İzinsiz   Mudârebe Hakkında   Bir   Bâb


Mudârib; malı, mal sahibinin izni olmaksızın başkasına mudârc-beten verse; ikinci mudârib amel etmedikçe, veren kimse vermesi se­bebiyle ödemez. İkincisi gerek kâr (ve kazanç ıhâsil etsin, gerekse et­mesin; eğer amel ederse, veren kimse öder. Bu söz, İmâmeyn'  (Rh. A-leynimâ)  in   sözüdür ve İmâm A'zam'  (Rh.A.)   dan   zahir rivayettir. İmâm A'zam1 (Rh.A.) dan bir rivayette de  —ki bu ondan İmâm Ha­san'  (Rh.A.)  m rivayetidir—  ikincisi kâr ve kazanç hâsıl etmedikçe veren Ödemez. Çünkü mudârib, parçalara mâlikdir. Şu hâlde kâr ve kazanç hâsıl etmedikçe, amel sebebiyle ödemez. Şâyed kâr hasıl olsa, onun için malda ortaklık sabit olur. Bu takdirde mudârebeten malım başkası ile karıştırması gibi olur. Öyle ise, ödemek vâcibdir. Zahir ri­vayetin vechi şudur: Kâr ve kazanç ancak amel ile hâsıl olur. Binâen­aleyh kâr ve kazancın husul sebebi; malın ödenir (onazmûnen bin) ol­masında, hakîkaten hâsıl olması yerine kâim olur. Bu, ikinci mudâre­be sahih olduğu vakittedir. İkinci mudârebe fâsid olursa; her ne kadar ikinci mudârib amel etse de, birinci mudârib Ödemez. Çünkü ikinci mudârib, amelde ecir (ücretli işçi) dir. Ecir ise, kâr ve kazançdan bir şeye müstehık olmaz. Onun için ortaklık sabit olmaz.    Beiki, birinci mudârib Ü2ere ecr-i misi lâzım gelir. Ve birinci mudârib için kâr ve kazançdan şart olan şey vardır. Mâlik, mudâribe, malını başkasına ' mudârebeten vermek için izin verse ve o da başkasına üçtebir hisse ile verse; ikincisi o malı tasarruf edip kâr etse ve kendisine; «Allah Teâlâ (C.C.) verdi ise, aramızda yan olacak.» denilse; yânî mal sahi­bi malı yarıya ortaklığa verdikden sonra o malı başkasına vermeye de izin verse; mudârib de üçtebir ile verip ikinci mudârib tasarrufda bulunsa ve kâr etse, eğer mal sahibi birinci mudâribe; «Allah Teâlâ'-(C.C.) nm verdiği şey, ikimizin arasında yarı olacak.» dedi ise, kârın yarısı mal sâhîtoinin; altıdabiri birinci mudâribin, üçtebiri ikinci mu-dâri'Dİn olur. Çünkü birinci mudâribin, ikinciye mudârebeten vermesi sahihdir. Zira, mal sahibinin izniyle olmuştur. Şu kadar ki, mal sahi­bi. Allah Teâlâ' (C.C.) nm ihsan eylediği bütün kazancının yarısını kendisi için şart eylemiştir. Allah Teâlâ' {C.C.) nm verdiği ise; kazan­cın bütünüdür. Şu hâlde, onun hakkı bütün kazancm yansıdır. Birin­ci mudâribin, başkası için o yarımdan bir şey îcâb eylemeye hakkı yoktur. Belki ikinci mudârib için îcâb eylediği —ki kâr ve kazancın üçtebiridir — hâsseten kendi payına- munsanf olur. Bu takdirde birin­ci mudârib için altıda/bir kalır. Ve her ikisine bu helâldir. Çünkü ikin­cinin işi, birinci için vâki olmuştur. Şunun gibi ki; bir kimse bir ter­ziyi giyecek dikmek için bir akçaya kiralayıp., terzi de bir kimseyi ya­rım akçaya kirâlasa, fazla olan yarım akça, birinci terzi için helâl olur. Zikredilen mes'ele de bunun gibidir.
Eğer mal sahibi; «Allah Teâlâ' (C.C.) nm sana verdiği rızık ara­mızda iki yarım hisse olsun.») derse; her biri için üçtebir hisse vardır. Yâni ikinci mudârib için üçtebir vardır. Ve üçteiki, birinci mudârib' ile mal sahibinin arasında ikiye bölünür. Çünkü mal sahibi, bütün kârın yansını kendisine şart kılmamıştır. Belki birinci mudârib için hâ­sıl olan kârın yarısını şart eylemiştir. Bu suretle ikinci mudârib, onun için şart olunan şeyin hepsine müstehık olmuştur. O da, üçtebirdir. Üçtebirden arta kalan, birinci mudârib için hâsıl olan şeyin hepsidir. Mal sahibi ise,, onun yansını kendisi için şart eylemiştir. Bundan do^ layı, geri kalan — ki üçteikidir — mal sahibi ile birinci mudâribin arasında ikiye bölünür. Mal sahibi, birinci mudâribe; «Kâr ve kazanç-dan ne elde edersen benimle senin aranda yarıya olsun.» derse; mu­dârib de başkasına yarıya verirse, kâr ve kazancm yansı, ikinci mu­dâribin; yansı da mal sahibi ile birinci mudâribin olur. Çünkü birin­ci mudârib, ikinciye kâr ve kazancın yarısını şart eylemiştir. Ve mal sahibi tarafından buna me'zûndur. Şu hâlde, buna hak kazanmıştır. Mal sahibi, birinci mudârib için hâsıl oîan kâr ve kazancın yansını kendisi için şart eylemiştir. Birinci mudârib ise, kânn yarısını kazan­mıştır. Şu hâlde ikisinin arasında taksim edilir. Eğer mal sahibi; «Al­lah Teâlâ' (C.C.) mn verdiği rızkın yansı benim olsun.» veya «6er-mâyeden fazla olan şey benim ile senin aranda yarıya olsun!» dese ve mudârib dahî malı başkasına yanya mudârebeten verse; bu takdirde yansı mal sahibinin, İkinci yansı da ikinci mudârib indir. Birinci mu­dârib için bir şey yoktur. Çünkü mâlik, bütün kâr ve kazancın yan­sını kendisi için şart etmiştir. Şu hâlde; birincinin ikinci için şart kıl­dığı yan; ona verilir. Yansı da, şartla ikinci mudâribin olur. Birinci

mudârib için bir şey yoktur. Çünkü, kendisinin  olanı birinciye ver­miştir. Şunun gibi ki, bir kimse giyecek diktirmek için bir dirheme bir ecir (ücretli işçi) kirâlasa, o da, o giyeceği diktirmek için bir dir­heme bir kimseyi kirâlasa. giyecek sahibi, birinci ecîre bir şey. teslim etmez. Çünkü o, bütün hak üzerine akd yapmıştır. Eğer mal sahibi, kâr ve kazancın üçteikisinL ikinci mudârib için şan etse. rnai sahibi ile ikinci mudârib için iki yarım hisse vardır. Birinci mudârib. ikin­cisi  için  kârın  altıdabirini öder.   Çünkü  birinci  mudâribin,  ikincisi için şart eylediği şey, mâlik için müstehaktır. O da, altıdabirdir. Mâli­kin hakkında geçerli değildir. Tesmiye ile birinci mudârib üzerine öde­me lâzım gelmiştir. Çünkü o, selâmeti iltizâm etmiştir. Selâmet ol­mayınca; birinci mudârib üzerine rücû' eder. Şunun gibi ki; bir kim­se kendisine giyecek diktirmek için bir adamı, bir dirheme kiralayıp o da bir başka adamı birbuçuk dirheme kira ile tutsa, ikinci müste'cir . ücretin fazlasını öder.

Mudâribin, kânn üçtebirini nıâiik için, üçtebirinî mudârib ile be­raber çalışması   (amel etmesi)   için mâlikin kölesine ve üçtebirini de kendisi için şart etmesi sahîhdîr. Çünkü köle üzerine amelin şart kılın­ması, tahliye ve teslimi menetnıez. Zira köle için, mu'teber yed var­dır. Bahusus, köle me'zûn olursa, amelin şart kılınması onun için izin­dir. Bundan dolayı, her ne kadar o köle mahcûr-un aleyh olsa da, kö­lenin emânet koyduğu şeyin alınması için efendisi, ona   velî olamaz. Tahliyeyi menetmeyince;  sıhhati de menetmez. Amelin, mâlik üzeri­ne şart kılınması bunun gibi değildir. Çünkü tahliyeyi meneder. Sıh­hate de mâni' olur. Mezkûr şart sahih olursa, kânn üçtebiri mudâri-bindir. Çünkü onun için şart kılınan bu mikdârdır. Eğer kölesi üze­rinde borç yoksa, üçteikisi mal sahibinin olur. Çünkü köle için şart kılman hisse,  efendisine âiddir. Eğer kölenin  üzerinde borç var ise; kölenin alacaklılarına âiddir.

Mudârebe, mal sahibi ile mudâribden birinin ölmesiyle bâtıl olur. Çünkü mudârebe akdi. tevkildir. Vekilin veya müvekkilin ölümü ise, vekâleti ibtâl eder. Yine, mal  sahibinin   —Allah   (C.C.)   korusun — mürted olarak dâr-ı harbe dâhil olması ve kadının, buna hükm ver­mesi ile mudârebe bâtıl olur. Çünkü dâr-ı harbe mürted olarak ulaş­ması, ölmesi gibidir. Mudâribin dâr-ı harbe ulaşması ile raudârebe bâ­tıl olmaz. Çünkü mudârib mürtedin tasarrufları, ancak onun mülkü­ne bakarak mevkûfdur. Halbuki onun için mudârebe malında mülk yoktur. Mudârib için sahih ibare vardır. Binâenaleyh, mâlikin mül­künde tevakkuf yoktur ve mudârebe, hâli üzere kalır. Mudârebe ma­lını,  ticâret  malı  olarak   (bidâaten)   veya  mudârebeten mâlike  ver­mekle bâtıl olmaz.
Denilirse ki; «Uygun olan, mâlike ticâret malı olarak (bidâaten) vermek, akdi mufsid olmasıdır. Çünkü o takdirde kazanç mâlikin olur. Halbuki akdin mefhûmunda, kârda ortaklık Ftibâra alınmıştır ve ifeisi arasında müşâ'1 olması şart kılınmıştır.» Buna şöyle cevâb ve­ririz: Akd, ikisi arasında kânn süyû'u itibariyle ibtidâen sahih olun­ca, ikisinden birine kân tahsis etmekle bâtıl olmaz. İmâm Züfer' (Rh. A.) e göre, bâtıl olur.

Mudârib, mal sahibinin onu azl etmesiyle, eğer azlini bilirse, azl edilmiş olur. Çünkü onun tarafından vekildir. İmdi onun azl ettiğini bilmesi şart kılınmıştır. Nitekim, «Vekâlet Bölümü» nde geçti.
Mudârib azlini bilince ve mal da uruz. [12] olunca, onu satar. On­dan, azl edilmez. Çünkü onda mudâribin hakkı vardır. O hak ise, an­cak nakd [13] ile zahir olur. Şu hâlde o hak zahir olsun diye, mudârib için satma hakkı sabit olur.

Mudârib, m e tâ in semeninde tasarruf edemez. Çünkü, azlden son­ra satmak, kâr hâsıl olsun diye, zaruret içindir. Nakd oldukdan sonra satmaya hacet yoktur.

Mudârib, sermaye (re's-i mâl) cinsinden olan nakdde dahî tasar­ruf edemez. Çünkü, onun hakkında ma'zûldür. Onunla hilafını değiş­tirir. Yâni mal sahibi, mudâri'bi azl ettrkde mal, nukûd olup lâkin sermâyenin cinsi hilafından olsa, mudâribin onu sermâye cinsiyle; kıyâsa göre, satmaya hakkı yoktur. Çünkü her iki nakd, semeniyet yö­nünden bir tek cinsdir. İsti h sân a göre; mudâribin onu sermâye cinsiy­le saunaya hakkı vardır. Çünkü mudâribe vacib olan, sermâyenin mis­lini geri vermektir. Bu ise, ancak cinsini geri vermekle gerçekleşir. Şu hâlde mudâribin onu, biz-zarûre satması caiz olur.

Mal sahibi ile mudârib ay nisalar ve malda borç ve kazanç olsa, mudâribin o borcu taleb etmesi lâzımdır. Çünkü mudârib, ücretli işçi (ecîr) gibidir. Kâr ve kazanç ise, ücret gibidir. Halbuki o ücret kendişine salim kalmıştır. Öyle ise, işini tamamlaması için zorlanır. Nite­kim, hâlis karede   (icâre-i mahzaı   de böyledir.   Dellâl ve  simsar da böyledir. Dellâl, ücret ile çalışır. Simsar ise; kira ile tutmaksızm  (is-ti'câr etmeksizin), ücretle satmak için kendisine meta' (uruz) ve hay­van celb edilen kimsedir. O da, dellâl gibi ücretle iş yapar. Âdet hük­müyle bu ücret, sahih icâre menzilesinde tutulur. Şu hâlde dellâl ve simsar, semeni taleb etmesi için zorlanırlar. Eğer kâr ve kazanç (rib-h) yok ise, taleb lâzım gelmez. Yâni, mudârebe malında kâr yoksa, mu-dâribin borcu taleb etmesi lâzım gelmez. Çünkü hâlis vekildir ve mü-teberri'dir. Müteberri' ise, cebr olunmaz.  Mudârib, mâliki talebe ve­kil eder. Çünkü akdin hukuku, âkide müteallik olur. Mâlik ise, âkid değildir. Onun için taleb imkânı yoktur, Ancak hakkı zayi' olmasın di­ye, mudârfbin onu vekîl etmesiyle  imkân hâsıl olur.  Diğer vekiller de, bunun gibidir. Yâni satışa her vekil olan kimse, borçları topla­mamdan kaçınırsa zorlanmaz. Belki hakkı zayi' olmasın diye mal sa­hibine havale etmesi için zorlanır.

Helak olan, kârdandır. Yâni mudârebe malından helak olan şey, kâr ve kazançdan helak olur. Sermâyeden olmaz. Helak olan, tâbi' olana sarf edilir. Asl'a sarf edilmez. Nitekim zekât malında, helak olan afve sarf edilip nisaba sarf edilmez. Eğer helak olan, kârdan fazla olursa, mudârib o asıldan helak olanı ödemez. Çünkü emindir. Emin olan ödemez.

Mal sahibi (rabb'ül-mâl) ile mudârib arasında kâr ve kazanç tak­sim edilip mudârebe akdi hâli üzere kaldıkda, mudârebe malının hep­si veya ba'zısı helak olsa, mal sahibi, sermâyesini alması için kârı geri verir. Çünkü  asi olan şudur ki: Mal  sahibi sermâyesini  almadıkça kâr ve kazancın taksimi sahih oln^az. Zîrâ kâr ve kazanç, asi üzere ziyâdedir.  Bu ise,  ancak  asim  selâmetinden sonra  olur.  Mudâribin elinde emânet olan mal helak olunca, aldığı şeyin sermâyeden oldu­ğu meydana çıkar. Şu hâlde mudârib aldığı şeyi öder.  Çünkü, onu kendisi için almıştır. Mal sahibinin aldığı ise,  sermâyeden malisûb olur. Eğer sermâyeyi müstevfî olursa  (yânı sermâyeyi tam anlamiyle almış olursa), sermâyeden fazla kalan  ikisi  arasında taksim edilir. Çünkü o fazla, kâr ve kazançdır. Eğer sermâyeden eksik olursa, mudâ­rib o eksiği ödemez. Çünkü, emindir. Eğer mal sahibi ile mudârifo, kârı taksim edip, mudârebeyi fesh ederler, sonra başka bir akdle mu­dârebe yapıp, mal helak olursa, birinci kârı geri vermezler. Çünkü, birinci mudârebe sona ermiştir. İkincisi ;se, yeni akd'dir.  Şu hâlde ikinci akd'de malın helak olması, birinci akdin bozulmasını gerektir­mez. Nitekim mal sahibi, mudâribe başka mal yerse, hüküm budur. Mudârrbin nafakası, hazarda  kendi maundandır ve ilâcı gibidir.
Çünkü mudânb, hasta olsa. hazarda olsun, yolculukda olsun, ilâcı kendi maundandır. Zîrâ mudârib, mudârebe malı ile kendini meş­gul etmemiştir. Binâenaleyh, bu sebeble ona hazarda nafaka vâcib olmaz. Belki mudârib süknâ-yı aslî ile sakindir. Başkası Ü3ere nafa­kanın vâcib olması, o kimsenin kendisini o uğurda meşgul etmesin-dendir. Böyle bir şey de bulunmamıştır. Şu hâlde nafaka, kendi ma­lından lâzım gelir.
Yolculukda ımudârîbin yiyeceği, içeceği ve giyeceği, hizmetçisinin ücreti ve giyeceklerinin yıkanması ve eğer ihtiyâcı var ise dülınü [14] ve kiralamak veya satın almak suretiyle bineceği hayvanı ve onun ye­mi, mudârebe ma lın d an dır. Çünkü mudârib, yolculuk yaptığı zaman mudârebenin işiyle meşgul olur. Bu durumda nafaka, mudârebe ma­lından vâcib olur. Çünkü o, meşguliyetin karşılığıdır.
Nafaka, belli miktar ile vâcib olur. Yâni hâcet-i asliyyesi [15] üze­re ziyâdesiz ve noksansız vâcib olur.

Mudârib, belirli olan mikdârdan fazlasını Öder. Geri kalan yiye-cekden ve sâireyi, yolculuğu tamâm edip ikâmetten sonra, hacet ta­mâm olduğu için mudârebe malına geri verir.
Mudâribin, iş için gittiği ve ailesi ile gecelemediği, yolculuk müd­detinden ve mesafesinden az olan yer, yolculuk (sefer) gibidir, [Yânı nafaka vâcib olur.] Bu mertebeden daha azında vâcib olmaz.

Eğer mudârib kâr etnıişse;mal sahibi: kârdan infâk edilen mik-dârı sermâyesi tamâm oluncaya kadar alır. Eğer kârdan bir şey ar­tarsa, aralarında taksim edilir.

Eğer, mudârib. mudârebe malını (metâ'mı) kâr ederek (murâba-haten) satarsa, mudâribin nafakasına mahsûb edilir. Yâni mudâribin meta' için harcadığı, yükletip taşıtma (hami), çamaşırcı, hammâl ve simsar ücreti, harcadığı, nafakalara katılıp hesâb edilir. Çünkü bu şeyler, kıymette fazlalık olur. Tüccânn örf ve âdeti; murabaha satı­şında, bu gibi şeyleri sermâyeye katmakdır. Yolculuğunda kendi na­fakası ve mal hakkındaki emeklen (tekallübâtı) hesâb edilmez. Çün­kü tüccarlar, bunları âdet etmemişlerdir. Bunlar, satılık malın kıy­metini de arttırmaz.

Mudâribin elinde, yarıya mııdârebe ortaklısı için bin akça olup, o akça İle buğday satın alıp. iki bin akçaya satsa; ve bu iki binle bir köle satın alıp. iki bini nakci ödemeden o iki bin akça mudâribin elin­de zayi' oiaa, mudârib beşyüz akçasını, geri kalanını rnal sahibi öder.

da. bin beşyüz akçadır. Kölenin dörttebiri mudârıcin olur. Geri ka­lan üç   çeyreği de "mudârebe  ortaklığınındır.   Sermâye.   ikib:u  besyiiz olur. Çünkü mal, ikibin akça olunca, malda bin akça kâr ortaya çık­mıştır. Bu durumda, mal sahibi ile mudârib arasında yarıya bölünür.  ', Bundan mudâribin payı beşyüz akçadır. İkibin akçaya köleyi satın al-dıkda,  köle ikisi arasında müşterek olur ve bu durumda, dörttebiri mudâribin; dörtteüçü de, mâlikin olur. Bundan sonra, ikibin akça say­madan önce zayi' olunca, ikisinin üzerine kölenin semeninin ödenme­si, kölede olan mülkleri kadarınca lâzım gelir ve dörtte-bin   — beşyüz akça —   mudâribe, dörtteüçü   — bin beşyüz. akça — da mal sahibine lâzım gelir. Bu takdirde mudâribin payı, mudârebeden çıktı. Çünkü onun payı üzerine ödendi. Mudârebe malı ise, emânettir. İkisi arasmda   birbirine   eıddiyyet  vardır.   Fakat   mâlikin   payı,   mudârebe   üzere kalır. Çünkü mudârebede ona zıct  ınmnâî'î)   olan bir şey yokıur.

Köle, ancak ikibin akçaya murabaha yapar. Yânı köle, ancak bin akçaya murabaha satışı yapabilir. Çünkü mudârib onu ikibin akça ile satın almıştır. Eğer köle ikibinin katı olan dön bin akça ile satılsa, mudârebenin payı üçbin akça olur. Bunun ikibin beşyüz akçası ser­mâyedir. Kârı, beşyüz akça olarak aralarında yarıya bölünür.

Mudârib, mâlikden bir köleyi bin akçaya salın alsa, malik ise onu bunun yarı kıymetine satın almış bulunsa; mudârib o köleyi bin ak­çaya değil, murâbahaten beşyüz akçaya satar. Çünkü kölenin, mudâ­ribe satılması, mâlikin kendisine satılması gibidir. Zîrâ mudârib, onun vekilidir. Her ne kadar mudâribin hakkı tealluk ettiği için satı­şın cevazına hükm olursa da, onun üzerine murabahanın bina edil­mesi caiz olmaz. Çünkü mudârebe, emânet ile hıyanet şübhesinden sakınmak üzerine bina edilmiştir. Şu hâlde mâlikin satın aldığı mik-dâr üzerine bina edilir. Ve mudârib, onu satmakda vekil gibi olur,. Eğer hilafı olur; yânî mâlik, köleyi bine alıp mudârebeten beşyüze satarsa, mudârib onu murâbahaten beşyüze satar. Çünkü ikisi arasın­da câri olan satış, yok gibidir. Nitekim daha önce sebebi zikredilmiş­tir; binâenaleyh, murabaha, mudâribin satın aldığı mikdâr üzerine bina edilir. Sanki mudârib, köleyi, mâlik için satın alıp, ona satmaksızın vermişdir.

Mudârib, mudârebe malının bin akçasiyle, ikibin akçaya muâdil olan  (yâni kıymeti ikibin akça eden) bîr köle satın alsa, o da bir adamı hatâen öldürse, nıudârib ve mâlik, köleyi vermek, ya da diyeti öde­mek ile emr olunsaîar, köleyi verirlerse, mudârebe sona erer. Çünkü köle verilmekle ikisinin de mülkünden bedelsiz çıkmıştır. Fidye verip kurtarırlarsa, köle mudârebeden çıkar.

Mudâribin payı; kölede onun mülkü fidye vermekle tekarrur et­tiği içindir. Binâenaleyh, taksim gibi olur. Mâlikin payına gelince; kö­le cinayet sebebiyle ikisinin de mülkünden çıkmış gibi olur. Zîrâ aslî oîan mucib, köleyi vermektir. Fidye vermekle, sanki ikisi köleyi sa­tın aiıp; ondan sonra üzerlerine dört çeyrek ile tekarrur etmiş gibi olur. Fidyenin dörttebiri, mudârib; geri kalan dörtteüçü de mâlik üzerine olur. Çünkü fidâ, mülkün (harcıdır) mü'netidir. Şu hâlde, onun mikdârınca takdir edilir. Mülk ise, ikisi arasında dört çeyrek idi. Çünkü mal, bir tek ayn olunca, kâr -— ki aralarındaki ortak bindir — zahir olur. Bin akça ise. mâlikin sermayesidir. İkisi kölenin fidyesini verince; köle ikisinin olmuş ve mudârebe olmakdan çıkmıştır. Şu hâl­de; haklarının mikdâimca bir gün mudâribe, üç gün mal sahibine hiz­met eder.

Mudârib. mudârebe maimın hin akçasıyle bir köle satın alsa ve o bin akça; ödenmeden Önce helak olsa. mâlik semenini verir. Sonra bu minval üzere devam eder. Yâni, bin akçanın helak olduğu her defa­sında, bitinceye kadar mâlik bin akça daha verir. Ve,bu sonsuza kadar devam eder.Verdiği malın hepsi, mâlikin sermayesidir. Bununla, mu­ayyen bir köleyi bin akçaya satın almaya vekil olan kimse arasında fark vardır ki; bir kimse, bir vekile bin akça verdikde, vekil bir köle satm alıp satıcıya bin akçayı vermezden önce, o bin akça helak olsa, vekil müvekkile ancak bir kere rücû' eder. Fark, malm mudâribin elinde emânet olmasından doğmaktadır. Nitekim yukarıda geçti. İs-' tîfâ (hakkını tam anlamıyle almak) ise; ancak mazmun olan kabz ile olur. Şâyed mudâribin kabzı, istilâya yorumlansa, ödeyici olur. Hal­buki bu, emânete aykırıdır. Şu hâlde, ikinci olarak teslim alması; {mu­dâribin kabzı) emânet cihetine yorumlanır. İstifa cihetine yorumlan­maz. Helak olursa, mâlik hesabına helak olur. Vekil bunun aksinedir. Çünkü onun müstevfî (hakkım almış saymak) kılınması mümkündür. Zîrâ ödemek vekâlete aykırı değildir. Gâsıb, mağsubun satılmasına ve­kil olsa; caiz olur. Hattâ mağsûb, gâsıb vekil oldukdan sonra elinde helak olsa, öder. Şâyed vekil bin akçaya' köleyi satın alsa, satıcıya se­meni ödemesi gerekir. Müvekkilin de vekile onun mislini ödemesi gerekir. Vekîl, müvekkilden hakkını alınca; onun teslim alması, iştîfâ cihetine yorumlanır, emânet cihetine yorumlanmaz. Şâyed vekîl onu bir kere alsa, hak asla bakî kalmaz. Makbuz helak olursa, helak ça­resiz vekîl aleyhinedir.

Mudâribin beraberinde ikibhı akça olup mâlike;   «Sen, bana bin akça verdin, ben de bin akça murabaha hâsıl ettim!» dese, mâlik de; «Ben, sana ikibin akça verdim!» dese veya mudârib umûm iddia etse, yâhûd «Sen, benim için ticâret ta'yîn etmedin!" dese. mâlik de sonun-  ' cu iki surette husus iddia etse. söz mudâribindir. Birinci surette, mu-dâribindir. Çünkü, ikisinin  ihtilâfının  hâsılı teslim almanın  mikdâ-rmdadır. Teslim alan, malın mikdârmı bilmekde daha hak sahibidir. Çünkü mal berâberindedir. Böyle yerde söz, garantör  (zamîn)  olsun, emin olsun teslim alanındır. İkisinden hangisi fazîaîıkdan iddia eyle­diği mikdâr üzerine bürhân getirirse, kabul edilir. Çünkü mal sahibi sermâyede fazlalık;  mudârib ise, kâr ve- kazançda fazlalık iddia et­mektedir. Beyyineîer, isbât içindir. Sonuncu iki surete gelince: Bunlar­da asi olan umûmdur. Ve söz, asılla istidlal edenindir. Eğer mâlik ile mudâribden her biri bir nev'î iddia ederlerse, husus üzerinde ittifakları olduğu için söz mâlikindir. Kendisinden izin alınan kimsenin sözüne i'tibâr edilmesi evlâ bit'tarîktir ve ödemenin inkârına muhtaç olduğu için beyyine mudâribe düşer. Nitekim elinde bin akça olan kimse; «Bu bin akça Zeyd'in mudârebesidir ve kâr da etti!" dese, Zeyd de; «Ticâ­ret malıdır  (bidâadır).»  dese,  Zeyd yeminiyle  tasdik edilir.     Çünkü Zeyd, kâr da'vâsmı yâhûd mudâribin ameline kıymet biçme da'vâsını inkâr etmektedir.
Ya da, elinde bin akça olan kimsenin dediği gibi; bu bin akça ödünçtür, deyip; Zeyd de ticâret malıdır veya emânettir, dese. bu du­rumda Zeyd yeminiyle tasdik edilir. Çünkü Zeyd. temellük da'vâsmı inkâr etmektedir. Şâyed ikisi de bir vakit ta'yîn ederler ve mal sahibi; «Bu malı, sana Rama-zan'da verdim!», mudârib de; «Şevvâl'de verdin!» derse, sonraki vaktin sahibi evlâdır. Çünkü sonraki, evveli nesh eder. [16]


Eser: Dürer

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Dürer

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..