YEDİNCİ MESELE:

Bu meselede, kendilerine uyulması sahih olan âlimlerde bulun­ması gereken Özelliklerden söz edilecektir. Sıradan insanlar (ammî, avam), bu özelliklerden hareketle, kimin fetvasına uyabileceklerini kestirebileceklerdir:
İmam Mâlik şöyle demiştir: "Bazen bana bir mesele gelir ve o beni yemekten, içmekten ve uyumaktan alıkoyar" Kendisine: "Ebâ Abdillah! Vallahi senin sözün insanların yanında aynen taş üzerine kazılmış nakış gibidir. Sen ne söylesen mutlaka onu senden hüsnü-kabulle karşılamakta ve benimsemektedirler" dediler. O: "Bu (dedi­ğiniz mertebeye) lâyık olabilecek kişi, ancak böyle olandır[73] diye karşılık verdi. Ravi diyor ki: Rüyamda birini gördüm, o: "Mâlik (ha­tadan) masumdur" diyordu.

(İmam Mâlik) yine şöyle demiştir: "Gerçek şu ki ben, bir mesele hakkında on küsur yıldır düşünmekteyim; hâlâ onun hakkında bir fikre varabilmiş değilim"

Yine o: "Bazen bana bir mesele arzedilir de, ben geceler boyun­ca onun üzerinde düşünürüm" demiştir.

O, kendisine bir mesele sorulduğu zaman, suali sorana: "Sen git, ben ona bir bakayım" derdi. Adam gider o, meseleyi tekrar tek­rar ele alırdı. Kendisine niye böyle yaptığı sorulduğunda o, ağladı ve: "Ben bu meseleler yüzünden çok dehşetli bir günüm olacağın­dan korkmaktayım" dedi.

O, oturduğu zaman başını eğer ve Allah'ı zikrederek dudakları­nı oynatırdı, sağa sola bakmazdı. Kendisine bir mesele hakkında sorulduğu zaman rengi —kendisi kızıl tenli idi— değişir ve benzi sararırdı. Başını önüne eğer, dudaklarını kıpırdatır, sonra: "Mâşâ-allah! Lâ havle velâ kuvvete illâ billah!..." derdi. Bazen kendisine elli mesele sorulur, onlardan hiçbirisine cevap vermezdi.

O şöyle derdi: "Kim bir mesele hakkında cevap vermek isterse, cevap vermeden önce kendisini cennet ya da cehenneme arzetsin, âhirette kurtuluşu nasıl olacak, onu bir ölçüp biçsin, ondan sonra cevap versin"

Biri şöyle demişti: "Sanki İmam Mâlik, kendisine bir mesele hakkında sorulduğu zaman, vallahi cennet ile cehennem arasında durur gibi bir hal alırdı"

Yine o şöyle demişti: "Bana, helâl ve haramla ilgili bir mesele hakkında soru sorulması gibi daha ağır gelen birşey yoktur. Çünkü  bu, Allah'ın hükmü hakkında kesin yargıda bulunmaktır. Memleketimizdeki ilim adamlan ve fakihlere yetiştim, onlardan biri, ken­disine bir mesele hakkında sorulduğu zaman sanki kendisine ölüm gelmiş gibi bir hal alırdı. Zamanımızdaki insanlar ise, bu gibi konu­larda ve fetva vermede çok istekli davranmaktadırlar. Eğer bunlar, yarın bu yüzden ne hale geleceklerini bilselerdi, elbette bu konu­da isteksiz davranırlar ve fazla fetva vermeye yanaşmazlardı. İşte Hz. Ömer, Hz. Ali ve üstün sahâbîlerin tavrı: Onlar Rasûlullah'ın içerisinde gönderildiği en hayırlı nesil olmalarına rağmen kendilerine bir mesele arzedildiği zaman, Rasûlullah'ın ashabını toplarlar ve onlara durumu sorarlar, ondan sonra o konu hakkında fetva verirlerdi. Zamanımızdaki insanlar ise, çok fetva verir olmakla övünür hale gelmişlerdir. Halbuki, bu konudaki (tem­kinli tavırları) ölçüsünde kendilerine ilimden esrar perdeleri aralanacaktır"
Yine o şöyle demiştir: "Ne gerçek ilim adamlarının, ne örnek insanlar olan selef-i sâlihimizin, İslâmî konularda kendilerine baş­vurulan kimselerin (hakkında kesin nass bulunmayan konularda) 'Bu helâldir, bu haramdır' demeleri vaki değildir; aksine onlar: 'Ben bunu kerih görüyorum, şunu uygun görüyorum' derlerdi. Helâl ve haram şeklindeki kesin hükümde bulunma, Allah Teâlâ'ya karşı bir iftiradır. Allah Teâlâ'nın: "De ki: Allah'ın size indirdiği rızıktan bir kısmını helâl, bir kısmını da haram mı kıldınız?"[74]âyetini işitme­din mi? Çünkü helâl, sadece Allah Teâlâ'nın ve rasûlünün helâl kıl­dığı, haram da yine o ikisinin haram kıldığı şeydir"

Musa b. Dâvûd şöyle demiştir: Ulemâ içerisinde İmam Mâlik'-ten daha fazla 'Lâ uhsinu = İyi bilmiyorum' diyen bir başkasını gör­medim. Bazen onu şöyle derken işitirdim: "Bu şey bizim başımıza gelmedi" , "Bu memleketimizde olmayan birşey* Kendisine sual so­ran kişiye: "Şimdi sen git de ben durumun hakkında bir bakayım" Râvi der ki: Gerçek şu ki, fıkıh (yani sorulan şeyin bilgisi) onda ha­zır mevcut olurdu. (Ancak o takvasından dolayı, mesele hakkında temkinli davranırdı.) Onu Allah, ancak takvası sebebiyle yüceltmiş-tir"

Bir adam İmam Mâlik'e bir mesele sorar ve kendisinin bu soru­yu sormak için tâ Mağrib'den altı aylık bir yoldan gönderildiğini zikreder. Ona: "Seni gönderene, benim bu konuda bir bilgim olma­dığını bildir" der. O: "Peki onu kim bilir?" diye sorar. İmam: "Al­lah'ın öğrettiği kimse" diye cevaplar.

Yine bir adam, Mağrib halkının kendisine sormasını tenbihle-dikleri bir meseleyi ona sorar. O: "Bilmiyorum. Biz, memleketimiz­de böyle birşeyle karşılaşmadık. Üstadlarımızdan bu konuda söz eden birini de işitmedik. Ancak sen (sonra) yine gelirsin" dedi. Ya­rın olunca adam, yükünü katırına yüklemiş bir halde hayvanını çe­kerek geldi ve: "Meselem!" dedi. İmam: "Bilmiyorum. O nedir?" de­di. Adam: "Ebû Abdillah! Arkamda yeryüzünde senden daha bilgin hiçbir kimsenin olmadığını söyleyen insanları bıraktım geldim" de- di. İmam Mâlik hiç oralı olmadan: "Döndüğün zaman onlara benim iyi bilmediğimi haber ver" dedi.

Bir başka adam sordu, ona cevap vermedi. O: "Ebû Abdillah! Bana cevap ver!" dedi. İmam: "Yazık sana! Kendinle Allah arasında beni bir hüccet kılmak istersin. Herşeyden önce, nasıl kurtulacağı­ma bakmaya ben muhtacım. Ondan sonradır ki ancak seni kurtara­bilirim"

Kendisine kırk sekiz mesele soruldu. Bunlardan otuz ikisine 'Bilmiyorum' diye cevap verdi.

Irak'tan kendisine kırk soru yöneltildi. Bunlardan sadece beşi­ne cevap verdi.
İbn Aclân şöyle der: "Eğer 'Bilmiyorum' sözü âlime uğramazsa, o helak olur[75] Bu söz ibn Abbâs'tan da rivayet edilmiştir.

O şöyle demiştir: İbn Hürmüz'ü: "Âlime yaraşan, sohbet yaran­larına 'Lâ edrî = Bilmiyorum' sözünü miras bırakmaktır" derken işittim.

O, kendisine yöneltilen soruların çoğuna "Bilmiyorum" derdi. Ömer b. Yezîd şöyle demiştir: İmam Mâlik'e bu konuda niye böyle davrandığını sordum. O şöyle cevap verdi: "Şamlılar Şam'larına, Iraklılar Irak'larına, Mısırlılar Mısır'larına dönerler. Sonra ben bel­ki de onlara verdiğim fetvadan rücû ederim (fakat onlar bunu öğre­nemezler ve öyle gider)" Ben bunu el-Leys'e söyledim. Bunun üzeri­ne o ağladı ve: "Mâlik, vallahi el-Leys'den daha güçlüdür" dedi ya da buna benzer birşey söyledi.

Bir defasında ona yirmi küsur mesele soruldu, onlardan sadece birine cevap verdi. Kendisine yüz mesele sorulsa, onlardan beş ya da on tanesine ancak cevap verir, geri kalan kısım hakkında ise "Bilmiyorum" derdi.

Ebû Mus'ab anlatır: el-Muğîre bize: "Gelin, İmam Mâlik'e sor­mak istediğimiz bütün meselelerimizi bir araya toplayalım" dedi. Onları toplamak için bir süre bekledik ve soracaklarımızı bir listeye yazdık. el-Muğîre listeyi ona gönderdi. Bazılarına cevap verdi, çoğu hakkında da 'Bilmiyorum' yazdı. Bunun üzerine el-Muğîre: "Ey insanlar! Vallahi bu adamı Allah, ancak takvası sebebiyle yüceltmiş-tir" dedi.

Ondan, kendisine yöneltilen sorulara "Bilmiyorum", "İyi bilmi­yorum" şeklinde karşılık verdiğine dair rivayetler pek çoktur. O ka­dar ki şöyle denmiştir: Eğer bir kimse, İmam Mâlik bir meseleye ce­vap verinceye kadar söylediği "Bilmiyorum" sözüyle elindeki sahife-yi doldurmak istese, doldururdu.

Kendisine: "Ey Ebû Abdillah! Eğer sen 'Bilmiyorum' dersen, o zaman kim bilecek?!" denildi. O: "Zavallı! Sen benim kim olduğumu zannediyorsun? Ben kimim? Benim yerim ne ki, sizin bilmedikleri­nizi ben bileyim" dedi ve sonra İbn Ömer hadisini delil olarak kul­lanmaya başladı ve şöyle dedi: "Koca İbn Ömer 'Bilmiyorum' diyor. Hal böyle iken ben de kim oluyorum? Şüphesiz insanları helak eden kendilerini beğenmeleri ve riyaset talebinde bulunmalarıdır.

Bir başka defasında şöyle demiştir: "Şüphesiz Ömer b. el-Hat-tâb, bu tür şeylerle karşılaşmış, fakat onlara cevap vermemiştir." İbn ez-Zübeyr: "Bilmiyorum" demiştir. İbn Ömer: "Bilmiyorum" de­miştir.
İmam Mâlik'e bir konu sorulmuş, o "Bilmiyorum" diye cevap vermiştir. Soran kişi: "Bu hafif, kolay bir meseledir. Ben bununla sadece emîre bildirtmek istemiştim" (?) demişti. Soruyu soran kişi, mevki sahibi biriydi. Bunun üzerine İmam Mâlik kızdı ve: "Hafif, kolay bir meseleymiş! İlimde hafif birşey yoktur. Allah Teâlâ'-nın: "Biz senin üzerine ağır bir kelâm indireceğiz[76] buyurduğunu işitmedin mi? İlmin tamamı ağırdır. Özellikle de kıyamet gününde sorguya çekilecek olan şeyler" dedi.

Biri şöyle demiştir: "İmam Mâlik'ten 'Lâ havle velâ kuvvete illâ billah' sözünden daha çok bir söz işitmedim. Eğer biz elimizdeki ya­zı levhalarımızı onun 'Bilmiyorum. Bu konudaki sözümüz, nihayet bir zandan ibarettir. Biz bu konuda kesin kanaat sahibi değiliz' söz­leriyle doldurmak istesek, rahatlıkla doldurabilir ve Öylece huzu­rundan ayrılabilirdik.

Kendisine İbnu'l-Kâsım şöyle demiştir: "Alış veriş konularını Medine ehlinden sonra Mısırlılardan daha iyi bilen kimse yok" İmam Mâlik ona: "Onlar nereden öğrenmişler?" dedi. O: "Senden" diye cevap verdi. İmam: "Ben bilmiyorum ki, bu durumda onu ben­den nasıl öğrenmiş olurlar?!" dedi.

İbn Vehb'den: İmam Mâlik şöyle demiştir: "İbn Şihâb'dan çok hadis işittim; onlardan asla hiçbirini rivayet etmedim, rivayet et­mem de" el-Fervî demiştir ki: "Ona, niye diye sordum" O: "Amelî bir değeri yok" diye cevap verdi.

Bir adam İmam Mâlik'e: "es-Sevrî, bize senden şu konuda ri­vayette bulundu" dedi. İmam: "Ben şu şu konuda bir hadis rivayet edeceğim ve onu Medine'de açığa vurmayacağım (öyle mi?)" dedi.

Ona: "İbn Uyeyne'de, senden duymadığımız hadisler var" dedi­ler. İmam: "Ben işittiğim herşeyi insanlara rivayet edeceğim öyle mi? O zaman ben ahmak biri olurum" dedi. Bir başka rivayette: "O zaman ben onları sapıtmış olurum. Benden öyle hadisler çıkmıştır ki, keşke o hadislerden her biri karşılığında kırbaçlansaydım da —ki ben kırbaca insanların en tahammülsüzüyüm— onların hiç söylememiş olsaydım" dediği ifade edilmiştir.

Öldüğü zaman, geride bıraktıkları arasında, hayatında asla rivayet etmediği pek çok miktarda hadis bulunmuştur.

Kendisine: "Bu hadisi senden başka bilen yok" dediklerinde he­men onu terkederdi. Kendisine: "Bu ehl-i bid'atin işine yarayacak bir hadis" dediklerinde onu terkederdi. Kendisine: "Falanca, garib (bilinmedik) hadisler rivayet eder" dediklerinde: "Biz garib (bilin­medik) hadislerden kaçarız" demiştir. O, bir hadis hakkında tered­düde düştüğü;zaman onu tamamen terkederdi.

O şöyle derdi: "Ben bir insanım; hata da ederim, isabet de. Be­nim görüşüme bakın: Kitâb'a ve sünnete uygun düşenlerini alın, uygun düşmeyenlerini ise terkedin"
Yine o şöyle demiştir: "İnsanın her söylediği söze —faziletli biri de olsa— uyulmaz, yol edinilmez ve çeşitli ülkelere ulaştırılmaz. Bu konuda Allah Teâlâ şöyle buyurur: "Sözü dinleyip en güzeline tâbi olan kullarımı müjdele[77]

Kendisine bir mesele soruldu, ona cevap verdi, sonra cevap ye­rine şöyle dedi: "Bilmiyorum, benim söylediğim sadece bir görüşten ibarettir. Olur ya ben hata ederim, sonra ondan dönerim, söyledi­ğim herşey yazılır (ve öyle kalır)"

Eşheb şöyle demiştir: Bir mesele hakkındaki cevabını yazarken beni gördü ve bana: "Onu yazma; çünkü bilemem belki üzerinde se­bat ederim, belki etmem" dedi.

İbn Vehb ise : "Onu, âlimin, kendisine yöneltilen sorulara çok­ça cevap vermesini kınarken işittim" demiştir. Yine onu, kendisine fazla sorulduğu zaman, cevap vermekten kaçındığım gördüm ve şöyle dediğini işittim: "Yeter! Kim çoğa kaçarsa, hata eder" O çok soru sorulmasını ayıplar ve şöyle derdi: "Sanki o azgın deve gibi ko­nuşur; şu şöyledir, bu böyledir der, herşey hakkında dırdır söz eder"

Bir defasında Iraklı biri, "Bir adam ölü (murdar) bir tavuğa bassa, ondan bir yumurta çıksa ve o anda da yumurta bir civciv çı­karsa, onu yiyebilir mi?" diye bir soru sordu. İmam Mâlik ona: "Ola­cak şey hakkında sor, olmayacak şeyi bırak!" dedi.

Bir başkası benzeri birşey sordu, ona cevap vermedi. Bunun üzerine adam: "Ebû Abdillah! Niçin bana cevap vermiyorsun?" dedi. İmam: "Eğer faydalanacağın birşey hakkında sorsaydın, sana cevap verirdim" diye karşılık verdi.

Kendisine: "Kureyş, senin meclisinde atalarından ve faziletle­rinden bahsetmemenden şikayetçi" dediler. O: "Biz, sadece bereke­tini umduğumuz konulardan bahsederiz" diye cevap verdi.

İbnu'l-Kâsım şöyle anlatır: "İmam Mâlik, çok az cevap verirdi. Yakınları ondan cevap alabilmek için hileye başvururlardı. Öğren­mek istedikleri meseleyi, sanki başına gelmiş bir meseleymiş gibi bir adamın ona getirip sormasını temin ederler, o da ona cevap ve­rirdi"

îbn Vehb'e şöyle demişti: "Çok sormaktan ve rivayeti doğru ol­mayacak şeyleri dinlemekten sakın! Ben bu gibi şeyleri rivayet et­mek için değil, sadece öğrenmek için dinlerim" Yine ona: "İnsan bir-şeyi işittiği zaman mutlaka onu söyler. Buna rağmen ben İbn Şi-hâb'dan birçok şey işittim ki, onları asla rivayet etmedim, yaşadı­ğım müddetçe de yapmayacağımı umuyorum. Ben, attığım hadis­lerden daha çoğunu atmadığım için pişman olmuşumdur"

Eşheb şöyle demiştir: Rüyamda birini gördüm şöyle diyordu: "İmam Mâlik, fetva verirken bir söz söylemeyi itiyat edinmiştir ki, eğer o dağlar üzerine inecek olsaydı onları yerinden oynatırdı. Bu 'Mâşâallah, lâ kuvvete illâ billah' sözüdür"
Buraya kadar yaptığımız nakiller, insana ulemâdan kimin fet­vaya ve kendisini taklide daha lâyık olduğunu gösterecek mahiyet­tedir. Bu hususlar göz önüne alındığında, üstün olan ile olmayan arasındaki fark kendisini gösterir. Ben bu sözleri, İmam Mâlik tak­lit edilsin diye —her ne kadar kendisi aşırı derecede bu meziyetlere sahip olması sebebiyle tercihe daha şayan bulunuyorsa da— kay­detmedim. Bilakis, bu özellikler diğer âlimler için bir kıstas edinil­sin istedim. Çünkü bunlar, İslâm'ın diğer hidayet imamlarında da mevcuttur. Şu kadar var ki, kiminde diğerinden daha fazladır. [78]


Eser: El-Muvafakat

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

El-Muvafakat

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..