Rehn Edilen Şeyler Hakkında Bir Fasıl
Bir kimse, kıymeti on dirhem eden üzüm şırasını (asîri), on dirhem borca rehn verse; şıra, rehu alan kimsenin yanında şarâb olup sonra sirke olsa, sirkenin kıymeti de on dirheme eşit olsa, sirke on dirheme rehin olarak kalır. Uygun olan, relinin bâtıl olması İdi. Çünkü şıra, şarâb olmakla ödemeye elverişli olmakdan çıkınındır. Zîrâ kıymeti hâiz mal olarak kalmamıştır. Şarâb oidukdan sonra rehnin bâtıl olmamasına sebeb; çünkü şarâb. sirke olmakla sadede geri dönmek yolundadır. (Satmak için mahal olan şey, maliyet i'tibâriyle rehne de mahal olduğu için rehinliği bâtıl olmaz.) Bundan dolayı, bir kimse şıra satın alır da, teslim alınmazdan önce şarab olursa, satış bâtıl olmaz. Çünkü sirke olmak ihtimâli vardır. Rehn olması da böyledir.
Kıymeti on dirhem eden koyunun, on dirheme rehn olması da şıranın rehn olması gibidir. İmdi rehn olan koyun boğazlamaksızm ölse, rehn alan kimse onun derisini debagat etse; defoâğattan sonra bir -dirheme müsâvî olsa, o deri bir dirheme rehn olur. Çünkü rehn, helâkla tekarrür eder. Şayet mahallin bir kısmı elverişli (sâlih) olursa, o miktara hükmü avdet eder- (geri döner). Satılan koyun teslim alınmazdan önce ölür ve debagat olunursa, bu, rehnin aksinedir. O zaman satış, sahîhan avdet etmez. Çünkü satış, teslim almazdan önce malın helak olmasiyle bozulur. Bozulan ise, geri dönmez. Ba'zıları; «Satış da, rehn gibi avdet eder.» demişlerdir.
Rehnin yavrusu, sütü, yünü ve meyvesi gibi üremesi, rehn koyan kimsenindir ve o nema (artan şey), ash ile beraber rehndir. Çünkü nema, asla tâbidir ve rehn lâzım olan haktır, nemaya geçer. Eğer o artan şey helak olursa, bir şeysiz helak olur. Çünkü tâbi olan şeyler için, asla karşılık olan şeyden pay yoktur. Çünkü maksûd olarak akde dâhil değildirler. Eğer, artan şey kalıp asi helak olursa, rehn koyan kimse onu hisseslyle rehinlikden kurtarır. Borç, relin olan nemanın rehinlikden kurtarıldığı günde-ki kıymeti üzere taksim edilir. Asi ise, rehnin teslim alındığı gündeki kıymeti üzere taksim edilir.
Çünkü rehn, teslim almakla garantilidir. Şayet vaktine kadar kalırsa, fazlalık rehni çözmekle maksûd olur. Tâbi olan şey, satılan şeyin yavrusu gibi maksûd ise, ona bir şey mukabil olur. Çünkü o yavru için teslim alınmazdan önce semenden hisse -yoktur. Şayet müşteri satılan şeyi teslim alsa ve o şey teslim almakla maksûd olsa, onun için semenden hisse olur.
Borçdan asla isabet eden şey düşer. Çünkü o, mak.sûd olduğu hâlde asla karşılık olur. Bu mes'elenin sureti şudur: Bir adam, bir adama; kıymeti 'bin dirheme eşit olan bir cariyeyi bin dirheme rehn koy-dukda, o cariyeden kıymeti bin dirheme eşit olan bir çocuk meydana gelse, 'borç, yansı câriye karşılığında ve 'yansı da çocuk karşılığında, câriye rehnin çözülmesine kadar kalmak partiyle, o câriye ile çocuk üzere taksim edilir. Hattâ câriye helak olup rehnin kurtarılması vaktine kadar çocuk kalsa; câriye, borçdan payına düşen yârımla helak olur. O da, beşyüz dirhemdir. Zikredilen şartla çocuk beşyüz dirheme kalır. Relin koyan kimse, o artanı payına düşen şeyle çözer.
Ziyâde, relinde sahilidir. Meselâ; kıymeti on akçalık bir giysiyi on akçaya rehn koydukdan sonra, rehn koyan kimse birinci ile beraber rehn olması için bir başka giysi daha eklese, sahih olur.
. Borçda ziyâde sahih değildir. Meselâ; rehn koyan kimse, rehn alana; «Senin yanında rehn olan köle bin akçatya rehn olmak üzzere, 'bana diğer bir beşyüz akça daha foorç ver.» der.
Fark şudur: Fakîhler arasında mukarrer olan asıl şudur ki; ak-din aslına katılması, ancak ziyâde ma'kûd'ün-aleyhde veya ma'kûd'ün-bihde olursa, tasavvur edilir. Borçda ziıyâde ise, bunlardan hiçbiri değildir. Borçda ziyâdenin ma'kûd'ün-aleyh olmadığı açıktır. Ma'kûd'ün-bih olmaması ise, rehnden önce sebebiyle bulunduğu içindir. Rehn, borcun aksinedir. Çünkü rehn, ma'kûd'ün-aleyhdir. Zîrâ o, rehn akdinden önce habsedilmiş olmaz ve akdin bitmesinden sonra da bakî kalmaz.
i Bir ikimse kıymeti bin dirheme eşit olan bir köleyi rehn etse ve O'nun yerine rehn olarak O'na müsavi bir. köle verse; birinci köle, râ-hinine geri verilinceye kadar, rehndir. Mürtehin, ikinci köleyi birinci kölenin yerine rehn kılıncaya kadar, ikinci kölede.emanetçidir, çünkü birinci köle, teslim almak (kabz) ve borç (deyn) ile mürtehinin garantisi altına girmiştir. İmdi kaibz ve borç bakî oldukça, köle garantiden çıkmaz. Ancak, teslim almanın (kazbin) bozulmasiyle çıkar. Birinci köle, nıürtehinhı garantisinde oldukça, ikinci köle garantiye girmez. Çünkü râhin ile mürtehhı, ikisinden birinin garantisine razı olmuşlardır. Birincisi ortadan kalkınca, ikincisi, mürtehinin garantisine girer.
Bundan sonra, denilmiştir ki: Mürtehinin kabzı yenilemesi şarttır. Çünkü mürtehinin eli, ikincisi üzere emânet eli (yed'i) dir. Râhi-nin eli, istifa ve ödeme elidir. İmdi emânet eli, vahinin elinin yerini tutmaz. Ba'zılan; «Kabzı yenilemek şart değildir.» demişlerdir. Çünkü rehn, hîbe gibi teberru'dur ve kendisi emânettir. Nitekim bilirsin ki, emânetin kabzı, teslim alınması yerine geçer.
Mürtehin, râhin i borcundan kurtaısa, ruhin de o ibrayı kabul etse veya mürtehin alacağını ralline hibe e*se, rehn de, sahibi tarafından men etmeksizin mürtehinin elinde helak olsa; o rehn istihsâna göre, meccânen helak olur. İmâm Züfer (Rh.A.), «Mürtehin, ralline relinin kıymetini öder.» demiştir. Kıyâs tla budur. Çünkü teslim almak (kabz) ödemek üzere vâki1 olmuştur. İmdi kabz bakî kaldıkça, o da bu vechîe kalır.
İstihsâlim vechi şudur: Rehnin ödenmesi, kabz ve borç (deyn) i'tibâriyledir. Çünkü o, istifa ödemesidir. Eli ise, ancak borç (deyn) i'tibâriyle tehakkuk eder. İbra ile, ikisinden biri ki borçtur bakî kalmaz. İki vasıflı bir illetle sabit olan hüküm, o vasıfların biri ortadan kalkmakla yok olur. Bundan dolayı rehni geri verirse, ödemek sakıt olur. Çünkü her ne kadar borç kalsa da, kabz yoktur. Keza; borçdan ibra ederse, ödeme sakıt olur. Zîrâ her ne kadar kabz bakî ise de, borç yoktur.
Şayet mürtehin alacağını tamâmiyle alsa veya râhînin yâhûd te-berruan veren birinin ödemesiyle bir kısmını alsa veya o deyn ile bir mal satın alsa veya borçtan dolayı bir mal üzerine sulh olsa veya râhin, mürtehini, başka birinde olan alacağına havale etmek suretiyle anlaşsa da mürtehinin elinde helak olsa, o rehn borç (deyn) ile helak olur. Çünkü borcun kendisi, istifa ve benzeri ile düşmez. Nitekim te-karrur etmiştir ki, borçlar emsali ile ödenirler, kendileri ile ödenmezler. Lâkin fayda olmadığı için, hakkı tam anîamiyle almak (istifa) imkânsızdır. Çünkü istifa, mislini mutâlebeyi izler.
Şayet rehn helak olsa, birinci istifa karar kılıp, ikinci istifa bozulur. Rallinin veyâ ıtıütetavvı'ın veyâ satın alımının veya sulhun ifâsı suretlerinde mürtehin teslim aldığı şeyi, edâ eden kimseye geri verir. Havale bâtıl olur ve rehn borçla helak olar. Çünkü havale, borcu düşürmez. Lâkin havale olunan kimsenin zimmeti, havale edenin
2immeti yerine geçer. Bundan dolayı, havale olunan kimse (muhtâ-lun-aleyh) müflîsen ölse, borç havale edenin zimmetine geri döner. Zikredilen suretlerde rehn, borç ile helak olduğu gibi, birbirlerini borç kalmadığına Jdâir tasdik ettikten sonra dahi helak olsa, yine borç ile helak olur. Çünkü rehn, borç İle mazmundur. Ya da, vücûdu tevehhüm edilirse, borcun clhetiyle mazmundur. Nitekim mev'ûd (va'dedilen) borçda Olduğu gibi. Cihet bakîdir. Çünkü borç olmadığına dâir birbirlerini tasdîk ettikten sonra, borç var, diye tasdik etmeleri ihtimâli de vardır, fora, bunun hilaf in a dır. Çünkü borç, ibra ile düşer. [36]
[1] Emânet: Lügat ta, emin olmak anlammaciir. istilânda; «Emin sayılan veya ittihâz edilen kimsenin yanında başkasına âid bulunan maldır.»
[2] Mecelle, madde- 773'd.e de şöyle ifâde edilmiştir.
«Sarahaten (açık olarak) yâhûd delâleten (işaretle) îcüb ve kabul İle Mâ (emânet olarak verme) mün'akid olur.»
[3] Meceile, madde, 777'de, «Vedîa, yed-i miistevda'du (emânet bırakılan kimsenin yanında) emânettir...» şeklinde İfâde edilmiştir.
[4] Mecelle, madde, 780'de şöyle ifâde edilmiştir'.
«Müstevda' (emânet bırakılan kimse), vediayı kendi malı gibi bizzat hıfz eder jâ-hûd emini olan kimseye hıfz ettirir.,,»»
[5] Mecelle, madde, 787'de şöyle ifâde eüilmişiİr:
«Müstevda'nuı teaddî veya taksiri hâlinde vedîa telef vejâhûd kıymetinde noksan târi olsa (ansızın ortaya çıksa) zamktı (iazminat) lâ.zim gelir.»
[6] Mecelle, madde, 788'de de şöyle ifâde edilmiştir:
«Vediayı sahibinin izni olmaksızın diğer mal ile yekdiğerinden tefrik (ayırma) olunamayacak sûretde karıştırmak teaddîdir (tecâvüz ve hatâdır).
[7] Mecelle; madde, 789 hükmü de böyledir.
[8] Mecelle; madde, 789
[9] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 3, Eser Nesriyat: 422-430.
[10] Mecelle, madde: 7O6'da şöyle ifâde edilmiştir:
«Kâhin (rehin veren) ve mürtehinin (rehin ahımıı) îcâlı a kabiitti ile relin miin'akid olur. Fakat, kabz (almak) bulıınuıudıkç.), lamâın ve lâ/tm ulma/,. UinâıîM aleyh rfihİn, kabl-et teslim (teslim etmeden önce) rchiıulcıt riikû' edebi t ir.
[11] Râhin: Rehin veren, hakîkaten veya hükmen borçlu olup, rehin veren kimsedir.
[12] Mürtehin: Hak sahibi sıfatıyle rehin alan kimsedir. Bir şey karşılığında rehin olarak alıkonulan şeye de, (mürtehen) denir.
[13] Tahliye: Boşalmak, halâs etmek, bir şeyi kabz etmek için imkân vermek, yâni; kabza mâni1 olan şeyleri ortadan kaldırmakla, kabzı mümkün olacak bir durumda bulundurmaktır.
[14] Bakara »üresi; âyet: 283
[15] Nisa sûresi; âyet: 29
[16] Zemân (ma2mûn): Zemâıı, başkasının üzerindeki vâcib hır hakki iltizâm etmek, bir $e-.yin misliyyâttan ise, mislini ve kıyemiyâttan ise, kıymetini vermek, ödemektir. O jeyc âe (mannûn) denir.
[17] Metal, (mümâtele): Borcu, borcun va'desini bugün, yarın diye uzatıp durmaktır. Sahibine de «Mümâtil» denir.
[18] Mecelle, madde, 750'de şöyle ifâde edilmiştir:
«Râhinin izni olmadıkça mürtehin rehinden intifa' edemez (faydalanamaz).» Amma râhinin izin ve ibâhasıyia (serbest ve helâl kilmasıyla) mürtehin rehni kullanır ve meyve ve süt gibi hâsılatını alır ve bunların mukabilinde deymlen bir şey sakıt olmaz (düşme?).
[19] Mecelle, madde: 722'de şöyle İfâde edilmiştir:
«RehnJ, mürtehin bizzat hıfz eder yâhûd ıjâli ya şeriki vejâlıûd hİznutçisİ S'bi emini olan kimseye hıfz ettirir.»
[20] Mecelle, madde: 732'de şöyle ifâde edilmiştir:
«Yer kirası ve bekçi ücreti gibi rehnin .muhafazası için olan masraf mürtehine âiddir.»
[21] Mecelle'nin 724. maddesi de ayıtı mealdedir.
[22] Mecelle'nin 725. maddesi şöyledir:
«Râhİn veya miirtehinden birisi, dikerine âid oİan masrafı hoıt lıe - hot) (kendi ha-5ina) ifâ etse, teberru1 (bağış) dur, sonra mütâlebc edemez <lı;ıfckmı Meyemez).»
[23] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 3, Eser Nesriyat: 431-437.
[24] Alış verişte akıl tamâm olduğu hâlde parayı miişiLTİye geri vermeye «Zemân ud-Derek» denir.
[25] Adi : Adaletli, gihcnilir kinime, yccl-i nnîn.
[26] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 3, Eser Nesriyat:438-444.
[27] Adi: Doğruluk, istikâmet, eşitlik ma'nâsıuadır.
Adaletle vasıflanan kişiye de, mübalağa maksadıyla «Adi» denilir.
[28] Adalet: Doğruluk; haksızlık, ezâ, cefâ, zulüm ve sitemden beri, doğrulukla vasıflandırılmış ve güvenilir, yapılması lâzım olan şeyleri yapmaya mulâzim olmak ma'nâsına-dir. Adâlet'in zıddı, «Zulm» dur.
(Hukûk-u Islâmiyye ve Istılâhat-ı Fıkhİyyc Kâmûsu; Ö. Nasûhî Bilmen, c. 8, s. 206)
[29] Yed-i Adi: Münâzaalı şeyin saklanması ve İdaresi kendisine verilen kimse, demektir.
Diğer bir İfâde île, âdil sayılan kimsenin eli, nezdi, şahsı, demektir. Burada adl'den maksâd; adaletle vasıflandırılmış olsun, olmasın; rehin verenle, rehin alanın veya hâkimin güvenip, rehni yanma tevdi ve teslim ettiği âkil kimsedir.
[30] Bu konuda Mecelle'nİn 754. maddesinde şöyle denmiştir.
«Dcyn (borç) baki iken adi olan kimse, râhin ve mürtehİndeo blriulıı rızân olmadıkça, rehni diğerine veremez ve verirse İstirdada (seri verilmesini istemeye) selâhfyyeti vardır. Ve kabl-ei istirdâd (geri islemeden Önce) rehin telef olsa adi anın kıymetini zâroin olur (tazmin eder.)»
[31] Meceİle'nin 746. maddesinde de şöyle denmiştir:
«Râhinin (rehin verenin) rızâsı olmaksızın nıürtetıin (rehin ahin) rehni satııkda râhin muhayyer olup (yapıp yapmamada serbest olup) dilerse bey'i (satışı) fesh eyler (bozar), dilerse icazet ile (İzinte) tenfîz eyler (hükmünü geçerli kılar)»
[32] Elimizdeki Sadru'ş-Şerîa nüshasında; burada «müşteri» yerine «mürtehin» ya/tklığmı gördük. Bu, -her hâlde istinsah edenin (nüslıâ çıkaranın) halâsı olacaktır.
[33] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 3, Eser Nesriyat:445-448.
[34] Mevkuf: Bîr hüküm ifâde etmesi, meselâ; başkasına mülkiyeli mü fiti olması, başkasının izin ve icazetine muhtâc olan bir fiildir veya akiddir. Başkasının malını fuzûlî olarak satmak gibi ki, satış muamelesinin müşteriye mülk ifâde etmesi, sahibinin İcazetine bağii bulunur.
[35] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 3, Eser Nesriyat: 449-456.
[36] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 3, Eser Nesriyat: 457-460.
Kıymeti on dirhem eden koyunun, on dirheme rehn olması da şıranın rehn olması gibidir. İmdi rehn olan koyun boğazlamaksızm ölse, rehn alan kimse onun derisini debagat etse; defoâğattan sonra bir -dirheme müsâvî olsa, o deri bir dirheme rehn olur. Çünkü rehn, helâkla tekarrür eder. Şayet mahallin bir kısmı elverişli (sâlih) olursa, o miktara hükmü avdet eder- (geri döner). Satılan koyun teslim alınmazdan önce ölür ve debagat olunursa, bu, rehnin aksinedir. O zaman satış, sahîhan avdet etmez. Çünkü satış, teslim almazdan önce malın helak olmasiyle bozulur. Bozulan ise, geri dönmez. Ba'zıları; «Satış da, rehn gibi avdet eder.» demişlerdir.
Rehnin yavrusu, sütü, yünü ve meyvesi gibi üremesi, rehn koyan kimsenindir ve o nema (artan şey), ash ile beraber rehndir. Çünkü nema, asla tâbidir ve rehn lâzım olan haktır, nemaya geçer. Eğer o artan şey helak olursa, bir şeysiz helak olur. Çünkü tâbi olan şeyler için, asla karşılık olan şeyden pay yoktur. Çünkü maksûd olarak akde dâhil değildirler. Eğer, artan şey kalıp asi helak olursa, rehn koyan kimse onu hisseslyle rehinlikden kurtarır. Borç, relin olan nemanın rehinlikden kurtarıldığı günde-ki kıymeti üzere taksim edilir. Asi ise, rehnin teslim alındığı gündeki kıymeti üzere taksim edilir.
Çünkü rehn, teslim almakla garantilidir. Şayet vaktine kadar kalırsa, fazlalık rehni çözmekle maksûd olur. Tâbi olan şey, satılan şeyin yavrusu gibi maksûd ise, ona bir şey mukabil olur. Çünkü o yavru için teslim alınmazdan önce semenden hisse -yoktur. Şayet müşteri satılan şeyi teslim alsa ve o şey teslim almakla maksûd olsa, onun için semenden hisse olur.
Borçdan asla isabet eden şey düşer. Çünkü o, mak.sûd olduğu hâlde asla karşılık olur. Bu mes'elenin sureti şudur: Bir adam, bir adama; kıymeti 'bin dirheme eşit olan bir cariyeyi bin dirheme rehn koy-dukda, o cariyeden kıymeti bin dirheme eşit olan bir çocuk meydana gelse, 'borç, yansı câriye karşılığında ve 'yansı da çocuk karşılığında, câriye rehnin çözülmesine kadar kalmak partiyle, o câriye ile çocuk üzere taksim edilir. Hattâ câriye helak olup rehnin kurtarılması vaktine kadar çocuk kalsa; câriye, borçdan payına düşen yârımla helak olur. O da, beşyüz dirhemdir. Zikredilen şartla çocuk beşyüz dirheme kalır. Relin koyan kimse, o artanı payına düşen şeyle çözer.
Ziyâde, relinde sahilidir. Meselâ; kıymeti on akçalık bir giysiyi on akçaya rehn koydukdan sonra, rehn koyan kimse birinci ile beraber rehn olması için bir başka giysi daha eklese, sahih olur.
. Borçda ziyâde sahih değildir. Meselâ; rehn koyan kimse, rehn alana; «Senin yanında rehn olan köle bin akçatya rehn olmak üzzere, 'bana diğer bir beşyüz akça daha foorç ver.» der.
Fark şudur: Fakîhler arasında mukarrer olan asıl şudur ki; ak-din aslına katılması, ancak ziyâde ma'kûd'ün-aleyhde veya ma'kûd'ün-bihde olursa, tasavvur edilir. Borçda ziıyâde ise, bunlardan hiçbiri değildir. Borçda ziyâdenin ma'kûd'ün-aleyh olmadığı açıktır. Ma'kûd'ün-bih olmaması ise, rehnden önce sebebiyle bulunduğu içindir. Rehn, borcun aksinedir. Çünkü rehn, ma'kûd'ün-aleyhdir. Zîrâ o, rehn akdinden önce habsedilmiş olmaz ve akdin bitmesinden sonra da bakî kalmaz.
i Bir ikimse kıymeti bin dirheme eşit olan bir köleyi rehn etse ve O'nun yerine rehn olarak O'na müsavi bir. köle verse; birinci köle, râ-hinine geri verilinceye kadar, rehndir. Mürtehin, ikinci köleyi birinci kölenin yerine rehn kılıncaya kadar, ikinci kölede.emanetçidir, çünkü birinci köle, teslim almak (kabz) ve borç (deyn) ile mürtehinin garantisi altına girmiştir. İmdi kaibz ve borç bakî oldukça, köle garantiden çıkmaz. Ancak, teslim almanın (kazbin) bozulmasiyle çıkar. Birinci köle, nıürtehinhı garantisinde oldukça, ikinci köle garantiye girmez. Çünkü râhin ile mürtehhı, ikisinden birinin garantisine razı olmuşlardır. Birincisi ortadan kalkınca, ikincisi, mürtehinin garantisine girer.
Bundan sonra, denilmiştir ki: Mürtehinin kabzı yenilemesi şarttır. Çünkü mürtehinin eli, ikincisi üzere emânet eli (yed'i) dir. Râhi-nin eli, istifa ve ödeme elidir. İmdi emânet eli, vahinin elinin yerini tutmaz. Ba'zılan; «Kabzı yenilemek şart değildir.» demişlerdir. Çünkü rehn, hîbe gibi teberru'dur ve kendisi emânettir. Nitekim bilirsin ki, emânetin kabzı, teslim alınması yerine geçer.
Mürtehin, râhin i borcundan kurtaısa, ruhin de o ibrayı kabul etse veya mürtehin alacağını ralline hibe e*se, rehn de, sahibi tarafından men etmeksizin mürtehinin elinde helak olsa; o rehn istihsâna göre, meccânen helak olur. İmâm Züfer (Rh.A.), «Mürtehin, ralline relinin kıymetini öder.» demiştir. Kıyâs tla budur. Çünkü teslim almak (kabz) ödemek üzere vâki1 olmuştur. İmdi kabz bakî kaldıkça, o da bu vechîe kalır.
İstihsâlim vechi şudur: Rehnin ödenmesi, kabz ve borç (deyn) i'tibâriyledir. Çünkü o, istifa ödemesidir. Eli ise, ancak borç (deyn) i'tibâriyle tehakkuk eder. İbra ile, ikisinden biri ki borçtur bakî kalmaz. İki vasıflı bir illetle sabit olan hüküm, o vasıfların biri ortadan kalkmakla yok olur. Bundan dolayı rehni geri verirse, ödemek sakıt olur. Çünkü her ne kadar borç kalsa da, kabz yoktur. Keza; borçdan ibra ederse, ödeme sakıt olur. Zîrâ her ne kadar kabz bakî ise de, borç yoktur.
Şayet mürtehin alacağını tamâmiyle alsa veya râhînin yâhûd te-berruan veren birinin ödemesiyle bir kısmını alsa veya o deyn ile bir mal satın alsa veya borçtan dolayı bir mal üzerine sulh olsa veya râhin, mürtehini, başka birinde olan alacağına havale etmek suretiyle anlaşsa da mürtehinin elinde helak olsa, o rehn borç (deyn) ile helak olur. Çünkü borcun kendisi, istifa ve benzeri ile düşmez. Nitekim te-karrur etmiştir ki, borçlar emsali ile ödenirler, kendileri ile ödenmezler. Lâkin fayda olmadığı için, hakkı tam anîamiyle almak (istifa) imkânsızdır. Çünkü istifa, mislini mutâlebeyi izler.
Şayet rehn helak olsa, birinci istifa karar kılıp, ikinci istifa bozulur. Rallinin veyâ ıtıütetavvı'ın veyâ satın alımının veya sulhun ifâsı suretlerinde mürtehin teslim aldığı şeyi, edâ eden kimseye geri verir. Havale bâtıl olur ve rehn borçla helak olar. Çünkü havale, borcu düşürmez. Lâkin havale olunan kimsenin zimmeti, havale edenin
2immeti yerine geçer. Bundan dolayı, havale olunan kimse (muhtâ-lun-aleyh) müflîsen ölse, borç havale edenin zimmetine geri döner. Zikredilen suretlerde rehn, borç ile helak olduğu gibi, birbirlerini borç kalmadığına Jdâir tasdik ettikten sonra dahi helak olsa, yine borç ile helak olur. Çünkü rehn, borç İle mazmundur. Ya da, vücûdu tevehhüm edilirse, borcun clhetiyle mazmundur. Nitekim mev'ûd (va'dedilen) borçda Olduğu gibi. Cihet bakîdir. Çünkü borç olmadığına dâir birbirlerini tasdîk ettikten sonra, borç var, diye tasdik etmeleri ihtimâli de vardır, fora, bunun hilaf in a dır. Çünkü borç, ibra ile düşer. [36]
[1] Emânet: Lügat ta, emin olmak anlammaciir. istilânda; «Emin sayılan veya ittihâz edilen kimsenin yanında başkasına âid bulunan maldır.»
[2] Mecelle, madde- 773'd.e de şöyle ifâde edilmiştir.
«Sarahaten (açık olarak) yâhûd delâleten (işaretle) îcüb ve kabul İle Mâ (emânet olarak verme) mün'akid olur.»
[3] Meceile, madde, 777'de, «Vedîa, yed-i miistevda'du (emânet bırakılan kimsenin yanında) emânettir...» şeklinde İfâde edilmiştir.
[4] Mecelle, madde, 780'de şöyle ifâde edilmiştir'.
«Müstevda' (emânet bırakılan kimse), vediayı kendi malı gibi bizzat hıfz eder jâ-hûd emini olan kimseye hıfz ettirir.,,»»
[5] Mecelle, madde, 787'de şöyle ifâde eüilmişiİr:
«Müstevda'nuı teaddî veya taksiri hâlinde vedîa telef vejâhûd kıymetinde noksan târi olsa (ansızın ortaya çıksa) zamktı (iazminat) lâ.zim gelir.»
[6] Mecelle, madde, 788'de de şöyle ifâde edilmiştir:
«Vediayı sahibinin izni olmaksızın diğer mal ile yekdiğerinden tefrik (ayırma) olunamayacak sûretde karıştırmak teaddîdir (tecâvüz ve hatâdır).
[7] Mecelle; madde, 789 hükmü de böyledir.
[8] Mecelle; madde, 789
[9] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 3, Eser Nesriyat: 422-430.
[10] Mecelle, madde: 7O6'da şöyle ifâde edilmiştir:
«Kâhin (rehin veren) ve mürtehinin (rehin ahımıı) îcâlı a kabiitti ile relin miin'akid olur. Fakat, kabz (almak) bulıınuıudıkç.), lamâın ve lâ/tm ulma/,. UinâıîM aleyh rfihİn, kabl-et teslim (teslim etmeden önce) rchiıulcıt riikû' edebi t ir.
[11] Râhin: Rehin veren, hakîkaten veya hükmen borçlu olup, rehin veren kimsedir.
[12] Mürtehin: Hak sahibi sıfatıyle rehin alan kimsedir. Bir şey karşılığında rehin olarak alıkonulan şeye de, (mürtehen) denir.
[13] Tahliye: Boşalmak, halâs etmek, bir şeyi kabz etmek için imkân vermek, yâni; kabza mâni1 olan şeyleri ortadan kaldırmakla, kabzı mümkün olacak bir durumda bulundurmaktır.
[14] Bakara »üresi; âyet: 283
[15] Nisa sûresi; âyet: 29
[16] Zemân (ma2mûn): Zemâıı, başkasının üzerindeki vâcib hır hakki iltizâm etmek, bir $e-.yin misliyyâttan ise, mislini ve kıyemiyâttan ise, kıymetini vermek, ödemektir. O jeyc âe (mannûn) denir.
[17] Metal, (mümâtele): Borcu, borcun va'desini bugün, yarın diye uzatıp durmaktır. Sahibine de «Mümâtil» denir.
[18] Mecelle, madde, 750'de şöyle ifâde edilmiştir:
«Râhinin izni olmadıkça mürtehin rehinden intifa' edemez (faydalanamaz).» Amma râhinin izin ve ibâhasıyia (serbest ve helâl kilmasıyla) mürtehin rehni kullanır ve meyve ve süt gibi hâsılatını alır ve bunların mukabilinde deymlen bir şey sakıt olmaz (düşme?).
[19] Mecelle, madde: 722'de şöyle İfâde edilmiştir:
«RehnJ, mürtehin bizzat hıfz eder yâhûd ıjâli ya şeriki vejâlıûd hİznutçisİ S'bi emini olan kimseye hıfz ettirir.»
[20] Mecelle, madde: 732'de şöyle ifâde edilmiştir:
«Yer kirası ve bekçi ücreti gibi rehnin .muhafazası için olan masraf mürtehine âiddir.»
[21] Mecelle'nin 724. maddesi de ayıtı mealdedir.
[22] Mecelle'nin 725. maddesi şöyledir:
«Râhİn veya miirtehinden birisi, dikerine âid oİan masrafı hoıt lıe - hot) (kendi ha-5ina) ifâ etse, teberru1 (bağış) dur, sonra mütâlebc edemez <lı;ıfckmı Meyemez).»
[23] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 3, Eser Nesriyat: 431-437.
[24] Alış verişte akıl tamâm olduğu hâlde parayı miişiLTİye geri vermeye «Zemân ud-Derek» denir.
[25] Adi : Adaletli, gihcnilir kinime, yccl-i nnîn.
[26] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 3, Eser Nesriyat:438-444.
[27] Adi: Doğruluk, istikâmet, eşitlik ma'nâsıuadır.
Adaletle vasıflanan kişiye de, mübalağa maksadıyla «Adi» denilir.
[28] Adalet: Doğruluk; haksızlık, ezâ, cefâ, zulüm ve sitemden beri, doğrulukla vasıflandırılmış ve güvenilir, yapılması lâzım olan şeyleri yapmaya mulâzim olmak ma'nâsına-dir. Adâlet'in zıddı, «Zulm» dur.
(Hukûk-u Islâmiyye ve Istılâhat-ı Fıkhİyyc Kâmûsu; Ö. Nasûhî Bilmen, c. 8, s. 206)
[29] Yed-i Adi: Münâzaalı şeyin saklanması ve İdaresi kendisine verilen kimse, demektir.
Diğer bir İfâde île, âdil sayılan kimsenin eli, nezdi, şahsı, demektir. Burada adl'den maksâd; adaletle vasıflandırılmış olsun, olmasın; rehin verenle, rehin alanın veya hâkimin güvenip, rehni yanma tevdi ve teslim ettiği âkil kimsedir.
[30] Bu konuda Mecelle'nİn 754. maddesinde şöyle denmiştir.
«Dcyn (borç) baki iken adi olan kimse, râhin ve mürtehİndeo blriulıı rızân olmadıkça, rehni diğerine veremez ve verirse İstirdada (seri verilmesini istemeye) selâhfyyeti vardır. Ve kabl-ei istirdâd (geri islemeden Önce) rehin telef olsa adi anın kıymetini zâroin olur (tazmin eder.)»
[31] Meceİle'nin 746. maddesinde de şöyle denmiştir:
«Râhinin (rehin verenin) rızâsı olmaksızın nıürtetıin (rehin ahin) rehni satııkda râhin muhayyer olup (yapıp yapmamada serbest olup) dilerse bey'i (satışı) fesh eyler (bozar), dilerse icazet ile (İzinte) tenfîz eyler (hükmünü geçerli kılar)»
[32] Elimizdeki Sadru'ş-Şerîa nüshasında; burada «müşteri» yerine «mürtehin» ya/tklığmı gördük. Bu, -her hâlde istinsah edenin (nüslıâ çıkaranın) halâsı olacaktır.
[33] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 3, Eser Nesriyat:445-448.
[34] Mevkuf: Bîr hüküm ifâde etmesi, meselâ; başkasına mülkiyeli mü fiti olması, başkasının izin ve icazetine muhtâc olan bir fiildir veya akiddir. Başkasının malını fuzûlî olarak satmak gibi ki, satış muamelesinin müşteriye mülk ifâde etmesi, sahibinin İcazetine bağii bulunur.
[35] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 3, Eser Nesriyat: 449-456.
[36] Molla Husrev, Büyük İslam Fıkhı 3, Eser Nesriyat: 457-460.
Konular
- Kendisinde Şuf'a Olan Veya Olmayan Şey Babı
- Hibe Bölümü
- Hîbe'den Dönmek Babı
- Şarta Bağlı Hibe Hakkında Bir Fasıl
- Kira Bölümü
- Fâsid Kiralama Babı
- Kiralamaya Dâir Bir Bâb
- Kiralamanın Fesh Edilmesi Babı
- Çeşitli Mes'eleler
- Ariyet (Ödünç) Bölümü
- Vedia (Emânet) Bölümü
- Rehn Bölümü
- Rehn Olabilen Ve Rehn Edilmesi Sahih Olan Veya Olmayan Şeyler Babı
- Güvenilir (Adl) Kimsenin Yanına Konan Rehn Babı
- Rehn'de Tasarruf Ve Suç Babı
- Rehn Edilen Şeyler Hakkında Bir Fasıl
- Gasb Bölümü
- Gasb Edilen Şeyler Hakkında Bir Fasil
- İkrah (Zorlama) Bölümü
- Hacr (Tasarruftan Alıkoymak) Bölümü
- Oğlan Ve Kız Çocuğun Bulûğa Erişmesi Hakkında Bir Fasıl
- Me'zûn (Tasarruf Etmesine İzin Verilen Kimse) Bölümü
- Vekâlet Bölümü
- Aliş - Verişe Vekâlet Babı
- Alıp-Satmaya Vekil Olan Kimse Hakkında Bir Fasıl
- Husûmete (Da'vâya Çıkmaya) Ve Kabza (Teslîm Almaya) Vekâlet Bâbî
- Vekilin Azli Babı
- Kefalet Bölümü
- Kefalet Hakkinda Bir Fasıl
- Havale Bölümü