Kiralamaya Dâir Bir Bâb
Ücretli işçi (ecîr) iki çeşittir. Birincisi, ecir-i müşterektir. İkincisi de, ecîr-i hâsdır. [66] Ecîr-i hâssın açıklaması gelecektir.
Birincisi, yâni ecîr-i müşterek; terzi ve benzeri gibi sâdece bir kişiye çalışmayan, ya da bir kimse için iş yapıp muvakkat olmayan amel ile iş yapan işçidir. Çünkü müste'cir, bir adamı yalnız terzilik veya kendi evinde ekmek yaptırmak için; bir gün veya iki gün kaydı olmaksızın kira ile tutsa, her ne kadar başkasına iş yapmasa da, ortak ücretli işçi (ecîr-i müşterek) olur. Ya da bilâ tahsis muvakkat amel ile iş yapan kimse de ecîr-i müşterek olur. Yâni bir kimse, bir adamı, ' bir ay, koyununu gütmek için bir dirheme kira ile tutsa, o adam ecîr-i müşterektir. Ancak «Başkasının koyununu gütme!» derse, ,bu takdirde bir kişinin ücretli işçisi (ecîri) olur. Bunun tahkiki gelecektir.
Boyacı ve benzeri gibi bu ecîr-i müşterek, ücrete ancak ameli ile müstehık olur. Çünkü kiraya verme (icâre), muâveze akdidir. Şu hâlde, iki ivazın arasında eşitlik gerektirir. Ma'kûd'ün-aleyh ki ameldir kira ile tutan -kimse için salim olmadıkça, ücretli işçi (ecir) için de ivaz ki ücrettir salim olmaz.
Ortak işçi (ecîr-i müşterek), elinde helak ojan şeyi ödemez. Gerek çalınmak gibi kaçınılması mümkün olan sebeble helak olsun veya gâ-îib gelen yangın ve yağma gibi kaçınılması mümkün olmayan şeyle helak olsun müsavidir. Çünkü ayn, onun yanında emânettir. Zîrâ ecîr-i müşterek, onu menfaat için mâlikin izniyle teslim almıştır. O da, aynda mâlik.için ameli ikâme etmektir. Bu durumda emânet konulan kimse ve ecîr-i hâss gibi, ecîr-i müşterek de Ödemez. Velevki, ödemesi şart kılınmış olsun. Çünkü bu şart, akdin gerektirmediği bir şarttır, hem bunda iki âkidin birisi için yarar vardır. Kaçınılması mümkün olmayan şeyde, zararı ödememesi hakkında icmâ vardır. Kaçınmak mümkün olan şeyde ise ödememesinde ihtilâf vardır. İmâmeyn' (Rh, Aleyhimâ) e göre, zararı ödeme şartı'caizdir. Çünkü İmâmeyn' (Rh. Aleyhimâ) e göre, akd bu şartı iktizâ eder. İmâm A'zam' (Rh.A.) a göre, şart bozulur. Nitekim sebebi daha Önce zikredildi.
Sonraki fakîhler, ecîr-i müşterek için, zararın yarısını ödemek üzere sulh yapmakla İetvâ verdiler. Çünkü Sahabe (R. Anhüm) bu konuda ihtilâf etmişi erdi it. İmâdiyye'de de böyle denmiştir.
Belki, yırtma gibi kendi ameli ile helak olan şeyde zararı Öder. Yâni çamaşırcının, çamaşırı dövmesinden veya çitilemesinden meydana gelen yırtılma ve hummalın düşürmesi gibi. Çünkü hammalın düşürmesiyle meydana gelen telef, yürümekde ihtiyatı terk etmesindendir. Ya da, yük bağlanan ipin kopması gibi. Çünkü bununla meydana gelen telef, yükü muhkem bağlamadığı içindir. Çekmesinden dolayı geminin batması hâlinde vuku' bulan zararı öder. Ancak gemiyi çekmesiyle boğulan insanın diyetini ödemez. Ya da, hayvandan düşüp helak olanı her ne kadar kendi şevki veya yedmesi ile olsa da öde-
-mez. Çünkü insandaki zararın ödenmesi, akd ile vâcib olmaz. Belki suç (cinayet) ile vâcifo olur. Suç ile vâcib olan şey akraba üzerine vâcib olur. Akraba ise akdlerin zararını ödemeyi yüklenmez. Bu ise, suç değildir. Çünkü ecîr-i müşterek onda me'zûndur.
Ya da, mu'tâdi aşmayan hac âmel t en [67] veya damar yarmakdan öjse, ödemek vâcib değildir. Keza, binek hayvanında dahî hüküm zikredilen gibidir. Yâni hayvan, mu'tâdı aşmayan damar yarılmasından ve benzerinden ölse, yine zararı ödemez. Çünkü damar yaran kimse, onu akd İle iltizâm etmiştir. İmdi, damar yarıp kan almak onun üzerine vâcibdir. Vâcible, zararı ödemek bir arada bulunamaz. Nitekim kâdi, bir kimseye hadd vursa veya ta'zîr ettikde, dövülen kimse o vurma ile Ölse, zararı Ödemek lâzım gelmediği gibi. Ancak ondan kaçın mak mümkün olursa, zararı öder. Çamaşırcının giyeceği çitileyip dövmesi ve benzeri gibi. Çünkü giyeceğin inceliği ve kuvvetiyle çamaşırcının çitileyip dövmesine dayanacağı ictihâd ile bilinir. Şu hâlde, çamaşırcının işini selâmet ile takyîd etmek mümkün olur. Damar yarinak ve benzeri, bunun aksinedir. Çünkü damar yarmak tabiatın kuvveti ve za'fına dayanır. Halbuki tabiatın kuvveti ve za'fı binefsihî bilinmez. Yaralamaya.dayanamıyacağı da bilinmez. Şu hâlde damar yarmanın selâmet ile takyidi mümkün olmaz ve nazar-ı i'tibâra alınmaz. Meğer ki, mu'tâdı aşmış olsun. Bu takdirde; eğer ölmezse mu'taddan fazlanın hepsini öder, ölürse, nefsin diyetinin yansını öder. Çünkü nefs, damar yarıcının izin verilen ve verilmeyen bir fiiliyle helak olmuştur. Şu hâlde, hesâbınca zararı öder. O da, yarımdır. Hattâ, sünnetçi haşefeyi [68] kesse ve kesilen yer (maktu1) iyileşip kurtulursa, sünnetçinin üzerine tam diyet vâcib olur. Çünkü ziyâde, haşefedir. Haşefe ise, tam bir uzuvdur. Şu hâlde sünnetçi üzere, tam diyet vâcib olur. Eğer ölüvse, sünnetçi üzerine yarım diyet vâcib olur. Bu mes'-ele tuhaf şeylerdendir. Şöyle ki, iyileşmekle daha fazlasını, heîâk ile daha azını vermek vâcib oîuryor. Bunu, Zeylaî (Rh.A.) zikretmiştir.
Eğer küp yolda kırılırsa, hanımal yüklendiği yerde olan kıymetini, ücretsiz öder. Ya da, kırdığı yerde ücretinin hissesiyle öder. Ödemenin lâzım gelmesinin sebebi, o küpün kırılması hummalın fiiliyle telef olmasıdır, çünkü akd altında dâhil olan, selîm (kusursuz) ameldir. Müfsid amel dâhil' değildir. Muhayyer olmasına gelince; çünkü küp yolda kırılıp, yük bir şeyden ibaret olsa, bu yönden ibtidâen tecâvüz vâki' olduğu anlaşılır. Bunun bir vechi daha vardır ki, o da şudur. Yükün evvelâ kaldırılması mâlikin emriyle hâsıl olmuştur ve tecâvüz değildir. Tecâvüz, ancak kırıldığı vakitte olmuştur. Öyleyse, dilediği yöne meyi eder. Eğer müteaddî olmasına meyi ederse, başlangıçtaki kıymetini öder ve taşıma ücreti verilmesi gerekmezi Çünkü, hammalm başlangıçtan müteaddî olduğu anlaşılmıştır. Eğer başlangıçta onda me'zûn olmasına ve hanıma 1 m kırdığı zaman mütecaviz olduğuna meylederse; bu takdirde, kırıldığı yerdeki kıymetini öder ve taşıma ücretini hesâbınca verir.
Ücretli işçinin (ecîrin) ikinci çeşidi, ecîr-î hâssdır. Buna, ecîr-i hâsş (ücretli özel işçi) denildiği gibi, ecîr-i vah id (bir kimsenin ücretli özeî işçisi) de denilir. Bu işçi, hassaten bir kimse için geçici bir İş yapan kimsedir. Bu kaydların faydalarını daha önce açıklamalarda öğrenmiştin.
Ecir-i hâss, kendisini icâre akdinin müddetinde teslim etmekle her ne kadar iş görmese de ücrete müstehık olur. [69] Meselâ bir şahsın hizmeti veya davarını gütmek için ücretli tuttuğu işçisi (eciri) böyledir. O işçinin, başkası için çalışma hakkı yoktur. Çünkü onun menfaatleri, o kişinin hakkı olmuştur. Ücret de menfaatlere karşılık-dır. Şu hâlde hastalık, yağmur ve bunların benzerleri gibi; iş yapmasını önleyen bir engel bulunmadıkça, ücrete müsteluk olur. Çünkü bunlar, iş yapmaya engeldir.
Ma'lûm olsun ki, hizmet etmek veya davar gütmek için tutulan işçi (ecîr), ancak başkasına hizmet etmemesi ve başkasının davarını gütmemesi .şart kılmırsa, ecîr-i hâss olur. Ya da, müddeti Önce zikretmekle meselâ, bir çobanı bir ay belli koyunları gütmek için ma'lûm ücretle kiralamak gibi -bu takdirde, çoban ilk sözle ecîr-i hâss olur. Ben derim ki, bunun sırrı şudur: Kira ile tutulan kimse, sözünün başlangıcında sözünü müddet üzerine söylemiştir. İmdi o müddette menfaatleri de kira ile tutan kimseye âiddirv İmdi, menfaatlerin başkasına âid olması da imkânsızdır. Müste'cirin ondan sonra «Davar gütmek için» demekle yaptığı akd, amel üzerine yapmış olmaya ihtimallidir. Bu takdirde, ecîr-i müşterek olur. Çünkü ecîr-i müşterek, akdi amel üzere vâki' olan kimsedir. Yine tou, ma'lûm müddette ecîr-i hâss üzere vâcib olan işin çeşidini açıklamaya da ihtimallidir. Çünkü müddet üzere kiraya vermek, ecîr-i hâssda, işin çeşidini beyân etmedikçe sa-hîh değildir. Beyân; «Ben," seni bir ay hizmet veya hasâd için kiraladım.» demekle olur. İmdi birinci sözün hükmü, ihtimâl ile değişmiş olmaz ve «Başkasının davarım, benim davarım ile berâiber gütmek üzere» diyerek aksini belirtmedikçe, o işçi ecîr-i 'hâss olarak kalır. Bu, açıktır. .
Yâhûd, müddeti ertelemekle ecîr-i hâss olmaz. «Belli davarı, şu kadar ma'lûm ücretle gütmek üzere, bir ay.» deyip, işçiyi kira ile tutsa, bu takdirde ilk sözüyle ecîr-i müşterek olur. Çünkü akd, sözün başlangıcında iş üzere vâki olmuştur. Kira ile tutan kimsenin, sözün sonunda «Bir ay» demesi, akdi müddete vermeye ihtimallidir. Bu takdirde, ecîr-i hâss olur. Yine üzerine akd vâki' olan işin takdîri için ma'nâsına da ihtimallidir. Binâenaleyh müste'cir ilk sözünün, aksini açıklamadıkça, ihtimâlle sözünün evveli değişmez.
Eeîr-i hâss, elinde veya ameliyle helak olan şeyi ödemez. [70] Elinde helak olanı ödememesi, ayn elinde bil'icmâ' emânet olduğu içindir. İmâm A'zam1 (Rh.Â.) a göre, emânet olması açıktır. İmâmeyn' (Rh. Aleyhimâ) e.göre, emânet olduğuna gelince; çünkü onlara göre, ecîr-î müştereke Ödetmek, insanların mallarını korumak için bir nev'î istinsândır. Çünkü ecir-i müşterek halkın çoğundan, işleri, çok ücrete tamah ederek kabul eder. Halbuki, onları yapmaktan âciz olup, onun yanında uzun zaman kalır. Şayet kaçınılması mümkün olan şey ile helak olursa, korunmasında gevşeklik gösterilmesin diye, zararı ödemesi vâcib olur. Bir kişiye çalışan ücretli işçi {eeîr-i vâhid) ise, işleri üstüne almaz. İmâmeyn (Rh. Aleyhi mâ); «Onda kıyâsla amel etmişlerdir.» demişlerdir. Ameliyle helak olanda zararı Ödememesi; menfaatler müste'cirin mülkü olduğu içindir. Şayet ücretle çalışan işçiye (ecîre), «Menfaatleri, mülküne sarf eyle!» diye emr verse, sahîh olur ve ücretli işçi (ecîr), müste'cirin yerini tutar. Bu durumda ücretli işçinin fiili, müste'cire nakledilir. Sanki müste'cir, kendisi amel etmiş gibi olur.
Musannif, bu mes'ele üzerine şu tetıî'i yapmıştır: Zayi' olan küçük çocuğun sütanası zararı ödemez. Sütananın elinde olan küçük çocuk veya küçük çocuğun üzerinde olan süs eşyası çalınsa ödemez. Çünkü sütana bir kişinin ücretli işçisidir.
İşin terdîdi ile ücretin terdîdi [71] sahilidir. Meselâ; «Eğer, şu giyeceği Fârisî dikersen bir dirhem; Rûmî dikersen, iki dirhem ücret veririm.» demek gibi.
Keza, işin zamanının terdîdi ile ücretin terdîdi de sahilidir. Meselâ; «Eğer, şu giyeceği bugün dikersen, bir dirhem; yarınki gün dikersen, yarım dirhem veririm.» demek gibi, İşin yerinin terdîdi ile ücretin terdîdi de sahilidir. Meselâ; «Eğer, şu evde oturursan,' bir dirhem; bu evde oturursan, iki dirhem alırım.» demek gibi. Yine, âmilin terdîdi İle ücretin terdîdi de sahîhdir. Meselâ; «Eğer, bu evde attâr olarak oturursan, bir dirheme; demirci olarak oturursan, iki dirheme kiraya vterdim.» demek gibi. Mesafenin terdîdi ile ücretin terdîdi de sahîh-dir. Meselâ; «Eğer, Kûfe'ye gidersen, bir dirhem; Vâsıt'a gidersen, iki dirhiem veririm.» demek gibi. Yine, yükün terdîdi ile ücretin terdîdi de sahîhdir. «Eğer, şu hayvana arpa yükletirsen, bir dirhem; buğday yükletirsen, iki dirhem ücret veririm.» demek gibi.
Keza, kiraya veren kimse, ıııüste'ciri üç şey arasında muhayyer kılsa, sahîh olur. Eğer dört şey arasında muhayyer kılarsa, caiz değildir. Nitekim, satışda caiz olmadığı gibi. İllet, haceti gidermektir. Lâkin satışda, ta'yîn muhayyerliğinin şart kılınması vâcibdir. Kiraya vermek (icâre) de, vâcib değildir. Çünkü ücret, ancak amelle vâcib olur. Şayet amel bulunursa, ma'kûd'ün-aleyh ma'lûm olur, satışda «emen akdin kendisiyle vâcib olur ve bilinmemek tahakkuk eder. Öyle ki: Çekişme (niza'), ancak onun için muhayyerliği isbât etmekle ortadan kalkar. Müste'cirin, ikisinde de müteıeddid olduğu iki işten gerek az ve gerekse çok olsun mevcûd olanın ücreti vâeib olur, Lâkin ter-dîd zamanda olursa meselâ; «Bugün, bu giyeceği dikersen, bir akça; yarın dikersen, yarım akça ücret veririm.» demek gibi iş, eğer tereddüd olunan iki günün birinci gününde bulunursa, belirtilen ücret vâcib olur. Eğer iş tereddüd olunan iki günün, ikinci gününde bulunursa, müsemınâ üzerine ziyâde edilmemek şartıyla, ecr-i misi vâcib olur.
İmâmeyn* (Bh. Aleyhinıâ) e göre, iki şart caizdir. İmâm Züfer' (Rh.A.) e göre, şartın ikisi de fâsiddir. Çünkü bugünü zikretmek, ta'-cîl içindir. Yarınki günü zikretmek, tereddüd (tevsi') içindir. Bu durumda, her günde iki tesmiye bir araya gelir. Vâcib olan ise, ikisinden biridir. O ise, bilinmemektedir. Nitekim^ «Eğer bugün, bu giyeceği dikersen, bir dirhem veya yarını dirhem ücret veririm.)) dese, fâsid olduğu gibi.
îmâmeyn' (Rh. Aleyhimâ) in delili şudur: Ta'cîl ile tevsî'den her biri maksûddur. îmdi iki nev'în ayrılığı gibi olur. Rûmiyye ile Fârisiy-ye dikmek gibi.
imâm A'zam* (Rh.A.) in delili şudur: Yarına muüâf olan akd, birinci günde sabit değildir. Binâenaleyh, bir günde iki tesmiye bir araya gelmez. Şu hâlde, birinci günde ücret mechûl olmaz. Bugüne muzâf olan akd, yarına kalır ve yarında iki tesmiye bir araya gelir. Biri, bir dirhem ve diğeri yarım dirhemdir. Şu hâlde, ücret meçhuldür. Bu ise, akdin cevazına mânidir. Öyleyse, ecr-i misi vâcib olur.
Müste'cir, kira ile tuttuğu hanede fırın veya ocak bina etse ve komşularından ba'zısmın evleri veya hâne yansa, o müste'cirin mutlak surette, yâni; gerek ev sahibinin izniyle, gerekse izinsiz blnâ etsin, zararı ödemesi lâzım gelmez. Çünkü bu, evin geri kalan kısmının hey'etini değiştirip eksiltmemek suretiyle evin zahiri ile yararlanmaktır.
Ancak, bina ettiği fırın veya ocak insanların yaptıkları gibi olmazsa; fırını yapmakda ihtiyatı terk d en, ateşi fırında ve ocakda insanların yaktıkları gibi yakmayıp fazla yakmakdan dolayı, meydana gelen zararı öder, îmâdiyye'de de böyle denmiştir.
Bir kimse, bir eşek kiralayıp, eşek yolda kaybolsa, müste'cir eşeği aradıkdan sonra bulamayacağım bilirse, zaran ödemez.
Keza, çobanın güttüğü davarın sürüsünden bir koyun kaçıp, çoban o koyunu sürüye katmak için uğraştığı takdirde; geri kalanlarının da 2âyi* olmasından korkarsa, o koyunu ödemez. Hâniyye'de de böyle denmiştir.
Bİr kimse şartsız, hizmet için isti'câr ettiği kiralanmış köle ile beraber yolculuk edemez. Çünkü yolculuk hizmetinde güçlük fazladır. Mutlak hizmet için yapılan akd, buna şâmil değildir.
Müste'cir, mahcur köleye işi için verdiği ücreti geri alamaz. Yâni bir kimse, mahcur ibir köleyi bir ay kiralayıp, ücreti verse; müste'cirin, köleden ücreti alması caiz değildir. Zira, işi bitirdikden sonra bu icâre istihsânen sahîhdir. Çünkü icârenin fâsid olması, efendinin hakkına riâyet içindir. İşi bitirdikden sonra, efendinin hakkına riâyet sıhhattedir ve ücretin efendi için vâcib olmasındadır.
Gasbettîği kölenin gelirini yiyen kimse, köle kendini kiraya verdiği takdirde ödemez. Yâni bir adam, bir köle gasbetse; gasb olunan köle, kendisini kiraya verip işi bitirse, icâre sahîh olur. Çünkü efendinin hakkında, kiralama faydalı olur. İmdi köle, ücreti aldıkdan sonra, gâsıb ücreti ondan alıp yese, İmâm A'zam' (Rh.A.) a göre, Ödemez, îmâmeyn (Rh. Aleyhimâ), «Öder.» demişlerdir. Çünkü gâsıb, te'vîîsiz başkasının malını telef etmiştir. Zîrâ ücret, efendinin malıdır.
İmâm A'zam' (Rh.A.) in delili şudur: Gâsıb, itlaf eden hakkında kıymeti hâiz olmayan bir mah telef etmiştir. Şu hâlde, hırsızın çalmış olduğu nisab miktarı malı, eli kesikükden sonra ödemediği gibi, ödemez. Nitekim gâsıb, köleyi kiraya verip ücreti alsa ve itlaf etse,-ödemez. Çünkü ücret, gâsıb içindir. Kölenin ücreti alması sahîhdir. Yâni, kendisini kiraya yermekten hâsıl olan ücreti alması, ittifakla sahîhdir. Çünkü fou, hâlis menfaattir. Hibeyi kabul etmesi gibi, köle ona me'zûn (izinli) dur. Bunun faydası; müste'cirin, ücretin uhdesinden çıkması hakkında zahir olur. Çünkü uhdeden çıkması, köleye ücreti vermekle meydana gelir. O ücreti, eğer duruyorsa, kölenin efendisi alır. Çünkü, malının ayn'ını bulmuştur. Kıymetin bâtıl olmasından, mülkünün bâtıl olması lâzım gelmez. Nitekim hırsızın elini kes-dikden sonra, çalma nisabında olduğu gibi. Çünkü çalma nisabı mü-tekavvim değildir ama, mâlikin mülküdür. Bir kimse, bir.köleyi iki aya kira ile tutup; bir ay dört dirheme ve bir ay beş dirheme akd etse, tertîb üzere kiralama sahîh olur. Çünkü, evvelâ zikredilen ay, cevaz aramak için akdi ta'kîfo edene munsarıf olur (verilir). İkinci ay, bizzarûre birinci ay'ı ta'kîb eden ay'a munsarıf olur.
Eğer kölenin kaçmasında vtyâ hastalığında ve değirmen suyunun akmasında, mucir ile müste'cir ihtilâf ederlerse, hâl hakem kılınır. Yâni bir kimse, bir köleyi, bir ayda bir dirheme kira ile tutsa; köle o bir dirhemi ayın başlangıcında alsa, ondan sonra ayın sonu geldikde kaçsa veya hasta olsa; kiraya verenle alan ihtilâf edip alan; «Köle, müddetin başlangıcında hasta oldu veya kaçtı.» dese, kiraya veren kimse de; cMüddetin sonunda hasta oldu veya kaçtı.» dese hâl hakem kılınır. Eğer köle, o anda hasta veya kaçak ise, müddetin başından beri hasta olduğuna veya kaçtığına hükmedilir ve ücret vâcib olmaz. Eğer köle kaçak ve hasta olmayıp, o anda sıhhatte ve mevcûd olursa, müddetin başlangıcında dahî o hâlde olması üzere hükmedilir ve ücret vâcib olur.
Değirmenin suyunun akmasında da ihtilâf böyledir. Göıulekdc ve kaftanda, sarılıkda ve kirmızıhkda, söz giyecek sahibinindir. Yâni giyeceğin sahibi, terziye; «Ben, sana giyeceğimi kaftan dik diye emrettim, sen gömlek dikmişsin!» veya boyacıya; «Ben, sana giyeceğimi kırmızıya boya, dedim. Sen, sarıya boyamışsın!» der de, terzi veya boyacı; «Senin emrettiğin, benim yaptığımdır!» derse, iki surette de söz yeminiyle giyecek sahibinindir. Çünkü izin, giyecek sahibi tarafından çıkar. İmdi söz; izni olan şeyde, onun sözüdür. İkisinin de şâhidleri olmasa, birinci surette giyecek sahibine yenim verilip muhayyer kılınır. Dilerse ma'mûl olmadığı hâlde giyeceğin kıymetini ödetir ve terziye ücret verilmesi lâzım gelmez. Dilerse, o giyeceği alıp terzinin ecr-i mislini verir. Ecr-I misi, nıüsemmâyı aşmaz. Çünkü terzi, kesmekde ve dikmekde giyecek sahibinin emrine uymuştur. Lâkin sıfatta, ona muhalefet etmiştir. İmdi hangi sureti dilerse, onu seçer. İkinci surette de muhayyerdir. Dilerse, giyeceğin beyazlığı hâlinde olan kıymetini ödetir. Dilerse, giyeceği alıp, boyacının ecr-i mislini verir. -Ecr-i misi, zikredilen gibi müsemmâyı aşmaz.
Yine, ücrette ve ücretin yokluğunda söz giyeceğin sahibinindir. Yâni, mucir ile müste'cir, ücret ve onun yokluğunda ihtilâf etseler, giyecek sahibi yeminiyle tasdik edilir. «Sen, bu giyeceği benim için bedava yaptın!»; yapan da; «Hayır, ücreti ile yaptım!» dese," tasdik edilmez. Çünkü giyecek sahibi, akdi ve ücretin vâcib olmasını ve terzinin amelinin kıymeti hâiz olmasını inkâr etmektedir. [72]
Konular
- Ribâ (Fâîz) Babı
- İstihkak Babı
- Selem Babı (Peşîn Para İle Veresiye Mal Almak)
- İstisna' :
- Çeşitli Mes'eleler
- Fâsid Şart İle Bâtıl Olan Ve Şarta Bağlanması Sahîh Olmayan Şeyler :
- Sarf (Sarraflık) Bâbı
- Alım Satım Bölümüne Ek
- Şufa Bölümü
- Kendisinde Şuf'a Olan Veya Olmayan Şey Babı
- Hibe Bölümü
- Hîbe'den Dönmek Babı
- Şarta Bağlı Hibe Hakkında Bir Fasıl
- Kira Bölümü
- Fâsid Kiralama Babı
- Kiralamaya Dâir Bir Bâb
- Kiralamanın Fesh Edilmesi Babı
- Çeşitli Mes'eleler
- Ariyet (Ödünç) Bölümü
- Vedia (Emânet) Bölümü
- Rehn Bölümü
- Rehn Olabilen Ve Rehn Edilmesi Sahih Olan Veya Olmayan Şeyler Babı
- Güvenilir (Adl) Kimsenin Yanına Konan Rehn Babı
- Rehn'de Tasarruf Ve Suç Babı
- Rehn Edilen Şeyler Hakkında Bir Fasıl
- Gasb Bölümü
- Gasb Edilen Şeyler Hakkında Bir Fasil
- İkrah (Zorlama) Bölümü
- Hacr (Tasarruftan Alıkoymak) Bölümü
- Oğlan Ve Kız Çocuğun Bulûğa Erişmesi Hakkında Bir Fasıl