Vekâlet Bölümü
«Me'zûn Bölümü» ile «Vekâlet Bölümü» arasındaki münâsebet şudur, ki vekâlet ve izinden her biri, başkasının tasarrufuna rızâ ma'nâ-sma gelir.
Vekâlet; lügat yönünden, korumak (hıfz) dır. [52] Allah Teâlâ (C. C.) nm adlanndan olan «Vekil» de bu ma'nâdadır. Bundan dolayı: «Seni, malıma vekil ettim!» diyen kimse hakkında biz; «O vekîl, ancak korumaya (hıfza) mâlik olur.» deriz. Ba'zılan: «Vekâletin tertibi, tefviz ve i'timâd ma'nâsına delâlet eder.» demiştir." Tevekkül de, bu ma'nâdadır. «Allah (C.C.) a tevekkül ettik.» denir. Yâni; «Biz, işlerimizi Allah (C.C.) a tefviz ve teslîm eyledik.» demektir. Bu nedenle; tevkil, lügat yönünden, işi başkasına tefviz etmek (ısmarlamak) dır.[53]
Şer'an; kendi işinde tasarrufu başkasına tefviz etmek ve yerine başkasını geçirmektir. Risâlet ise, sözü başkasına, tasarrui'da bulunmaksızın tebliğ etmektir. [54]
Tevkilin caiz olmasının şartı:
«Müvekkilin tasarruf ehli olmasıdır.» Musannifin; (tasarruf) lâfzını (Elif - Lam) ile zikretmemiş olmasına sebeb, yukarıda zikredilen tasarrufu murâd ettiği anlaşılmasın, diyedir. Çünkü Müslüma-,
nm, bir kâfiri şarâb satmak için tevkil etmesinin butlanını müstelzim olduğu için, o tasarrufu irâde etmek bâtıldır.
Vekilin, satmanın sâlib olub, satın almanın câîib olduğunu anlar ve akü erdirir olması, az ve çok aldanmayı (gabn-ı yesîri ve fahişi) [55]
bilmesi de şart kılınmıştır, Vekiiîn. o tasamua ka.sd eder olması da şarttır. Hattâ vekil şakadan tasarruf etse, âmir nâmına vâki' olmaz, -
Musannif; («Müvekkilin tasarruf ehli olmasıdır.)) sözü üzerine şu fer'î mes'eleyi getirmiştir: Binâenaleyh; «Müslümanın, bir kâfiri şarâb satmak için vekîl etmesi sahilidir.»
Musannif, «Vekilin... anlar ve akıl erdirir olması ve o tasarrufa kasd eder olması.» sözleri üzerine de, şu fer'î mes'eleyi getirmiştir: Hür ve baliğ kimsenin tevkili sahih olduğu gibi; gerek köle, gerek sabî olsun me'zûn olan kimsenin tevkili de sahilidir. Bu ikisi, kendi gibilerini tevkil edebilirler. Binâenaleyh, tevkil dört sureti kapsar.
Yine hür, baliğ kimsenin ve me'zûn kölenin, akü erdiren küçük çocuk ve köleyi, mahcur oldukları hâlde tevkilleri sahihdir. Çünkü mezkûr şart, zikredilenlerin hepsinde vardır.
Musannif ileride gelecek olan şu sözünde: «Eğer vekil, mahcur değil ise» dediği için, burada; «Akdin hukuku müvekkillerine râci' olur.» dememiştir.
Tevkil, insanın bizzat akdettiği her şeyde kendisi için sahilidir.
Çünkü insan, ba'zan kendisi bizzat yapmaktan, (mübaşeretten) âciz olup başkasını vekîl etmeye nıuhtâc kalır. Öyle ise, ihtiyâcı gidermek için tevkilin caiz olması lâzımdır. «Kendisi için» denmesi, vekilden ihtiraz içindir. Çünkü vekil olduğu husûsda, başkasını vekîl etmesi caiz
değildir. Zîrâ vekîl. tasarrufu başkasından alır. Halbuki vekil, emre-dildiği şeyle mukayyeddir. Hattâ bunu açıklasa, yine caiz olur.
Her çeşit hakda husûmete vekîl kılmak da sahihdir. Çünkü herkes da'vâ vecihlerini kavrayamaz. Öyle ise, başkasını da'vâ için tevkile muhtâcdır. Nitekim daha önce geçti.
Husûmete tevkil, hasmının rızâsı olmaksızın lâzım gelmez. Musannifin; «Caiz olmaz.» demesine sebeb; cevaz ittifakı olduğu içindir. Hılâf. lüzumdadır. Sonraki ulemâ (müteahhirîn), fetva için şunu seçtiler (ihtiyar ettiler) ki; kâdî, vekilden kaçınması hususunda hasmın inâd ettiğini (taannütü) bilse, bu husûsda ona imkân vermez ve vekili müvekkilden kabul eder. Eğer müvekkilin, arkadaşı için tevkilde ızrar ka.sd eylediğini bilirse, ondan tevkili kabul etmez. Ancak arkadaşının nzâsiyle kabul eder. Bu söz Şems'ül-Eimme es-Serahsî' (Rh.A.) nin seçtiği (ihtiyarı) dır. Kâfî'de böyle denmiştir.
Ancak hasta veya müsâfir müvekkil için hasmının rızâsı olmaksızın tevkil lâzım gelir. Yâni üç günlük veya daha uzak mesafede gâib olan yâhûd yolculuk yapmak isteyen müvekkil için lâzım gelir. Kâdî müvekkilin durumuna, hazırlığına ve mühimmatına bakmakla kabul eder. Çünkü yolcu olan kimsenin kılığı kıyafeti-gizli olmaz. Kâdî, sadece; «Ben, yolculuk etmek istiyorum!» demesini kabul etmez.
Ya da, insanlar arasına ve hâkimin huzuruna çıkmak âdeti olmayan, kapalı ve örtülü (muhaddera) kadın için tevkil lâzım gelir.
Her hakkın îfâ ve istilâsı için de tevkil sahih olur. Ancak hadd ve kısâsda. müvekkil gâib ise; sahih olmaz. Çünkü hadd ve kısas, şubhe-lerle düşer. Binâenaleyh başkasının yerini tutan şeyle yapılamaz. Çünkü, onda bir nev'î şübhe vardır.
Müvekkil,vekiline: «Sen, benim her şeyde vekîlimsin!» dese, o kimse ancak korumak (hıfz) da vekîl olur. Eğer; «Her şeyde vekîlimsin!» dedîkden sonra; «Yapılması caiz olan» lâfzını eklerse; bu takdirde bütün tasarruflarda, hattâ boşama ve âzâdda bile vekîl olur.
Fetâvâ-yı Suğrâ'da denilmiştir ki: Eğer, «Yapılması caiz olan» lâfzını eklerse, o kimse korumada, satmak ve satın almada, borçlarını ve haklarını almakda, hibe ve sadakada ve bunlardan başkasında vekildir.
Çünkü müvekkil, ona tasarrufu umumî olarak vermiştir. Nitekim müvekkil; «Her ne yaparsan caiz olsun!» derse, tasarrufîann bütün çeşitlerine mâlik olur. Hattâ vekil kendisine harcasa. o da caizdir. Çünkü müvekkil, onun her yaptığına 12in vermiştir. Bu da, vekilin yaptikla-nndandır. Bundan sonra denilmiştir ki: «Bu ta'lîl; vekil, onun karısını boşasa caiz olmasını iktizâ eder.» Hilâli tebeyyün edinceye kadar, bununla fetva verilir.
Muamele ehlinin örfünde, vekilin kendisine İzafe ettiği akdin hukuku vekile izafe edilir. Satmak, kiraya vermek ve ikrardan sulh gibi, ki bunlar akdin misâlleridir. Çünkü satmaya vekil olan, «Ben, bu şeyi sana sattım!» der, «Ben, bu şeyi sana fülân tarafından sattım!» demez. Keza satın almaya vekil oian; «Ben, bu şeyi senden satın aldımU der. «Fülân için.» demez. Eğer o vekîl mahcur değil ise, zikredilen haklar vekile müteallik olur. «Mahcur değil ise» sözü, küçük çocuk (sabi) ve mahcur köleyi ayird etmek içindir. Zîrâ bu ikisini tevkil caizdir. Lâkin yaptıkları akdin hukuku müvekkile râcîdir.
Musannif, akdin hukukunu, şu sözüyle temsîi etmiştir: Eğer satmaya vekil ise; «Mebî'm teslimi.» Satın almaya vekîl ise; «Mebî'in teslim alınması.)), «Mebrin semeninin teslîm alınması.», «Satın aldığı şeyin semeni ile mutâlebe olunması.» Yâni satın almaya vekîl olan, şâ-yed bir şey satın alırsa; satıcı, satılan şeyin semenini ondan ister. Yine sattığı şeyin istihkakı katında, yânî sattığının istihkakı, yâhûd müşterinin aldığı şey istihkak edilmekle semenini satıcıdan alması ve satılan evin şuf'asında muhâsama [56] etmesinde; yânî husûmet edip, husûmet olunmasında ve malın kusurlu olmasında hâl budur. Eğer satılan şey vekilin elinde ise; onu satıcıya iade eder. Satılan şeyi müvekkile teslim ettikden sonra ise, müvekkilin izniyle onu geri verebilir.
Müşterinin, satıcısının müvekkilinden semeni menetmek hakkı vardır. Yâni, bir adam bir şey satmak için birini vekil etse; vekil dahî o şeyi sattıkdan sonra, müvekkil satılan şeyin semenini müşteriden istese, müşteri semeni müvekkile vermeyebilir. Çünkü müşteri, akde ve hukukuna yabancıdır. Nitekim biz, onu daha Önce açıkladık. Eğer müşteri semeni müvekkile verirse, sahih olur. Satıcı, ondan bir şey isteyemez. Yânî vekîl, ikinci defa müşteriden isteyemez. Çünkü teslîm alınan şey (makbuz), müvekkilin hakkıdır. Binâenaleyh, ondan alıp yine ona vermekde bir fayda yoktur. Semen müstehıkkma ulaştığı için, müşterinin zimmeti [57] berî [58] olur. Mülk, ibtidâen müvekkil için sabit olur. Lâkin vekilden bunun hilafı sabit olur. Bu, mukadder bir soruya cevâbdır. Nitekim Nihâye'de zikredilmiştir ki; O mukadder soru, şudur: «Şâyed mülk, müvekkil için sabit olursa, hakların müvekkile râcî olması lâzım gelir. Çünkü haklar, mülke tâbidir.»
Nihâye sahibi buna şöyle cevâb vermiştir: Evet, mülk ibtidâen müvekkil için sabit olur. Lâkin vekilden, hilafı sabit olur. Sözün kısası, vekîl tasarrufun istifâdesinde müvekkilin halefidir ve müvekkil, mülk hakkında vekilden halefdir. Köle gibi ki, şâyed hibe kabul etse, mülk başlangıçta efendi için sabit olur. Ba'zı ulemâ'; «Mülk, vekil için sabit olur. Lâkin karar kılmaz. Belki, mühletsiz müvekkile intikâl eder.» demişlerdir. Her iki kavle göre de; vekilin satın aldığı akrabası, âzâd olmaz.
Eğer vekilin satın aldığı köle; onun kendi karısı olursa, nikâh fâ-sid olmaz. Birinci kavle göre: Mes'ele açıkdır. Çünkü müşteri mâlik olmamıştır. İkinci kavle göre dahî nikâh fâsid olmaz. Çünkü âzâd ve nikâhın fesadı, Ziyâdât'da ve başka kitablarda zikredildiği üzere, mülkün tekarrürünü iktizâ ederler. İmdi bunların ikisi de bulunmayınca, ikisi de hâsıl olmazlar. Bu söz; Resûlüllah' (S.A.V.) in:
«Her kim zî-rahm-i mahremine mâlik olursa, onun üzerine âzâd
olur.» [59] hadîs-i şerifinin mutlak olan ifâdesine muhâlifdir, diye i'ti-râz edilmiştir.
Bu i'ürâza söyle cevâb verilmiştir: MutîaK. kâmile munsarutır. O da, mukarrer olan mülkdür. müctehid, gaaüi değildir. Ancak çoğunluk, bu meselelerin ikisini de birinci kavi üzere tefrî' etmişlerdir. Çünkü onlara göre, bu kavi daha sahîhdir.
Vekilin, müvekkile izafe ettiği; nikâh, hur [60], inkârdan veya kasden adanı öldürmeden sulh, mal üzere âzâd, kitabet, [61] hibe, ta-sadduk, [62] iare, [63] îydâ', [64] relin ve ikraz gibi akd hukuku, müvekkile müteallik olur. Bunun sırrı şudur ki; bu suretlerde hüküm, se-
bebden ayrılmayı kabul etmez. Çünkü bu suretler, iskâtlar kabilinden-dir. Vekil ise, hükme yabancıdır. İmdi, hüküm sebeble beraber olsun diye, akdin müvekkile muzâf olması lâzımdır.
Nikâha gelince; çünkü bud' [65] ela asıl; haram olmasıdır. Nikâh i^e. bu haramı Iskat eder ve sakıt olan şey başkalarına dağilmaz. Binâenaleyh, asalet yolu üzere şahısdan sebebin meydana gelmesi ve şahıs-dan başkası için hükmün vukuu tasavvur edilemez. İmdi vekil, hüküm sebebiyle beraber bulunması için elçi (sefîr) kabul edilmiştir. Hattâ nikâhı kendisine izafe etse, kendisi için olur. Satış; bunun aksinedir. Satışın hükmü, sebebden ayrılmayı kabul eder. Nitekim şart muhayyerliği ile satışda böyledir. Binâenaleyh bir şahısdan sebebin âsâ-leteıı südûru ve hükmün hilâfeten başkasına vukuu caizdir.
HulT ise, nikâhı iskâtdır. Nikâhı yapan (nâkih) erkek, nikâh edilen (menkûha) kadındır. Vekil ise, ya Kocanın ya karının vekilidir. Her iki takdire göre; vekil, hâlis elçi (sefir) dir. Öyie ise, müvekkile izafe edilmesi lâzımdır. İnkârdan sulhun müvekkile müteallik olması da, zikredilen gibi hâlis iskât olduğu içindir. Ona bedel verme (muâve-ze) karışmamıştır. Belki, müddeâ aleyh (da'vâîi) hakkında fidâyı yemindir. Şu hâide. müvekkile izafe edilmesi lâzımdır.
Kasden adam Öldürmeden sulh dahi böyledir. Çünkü sulh, hâlis ıskattır. Vekil, yabancı elçidir, öyle ise, müvekkile izafe edilmesi lâzımdır. Geri kalanlarda da hâl böyledir. Bu zikredilen söz; fukahâmn. bu konuda söylediklerinin kısaltılmışı (mulahhasi) dır. Bu söz ile Sadr'uş-Şerîa' (Rh.A.) nın; "Sulha gelince; onda ikrardan veya inkârdan olmak arasında izafette fark yoktur. Çünkü eğer Zeyd, Amr'dan bir ev iddia etse, Amr da yüz dirheme anlaşmak için bir kimseyi vekil etse; Zeyd, Amr'dan evin da'vâsmda yüz dirheme anlaştım der ve vekil dahî bu sulhu kabul ederse; gerek ikrardan, gerek inkardan olsun sulh tamâm olur. Şu kadar fark var ki, ikrardan olursa, satış gibi olur. Bu takdirde, satışın hukukunda olduğu gibi hukuk veküe râcî olur. Sulh bedelinin teslimi vekil üzerinedir. Şâyed sulh inkârdan olursa, bu sulh müddâ aleyh hakkında fidâyı yemindir. Bu takdirde vekîl, hâlis elçidir. Haklar veküe râcı' olmaz... sözü ma'nâsız kalır. Bunun açıklaması şudur: Çünkü Sadr'uş-Şeria (Rh.A.); "Gerek ikrardan ve gerekse inkârdan olsun, sulh tamâm olur.» sözüyle sulhun tamâm olmasının, ikrar suretinde vekile izafe edilmesine ve inkâr sürelinde müvekkile izafe edilmesine i'tibâr etmeksizin murâd etti ise, biz bunu kabul etmeyiz. Çünkü bu, aynen münâkaşa yeridir! Eğer sulhun tamâm olmasını zikredilen izafete i'tibâr ile murâd etti ise. fukahâmn sözünün sıhhatini i'tirâf olur. Öyle ise, farkı inkâr edip. her ikisi müsavidir demenin ma'nâsı yoktur.
Musannif, zikredilen suretlerde vekilin hâlis elçi olmasını şu sözüyle tefrf etmiştir: Binâenaleyh; kadın tarafından kocanın vekili mehr ile mutâlebe olunmaz. Kadının vekili de müvekkili olan kadının teslimi ile mutâlebe olunmaz. Hul' bedelinin teslimi ile de vekil mutâlebe olunmaz. Nitekim daha önce geçti ki, zikredilen suretlerde vekîl hâlis elçidir.
Borç almak (istikraz) için bîr kimseyi vekil etmek bâtıldır. Hattâ bununla, mülk sabit olmaz. Çünkü başkasının mülkünde tasarrufu tef-vîz etmek caiz olmaz. Bu söz, satın almaya vekîl etmeyle bozulur. Çünkü bu, mebî'in teslim alınmasını enir etmektir. Halbuki satılan şey başkasının mülküdür. Buna şöyle cevâb verilir: Başkasının mülkünde tasarrufun caiz olmaması, ivazsız olduğu vakittedir. Satm almaya vekil kılınmakda ise. ivaz vardır. Öyle ise, borç almaya vekîl, satın almaya-vekilden ayrıdır. Risâlet [66] için vekü kılmak bâtıl [67]değildir. Çünkü onda tasarrufu havale etmek yoktur. Resul, hâlis elçidir. Daha önce geçti ki, ikrara vekil yapmak sahîhdir. Çünkü mülkünde tasarrufu tefviz etmektir. [68]
Vekâlet; lügat yönünden, korumak (hıfz) dır. [52] Allah Teâlâ (C. C.) nm adlanndan olan «Vekil» de bu ma'nâdadır. Bundan dolayı: «Seni, malıma vekil ettim!» diyen kimse hakkında biz; «O vekîl, ancak korumaya (hıfza) mâlik olur.» deriz. Ba'zılan: «Vekâletin tertibi, tefviz ve i'timâd ma'nâsına delâlet eder.» demiştir." Tevekkül de, bu ma'nâdadır. «Allah (C.C.) a tevekkül ettik.» denir. Yâni; «Biz, işlerimizi Allah (C.C.) a tefviz ve teslîm eyledik.» demektir. Bu nedenle; tevkil, lügat yönünden, işi başkasına tefviz etmek (ısmarlamak) dır.[53]
Şer'an; kendi işinde tasarrufu başkasına tefviz etmek ve yerine başkasını geçirmektir. Risâlet ise, sözü başkasına, tasarrui'da bulunmaksızın tebliğ etmektir. [54]
Tevkilin caiz olmasının şartı:
«Müvekkilin tasarruf ehli olmasıdır.» Musannifin; (tasarruf) lâfzını (Elif - Lam) ile zikretmemiş olmasına sebeb, yukarıda zikredilen tasarrufu murâd ettiği anlaşılmasın, diyedir. Çünkü Müslüma-,
nm, bir kâfiri şarâb satmak için tevkil etmesinin butlanını müstelzim olduğu için, o tasarrufu irâde etmek bâtıldır.
Vekilin, satmanın sâlib olub, satın almanın câîib olduğunu anlar ve akü erdirir olması, az ve çok aldanmayı (gabn-ı yesîri ve fahişi) [55]
bilmesi de şart kılınmıştır, Vekiiîn. o tasamua ka.sd eder olması da şarttır. Hattâ vekil şakadan tasarruf etse, âmir nâmına vâki' olmaz, -
Musannif; («Müvekkilin tasarruf ehli olmasıdır.)) sözü üzerine şu fer'î mes'eleyi getirmiştir: Binâenaleyh; «Müslümanın, bir kâfiri şarâb satmak için vekîl etmesi sahilidir.»
Musannif, «Vekilin... anlar ve akıl erdirir olması ve o tasarrufa kasd eder olması.» sözleri üzerine de, şu fer'î mes'eleyi getirmiştir: Hür ve baliğ kimsenin tevkili sahih olduğu gibi; gerek köle, gerek sabî olsun me'zûn olan kimsenin tevkili de sahilidir. Bu ikisi, kendi gibilerini tevkil edebilirler. Binâenaleyh, tevkil dört sureti kapsar.
Yine hür, baliğ kimsenin ve me'zûn kölenin, akü erdiren küçük çocuk ve köleyi, mahcur oldukları hâlde tevkilleri sahihdir. Çünkü mezkûr şart, zikredilenlerin hepsinde vardır.
Musannif ileride gelecek olan şu sözünde: «Eğer vekil, mahcur değil ise» dediği için, burada; «Akdin hukuku müvekkillerine râci' olur.» dememiştir.
Tevkil, insanın bizzat akdettiği her şeyde kendisi için sahilidir.
Çünkü insan, ba'zan kendisi bizzat yapmaktan, (mübaşeretten) âciz olup başkasını vekîl etmeye nıuhtâc kalır. Öyle ise, ihtiyâcı gidermek için tevkilin caiz olması lâzımdır. «Kendisi için» denmesi, vekilden ihtiraz içindir. Çünkü vekil olduğu husûsda, başkasını vekîl etmesi caiz
değildir. Zîrâ vekîl. tasarrufu başkasından alır. Halbuki vekil, emre-dildiği şeyle mukayyeddir. Hattâ bunu açıklasa, yine caiz olur.
Her çeşit hakda husûmete vekîl kılmak da sahihdir. Çünkü herkes da'vâ vecihlerini kavrayamaz. Öyle ise, başkasını da'vâ için tevkile muhtâcdır. Nitekim daha önce geçti.
Husûmete tevkil, hasmının rızâsı olmaksızın lâzım gelmez. Musannifin; «Caiz olmaz.» demesine sebeb; cevaz ittifakı olduğu içindir. Hılâf. lüzumdadır. Sonraki ulemâ (müteahhirîn), fetva için şunu seçtiler (ihtiyar ettiler) ki; kâdî, vekilden kaçınması hususunda hasmın inâd ettiğini (taannütü) bilse, bu husûsda ona imkân vermez ve vekili müvekkilden kabul eder. Eğer müvekkilin, arkadaşı için tevkilde ızrar ka.sd eylediğini bilirse, ondan tevkili kabul etmez. Ancak arkadaşının nzâsiyle kabul eder. Bu söz Şems'ül-Eimme es-Serahsî' (Rh.A.) nin seçtiği (ihtiyarı) dır. Kâfî'de böyle denmiştir.
Ancak hasta veya müsâfir müvekkil için hasmının rızâsı olmaksızın tevkil lâzım gelir. Yâni üç günlük veya daha uzak mesafede gâib olan yâhûd yolculuk yapmak isteyen müvekkil için lâzım gelir. Kâdî müvekkilin durumuna, hazırlığına ve mühimmatına bakmakla kabul eder. Çünkü yolcu olan kimsenin kılığı kıyafeti-gizli olmaz. Kâdî, sadece; «Ben, yolculuk etmek istiyorum!» demesini kabul etmez.
Ya da, insanlar arasına ve hâkimin huzuruna çıkmak âdeti olmayan, kapalı ve örtülü (muhaddera) kadın için tevkil lâzım gelir.
Her hakkın îfâ ve istilâsı için de tevkil sahih olur. Ancak hadd ve kısâsda. müvekkil gâib ise; sahih olmaz. Çünkü hadd ve kısas, şubhe-lerle düşer. Binâenaleyh başkasının yerini tutan şeyle yapılamaz. Çünkü, onda bir nev'î şübhe vardır.
Müvekkil,vekiline: «Sen, benim her şeyde vekîlimsin!» dese, o kimse ancak korumak (hıfz) da vekîl olur. Eğer; «Her şeyde vekîlimsin!» dedîkden sonra; «Yapılması caiz olan» lâfzını eklerse; bu takdirde bütün tasarruflarda, hattâ boşama ve âzâdda bile vekîl olur.
Fetâvâ-yı Suğrâ'da denilmiştir ki: Eğer, «Yapılması caiz olan» lâfzını eklerse, o kimse korumada, satmak ve satın almada, borçlarını ve haklarını almakda, hibe ve sadakada ve bunlardan başkasında vekildir.
Çünkü müvekkil, ona tasarrufu umumî olarak vermiştir. Nitekim müvekkil; «Her ne yaparsan caiz olsun!» derse, tasarrufîann bütün çeşitlerine mâlik olur. Hattâ vekil kendisine harcasa. o da caizdir. Çünkü müvekkil, onun her yaptığına 12in vermiştir. Bu da, vekilin yaptikla-nndandır. Bundan sonra denilmiştir ki: «Bu ta'lîl; vekil, onun karısını boşasa caiz olmasını iktizâ eder.» Hilâli tebeyyün edinceye kadar, bununla fetva verilir.
Muamele ehlinin örfünde, vekilin kendisine İzafe ettiği akdin hukuku vekile izafe edilir. Satmak, kiraya vermek ve ikrardan sulh gibi, ki bunlar akdin misâlleridir. Çünkü satmaya vekil olan, «Ben, bu şeyi sana sattım!» der, «Ben, bu şeyi sana fülân tarafından sattım!» demez. Keza satın almaya vekil oian; «Ben, bu şeyi senden satın aldımU der. «Fülân için.» demez. Eğer o vekîl mahcur değil ise, zikredilen haklar vekile müteallik olur. «Mahcur değil ise» sözü, küçük çocuk (sabi) ve mahcur köleyi ayird etmek içindir. Zîrâ bu ikisini tevkil caizdir. Lâkin yaptıkları akdin hukuku müvekkile râcîdir.
Musannif, akdin hukukunu, şu sözüyle temsîi etmiştir: Eğer satmaya vekil ise; «Mebî'm teslimi.» Satın almaya vekîl ise; «Mebî'in teslim alınması.)), «Mebrin semeninin teslîm alınması.», «Satın aldığı şeyin semeni ile mutâlebe olunması.» Yâni satın almaya vekîl olan, şâ-yed bir şey satın alırsa; satıcı, satılan şeyin semenini ondan ister. Yine sattığı şeyin istihkakı katında, yânî sattığının istihkakı, yâhûd müşterinin aldığı şey istihkak edilmekle semenini satıcıdan alması ve satılan evin şuf'asında muhâsama [56] etmesinde; yânî husûmet edip, husûmet olunmasında ve malın kusurlu olmasında hâl budur. Eğer satılan şey vekilin elinde ise; onu satıcıya iade eder. Satılan şeyi müvekkile teslim ettikden sonra ise, müvekkilin izniyle onu geri verebilir.
Müşterinin, satıcısının müvekkilinden semeni menetmek hakkı vardır. Yâni, bir adam bir şey satmak için birini vekil etse; vekil dahî o şeyi sattıkdan sonra, müvekkil satılan şeyin semenini müşteriden istese, müşteri semeni müvekkile vermeyebilir. Çünkü müşteri, akde ve hukukuna yabancıdır. Nitekim biz, onu daha Önce açıkladık. Eğer müşteri semeni müvekkile verirse, sahih olur. Satıcı, ondan bir şey isteyemez. Yânî vekîl, ikinci defa müşteriden isteyemez. Çünkü teslîm alınan şey (makbuz), müvekkilin hakkıdır. Binâenaleyh, ondan alıp yine ona vermekde bir fayda yoktur. Semen müstehıkkma ulaştığı için, müşterinin zimmeti [57] berî [58] olur. Mülk, ibtidâen müvekkil için sabit olur. Lâkin vekilden bunun hilafı sabit olur. Bu, mukadder bir soruya cevâbdır. Nitekim Nihâye'de zikredilmiştir ki; O mukadder soru, şudur: «Şâyed mülk, müvekkil için sabit olursa, hakların müvekkile râcî olması lâzım gelir. Çünkü haklar, mülke tâbidir.»
Nihâye sahibi buna şöyle cevâb vermiştir: Evet, mülk ibtidâen müvekkil için sabit olur. Lâkin vekilden, hilafı sabit olur. Sözün kısası, vekîl tasarrufun istifâdesinde müvekkilin halefidir ve müvekkil, mülk hakkında vekilden halefdir. Köle gibi ki, şâyed hibe kabul etse, mülk başlangıçta efendi için sabit olur. Ba'zı ulemâ'; «Mülk, vekil için sabit olur. Lâkin karar kılmaz. Belki, mühletsiz müvekkile intikâl eder.» demişlerdir. Her iki kavle göre de; vekilin satın aldığı akrabası, âzâd olmaz.
Eğer vekilin satın aldığı köle; onun kendi karısı olursa, nikâh fâ-sid olmaz. Birinci kavle göre: Mes'ele açıkdır. Çünkü müşteri mâlik olmamıştır. İkinci kavle göre dahî nikâh fâsid olmaz. Çünkü âzâd ve nikâhın fesadı, Ziyâdât'da ve başka kitablarda zikredildiği üzere, mülkün tekarrürünü iktizâ ederler. İmdi bunların ikisi de bulunmayınca, ikisi de hâsıl olmazlar. Bu söz; Resûlüllah' (S.A.V.) in:
«Her kim zî-rahm-i mahremine mâlik olursa, onun üzerine âzâd
olur.» [59] hadîs-i şerifinin mutlak olan ifâdesine muhâlifdir, diye i'ti-râz edilmiştir.
Bu i'ürâza söyle cevâb verilmiştir: MutîaK. kâmile munsarutır. O da, mukarrer olan mülkdür. müctehid, gaaüi değildir. Ancak çoğunluk, bu meselelerin ikisini de birinci kavi üzere tefrî' etmişlerdir. Çünkü onlara göre, bu kavi daha sahîhdir.
Vekilin, müvekkile izafe ettiği; nikâh, hur [60], inkârdan veya kasden adanı öldürmeden sulh, mal üzere âzâd, kitabet, [61] hibe, ta-sadduk, [62] iare, [63] îydâ', [64] relin ve ikraz gibi akd hukuku, müvekkile müteallik olur. Bunun sırrı şudur ki; bu suretlerde hüküm, se-
bebden ayrılmayı kabul etmez. Çünkü bu suretler, iskâtlar kabilinden-dir. Vekil ise, hükme yabancıdır. İmdi, hüküm sebeble beraber olsun diye, akdin müvekkile muzâf olması lâzımdır.
Nikâha gelince; çünkü bud' [65] ela asıl; haram olmasıdır. Nikâh i^e. bu haramı Iskat eder ve sakıt olan şey başkalarına dağilmaz. Binâenaleyh, asalet yolu üzere şahısdan sebebin meydana gelmesi ve şahıs-dan başkası için hükmün vukuu tasavvur edilemez. İmdi vekil, hüküm sebebiyle beraber bulunması için elçi (sefîr) kabul edilmiştir. Hattâ nikâhı kendisine izafe etse, kendisi için olur. Satış; bunun aksinedir. Satışın hükmü, sebebden ayrılmayı kabul eder. Nitekim şart muhayyerliği ile satışda böyledir. Binâenaleyh bir şahısdan sebebin âsâ-leteıı südûru ve hükmün hilâfeten başkasına vukuu caizdir.
HulT ise, nikâhı iskâtdır. Nikâhı yapan (nâkih) erkek, nikâh edilen (menkûha) kadındır. Vekil ise, ya Kocanın ya karının vekilidir. Her iki takdire göre; vekil, hâlis elçi (sefir) dir. Öyie ise, müvekkile izafe edilmesi lâzımdır. İnkârdan sulhun müvekkile müteallik olması da, zikredilen gibi hâlis iskât olduğu içindir. Ona bedel verme (muâve-ze) karışmamıştır. Belki, müddeâ aleyh (da'vâîi) hakkında fidâyı yemindir. Şu hâide. müvekkile izafe edilmesi lâzımdır.
Kasden adam Öldürmeden sulh dahi böyledir. Çünkü sulh, hâlis ıskattır. Vekil, yabancı elçidir, öyle ise, müvekkile izafe edilmesi lâzımdır. Geri kalanlarda da hâl böyledir. Bu zikredilen söz; fukahâmn. bu konuda söylediklerinin kısaltılmışı (mulahhasi) dır. Bu söz ile Sadr'uş-Şerîa' (Rh.A.) nın; "Sulha gelince; onda ikrardan veya inkârdan olmak arasında izafette fark yoktur. Çünkü eğer Zeyd, Amr'dan bir ev iddia etse, Amr da yüz dirheme anlaşmak için bir kimseyi vekil etse; Zeyd, Amr'dan evin da'vâsmda yüz dirheme anlaştım der ve vekil dahî bu sulhu kabul ederse; gerek ikrardan, gerek inkardan olsun sulh tamâm olur. Şu kadar fark var ki, ikrardan olursa, satış gibi olur. Bu takdirde, satışın hukukunda olduğu gibi hukuk veküe râcî olur. Sulh bedelinin teslimi vekil üzerinedir. Şâyed sulh inkârdan olursa, bu sulh müddâ aleyh hakkında fidâyı yemindir. Bu takdirde vekîl, hâlis elçidir. Haklar veküe râcı' olmaz... sözü ma'nâsız kalır. Bunun açıklaması şudur: Çünkü Sadr'uş-Şeria (Rh.A.); "Gerek ikrardan ve gerekse inkârdan olsun, sulh tamâm olur.» sözüyle sulhun tamâm olmasının, ikrar suretinde vekile izafe edilmesine ve inkâr sürelinde müvekkile izafe edilmesine i'tibâr etmeksizin murâd etti ise, biz bunu kabul etmeyiz. Çünkü bu, aynen münâkaşa yeridir! Eğer sulhun tamâm olmasını zikredilen izafete i'tibâr ile murâd etti ise. fukahâmn sözünün sıhhatini i'tirâf olur. Öyle ise, farkı inkâr edip. her ikisi müsavidir demenin ma'nâsı yoktur.
Musannif, zikredilen suretlerde vekilin hâlis elçi olmasını şu sözüyle tefrf etmiştir: Binâenaleyh; kadın tarafından kocanın vekili mehr ile mutâlebe olunmaz. Kadının vekili de müvekkili olan kadının teslimi ile mutâlebe olunmaz. Hul' bedelinin teslimi ile de vekil mutâlebe olunmaz. Nitekim daha önce geçti ki, zikredilen suretlerde vekîl hâlis elçidir.
Borç almak (istikraz) için bîr kimseyi vekil etmek bâtıldır. Hattâ bununla, mülk sabit olmaz. Çünkü başkasının mülkünde tasarrufu tef-vîz etmek caiz olmaz. Bu söz, satın almaya vekîl etmeyle bozulur. Çünkü bu, mebî'in teslim alınmasını enir etmektir. Halbuki satılan şey başkasının mülküdür. Buna şöyle cevâb verilir: Başkasının mülkünde tasarrufun caiz olmaması, ivazsız olduğu vakittedir. Satm almaya vekil kılınmakda ise. ivaz vardır. Öyle ise, borç almaya vekîl, satın almaya-vekilden ayrıdır. Risâlet [66] için vekü kılmak bâtıl [67]değildir. Çünkü onda tasarrufu havale etmek yoktur. Resul, hâlis elçidir. Daha önce geçti ki, ikrara vekil yapmak sahîhdir. Çünkü mülkünde tasarrufu tefviz etmektir. [68]
Konular
- Kiralamanın Fesh Edilmesi Babı
- Çeşitli Mes'eleler
- Ariyet (Ödünç) Bölümü
- Vedia (Emânet) Bölümü
- Rehn Bölümü
- Rehn Olabilen Ve Rehn Edilmesi Sahih Olan Veya Olmayan Şeyler Babı
- Güvenilir (Adl) Kimsenin Yanına Konan Rehn Babı
- Rehn'de Tasarruf Ve Suç Babı
- Rehn Edilen Şeyler Hakkında Bir Fasıl
- Gasb Bölümü
- Gasb Edilen Şeyler Hakkında Bir Fasil
- İkrah (Zorlama) Bölümü
- Hacr (Tasarruftan Alıkoymak) Bölümü
- Oğlan Ve Kız Çocuğun Bulûğa Erişmesi Hakkında Bir Fasıl
- Me'zûn (Tasarruf Etmesine İzin Verilen Kimse) Bölümü
- Vekâlet Bölümü
- Aliş - Verişe Vekâlet Babı
- Alıp-Satmaya Vekil Olan Kimse Hakkında Bir Fasıl
- Husûmete (Da'vâya Çıkmaya) Ve Kabza (Teslîm Almaya) Vekâlet Bâbî
- Vekilin Azli Babı
- Kefalet Bölümü
- Kefalet Hakkinda Bir Fasıl
- Havale Bölümü
- Mudârebe Bölümü
- İzinsiz Mudârebe Hakkında Bir Bâb
- Ortaklik (Şirket) Bölümü
- Fâsid Şirket (Ortaklık) Hakkinda Bir Fasıl
- Muzaraa Bölümü
- Müsâkât Bölümü
- Da'vâ Bölümü