Borçda Sulh Babı [82]
Sulh, kişinin alacağı emsinden bir şey üzerine yapılırsa; yânî sulh bedeli, âa'vâcınm da'vâh üzerinde, aralarında câri olan müdâyene akdi iîe müstehık olduğu şeyin cinsinden olursa, o sulh, hakkının ba'zı-sını almak ve geri kalanını düşürmektir. Çünkü akıllı ve baliğ kimsenin tasarrufu, mümkün olduğu kadar tashih edilir. Muâveze olmasiyle tashih etmek mümkün olmaz. Çünkü onda ribâ vardır. Şu hâlde, bin dirhem alacak da'vâsmdan, beşyüz dirhem üzerine sulh yapmak sahih olur. Hâlis bin dirhem alacak da'vâsmdan beşyüz züyûf (kalp) dirhem üzerine sulh yapmak da sahih olur. Birinci mes'elede dirhemlerin bir kısmı için indirim ve eksiltme yapmıştır. İkinci mes'elede, dirhemlerin bir kısmı ve sıfatı için indirim ve eksiltme (hat) yapmıştır. Çünkü bu beşyüzün aynısı, borcun yapıldığı- akd ile hak edilmiş idi.
Peşin olan bin dirhemden veresiye olan bin dirhem üzerine sulh yapmak şahindir. Çünkü onu muâveze sayması mümkün olmaz. Zî-râ dirhemleri dirhemler ile veresiye satmak caiz değildir. Şu hâlde onu, iskât ma'nâsma gelen ertelemeye yorumlamak mutlaka lâzımdır.
On dirhem ile on dînâr alacakdan, beş dirhem üzerine sulh yapmak hâlen veya müeccelen (peşin veya veresiye) sahîhdir. Çünkü dinarların hepsi ve dirhemlerin bir kısmı için indirim yapmış sayılır. Bir kısmı için te'cil i'tibâr edilir, muâveze i'tibâr edilmez. Çünkü sulhda iskât ma'nâsı lâzımdır. İndirim ve iskât saymak mümkün olunca, muâveze i'tibâr edilmez. Da'vâ edilen dirhemlerden veresiye dînâr-lar üzerine sulh yapmak caiz değildir. Çünkü dinarlar müdâyene (borçlanma) akdi ile hak edilmiş değildir. Şu hâlde hakkının ertelenmesine yorumlamak mümkün değildir. Muâvezeye yorumlanır. Dirhemleri dinarlar ile veresiye satmak caiz değildir.
Veresiye bin dirhemden peşin beşyüz dirhem üzerine sulh yapmak da sahîh olmaz. Çünkü peşin olanlar, müdâyene aksi ile hak edilmiş değildir. Zîrâ müdâyene akdi ile hak edilmiş olan veresiyedir. Peşin olan, veresiyeden daha hayırlıdır. Şu hâlde sulh, müdâyene akdi ile müstehak olmayan mal üzerine yapılmış elemektir. Bu surette muâveze olur. Müddet, borçlunun hakkı idi. O, bu hakkı alacaklının borç-dan indirdiği beşyüz mukabilinde terk etmiştir. Bu terk, müddete bedel olur, ki haramdır.
Görülmez mi ki, ribe'n nesie (veresiye ribâ), mali müddet ile mübadeleye (değiş - tokuşa) benzediği için haram olmuştur. Müddetin . hakikati ile değiş - tokuşun haram olması ise evleviyyette kalır. Bin kara nukra'dan[83] yarısı kadar beyaz dirhemler üzere sulh yapmak caiz değildir. Çünkü beyaz, borçlanma akdi ile hak edilmiş değildir. Zîrâ dirhemleri siyah parçadan olan kimse beyaza müstehık olmaz. Bu durumda borçlanma akdi ile hak edilmiş olmayan şey üzerine sulh yapılmış olur ve bin dirhem, beşyüz ile ve hâlislik vasfının fazlalığı ile değiş - tokuş edilmiş olur. Bu, ribâdır.
Borçlunun üzerinde olan borç cinsinden başkasına muayyen olmayarak sulh yapması da caiz değildir. Çünkü hakkın cinsinden başkası üzerine sulh, ancak muâveze olur ve bedelin bilinmemesi onu ifo-tâl eder.
Bir kimse bir yığın (bir kürr) buğday da'vâsmdan on dirhem üzerine sulh olsa, sulh meclisinde on dirhemi aldı ise; caiz olur. Nitekim bilirsin ki, cinsi ayrı olursa; sulh, satış ma'nâsma gelir ve meclisde iki ivazın birini almak vâcib olur. Eğer sulh meclisinde on dirhemi almadı ise, sulh sahîh olmaz. Çünkü, bu takdirde borcu borç ile (veya alacağı alacak ile) satmak olur. Bu ise, bâtıldır.
Sulh olan kimse, on dirhemin beşini alıp, beşi kalır da ayrıhrlar-sa; sulh, ancak beşde sahîh olur. Çünkü tashih edici, ancak o mikdâr-da mevcûddur. Bu mes'elenin aksi de böyledir. Yânî on dirhemden bir yığın buğday veya tartı ile satılan şey üzerine sulh olsa, o meclisde teslim aldığı takdirde, sulh caiz olur. Aksi takdirde, caiz olmaz. Nitekim, sen bunun sebebini bilirsin.
Alacaklı kimse, borçluya; geri kalanından beri olmak şartıyla ıYa-rınki gün bana beşyüz dirhem ver!» dese; yarınki gün beşyüzü verdimi takdirde, beri olur. Vermezse, İmânı A'zam ve İmâm Muhammed (Rh. Aleyhimâ)'e göre; beri olmaz. İmâm Ebû Yûsuf (Rh.A.)'a göre beri olur. Çünkü İbra, mutlak olarak hâsıldır. Berâet dahî mutlaka sabit olur. Nitekim ibra ile başlasa, berî olurdu. Yakında açıklaması gelecektir.
İmâm A'zam ile İmâm Muhammed (Rh, Aleyhimâ)'in delili şudur: Bu suret, şart ile mukayyed olan ibradır. Şarta bağlı olan bir şey, şartın ortadan kalkmasiyle yok olur. Bunun sebebi şudur: Çünkü alacaklı kimse, söze yarınki günde beşyüzü ödemekle başladı. Bu söz, alacaklı kimsenin iflâsını örtmek, yâhûd daha çok kazanmak için ticârete vesile olmaya elverişli bir hedef teşkil edebilir. İmdi bu söz, ma'nâ cihetinden, şart olabilir. «Alâ / üzere» kelimesi, her ne kadar nıuâveze için olsa da, ba'zan şart ma'nâsma da gelir. Nitekim Allah Teâlâ (C.C.)'nm:
«inanmış kadınlar, Allah'a hiçbir ortak koşmamak şartiyîe (üzere) beyatleşmeye geldikleri zaman (bey'atlerini kabul et)...» [84] kavl-i şerifinde; «ala / üzere» kelimesi, şart ma'nâsında kullanılmıştır. Burada mufaveze ma'nâsiyle amel etmek İmkânsızdır. Şu hâlde, tasarrufunu Lashıhleştirmek için şart ma'nâsma yorumlanır.
*v Üm mfQle Mr kaç vech (şekil> «zeredir: Birinci vech, yukarıda aftî,lfT' Cİ VeChİ İSe' musannıf §u sözü ile zikretmiştir: Eğer alacaklı kimse, borçluya; .Bin dirhemden beşyüz dirhemi yarınki gün bana vermen şartiyle seninle sulh yaptım.» yâhûd «Sen fazladan bensin, şu şartla ki parayı yarın vermezsen, hepsi üzerine borç olsun.» aerse; iş, 0Kun dediği gibi olur. Yânî borçlu bu sulhu kabul edip beşyüz dirhemi verirse, geri kalandan kurtulur. Veremezse, birinci vechde olduğu gibi, borcun hepsini öder. Bu mes'elede icmâ' vardır. Çünkü alacaklı kimse, sözünü açıkça kaydladı. Eğer şart bulunmazsa, sulh bâtıl olur.
Üçüncü vech. musannifin şu sözü ile zikrettiği mes'eledir: Eğer alacaklı kimse, borçluya: «Bin dirhemin beşyüzünü yarınki gün bana vermen şartiyle beşyüzünden seni ibra ettim!» derse, her ne kadar vermese de beşyüzünden kurtulur. Çünkü alacaklı kimse, ibrayı mutlak söylemiştir. Beşyüzün yarınki gün ödenmesi ivaz olmaya, elvermez. Amma şartla kaydlamasında şübhe ile şart olabilir Şu hâlde, şubhe ile takyid olmaz. Beşyüzün ödenmesini baştan söylemesi, bunun hi-lâf madır. Çünkü ibra, beşyüzle beraber hâsıl olmuştur. İmdi ivaz olamaması bakımından mutlak vâki olur; şart olamaması bakımından mutlak vâki olmaz. Binâenaleyh şüfche ile ıtlak sabit olmaz. Şu hâlde aralarında fark vardır.
Dördüncü vechi musannif şu sözü ile zikretmiştir: Eğer alacaklı vakit zikretmezse; yânî, yarınki gün demeyip belki «Geri kalanından berî olmak üzere bana beşyüzü ver.» derse, beri olur. Çünkü, ödeme için vakit zikretmeyince edâ sahih olamaz. Zîrâ borçlunun, borcunu ödemesi her zaman vâcibdir. Ödeme kayd altına girmez., belki muâveze üzere yorumlanır. İvaz da olamaz. Yukarda geçen mes'ele, bunun hilâfınadır. Çünkü yarınki günde ödemekde sahih maksâd vardır. Nitekim daha önce geçti.
Beşinci vechi musannif şu sözüyle zikretmiştir: Açık olarak ta'lîk yaparsa, sahîh olmaz. Yânî, alacaklı; «Eğer bana ödersen veya ne zaman ödersen yâhûd Ödediğin vakit sen berisin.» derse, ibra sahih ol- -maz. Çünkü, ibrayı açık şarta bağlamıştır. Bu ise, şart ile bâtıl olan ve olmayan şeyleri beyân babında geçtiği veehle, bâtıldır.
Borçlu, alacaklıya gizlice; «Benden, borcu ertelemedikee veya indirim yapmadıkça senin malını ikrar etmem!» dedikde, alacaklı da, onun dediğini yapsa, yânî ertelese yâhûd indirim yapsa, sahih olur. Çünkü alacaklı zorlanmış değildir. Hattâ, bir vakte kadar ertelemeye razı oldukdan sonra, hâlen borcu istemeye kadir olamaz. Borçdan indirim yaptığında dahî indirilen mikdân ebediyyen isteyemez. Eğer borçlu gizlice söylediği sözü, açığa vurursa, derhâl alır. Yânî alacaklı, mukır'den malı ertelemeksizin ve indirim yapmaksızın hemen alabilir.
Ortak olan alacakdan iki ortağın biri bir mikdâr alsa, diğer ortak o alınanda ona ortak olur. Bu, küllî bir kaidedir. Bundan ba'zı kollar çıkar. Yânî, iki adamın başka bir adamda haklan olup, biri o alacak-dan bir mikdâr alsa, aîan kimse o şeye aslı gibi müşâen [85] mâlik olup ortağının da teslim alınan mikdârda ortak olma hakkı vardır. Çünkü teslim alman mal artsa da, zira borcun maliyeti teslim almanın akıbetine göredir. bu ziyâde hakkın aslına râcidir ve ağacın meyvesi ile yavrunun ziyâdesi gibi olur. Diğer ortağın, o fazlalığa ortak olma hakkı vardır. Lâkin o, ortaklıkdan önce, teslim alanın mülkü üzere kalır. Çünkü ayn, hakîkaten deyn'den başkadır. Teslim alan ortak, onu hakkından bedel olarak teslim almıştır. Şu hâlde, ona mâlik olur. Hattâ onda tasarrufu geçerli olur ve ortağının payını öder. Ortak alacak pazarlık müttehid olduğu vakitte satılan malın semeni, ortak malın semeni ve benzerleri gibi, müttehid sebeble vâcib olan şeydir. İki ortak, geri kalanı borçludan alırlar. Çünkü alman mikdâr, ikisi arasında ortak olunca, geri kalanın da ortak olması gerekir.
Musannif, mezkûr kaidenin üzerine şu sözü ile tefri' yapmıştır: İki ortağın biri payına karşılık, bir giyecek üzerine borçlu ile anlaşma (sulh) yapsa, diğer ortak borcun yansını borçludan alır. Çünkü yarısı, borçlunun zimmetinde idi ve onu almadı. Borçlunun zimmetinde kaldı. Veya giyeceğin yarısını ortağından alır. Çünkü anlaşma borcun yansı üzerine yapılmıştır.yâhûd borç, müşâ'dır. Zîrâ borç,' borçlunun zimmetinde iken onun taksim edilmesi sahih değildir. Ortağın hakkı, borcun her parçasına tealluk eder. Şu hâlde ortağın iznine bağlı olur ve onun yarısını alması sulh akdine izin verildiğine delâlet eder. Bu takdirde sulh, sahih olur. Ancak ortağı için borcun dörttebirini öderse, o zaman diğer ortak borçludan hakkını alamaz. Çünkü onun hakkı, giyeceğin yarısını aldıkdan sonra borcun dörttebiridir.
Eğer iki ortağın biri suîh olmayıp, belki borçludan borcun yarı-siyle bîr şey satın alsa, diğer ortak ona borcun dörttebirini ödetir.
Çünkü müşteri olan ortak, indirimsiz takas yapmak ile hakkını almıştır. Çünkü alım-satım mümâkeseye dayanır. [Mümâkese: Satılık malın fiatını indirmesini satıcıdan istemektir.] Bu durumda ortak, o borcun yansım almış gibi olur ve borcun dörttebirini ortağının ondan alması caiz olur. Sulh, bunun aksinedir. Çünkü sulhun temeli, fiati indirmeye ve ucuzlatmaya dayanır. Bundan dolayı mürâbahaten satmaya (yâna kâr ve kazançla satmaya) mâlik olmaz.
Sulh yapan kimse, sulh ile payının ba'zısmı ibra etmiş ve ba'zisını almış olur. Eğer biz, borcunun dörttebirini vermesini iîzâm edersek, anlaşma yapan onunla zarar görmüş olur. Çünkü borcun yarısının tamâmını almamıştır. Bundan dolayı biz, borcun yansını alan ortağı muhayyer bırakırız.
İki ortağın bîri borçlunun zimmetindeki payından ibra etse ve eski borç ile mukâsa (takas) olanda, yânî iki talibin biri üzerinde mat-!ûb için borç vâcib olmazdan önce bir sebeble eski borç olsa, o borç takas olup diğer ortak payını borçludan iki surette de alamaz.
Birinci surette alamamasına sebeb şudur: Çünkü ibra itlaf olup, kabz değildir. Müşterinin payı, berâetîe artmaz. Şu hâlde borçludan alamaz. İkinci surette alamamasının sebebi ise; ortak üzerinde olup, teslim alınmayan borcu ödediği içindir. Çünkü iki borçda asıl olan şudur ki; eğer ikisi ödemede karşılaşırlarsa; birinci borç, ikinci borç ile Ödenir. Ortaklık, ancak teslim almakda sabit olur. Eğer ortağın biri hissesinin bacısından borçluyu ibra ederse, geri kalanın taksimi artakalan hisseler üzerine olur. Yânî hissesinin bir kısmından ibra ederse, geri kalanın taksimi artakalan hisseler üzerine olur. Hattâ iki ortağın, borçluda yirmi akçaları olsa, biri payının yansından borçluya ibra etse. o ortak beş akça ile mutâlebe edebilir. Susan ortak ise, on akça ile mutâlebe edebilir.
Bir kimse, malm ayb ve kusurundan dolayı sulh yapsa, sonra o kusurun bulunmadığı anlaşılsa veya o kusur ortadan kalksa, sulh bâtıl olur.
İmâdiyye'de denilmiştir ki: Bir kimse, satın aldığı bir cariyede kusur bulunduğunu iddia edip satıcı inkâr etse, bunun üzerine satıcı ile alıcı o kusurdan, müşteri satıcıyı ibra etmek üzere bir mikdâr mala karşılık sulh olsalar; ondan sonra cariyede o kusur bulunmadığı veya kusur bulunup sonradan yok oîduğ'u anlaşılsa, satıcının sulh bedelini müşteriden geri alma hakkı vardır. İki selem sahibinden biri verdiği mala karşılık payından sulh olsa, eğer diğer selem sahibi sulha izin verirse, sulh ikisi adına geçerli olur. Eğer diğeri sulhu red ederse, red olur. Yânî iki adam, bir başka adama bir yiyecek için selem verseler, ondan sonra iki selem sahibinden biri müslem-un ileyh ile sermâyeden paymı alıp payında selem akdini fesh etmek üzere sulh olsa, İmâm A'zam ve İmâm Muhammed (Rh. Aleyhimâ) 'e göre bu sulh caiz olmaz. Ancak diğer selem sahibi izin verirse, caiz olur. Sermâyeden teslim alınan, ikisi arasında ortak olur. Selemden geri kalan da alınan gibi, ikisi arasında ortak olur. Eğer izin vermezse, sulh bâtıl olur.
İmâm Ebû Yûsuf (Rh.A.); diğer borçlulara bakarak; «Suîh, caiz olur.» demiştir. Çünkü iki alacaklıdan biri, şâyed borçlu ile payından bir bedel üzerine sulh olsa, caiz olur. Diğer ortak, almanda ortak olmak, ya da payını borçludan almak arasında muhayyerdir. Bu mes'ele de onun gibidir.
İinam A'zam üe İmâm Muhammet! (Rh. Aleyhırnâjln delili şudur: Eu sulh caiz olursa, ya hassaten onun payında caiz olur, ya da iki payın yarısında caiz olur. Birinci veçhe göre, almazdan önce borcu (yâni aiacağı) paylaştırmak lâzım gelir. Çünkü onun payının hususiyeti ancak ayırd etmekle zahir olur. Ayırd etmek de, ancak paylaştırmakla olur. Halbuki paylaştırmanın bâtıl olduğu daha Önce geçti. Eğer caiz olan ikinci sulh olsa, yâni sulh iki payın yarısında caiz olsa, diğerinin izni lâzımdır. Çünkü sulh akdi ortağı üzere feshdir. Onun rızâsına muhtâc olur.
Vârislerden biri, ya-metaf veya akar yerine mal verilmekle çıkar-tılsa yâimd altın yerine gümüş verilmekle veya gümüş yerine altın verilmekle çikartılsa yâhûd terekede dirhemler ve dinarlar bulunup sulh isedeii de keza dirhemler ve dinarlar olııuıkîa iki n.akd (paraı yerine iki aakd verilmekle çıkartılsa, cinsi cinsin hilâfına sarî ederek bxi sulh sahih olur. Nitekim, satışda da şahindir. Gerek o sulhun bedeli az olsun, gerekse olmasın fark etmez. Yâni, iki nakdde eşitliğe bakılmaz. Belki, meclisde alınmış olmasına bakılır. Çünkü bu, sarfdır. Eğer alınmış olursa, sahih olur. Alınmış olmazsa, sahih olmaz.
Altm ve gümüş gibi iki nakdde ve iki nâkd'den başkası ile beraber iki nakdin biri iîe sulh sahih olmaz. Yânî, terekede altın ve gümüş ve bunlardan başka, yâni eşya, akar ve tarla meycûd olsa, vârisler kendilerinden olan biri ile altm veya gümüş üzerine sulh olsalar, ribâ ihtimâli bulunduğu için caiz olmaz. Payı misli ile olup ve fazlası terekede kaîan hakkı karşılığında olmakla rîbâdan tîzak olsun diye. ancak verilen altın ve gümüş onun payı cinsinden olduğu hâlde, payından daha çok olursa caiz olur. İmdi, altından ve gümüşden payına karşılık olan şeyde teslim almaları lâzımdır. Çünkü sulh, alman bu mik-dârda sarfdır. Eğer diğer vârisler için terekeden alacak şart kılımrsa, sulh bâtıl ölür. Yânî ba'zı insanlarda terekeye âid alacak bulunursa, vârisler o alacağı sulha katıp alacak kendilerinin olmak üzere anlaşma yapan vârisi o alacakdan çıkartsalar, bu sulh bâtıl olur. Çünkü sulh olan vâris, alacakdan payını diğer vârisler için ayndan aldığı şeyle temlik etmiştir. Halbuki deyn'i her ne kadar ivaz ile de olsa üzerine deyn olmayan kimseye temlik etmek bâtıldır. Deyn hissede bâtıl olunca, hepsinde de bâtıl olur. Ancak vârisler, borçdan borçluların ibrasını şart kılarlarsa ve sulh olan vâris, borçlulardan payım almamak üzere sulb, olursa, bu takdirde sahih olur. Çünkü bu surette borcu, üzerinde borç olan kimseye temlik etmiş olur.
Ya da vârisler, sulh İsteyen vârisin borçdan payını teberruen ödeyip ondan sonra terekede kalan payından sulh olurlarsa, bu surette sulh caizdir. Geri kalan vârisler için bu mes'elede zarar olduğu- gizli değildir. Binâenaleyh; evlâ olan, musannifin şu sözü ile zikrettiğini yapmaktır: Yâhûd vârisler sulh isteyen vârise, alınacak borçdan payı kadar Ödünç verip, borçdan başkasından sulh olsalar ve sulh olan vâris diğer vârislerden Ödünç aldığını borçlulara havale etse, onlar da havaleyi kabul etseler, sulh sahih olur.
Borç bulunmayan mechûl terekeden, ölçülen (mekîl) veya tartılan (mevzun) şey üzere sulh yapılmasının sıhhatinde ihtilâf edilmiştir. Yânî terekede borç olmazsa ve terekenin malları bilinmezse ve ölçülen, tartılan şeyler üzerine sulh yapılmak istenirse; Ulemâdan ba'-zısı; «Terekede ölçülür veya tartılır şey olmak ihtimâli bulunduğu ve sulh olan vârisin payı ölçülen veya tartılandan sulh bedeli gibi olup ribâ olduğu için sahih olmaz.» demiştir. Ba'zılan da demiştir ki: Terekede ölçülen ve tartılan olmaması ihtimâlinden dolayı sahîh olur. Eğer terekede böyle bir mal varsa, onun payının sulh bedelinden daha az olması ihtimâli vardır. İmdi caiz olmadığını söylemek; şübhenin, şüb-hesine i'tibâr edilmesine vardırır. Halbuki buna İ'tibâr yoktur. Esah olan kavilde, geri kalan vârislerin elinde olan ölçülen ve tartılan şeyden başka mechûl terekeden sulh yapmak şahindir. Çünkü bu sulh, çekişmeye götürmez. Zîrâ sulh olunan şey, vârislerden geri kalanların elindedir. «Bu sulh sahîh olmaz. Çünkü satışdir. Üzerinde sulh yapılan şey ise ayndır. Halbuki bilmemezlikle satış sahîh -olmaz.» diyenler de vardır. [86]
Peşin olan bin dirhemden veresiye olan bin dirhem üzerine sulh yapmak şahindir. Çünkü onu muâveze sayması mümkün olmaz. Zî-râ dirhemleri dirhemler ile veresiye satmak caiz değildir. Şu hâlde onu, iskât ma'nâsma gelen ertelemeye yorumlamak mutlaka lâzımdır.
On dirhem ile on dînâr alacakdan, beş dirhem üzerine sulh yapmak hâlen veya müeccelen (peşin veya veresiye) sahîhdir. Çünkü dinarların hepsi ve dirhemlerin bir kısmı için indirim yapmış sayılır. Bir kısmı için te'cil i'tibâr edilir, muâveze i'tibâr edilmez. Çünkü sulhda iskât ma'nâsı lâzımdır. İndirim ve iskât saymak mümkün olunca, muâveze i'tibâr edilmez. Da'vâ edilen dirhemlerden veresiye dînâr-lar üzerine sulh yapmak caiz değildir. Çünkü dinarlar müdâyene (borçlanma) akdi ile hak edilmiş değildir. Şu hâlde hakkının ertelenmesine yorumlamak mümkün değildir. Muâvezeye yorumlanır. Dirhemleri dinarlar ile veresiye satmak caiz değildir.
Veresiye bin dirhemden peşin beşyüz dirhem üzerine sulh yapmak da sahîh olmaz. Çünkü peşin olanlar, müdâyene aksi ile hak edilmiş değildir. Zîrâ müdâyene akdi ile hak edilmiş olan veresiyedir. Peşin olan, veresiyeden daha hayırlıdır. Şu hâlde sulh, müdâyene akdi ile müstehak olmayan mal üzerine yapılmış elemektir. Bu surette muâveze olur. Müddet, borçlunun hakkı idi. O, bu hakkı alacaklının borç-dan indirdiği beşyüz mukabilinde terk etmiştir. Bu terk, müddete bedel olur, ki haramdır.
Görülmez mi ki, ribe'n nesie (veresiye ribâ), mali müddet ile mübadeleye (değiş - tokuşa) benzediği için haram olmuştur. Müddetin . hakikati ile değiş - tokuşun haram olması ise evleviyyette kalır. Bin kara nukra'dan[83] yarısı kadar beyaz dirhemler üzere sulh yapmak caiz değildir. Çünkü beyaz, borçlanma akdi ile hak edilmiş değildir. Zîrâ dirhemleri siyah parçadan olan kimse beyaza müstehık olmaz. Bu durumda borçlanma akdi ile hak edilmiş olmayan şey üzerine sulh yapılmış olur ve bin dirhem, beşyüz ile ve hâlislik vasfının fazlalığı ile değiş - tokuş edilmiş olur. Bu, ribâdır.
Borçlunun üzerinde olan borç cinsinden başkasına muayyen olmayarak sulh yapması da caiz değildir. Çünkü hakkın cinsinden başkası üzerine sulh, ancak muâveze olur ve bedelin bilinmemesi onu ifo-tâl eder.
Bir kimse bir yığın (bir kürr) buğday da'vâsmdan on dirhem üzerine sulh olsa, sulh meclisinde on dirhemi aldı ise; caiz olur. Nitekim bilirsin ki, cinsi ayrı olursa; sulh, satış ma'nâsma gelir ve meclisde iki ivazın birini almak vâcib olur. Eğer sulh meclisinde on dirhemi almadı ise, sulh sahîh olmaz. Çünkü, bu takdirde borcu borç ile (veya alacağı alacak ile) satmak olur. Bu ise, bâtıldır.
Sulh olan kimse, on dirhemin beşini alıp, beşi kalır da ayrıhrlar-sa; sulh, ancak beşde sahîh olur. Çünkü tashih edici, ancak o mikdâr-da mevcûddur. Bu mes'elenin aksi de böyledir. Yânî on dirhemden bir yığın buğday veya tartı ile satılan şey üzerine sulh olsa, o meclisde teslim aldığı takdirde, sulh caiz olur. Aksi takdirde, caiz olmaz. Nitekim, sen bunun sebebini bilirsin.
Alacaklı kimse, borçluya; geri kalanından beri olmak şartıyla ıYa-rınki gün bana beşyüz dirhem ver!» dese; yarınki gün beşyüzü verdimi takdirde, beri olur. Vermezse, İmânı A'zam ve İmâm Muhammed (Rh. Aleyhimâ)'e göre; beri olmaz. İmâm Ebû Yûsuf (Rh.A.)'a göre beri olur. Çünkü İbra, mutlak olarak hâsıldır. Berâet dahî mutlaka sabit olur. Nitekim ibra ile başlasa, berî olurdu. Yakında açıklaması gelecektir.
İmâm A'zam ile İmâm Muhammed (Rh, Aleyhimâ)'in delili şudur: Bu suret, şart ile mukayyed olan ibradır. Şarta bağlı olan bir şey, şartın ortadan kalkmasiyle yok olur. Bunun sebebi şudur: Çünkü alacaklı kimse, söze yarınki günde beşyüzü ödemekle başladı. Bu söz, alacaklı kimsenin iflâsını örtmek, yâhûd daha çok kazanmak için ticârete vesile olmaya elverişli bir hedef teşkil edebilir. İmdi bu söz, ma'nâ cihetinden, şart olabilir. «Alâ / üzere» kelimesi, her ne kadar nıuâveze için olsa da, ba'zan şart ma'nâsma da gelir. Nitekim Allah Teâlâ (C.C.)'nm:
«inanmış kadınlar, Allah'a hiçbir ortak koşmamak şartiyîe (üzere) beyatleşmeye geldikleri zaman (bey'atlerini kabul et)...» [84] kavl-i şerifinde; «ala / üzere» kelimesi, şart ma'nâsında kullanılmıştır. Burada mufaveze ma'nâsiyle amel etmek İmkânsızdır. Şu hâlde, tasarrufunu Lashıhleştirmek için şart ma'nâsma yorumlanır.
*v Üm mfQle Mr kaç vech (şekil> «zeredir: Birinci vech, yukarıda aftî,lfT' Cİ VeChİ İSe' musannıf §u sözü ile zikretmiştir: Eğer alacaklı kimse, borçluya; .Bin dirhemden beşyüz dirhemi yarınki gün bana vermen şartiyle seninle sulh yaptım.» yâhûd «Sen fazladan bensin, şu şartla ki parayı yarın vermezsen, hepsi üzerine borç olsun.» aerse; iş, 0Kun dediği gibi olur. Yânî borçlu bu sulhu kabul edip beşyüz dirhemi verirse, geri kalandan kurtulur. Veremezse, birinci vechde olduğu gibi, borcun hepsini öder. Bu mes'elede icmâ' vardır. Çünkü alacaklı kimse, sözünü açıkça kaydladı. Eğer şart bulunmazsa, sulh bâtıl olur.
Üçüncü vech. musannifin şu sözü ile zikrettiği mes'eledir: Eğer alacaklı kimse, borçluya: «Bin dirhemin beşyüzünü yarınki gün bana vermen şartiyle beşyüzünden seni ibra ettim!» derse, her ne kadar vermese de beşyüzünden kurtulur. Çünkü alacaklı kimse, ibrayı mutlak söylemiştir. Beşyüzün yarınki gün ödenmesi ivaz olmaya, elvermez. Amma şartla kaydlamasında şübhe ile şart olabilir Şu hâlde, şubhe ile takyid olmaz. Beşyüzün ödenmesini baştan söylemesi, bunun hi-lâf madır. Çünkü ibra, beşyüzle beraber hâsıl olmuştur. İmdi ivaz olamaması bakımından mutlak vâki olur; şart olamaması bakımından mutlak vâki olmaz. Binâenaleyh şüfche ile ıtlak sabit olmaz. Şu hâlde aralarında fark vardır.
Dördüncü vechi musannif şu sözü ile zikretmiştir: Eğer alacaklı vakit zikretmezse; yânî, yarınki gün demeyip belki «Geri kalanından berî olmak üzere bana beşyüzü ver.» derse, beri olur. Çünkü, ödeme için vakit zikretmeyince edâ sahih olamaz. Zîrâ borçlunun, borcunu ödemesi her zaman vâcibdir. Ödeme kayd altına girmez., belki muâveze üzere yorumlanır. İvaz da olamaz. Yukarda geçen mes'ele, bunun hilâfınadır. Çünkü yarınki günde ödemekde sahih maksâd vardır. Nitekim daha önce geçti.
Beşinci vechi musannif şu sözüyle zikretmiştir: Açık olarak ta'lîk yaparsa, sahîh olmaz. Yânî, alacaklı; «Eğer bana ödersen veya ne zaman ödersen yâhûd Ödediğin vakit sen berisin.» derse, ibra sahih ol- -maz. Çünkü, ibrayı açık şarta bağlamıştır. Bu ise, şart ile bâtıl olan ve olmayan şeyleri beyân babında geçtiği veehle, bâtıldır.
Borçlu, alacaklıya gizlice; «Benden, borcu ertelemedikee veya indirim yapmadıkça senin malını ikrar etmem!» dedikde, alacaklı da, onun dediğini yapsa, yânî ertelese yâhûd indirim yapsa, sahih olur. Çünkü alacaklı zorlanmış değildir. Hattâ, bir vakte kadar ertelemeye razı oldukdan sonra, hâlen borcu istemeye kadir olamaz. Borçdan indirim yaptığında dahî indirilen mikdân ebediyyen isteyemez. Eğer borçlu gizlice söylediği sözü, açığa vurursa, derhâl alır. Yânî alacaklı, mukır'den malı ertelemeksizin ve indirim yapmaksızın hemen alabilir.
Ortak olan alacakdan iki ortağın biri bir mikdâr alsa, diğer ortak o alınanda ona ortak olur. Bu, küllî bir kaidedir. Bundan ba'zı kollar çıkar. Yânî, iki adamın başka bir adamda haklan olup, biri o alacak-dan bir mikdâr alsa, aîan kimse o şeye aslı gibi müşâen [85] mâlik olup ortağının da teslim alınan mikdârda ortak olma hakkı vardır. Çünkü teslim alman mal artsa da, zira borcun maliyeti teslim almanın akıbetine göredir. bu ziyâde hakkın aslına râcidir ve ağacın meyvesi ile yavrunun ziyâdesi gibi olur. Diğer ortağın, o fazlalığa ortak olma hakkı vardır. Lâkin o, ortaklıkdan önce, teslim alanın mülkü üzere kalır. Çünkü ayn, hakîkaten deyn'den başkadır. Teslim alan ortak, onu hakkından bedel olarak teslim almıştır. Şu hâlde, ona mâlik olur. Hattâ onda tasarrufu geçerli olur ve ortağının payını öder. Ortak alacak pazarlık müttehid olduğu vakitte satılan malın semeni, ortak malın semeni ve benzerleri gibi, müttehid sebeble vâcib olan şeydir. İki ortak, geri kalanı borçludan alırlar. Çünkü alman mikdâr, ikisi arasında ortak olunca, geri kalanın da ortak olması gerekir.
Musannif, mezkûr kaidenin üzerine şu sözü ile tefri' yapmıştır: İki ortağın biri payına karşılık, bir giyecek üzerine borçlu ile anlaşma (sulh) yapsa, diğer ortak borcun yansını borçludan alır. Çünkü yarısı, borçlunun zimmetinde idi ve onu almadı. Borçlunun zimmetinde kaldı. Veya giyeceğin yarısını ortağından alır. Çünkü anlaşma borcun yansı üzerine yapılmıştır.yâhûd borç, müşâ'dır. Zîrâ borç,' borçlunun zimmetinde iken onun taksim edilmesi sahih değildir. Ortağın hakkı, borcun her parçasına tealluk eder. Şu hâlde ortağın iznine bağlı olur ve onun yarısını alması sulh akdine izin verildiğine delâlet eder. Bu takdirde sulh, sahih olur. Ancak ortağı için borcun dörttebirini öderse, o zaman diğer ortak borçludan hakkını alamaz. Çünkü onun hakkı, giyeceğin yarısını aldıkdan sonra borcun dörttebiridir.
Eğer iki ortağın biri suîh olmayıp, belki borçludan borcun yarı-siyle bîr şey satın alsa, diğer ortak ona borcun dörttebirini ödetir.
Çünkü müşteri olan ortak, indirimsiz takas yapmak ile hakkını almıştır. Çünkü alım-satım mümâkeseye dayanır. [Mümâkese: Satılık malın fiatını indirmesini satıcıdan istemektir.] Bu durumda ortak, o borcun yansım almış gibi olur ve borcun dörttebirini ortağının ondan alması caiz olur. Sulh, bunun aksinedir. Çünkü sulhun temeli, fiati indirmeye ve ucuzlatmaya dayanır. Bundan dolayı mürâbahaten satmaya (yâna kâr ve kazançla satmaya) mâlik olmaz.
Sulh yapan kimse, sulh ile payının ba'zısmı ibra etmiş ve ba'zisını almış olur. Eğer biz, borcunun dörttebirini vermesini iîzâm edersek, anlaşma yapan onunla zarar görmüş olur. Çünkü borcun yarısının tamâmını almamıştır. Bundan dolayı biz, borcun yansını alan ortağı muhayyer bırakırız.
İki ortağın bîri borçlunun zimmetindeki payından ibra etse ve eski borç ile mukâsa (takas) olanda, yânî iki talibin biri üzerinde mat-!ûb için borç vâcib olmazdan önce bir sebeble eski borç olsa, o borç takas olup diğer ortak payını borçludan iki surette de alamaz.
Birinci surette alamamasına sebeb şudur: Çünkü ibra itlaf olup, kabz değildir. Müşterinin payı, berâetîe artmaz. Şu hâlde borçludan alamaz. İkinci surette alamamasının sebebi ise; ortak üzerinde olup, teslim alınmayan borcu ödediği içindir. Çünkü iki borçda asıl olan şudur ki; eğer ikisi ödemede karşılaşırlarsa; birinci borç, ikinci borç ile Ödenir. Ortaklık, ancak teslim almakda sabit olur. Eğer ortağın biri hissesinin bacısından borçluyu ibra ederse, geri kalanın taksimi artakalan hisseler üzerine olur. Yânî hissesinin bir kısmından ibra ederse, geri kalanın taksimi artakalan hisseler üzerine olur. Hattâ iki ortağın, borçluda yirmi akçaları olsa, biri payının yansından borçluya ibra etse. o ortak beş akça ile mutâlebe edebilir. Susan ortak ise, on akça ile mutâlebe edebilir.
Bir kimse, malm ayb ve kusurundan dolayı sulh yapsa, sonra o kusurun bulunmadığı anlaşılsa veya o kusur ortadan kalksa, sulh bâtıl olur.
İmâdiyye'de denilmiştir ki: Bir kimse, satın aldığı bir cariyede kusur bulunduğunu iddia edip satıcı inkâr etse, bunun üzerine satıcı ile alıcı o kusurdan, müşteri satıcıyı ibra etmek üzere bir mikdâr mala karşılık sulh olsalar; ondan sonra cariyede o kusur bulunmadığı veya kusur bulunup sonradan yok oîduğ'u anlaşılsa, satıcının sulh bedelini müşteriden geri alma hakkı vardır. İki selem sahibinden biri verdiği mala karşılık payından sulh olsa, eğer diğer selem sahibi sulha izin verirse, sulh ikisi adına geçerli olur. Eğer diğeri sulhu red ederse, red olur. Yânî iki adam, bir başka adama bir yiyecek için selem verseler, ondan sonra iki selem sahibinden biri müslem-un ileyh ile sermâyeden paymı alıp payında selem akdini fesh etmek üzere sulh olsa, İmâm A'zam ve İmâm Muhammed (Rh. Aleyhimâ) 'e göre bu sulh caiz olmaz. Ancak diğer selem sahibi izin verirse, caiz olur. Sermâyeden teslim alınan, ikisi arasında ortak olur. Selemden geri kalan da alınan gibi, ikisi arasında ortak olur. Eğer izin vermezse, sulh bâtıl olur.
İmâm Ebû Yûsuf (Rh.A.); diğer borçlulara bakarak; «Suîh, caiz olur.» demiştir. Çünkü iki alacaklıdan biri, şâyed borçlu ile payından bir bedel üzerine sulh olsa, caiz olur. Diğer ortak, almanda ortak olmak, ya da payını borçludan almak arasında muhayyerdir. Bu mes'ele de onun gibidir.
İinam A'zam üe İmâm Muhammet! (Rh. Aleyhırnâjln delili şudur: Eu sulh caiz olursa, ya hassaten onun payında caiz olur, ya da iki payın yarısında caiz olur. Birinci veçhe göre, almazdan önce borcu (yâni aiacağı) paylaştırmak lâzım gelir. Çünkü onun payının hususiyeti ancak ayırd etmekle zahir olur. Ayırd etmek de, ancak paylaştırmakla olur. Halbuki paylaştırmanın bâtıl olduğu daha Önce geçti. Eğer caiz olan ikinci sulh olsa, yâni sulh iki payın yarısında caiz olsa, diğerinin izni lâzımdır. Çünkü sulh akdi ortağı üzere feshdir. Onun rızâsına muhtâc olur.
Vârislerden biri, ya-metaf veya akar yerine mal verilmekle çıkar-tılsa yâimd altın yerine gümüş verilmekle veya gümüş yerine altın verilmekle çikartılsa yâhûd terekede dirhemler ve dinarlar bulunup sulh isedeii de keza dirhemler ve dinarlar olııuıkîa iki n.akd (paraı yerine iki aakd verilmekle çıkartılsa, cinsi cinsin hilâfına sarî ederek bxi sulh sahih olur. Nitekim, satışda da şahindir. Gerek o sulhun bedeli az olsun, gerekse olmasın fark etmez. Yâni, iki nakdde eşitliğe bakılmaz. Belki, meclisde alınmış olmasına bakılır. Çünkü bu, sarfdır. Eğer alınmış olursa, sahih olur. Alınmış olmazsa, sahih olmaz.
Altm ve gümüş gibi iki nakdde ve iki nâkd'den başkası ile beraber iki nakdin biri iîe sulh sahih olmaz. Yânî, terekede altın ve gümüş ve bunlardan başka, yâni eşya, akar ve tarla meycûd olsa, vârisler kendilerinden olan biri ile altm veya gümüş üzerine sulh olsalar, ribâ ihtimâli bulunduğu için caiz olmaz. Payı misli ile olup ve fazlası terekede kaîan hakkı karşılığında olmakla rîbâdan tîzak olsun diye. ancak verilen altın ve gümüş onun payı cinsinden olduğu hâlde, payından daha çok olursa caiz olur. İmdi, altından ve gümüşden payına karşılık olan şeyde teslim almaları lâzımdır. Çünkü sulh, alman bu mik-dârda sarfdır. Eğer diğer vârisler için terekeden alacak şart kılımrsa, sulh bâtıl ölür. Yânî ba'zı insanlarda terekeye âid alacak bulunursa, vârisler o alacağı sulha katıp alacak kendilerinin olmak üzere anlaşma yapan vârisi o alacakdan çıkartsalar, bu sulh bâtıl olur. Çünkü sulh olan vâris, alacakdan payını diğer vârisler için ayndan aldığı şeyle temlik etmiştir. Halbuki deyn'i her ne kadar ivaz ile de olsa üzerine deyn olmayan kimseye temlik etmek bâtıldır. Deyn hissede bâtıl olunca, hepsinde de bâtıl olur. Ancak vârisler, borçdan borçluların ibrasını şart kılarlarsa ve sulh olan vâris, borçlulardan payım almamak üzere sulb, olursa, bu takdirde sahih olur. Çünkü bu surette borcu, üzerinde borç olan kimseye temlik etmiş olur.
Ya da vârisler, sulh İsteyen vârisin borçdan payını teberruen ödeyip ondan sonra terekede kalan payından sulh olurlarsa, bu surette sulh caizdir. Geri kalan vârisler için bu mes'elede zarar olduğu- gizli değildir. Binâenaleyh; evlâ olan, musannifin şu sözü ile zikrettiğini yapmaktır: Yâhûd vârisler sulh isteyen vârise, alınacak borçdan payı kadar Ödünç verip, borçdan başkasından sulh olsalar ve sulh olan vâris diğer vârislerden Ödünç aldığını borçlulara havale etse, onlar da havaleyi kabul etseler, sulh sahih olur.
Borç bulunmayan mechûl terekeden, ölçülen (mekîl) veya tartılan (mevzun) şey üzere sulh yapılmasının sıhhatinde ihtilâf edilmiştir. Yânî terekede borç olmazsa ve terekenin malları bilinmezse ve ölçülen, tartılan şeyler üzerine sulh yapılmak istenirse; Ulemâdan ba'-zısı; «Terekede ölçülür veya tartılır şey olmak ihtimâli bulunduğu ve sulh olan vârisin payı ölçülen veya tartılandan sulh bedeli gibi olup ribâ olduğu için sahih olmaz.» demiştir. Ba'zılan da demiştir ki: Terekede ölçülen ve tartılan olmaması ihtimâlinden dolayı sahîh olur. Eğer terekede böyle bir mal varsa, onun payının sulh bedelinden daha az olması ihtimâli vardır. İmdi caiz olmadığını söylemek; şübhenin, şüb-hesine i'tibâr edilmesine vardırır. Halbuki buna İ'tibâr yoktur. Esah olan kavilde, geri kalan vârislerin elinde olan ölçülen ve tartılan şeyden başka mechûl terekeden sulh yapmak şahindir. Çünkü bu sulh, çekişmeye götürmez. Zîrâ sulh olunan şey, vârislerden geri kalanların elindedir. «Bu sulh sahîh olmaz. Çünkü satışdir. Üzerinde sulh yapılan şey ise ayndır. Halbuki bilmemezlikle satış sahîh -olmaz.» diyenler de vardır. [86]
Konular
- Hasım Olan Ve Olmayan Kimseler Hakkında Bir Fasıl
- İki Adamın Davâsi Babı
- Neseb Davâsi Babı
- Davâ Hakkında Bir Fasıl.
- Davâ Konusuna Ek
- İkrar Bölümü
- İkrarda İstisna Ve İstisna Ma'nâsîna Gelen Lâfız Babı
- Hastanın (Ölüm Hastasının) İkrarı Babı
- İkrar Hakkında Bir Fasıl
- Şahadet Bölümü
- Şahadetin Kabul Edilip Edilmemesi Babı
- Şahadette İhtilaf Babı
- Şahadet Üzerine Şahadet Babı
- Şahadetten Dönmek Bâbı
- Sulh Bölümü
- Borçda Sulh Babı [82]
- Kaza Bölümü
- Kâdî'nın Mektubu Babı
- Çeşitli Mes'eleler [Mesâîl-Î Şettâ]
- Taksim (Kısmet) Bölümü
- Vasiyyetler Bölümü
- Malın Üçte Birini Vasıyyet Bâbı
- Ölüm Hastalığında Âzâd Bâbı
- Akrabaya Ve Başkalarına Vasıyyet Bâbı
- Hizmeti, Meskeni Ve Ağacın Meyvesini Vasiyyet Babı
- Zimmînin Vasıyyetleri Hakkında Bir Fasıl
- Tenbih Vasiyyet İle İlgili Bir Uyarma
- Başkasını Vasi Kılmak (Îsâ) Hakkındadır
- Ba'zı Önemli Meseleler :
- KİTÂBÜ'Ş-ŞÜRÛT