Hasım  Olan  Ve  Olmayan  Kimseler Hakkında  Bir  Fasıl

Da'vâh, bu şeyi bana Zeyd emânet bıraktı, veya kiraya verdi yâhûd rehn verdi veya ariyet verdi yâhûd benden gasb etti, deyip üzerine bey-yine getirse; zi'I-yed'den da'vâcının husûmeti savulur. Yânî bir adam, birinin elinde olan köleyi, «Benimdir!» diye iddia ettikde, zi'l-yed; «O köle, gâib olan fülân kimsenindir, bana emânet bıraktı.» dese, veya yukarıda zikredilenlerden birini söylese ve da'vâlı o minval üzere bey-yine getirse veya da'vâcmm; «Bu köle fülânındır.» diye ikrar eyledi­ğine dâir beyyine getirse, da'vâcının husûmeti ondan savulmuş olur. Çünkü zi'l-yed; o kölenin kendisine fülân yönünden ulaştığını beyyine ile isbât etmektedir. Onun eli, yed-i husûmet değildir.

îbn-i Şubrime (Rh.A.) demiştir ki; da'vâlı, beyyine getirmekle hu­sûmetten çıkmaz. Çünkü zi'l-yed olması i'tibâriyle hasımdır. İmdi, ken­disinden husûmeti savmakla münâkız olmuştur.

İbn-i Ebî Leylâ (Rh.A.) da demiştir ki; zi'l-yed, husûmetten bey-yinesiz sâdece sözüyle çıkmış olur. Çünkü, kendisi üzerine ikrar eyle­diği şeyde töhmet yoktur.

İmâm Ebû Yûsuf (Rh.A.) da demiştir ki; eğer zi'l-yed sâlih bir adam ise, beyyine getirmekle ondan husûmet savulmuş olur. Eğer hile ile ma'rûf ise, savulmuş olmaz. Sonraları, İmâm Ebû Yûsuf (Rh.A.) kâdllıkla mübtelâ olup (kâdî olup) insanların hâllerini Öğrenince, bu söze dönmüş ve demiştir ki: İnsanlardan hîlekâr olan kimse ba'zan insanın malını gasben alıp, sonra yolculuk etmek isteyen bir kimseye gizlice verir. Şâhidlerin şehâdetiyle onu emânet kor ki, hattâ malın sahibi gelip mülkünü isbât etmek istedikde, zi'l-yed; beyyine gösterip; «Fülân kimse, onu emânet bıraktı.» der, böylece hakkı bâtıl olur.
İmâm Muhammed (Rh.A.); «Şâyed zi'1-yedin şâhidleri, «Biz, o emânet koyan kimseyi, yüzünden tanınz, adiyle nesebiyle bilmeyiz.-» derlerse, husûmet savulmuş olmaz.» demiştir.
İmâm A'zam (Rh.A.) da demiştir ki: Eğer şâhidler, biz o gâibl adiyle ve nesebiyle yâhûd yüzünden bilariz, deseler, husûmet savulmuş olur. Çünkü zi'l-yed, kendisinden husûmeti savmaya muhtâc olur. Hu­sûmet ise, ancak zi'1-yed'in; yed*inin, yed-i mülk ve yed-i husûmet ol­madığını isbât eylediği vakitte savulmuş olur. Bu ise, hasıl olmuştur. Çünkü zi'l-yed; kendisinin tou da'vâcıya hasım olmadığını beyyinesi ile isbât etmiştir. Zîrâ biz biliyoruz ki, bunu emânet koyan (mudi'), bu da'vâcı değildir. Çünkü şâhidler mûdi'i yüzünden tanırlar.

Eğer igâhîdler; ibizim 'bilmediğimin ıbir kimse emânet ikoydu, der­lerse, dnûdi'ln bu çekişen kimse olması muhtemel olduğu için husûmet savulmuş olmaz. Nitekim zi'l-yed;  «Ben, bu şeyi gâib bir kimseden
satın aldım.» dediği vakitte, da'vâcmm husûmeti savulmuş olmaz. Çün­kü zi'1-yedin eli, yed-i mülkdür diye sanmasıyle müddeî'nin hasma ol­duğunu i'tirâf etmiş oldu.

Yâhûd da'vâcı; «Sen, bu şeyi benden gasb eyledin!» veya «Çaldın!» yâhûd «Benden çalındı!» derse, her ne kadar zi'l-yed, Zeyd'in emânet bıraktığını isbât etse de, bununla husûmet savulmuş olmaz. '.
İlk ikisinde, yânî; «Onu gasb ettin!» veya «Onu çaldın!» sözlerin­de husûmet savulma». Zîrâ da'vâcı, da'vâlı üzerine ancak fiil da'vâsiyle hasmıdır. Yoksa, zi'1-yedliği i'tibâriyle değildir. Öyle ise, da'vâcının da'vâsı mülkü başkasına ihale ile savulmuş olmaz. Çünkü da'vacı, onun üzerine mülk iddia etmemiş, belki fiil iddia etmiştir, ki o da gasb veya çalmaktır.

Üçüncü mes'ele, yânî «Benden çalındı.» sözüne gelince; bunda, İmâm Muhammed' (Rh.A.) in ayrı görüşü vardır. Şöyle ki, İmâm Mur hammed (Rh.A.); «Bununla »husûmet savulmuş olur. Çünkü da'vâcı, da'vâlı üzerine fiil iddia etmemiş, belki fiili mectiûl üzere iddia eyle­miştir. Bu ise; bâtıldır. İmdi bu, yokluğa iltihak eder ve mülk da'vâsı bakî kalır.» demiştir.    

İmâm A'zam ile İmâm Ebû Yûsuf (Rh. Aleyhimâ) un delili şudur:
.(Benden çalındı.» sözü, zi'1-yed'in çalmak için ta'yîni gibidir. Eğer onu ta'yîn etseydi, da'vâcının husûmeti savulmuş olmazdı. Keza bun­da da hüküm öyledir. Çünkü çalma işi, bir fâiie muhtâcdır. Zahire göre; o fail, mal elinde bulunandır. Da'vâcmm, o faili mübhem zikret­mesi, 'hırsızlık haddinden Kurtarmak içindir. Bu takdirde da'vâcmm mübhem bırakması, ta'yin yerine geçer.

Pa'vâcinm; «Benden gasb edildi. demesi, zikredilenin hilâfına-dır. Bununla, husûmet savulnıuş olur. Çünkü gasbda hadd yoktur. Şu hâlde onun keşfinden kaçınılmaz {ihtiraz edilmez). Şâyed zi'l-yed üze­re hüküm verilir de, ondan sonra gâib gelip mülk üzere beyyine getir­se, kabul edilir. Çünkü gâib, aleyhine hüküm verilen kimse olmamış­tır. Hüküm, ancak, zi'l-yed aleyhine verilmiştir.

Eğer da'vâcı; «Ben, tou şeyi Zeyd'den satm almişdım!» dedikde, zi'Iyed; »Bu şeyi, bana Zeyd emânet bıraktı!» dese, beyyinesiz husûmet savulmuş olur. Çünkü da'vâcı ve zi'l-yed ikisi de birbirlerini, o şeyde mül­kün aslı Zeyd'in olduğuna tasdik etmişlerdir.
Zahir olan şudur ki; o şeyin, zi'1-yed'în eline ulaşması Zeyd'in ta-rafındandır. Şu hâlde zi'1-yed'in eli yed-i husûmet olmamış, belki ni­yabet eli olmuştur. Da'vâ ise, ancak eli, yed-i mülk olan kimse üzere
sahih olur. Ancak, eğer da'vâcı, Zeyd'in o şeyin kabzına vekili olduğu-' na beyyine getirirse, bu takdirde da'vâsı sahih olur. Çünkü hücceti ile sabit olur ki; vekil, o şeyi elinde bulundurmaya daha haklıdır. Eğer da'vâcı; iddia ettiği emânet bırakma üzerine zi'1-yed'in yeminini ister­se, betât üzere yemin verdirilir.
Ben derim ki, Kâfî'de ibare böyle vâki olmuştur. Zahir olan şudur ki: Tevkil, emânet bırakmak yerine geçer. Ma'nâ, şöyle olur: Emânet bırakmayı iddia eden kimse, iddia ettiği emânet bırakmaya binâen tevkil iddââ edenin yeminini ister de, buna beyyine getirmekden âciz kalırsa, betât üzere yemin verdirilir. Yânı ona tevkili bulunmadığına, yemin verdirilir. Yoksa tevkilini bilmediğine yemîn verdirilmez. İmdi, tedebbür eyle!  [51]

Eğer zi'l-yed; «Bana, Zeyd'in vekili emânet bıraktı!» derse, tasdik edilmez. Ancak, beyyine île tasdik edilir. Çünkü vekâlet, onun sözüyle sabit olmaz.

fail, mal elinde bulunandır. Da'vâcının, o faili mübhem zikret-tnrsızlık haddinden kurtarmak içindir. Bu takdirde da'vâcının m bırakması, ta'yîn yerine geçer.

ı'vâcının; «Benden gasb edildi.' demesi, zikredilenin hilâfına-ınunla, husûmet savulmuş olur. Çünkü gasbda hadd yoktur. Şu Dnun keşfinden kaçınılmaz (ihtiraz edilmez). Şâyed zi'l-yed üze-üm verilir de, ondan sonra gâib gelip mülk üzere beyyine getir-ûl edilir. Çünkü gâib, aleyhine hüküm verilen kimse olmamış-küm, ancak, zi'l-yed aleyhine verilmiştir.
Eğer da'vâcı; «Ben, bu şeyi Zeyd'den satın almışdım!» dedikde, «Bu şeyi, bana Zeyd emânet bıraktı!» dese, beyyinesiz husûmet ıuş olur. Çünkü da'vâcı ve zi'l-yed ikisi de birbirlerini, o şeyde mül-[ı Zeyd'in olduğuna tasdik etmişlerdir.
hir olan şudur ki; o şeyin, zi'1-yed'în eline ulaşması Zeyd'in ta­ndır. Şu hâlde zi'1-yed'in eli yed-i husûmet olmamış, belki ni-ell olmuştur. Da'vâ ise, ancak eli, yed-i mülk olan kimse üzere>lur. Ancak, eğer da'vâcı, Zeyd'in o şeyin kabzına vekili olduğu-yine getirirse, bu takdirde da'vâsı sahih olur. Çünkü hücceti ile kr ki; vekîl, o şeyi elinde bulundurmaya daha haklıdır. Eğer ; iddia ettiği emânet bırakma üzerine zi'1-yed'in yemînini ister-it üzere yemin verdirilir.
n derim ki, Kâfî'de ibare böyle vâki olmuştur. Zahir olan şudur kil, emânet bırakmak yerine geçer. Ma'nâ, şöyle olur: Emânet layı iddia eden kimse, iddia ettiği emânet bırakmaya binâen İddia edenin yemînini ister de, buna beyyine getirmekden âciz betât üzere yenıîn verdirilir. Yânı ona tevkili bulunmadığına, verdirilir. Yoksa tevkilini bilmediğine yemin verdirilmez. [52]


Eser: Dürer

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Dürer

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..