk etmesine razı olmuş olur. Bu durumda efendisi tarafından ikrara musallat olmuştur. Sahîh olan bu ikrar mutlaktır. Yânî gerek sıhhati ve tahakkuku için müsadif olduğu şeyin i'lâmı şart kılınmayan tasarruf olsun, gerekse olmasın müsavidir. Nitekim yakında açıklaması gelecektir.
Mukırr'm mükellef olması şarttır. Çünkü, sabî ve mecnûnun ikrarına hüküm tealluk etmez. Eğer hür mükellef bir mechûl adama ikrarda bulunursa, yine şahindir. Çünkü hak ba'zan mukırr'e mec-hûlen lâzım gelir. Meselâ; bir malı itlaf edip kıymetini bilmez veya ersini (diyetini) bilmediği bir yaralama yapar. Eğer bu tasarruf; gasb ve emânet gibi, sıhhati ve tahakkuku için müsadif olduğu şeyin ilâmı şart kılınmayan tasarruflardansa, sahih olur. Çünkü bilmemezlik, gas-^ bin tahakkukunu menetmez. Zîrâ bir kimse, bir adamdan kese içinde bilinmeyen bir mal gasb etse, yâhûd bir kese içinde mal emânet, etse; gasb ve emânet sahîh olup hükümleri sabit olur.
Bunun şart kılınması; zikredilenin aksinedir. Çünkü her tasarruf, ki onun sıhhati ve tahakkuku için o tasarrufun müsadif olduğu şeyin i'lâmı şart kıhmrsa, bilmemezlikle beraber onun ikrar edilmesi satış ve icâre gibi, sahîh olmaz. Zîrâ:bir kimse, fülân kimseye bir şey sattığım veya itilândan bir şey kiraladığını yâhûd fülândan bir şeyle şunu satın aldığını ikrar etse, ikrarı sahih olmaz ve mukırr, ikrar eylediği şeyi teslim etmesi için zorlanmaz. Gasb ve emânet gibi bir şey ikrar eden kimsenin, mechûl olan şeyi kıymeti olan şeyle beyân etmesi lâzım gelir. Yânî mukırr, «Bende, fülânm bir şeyi vardır!» veya «Fülâ-nm hakkı vardır!» dese, bunu kıymeti olan bir şeyle beyân etmesi gerekir. Çünkü mukırr, zimmetinde vâcib olan şeyden haber vermiştir. Kıymeti olmayan şey ise, zimmetinde vâcib olmaz/ Mukırr, o şeyi kıymeti olmayan bir şeyle beyân ederse, rücû olur. Şu hâlde, ikrar sahih olmaz.
Eğer hasmı, mukırr'm ikrarından daha çoğunu iddia edip, beyyine getiremezse; mukırr ikrar eylediği şeyde yemini ile tasdik edilir.
Yânî mukırr, meçhulü, kıymeti olan bir şeyle beyân etse de mukarr-un leh ondan daha çoğunu İddia etse, beyyine getirdiği takdirde onunla hükmolunur. Getiremezse, beraber ziyâde olmadığı iddiasında, mukırr yeminiyle tasdik edilir. Şâyed meçhulün bilinmezliği, meselâ; «Şu köle, insanlardan bir kimsenindir.» demekle fahiş olsa, mechûl için mu-kjrr'm ikrarı sahîh olmaz. Çünkü mechûl, müstehak olmaz. Eğer mec-hûlün bilinmezliği meselâ mukırr, «Şu köleyi, şu kimseden veya bu kimseden gasb ettim.» demekle fahiş olmazsa, ikrar Şems'ül-Eimme es-Serahsî' {Rh.A.) ye göre, sahîh olmaz. Çünkü mechûl için ikrardır ve o ikrar fayda vermez. Ba'zıları, «Sahîh olur.» demiştir. Esah olan kavi budur. Çünkü hakkı, müstehıfckma ulaştırmayı ifâde eder. Zira o iki mukarr-un leh, o kölenin alınması üzerinde ittifak edince; ikisi için alma hakkı vardır. İkrar eden kimseye; ('Bilinmeyeni (mec-hûlü) beyân eyle!» denilir Çünkü icmal ondan gelmektedir. Mücmelin beyânı, mücmil üzerinedir. {Yânı, kısa sözün beyânı sahibine âid-dir.) Bu mukirr, iki kölesinin birini âzâd eden kimse gibi olur. E£er bilinmeyeni beyân etmezse, kâüî, hakkı müstehıkkma ulaştırmak için, onu Beyâna zorlar. Kâfİ'de de böyle denmiştir.
Keza hür mükellef olan kimsenin mahcur kölesi, hadd ve kısas jgibi, kendisinde töhmet olmayan şey ile ikrarda bulunsa, sahih olur.
Yâni mahcur kölenin töhmet olmayan şey ile ikrarı sahîhdir. Çünkü onun ikrarı borcun rakabesine teallukunu mucib olarak bilinir. Raka-besi ise, efendinin malıdır. Şu hâlde töhmet ve hüccetin kusuru sebebiyle efendisi aleyhine tasdik edilmez. İzinli köle, bunun aksinedir. Çünkü me'zûn köle, efendi tarafından ikrar üzere musallat edilmiştir. Zîrâ ticârete izin, ticârete lâzım gelen şeye de izindir. O da, ticâret borcudur. Hadd ve kısas bunun aksinedir. Çünkü köle, hadd ve kisâsda hürriyetin aslı üzere bırakılmıştır. Zîrâ hadd ve kısas, insana mahsûs özelliklerdendir. Bundan dolayı, efendinin hadd ve kısas ile köle aleyhine ikrarı sahih olmaz. Mahcur köle, o ikrar ile hemen muâh'eze olunup azadına kadar ertelenmez.
Keza mahcûc köle, insanlığın aslına nazaran mal gibi kendisinde töhmet olan şeyi ikrar etse, hemen muaheze olunmayıp efendinin hakkına riâyeten azadına kadar ertelenir. Ve mufcırr, «Benim üzerimde mal vardır!» dediği için, bir dirhem lâzım gelir. Yâni bir dirhemden daha azında tasdik edilmez. Çünkü âdeten, bir dirhemden daha az şey mal sayılmaz.
Mukırr'm; «Benim üzerimde büyük mal vardır!» demesinde, zekât malında olan nisâb lâzım gelir. Başka malda nisabın miktân kıymet yönünden lâzım gelir. Yâni zekât malından başkasında, mukırr, gü-müşde ikiyüz dirhemden daha azında, altında yirmi miskaîden daha azında ve devede yirmibeşden daha azında tasdik olunmaz. Yine zekât malından başkasında, kıymet yönünden nisâb miktarından daha azında tasdik edilmez. Çünkü nisâb, büyük maldır. Hattâ sahibi onunla aengin olur.
Mukirr'm; «Benim üzerimde büyük mallar vardır!» demesinde; nisâb adı verilen şey cinsinden, çoğulun en azma i'tibâr ile, üç zekât nisabı lâzım gelir. Çünkü Arabçada çoğulun en az miktarı üçtür. Hattâ mukırr, «dirhemlerden» demiş olsaydı, altıyüz dirhem lâzım gelirdi.
Yine znukırr'ın; «Benim üzerimde dirhemler vardır!» demesinde, çoğulun en azına i'tibâr ile üç dirhem lâzım gelir. «Benim üzerimde birçok dirhemler vardır!» demesinde, on dirhem lâzım gelir. Yâni mu-kırr on dirhemden daha azında; İmâm A'zam' (Rh.A.) a göre, tasdik edilmez Çünkü on, çoğul adının ulaştığı sayının en sonudur. «Benim üzerimde şöyle dirhem vardır.» dese, bir tek dirhem lâzım gelir. Çünkü bu söz. mübhemin açıklamasıdır. Hidâye'de de böyle denmiştir.
Kâdîhân (Rh.A.) demiştir ki; eğer mukırr; «Benim üzerimde şöyle dînâr vardır.» derse, üzerine iki dînâr lâzım gelir. Çünkü; «şöyle» ma'nâsma gelen «keza» kelimesi, sayıdan kinayedir. Sayının en azı ise, ikidir.
«Benim üzerimde şöyle şöyle dirhem vardır!» demekle, onbir dirhem lâzım gelir. Yâni onbirden daha azında mukırr, tasdik edilmez. Çünkü «keza» lâfzı, meçhul adedden kinayedir. Mukırr ikisi arasında atf harfi olmaksızın iki mechûl adedi ikrar etmiştir. Böyle iki adedin en az mikdân, onbirdir, diye tefsir edilmiştir. Mukırr, «Benim üzerimde şöyle ve şöyle dirhem vardır!» demekle, yirmibir dirhem lâzım gelir. Yâni yirmibir dirhemden daha azında tasdik olunmaz. Çünkü her iki mübhem (kapalı) adedi, ikisi arasında harf-i atıf getirerek söylemiştir. Bunun en azı tefsir edilince, yirmibir olur. İki fasılda en azın vâcib olması, onunla yakın (kesin bilgi) hâsıl olduğu içindir. Asi olan, zimmetlerde berâettir. Eğer mukırr, «keza» lâfzını atf'sız, üç kere tekrar edip; «Benim üzerimde şöyle şöyle şöyle dirhem vardır!» derse, onlardan biri tekrara yorumlanarak onbir dirhem lâzım gelir. Çünkü atıf'sız, üç aded bir araya getirilmez. Şu hâlde birini tekrara yorumlamak gerekir. Ondan sonra iki adedi atıf'sız zikrettiği için ta'bîr edilmesi mu'tâd olan adedin en azı üzerine yorumlanır. O da, onbirdir.
Eğer mukırr, üç «şöyle/kezâ» lâfzını atıf «Vâv» ı ile beraber söylese, yüzyirmi bir dirhem lâzım gelir. Çünkü bu söz, atıf (Vâv) 'ı ile söylenen üç adedin en azıdır. Mukırr, «şöyle» sözünü üç «Vâv» ile dört kere zikretse, meselâ; «Bende, şöyle ve şöyle ve şöyle ve şöyle dirhem vardır!» dese, o zikredilen adede bin dirhem eklenir. Bu takdirde, bin yüzyirmi bir dirhem lâzım gelir. Çünkü daha önceki adedin benzeridir.
«Bende veya tarafımda vardır.» sözü borcu ikrardır. Yânî; bir kimse; «Fülân için, benim üzerimde maldan şöyle şey vardır!» veya «Fülân için, maldan benim tarafımda şöyle vardır!» derse, borcu ikrar olur. Çünkü; «Benim üzerimde» ma'nâsını ifâde eden «Alâ» kelimesi îcâb ve ilzam bildirir. «Tarafımda» ma'nâsma gelen «Kibelî» ise, garanti ma'nâsmı bildirir. Kefile, kabil denilmiştir. Zîrâ malı, garanti eder. Eğer mukırr; «Benim üzerimde veya benim tarafımda şöyle . mal vardır.» sözüne vediâ'yı eklerse, tasdik edilir. Çünkü onun üzerine garanti edilen hıfzdır; mal, hıfzın mahallidir. Böyle olunca o, mahalli zikredip hâl'i murâd etmektedir. Lâfız, mecazen bunu taşır. Şu hâlde, mukırr'm sözü mevsûlen (bitişik) sahih olur, mefsûlen (ayrı) sahih olmaz.
«FÜlân İçin benim yanımda», «Beraberimde!», «Evimde», «Sandığımda», veya «Kesemde» şöyle şey vardır.» demesi, emâneti ikrardır. Çünkü bu sözlerin hepsi, o şeyin elinde olduğunu ikrardır. Bu, emânet olur. Çünkü ba'zan mazmun, ba'zan da emânet olur. Emânet olması, t en azıdır.
«Benim bütün malini veya bütün mâlik olduğum şey onundur!» demek hibedir, ikrar değildir. Çünkü onun malı veya mâlik olduğu her şeyin, o hâlde -başkasının olması imkânsızdır. Şu hâlde, ikrar sahih değildir. Lâfız, inşâya da ihtimâllidir. Öyleyse, ona yorumlanır ve hibe olur da teslimi gerektirir. Teslim bulunursa, hibe sahih olur; bulunmazsa, sahih olmaz.
Bir da'vâlmm; bin dirhem iddia *eden da'vâciya, yâni; «Sende, benim bin dirhemim vardır.1) diyen da'vâcıya; «Sen, o bin dirhemi tart.» yâhûd «Say!», «Bana, onun için mühlet ver!», «Ben, onu sana ödedim!», «Sen, ondan benim zimmetimi ibra ettin!», «Sen, onu bana tasadduk ettin!» veya «Sen, onu bana hibe ettin!» «Ben, onu sana Zeyd üzere havale ettim!» demesi ikrardır. Zâmirsiz cevâb verirse, ikrar olmaz.
Önceki dört sözün ikrar olmasına sebeb; zamir o bin dirheme râ-ci olduğu içindir ve o bin di rhem vucûb ile mevsûf dur.. Sanki «Sen tart, say, va'de ver, veya senin için benim üzerime vâcib olan bin dirhemi ben sana ödedim.» demiş gibi olur. Hattâ zamiri zikretmezse, ikrar olmaz. Çünkü ikrarının mezkûr söze yorumlanması için delil yoktur. Beşinci sözün ikrar olması ise; îbrâ da'vâsı hüküm gibi olduğu içindir. Çünkü ibra, ıskattır. İskât ise, ancak üzerine vâcib olan malda olur.
Altıncı ve yedinci sözün ikrar olması; ondan mülk da'vâsı olduğu içindir. Mülk da'vâsı ise, ancak zimmette mal vâcib oldukdan sonra olur.
Sekizinci sözün ikrar olması; borcum bir zimmetten, diğer zimmete tahvili vücûbsuz olmadığı içindir. Da'vâlmm; «Evet!» demesi ikrardır. Yânî da'vâlıya; «Benim, sende şu kadar alacağım var mıdır?» de-niîdikde, «Evet!» dese, ikrar olur. Çünkü, «Evet!» lâfzı cevâb için konulmuştur ve rabıtaya ihtiyâç kalmaz.
«Benim sende alacağım var mıdır?» dedikde, «Evet!» yerine başı ile işaret etse, ikrar olmaz. Çünkü dilsizin işareti, söz yerine geçer. Dilsiz olmayanın işareti, söz yerine geçmez.
Bir kimse, deyn-i müecceli (gelecekde ödenmesi gereken borç) ikrar ettîkde, mukarr-ım leh; «Peşindir!» dese; mukır, yemini ile tasdik edilir. Yânî bir kimse veresiye borcu ikrar etse, mukarr-un leh onu "borç hakkında tasdik edip, müddette yalanlasa; mukırr'm borcu hemen ödemesi lâzım gelir. Çünkü mukırr, kendisi üzerinde hak bulunduğunu ikrar etmiş ve kendisi için onda hak da'vâ etmiştir. Şu hâlde ikrarda hüccetsiz tasdik edilir. Da'vâda tasdik edilmez. Nitekim elindeki köleyi; «Bu köle fülânındır, ondan kiraladım!» diye ikrar etse, mukarr-un leh onu mülkde tasdik eder. Kiralamada tasdik etmez.
Eğer bir kimse; «Fülân için benim üzerimde yüz vardır ve bir dirhem vardır!» dese, onun üzerine yüzbir dirhem lâzım gelir.
«Bir kimse fülân için benim üzerimde yüz vardır ve bir giyecek vardır!» dese, onun giyecek vermesi ve yüz'ü açıklaması lâzım gelir. Yânî yüz'ü açıklaması için mukırr'a müracaat edilir. Kıyâs'a göre; «Yüz vardır ve bir dirhem vardır.» demek de böyle idi. Bu, İmâm Şafiî' (Rh.A.) nin sözüdür. Çünkü bu, bir atfdır. İki fasılda da müfessir (a-çıklayıcî) olduğu hâlde mübhem üzere atf etti. Atf ise, beyân için konulmamıştır. Şu hâlde her ikisinde de yüz lâfzı mübhem (kapalı) kalmıştır.
Bizim delilimiz şudur: Bir dirhem, sözü âdeten yüzü açıklamak içindir. Çünkü insanlar dirhemleri tekrar etmeyi ağır ve usandırıcı bulup, dirhemi bir kere söylemekle yetinirler. Bu, ağır bulup hoşlanmamak (istiskal) kullanılışı çok olan şeylerdedir. Kullanılış, sebebin çokluğu ile vücûbun çokluğu katımdadır. Bu çok kullanma, mekilât ve mevzûnât (ölçülen ve tartılan şeyler) gibi mukadderattadır. Çünkü mekîlât ve mevzûnât, selem, karz ve semen olmakla zimmette borç olarak sabit olur. Giyecekler, mekîlât ve mevzûnâttan olmayan şeyler^ zikredilenin aksinedir. Bunların zimmette vucûbu çokça olmaz. Çünkü giyecekler zimmette sabit olmaz, ancak selemde ve nikâhda sabit olur. Bu ise, çok vâki' olmaz. Böyle olunca, hakikat üzere kalmıştır.
«İki elbise» demesi de, böyledir. Yânî mukırr, O'nun; «Bende yüz ve iki elbisesi vardır.» dese, iki elbise lâzım gelir. Yüz'ü de açıklar. Çoğulda, hepsi elbise olur. Yâni, mukırr, mukarr-un leh için; «Onun'ben-de yüz ve üç giyeceği vardır.» dese, bunların hepsi de giyecekdir. Çünkü mukırr, iki mübhem adedi yânî yüz'ü ve üçü zikretmiş ve açıklamasını ardından getirmiştir. Böyle olunca, giyecek ikisine teşmil edilir. Çünkü iki mübhem adedden her ikisi de açıklanmaya muhtâc ol-makda eşit olmuşlardır. «Giyecek» lâfzı, yüz için mümeyyiz olamaz, denilemez. Çünkü yüz, üçle beraber zikredilince, ikisi de bir aded gibi olur.
Yine, bir kimse; «Fülânın, bende yarım dirhemi ve bir dînârr °i yeceği, şu kölenin yansı ve şu câriye vardır.1-, dese, hepsinin yansmi vermesi lâzım gelir. Çünkü sözün hepsi, muayyen olmayan bir şeve veya muayyene vâki' olmuş:.ur. Şu hâkle yarım, hepsine sarf eâ:i;r Sanki, cBende, şunun yarısı ve şunun yarısı vardır!-) demiş olur
Mukirr. on dirhem ve bir dâmk [11] veya bir kırâfi [12] ikrar etse, ikrarı gümüşden olur. Çünkü birinci açıklama ile yetinmek insanlar arasında yaygındır. Allah Teâlâ (C.C.) :
«Onlar mağaralarında ücyüs yıl kaJdılar, Dokuz da katlılar.» [13] buyurmuştur. Yâni, dokuz yıl kattılar, demektir.
* Mukırr, bir kavsara [14] içinde hurmayı ikrarda bulunsa, ikisini de vermesi lâzım gelir. Yâni hurma ve sepeti vermesi lâzım gelir. Meb-sût'ta bu ibareyi:
«Sepet içinde hurmayı gasbettim!» Sözü ile açıklamıştır. Hurma ile sepeti vermesi lâzım gelmesinin vechi şudur: Sepet, 'hurma için kap ve zarıdır. Kap içindeki bir şeyi kapsıs gasbetmek tahakkuk edemez. Şu hâlde,; ikisini de ikrar etmiş olması lâzım gelir.
Keza, gemideki yiyeceği ve çuvalîardaki buğdayı ikrarda bulunması da, böyledir. (İkisi de lâzım, gelir.) Fakat, «Sepetten gasb eyledim!» diye ikrar ederse bunun hilaf madır; sepet lâzım gelmez. Çünkü, «min/den», lâfzı ayırmak içindir. Şu hâlde, ayrılmış olan şeyi gasb ettiğini ikrar etmiş olur.
Mukırr. ahırda bir hayvanı gasb ettiğini ikrar etse, ahırsız sâdece lıayvanı vermesi lâzım gelir. Ç'inkü Şeyhayn'a [15] göre; menkûl olmayan şey gasb sebebiyle ödeiiUnez. imâm Muhamnıed- (Ru.A.) ayrı görüştedir. Keza. evdeki yiyecek de, hayvan, ile ahır gibidir. Yâni, yalnız yiyecek lâzım gelir. Ev lâzım gelmez.
Bu cins meselelerde asi olan şudur: Zarım (kabın), hakîkaten zarf sayılması mümkün olursa bakılır; zarfın nakli mümkün ise; zarf ve mazruf ikisi de lâzım gelir. Nakli mümkün değil ise, İmâm A'zam ile Ebû Yûsuf (Rh. Aleyhimâ) a göre, yalnız mazruf lâzım gelir. Çünkü ödemeyi gerektiren gasb, menkûlden başkasında gerçekleşmez. Eğer zarf nakledilmez, diye iddia ederse, tasdik olunma;;. Çünkü o tam olan bir gasbı ikrar etmiştir. Zira ikrar mutlaktır. Kemâle sarf olunur. İmâm Muhammed' (Rh.A.) e göre ise; gayr-l menkûl olsa da her ikisi lâzım gelir. Çünkü gayr-i menkûlün gasbı tasavvur olunabilir. Eğer hakikaten şart' sayılması mümkün cleğü ise. ancak birincisi, yâni mazruf lâzım gelir. "Dirhem içinde dlrhem.o sözü gibi. ikincisi lâzım gelmez. Çünkü dirhem, dirheme hakikaten zarf olamaz.
Mukırr, mukarr-un leh'e bîr yüzük ikrar etse, yüzüğün halkasını ve taşını vermesi lâzım gelir. Çünkü yüzük, halkaya ve taşa şâmil olan bir isimdir.
Eğer mukirr, kılıç ikrar etse. onun demiri, kını ve kayışı hepsi îâ-zım gelir. Çünkü kılıç adı mutlakdır, hepsine verilir. «Nasl», kılıcın demiridir. «Cefn», kılıcın kınıdır. «Hamail», (Kâ) nm kesriyle «Himâle» nin çoğuludur ve kılıcın kınının kayışıdır.
Eğer mukırr, mukarr-un leh/e bîr gerdek evi ikrar ederse, o evin ağaçları ve örtüsü beraberce lazım gelir. «Hacele», gerdek evine veya odasına derler. «Idân», onun ağaçlarıdır. Çünkü.gerdek evi örfen giyeceklerle, sedir ve perdelerle süslenmiş bir evdir. Hacele (gerdek odası) adı, örfen hepsine verildiği için hepsi lâzım gelir.
Eğer mukırr, giyecek içinde bir giyecek yâhûd mendil içinde bir giyecek ikrar etse, ikisini de vermesi lâzım gelir. Çünkü ikincisi, birincisinin hakîkaten zarfıdır. Ve nakli dahî mümkündür. Nitekim daha Önce geçti.
Mukırr, mukarr-urı leh'e on giyecekde bir giyecek ikrar etse, İmâm Ebû Yûsuf (Rh.A.) a göre; bir giyecek lâzım gelir. İmâm Muhanımed (Rh.A.); «Mukırrın onbir giyecek vermesi lâzım gelir.» demiştir. Çünkü değerli olan giyecek ba'zan on giyeceğin içine sarılır. Böylece onun zarf yapılması mümkündür ve çuvallardaki buğdayı ikrar etmek gibi olur. Ebû Yûsuf (Rh-.A.j un sözüne güre; ki Önceleri İmâm A'zam' (Rh.A.) m sözü de budur on, bir için âdeten zarf olmaz, âdeten mümteni' olan ise. hakîkaten mümteni' gibidir.
Mukırr, mukarr-un lehe çarpmak niyyeti ile «Beşe beş» diye ikrar etse, beş lâzım gelir. Çünkü çarpmanın eseri, cüzleri çoğaltmakdadır. Malı çoğaltmakda değildir. Eğer beş ile beşi niyyet ederse, on lâzım gelir. Yânı ben, beşle beraber (maa) beşi niyyet ettim, derse on lâzım gelir. Çünkü lâfız, bunu taşır. Allah Teâlâ (C.C.) :
«Haydi gir kullarımın içine...» [16] buyurmuştur, ki buradaki; «fî/içine» sözcüğü «maa/berâber» ina'nâsına alınıp; «Kullarımla beraber gir.» demektir, denildi. Lâfız, velev mecazen olsun ona muhtemel olunca, niyyet ettiği takdirde sahîh olur. Özellikle kendisine teşdîd bulunduğu yerde sahih olur. Nitekim yerinde anlatılmıştır.
Eğer mukırr; «Benim üzerimde bir dirhemden on dirheme kadar vardır!» veya «Bir dirhemle on dirhemin arası vardır.» diye ikrar ederse. İmâm A'zam (Rh.A.) a göre; dokuz dirhem, lâzım gelir. İmâmeyn (Rh. Aleyhimâ); «On lâzım gelir.» demişlerdir. İmâm Züfer (Rh.A.); «Sekiz lâzım gelir.» demiştir, ki kıyâs olan da budur. Çünkü mukırr, birinci ve sonuncu dirhemi ki onuncudur sınır yapmıştır. Sınır ise, sınırlananda dâhil olmaz.
İmâmeyn' (Rh. Aleyhimâ) in delili şudur: Gayenin mevcûd olması vâcib olur. Çünkü ma'dûmun mevcûd için (yâni yok olanın var olan için) sınır olması caiz olmaz. Ve sınırın varlığı sınırın vucûbiyledir. Şu hâlde, iki sınır dâhildir.
İmâm A'zam' (Rh.A.) m delili ise şudur: Gaye mugayyâda dâhil olmaz. Çünkü had mahduda zıt ve aykırı olur. Lâkin burada mutlaka birincinin dâhil edilmesi gerekir. Çünkü ikinci ve üçüncü dirhem, birincisi olmaksızın gerçekleşmez. Şu hâlde birinci gaye biz'zarûre dâhil olur. İkincide zaruret yoktur.
Mukırr; «Evimden, şu duvarla şu duvar arası.» diye mukarr-un leh'e ikrar etse, iki duvarın arası lâzım gelir. Nitekim zikredildi ki, gaye mugayyâda dâhil olmaz."
Mukirr, bir cariyenin hamlini (karnındaki dölünü) veya koyunun hamlini bir adama ikrar etse, ikrarı sahîh olur, vermesi lâzım gelir. Çünkü hamli ikrarın bir sahîh vechi vardır, ki şudur: Bir adam, birine o hamli vasiyyet eyler de, vasiyyet eden ölürse, bu takdirde vasiyyet edilen kimse için vârisi ikrar eder. Dölü ikrar mutlak surette sahilidir. Yânı gerek elverişli bir sebeb beyân etsin, gerekse etmesin müsavidir. Hamli ikrar etmek sahîh olduğu gibi, mukırr'm hami için mal ikrar etmesi de sahih olur. Lâkin mutlak değil, belki mîrâs ve vasiyyet gibi elverişli bir sebeb beyân eder, meselâ, hamlin babası ölüp ona vâris oldu veya îülân kimse malını hami için vasiyyet etti, derse; İkrar şahindir. Çünkü mukırr, elverişli sebeb belirtmiştir. Biz, onu muâye-neten < gözle) görsek, onunla hükmedebiliriz. Keza mukırr'm ikrarı ile hami sabit olsa, ondan sonra elverişli sebeb bulunsa, onunla hükmederiz. Şu hâlde ikrar edilen hamlin, ikrar sırasında bulunması gerekir veya bulunması muhtemel olmalıdır. Bu ihtimâl de; cariyenin kocası varsa; murisin veya mûsînin Ölümünden sonra altı aydan az zamanda doğurmasiyle; iddet beklemekteyse, ayrılma vaktinden i'ti-bâren iki yıldan daha az zamanda doğurması iledir. Eğer birinci surette; câriye altı aydan daha az zamanda canlı çocuk doğurursa veya ikinci surette; iki yıldan daha az zamanda canlı çocuk doğurursa, ikrar edilen şey mukarr-un leh'indir. Çünkü muris veya mûsî öldüğü zaman çocuk karında mevcûd idi.
Ya da, câriye ölü çocuk doğursa, o mal mûsînin veya murisin vârislerine geri verilir. Çünkü bu ikrar, gerçekde muris ile mûsînin vârisleri içindir, ikrar edilen mal cenine (karındaki döle) ancak doğumundan sonra-intikâl eder. Halbuki, intikâl etmemiştir. Şu hâlde mal, vârislerinin olur.
Yâhûd; gebe kadın iki diri çocuk doğursa, ikrar edilen şey iki çocuğun olur. Yâni ikisi de erkek veya ikisi de dişi olursa, yarısı birinin, yarısı da diğerinin olur.Biri erkek, biri dişi olursa, vasiyyette zikredilen gibi iki yarım hisse olur. Mîrâsda ise; erkeğe iki kadın hissesi verilir.
Eğer mukırr, satış, ikraz ve hîbe gibi sebeb olmaya elvermeyen bîr şey ile beyân eder ve meselâ. Kadının karnındaki döl. 'Bana sattı! veya «Bana ödünç verdi!» yâhüd «Bana hibe ettiU derse veya ikrarı kapalı yapıp sebeb beyân etmez de; uBende, fiilân kadının hamli için şöyle şey vardır!» derse, ikrarı geçersiz olur. Birincinin geçersiz oima-sı; imkânı olmayan bir şeyi beyân ettiği içindir. Çünkü, ana karnındaki dölün satması ve borç vermesi hakîkaten tasavvur edilemez. Bu açık ve besbellidir. Hükmen dahî tasavvur edilemez. Çünkü mukırr, hami üzerine velî olamaz.
İkincinin, yânı mübhem ikrarın geçersiz olması; mutlak ikrar, ticâret sebebiyle olan ikrara yorumlandığı içindir. Bundan dolayı me'-zûn kölenin ikrarı, şirket-i müfâvaza'da iki mütefâvızdan birinin ikrarı ticâret sebebiyle ikrar üzere yorumlanır. Bu takdirde, ikrarı tasrîh etmiş gibi olur.
Muİur, bîr meelisde iki adamı bin akça İkrarı üzere şâhid kilsa ve diğer bir meclisde başka iki adamı bin akça üzere şâlıîd kılsa, ikibin akça. vermesi lâzım gelir. Yânı mukırr, şâhidlerin yanında iki veya bir kaç kere senet gezdirip, o vesikada bin akça olduğunu ikrar etse, mukırra vâcib olan, ittifakla yalnız bin akçadır. Çünkü senedde sabit olan malı ta'rîf ettiği için, ikinci ikrar, birincinin aynıdır. Eğer senette kayd olunmayip. belki İki şahidin huzurunda bin akça ikrar eder; sonra başka meclisde iki şahidin huzurunda sebebi beyân etmeksizin bin akça ikrar ederse, İmâm A'zam' (Rh.A.) a göre; ikibin akça vermesi lâzım gelir.
Bir rivayette; son iki şahidin önceki iki şâhid olmaması şarttır.
Diğer bir rivayette; şâhidlerin birinci şâhidlere zıt olmamaları şarttır.
Bu, ikibin akçanın lâzım gelmesi; ikinci, birinciden başka olduğuna göredir. Nitekim her bin için, bir senet yazılıp, her senette iki şahidin şâhidlik etmeleri böyledir.
İmâmeyn' (Rh. Aleyhimâ) e göre, o kimsenin ancak bin akça vermesi lâzım gelir. Çünkü ikrarın tekrar edilmesi, şâhidleri artırmakla hakkı te'kîd etmek için olduğuna örf delâlet etmektedir. Eğer meclis bir olursa; Kerhî' (Rh.A.) nin tahrîcine göre, ittifakla, verilmesi lâzım gelen bin akçadır. Çünkü birbirinden ayrı kelimeler toplayıp, bir söz hükmüne getirmekde meclisin te'sîri vardır.
İkrarın yazılmasını emretmek ikrardır. Yânî mukırr, senet yazana, «Fülânın, bende bin akçası olduğunu ikrar ettiğimi yaz!» diye emret-se, bu emir ikrar olur. Ve senet yazan kimsenin, âmirin başkasına âid mal ikrar ettiğine şehâdet etmesi helâl olur. Keza: «Şu hanenin satıldığım yaz!» dese, senet kâtibi yazsın, yazmasın, bu emir de satış ikrarı olur. Senet kâtibine; «Benim karımın talâkını yaz!» diye emret-se kâtib yazsın yazmasın, karısı boşanmış olur. İmâdiyye'de de böyle denmiştir.
Bu sözler, hükmen ikrardır. Musannifin «Hükmen» demesine sebeb; çünkü. emir. inşâdır. İkrar ise, ihbardır. İnşâ ile ikrar hakîkatta bir değildirler. Belki denmek istenen şudur: İkrârm yazılmasını emretmek hâsıl olunca, ikrar da hâsıl olur.
Vârislerden biri, ölünün borcunu ikrar etse; ulemâdan ba'zısma göre; borcun hepsini onun vermesi lâzım gelir. Ba'zıîarı da; «Payına düşen kadarını vermesi lâzım gelir.» demişlerdir. Yânî bir adam, Ölen
bir kimsenin kendisine borcu olduğunu iddia etse; vârislerden ba'zısı da o borcu ikrar etse, bizim ulemâmızın sözüne göre, borcun hepsi mu-kırr'm payından alınır. Fakîh Ebû'1-Leys (Rh.A.); «Kıyâs da budur.» demiştir. Lâkin benim ihtiyarıma (tercihime) göre; o mukırrdan borç-dan payına düşen kadan alınır. Şa'bî'nin, Basrî'nin, İbn Ebî Leylâ'nın, Süfyân Sevri'nin ve onlara tâbi olan diğerlerinin kavileri de budur. (Allah hepsine rahmet eylesin). Bu görüş, zarardan en uzak olandır.
Şems'ül-Eimme el-Hulvânî (Rh.A.) dahî, Fakîh Ebû'1-Leys' (Rh. A.) in dediği gibi zikredip şöyle demiştir: Bizim ulemâmız, bu konuda bir şey ziyâde ettiler (eklediler). O ziyâde, diğer kitaplarda şart kılınmamıştır. O da, kadının onun üzerine ikrân ile hüküm vermesidir. Çünkü sâdece ikrar etmesiyle borcun onun payından 'ödenmesi helâl olmaz. Belki kadının hükmüyle helâl olur. Bu mes'ele Ziyâdât'da müellifinin zikrettiği mes'ele ile zahir olur.
Mes'ele şudur: Vârislerden biri borç ikrar edince, ondan sonra, o borcu ikrar eden vâris ile bir adam, «Ölenin borcu vardır!» diye şehâdet etseler, o şehâdet kabul edilir ve bu mukırr'm şehâdeti dinlenir. Vârislerden birinin yalnız ikrân ile bütün borç kendi payından helâl olsa, şehâdetinin kabul edilmemesi lâzım gelirdi. Çünkü burada ödeme mecburiyeti vardır. Ziyâdât sahibi demiştir ki: Bu ziyâdeyi bellemek gerekir. Çünkü bunda büyük fayda vardır. Fetâvâ-yı İmâdiyye'de de böyle denmiştir. [17]
Konular
- Kefalet Hakkinda Bir Fasıl
- Havale Bölümü
- Mudârebe Bölümü
- İzinsiz Mudârebe Hakkında Bir Bâb
- Ortaklik (Şirket) Bölümü
- Fâsid Şirket (Ortaklık) Hakkinda Bir Fasıl
- Muzaraa Bölümü
- Müsâkât Bölümü
- Da'vâ Bölümü
- Yemînleşme (Tehâlüf) Babı
- Hasım Olan Ve Olmayan Kimseler Hakkında Bir Fasıl
- İki Adamın Davâsi Babı
- Neseb Davâsi Babı
- Davâ Hakkında Bir Fasıl.
- Davâ Konusuna Ek
- İkrar Bölümü
- İkrarda İstisna Ve İstisna Ma'nâsîna Gelen Lâfız Babı
- Hastanın (Ölüm Hastasının) İkrarı Babı
- İkrar Hakkında Bir Fasıl
- Şahadet Bölümü
- Şahadetin Kabul Edilip Edilmemesi Babı
- Şahadette İhtilaf Babı
- Şahadet Üzerine Şahadet Babı
- Şahadetten Dönmek Bâbı
- Sulh Bölümü
- Borçda Sulh Babı [82]
- Kaza Bölümü
- Kâdî'nın Mektubu Babı
- Çeşitli Mes'eleler [Mesâîl-Î Şettâ]
- Taksim (Kısmet) Bölümü