ÜÇÜNCÜ MESELE:
Tercihin gerekmesi halinde bunun iki yolu vardır: 1) Umûmî. 2) Husûsî.
1) Umûmî tercih yolu: Bu konu usûl kitaplarında anlatılmış olmaktadır. Ancak bir nokta vardır ki üzerinde durulması ve sakınılması gerekmektedir. Şöyle ki: İnsanlardan birçoğu; tercih esnasında yapılması gereken yolu tutmayıp kendilerince zayıf (mercûh) görülen mezheplerin karalanması (ta'nedilmesi) yoluna girmektedirler. Kaldı ki bunlar, karaladıkları o kimselerin mezheplerini kabul etmekte, onları muteber saymakta ve dikkate almakta, fetva konusunda onlara da dayanmanın sahih olacağını bildirmektedirler. Buna rağmen karalarna yoluna gitmektedirler. Böyle bir durum, tercih makamında bulunan kimselere yakışmaz. Tercih konusunda meydana gelen bu kabil şeyler daha çok dört mezhep ile onları takip eden Dâvud-u Zâhirî'nin mezhebi vb. arasında olmaktadır. Burada dikkat edilmesi gereken bazı hususları zikredelim: (1)
İki şey arasında tercihte bulunmak, aslında farklı oldukları özellikte belli bir müştereklikten sonra olabilmektedir.[7]Aksi takdirde o, ikisinden birinin doğrudan iptali ve devre dışı bırakılması anlamına gelir. Böyle bir işleme ise "tercîh" denemez. Hal böyle olunca, bazı mezhep müntesiplerinin, diğer bir mezhebe ait görüşü karalamaları (ta'n) ve aynı (müşterek) özelliğe sahip olan iki şeyden birine yönelik eleştiride bulunmaları, tercîh yolundan çıkmak ve farklı başka bir yola sapmak olur. Bu ise ulemâya yakışmaz. Böyle bir eleştiri ve karalamayı ancak içtihada ehil olmayan, bununla birlikte böyle birşeye yeltenen kimseler yapabilir. Sözü edilen imamlar ise böyle olmaktan münezzehtirler.[8]Böyle bir tarz onlara yakışmaz. (2)
Tercih esnasında karalamaya kalkmak, karalanılan mezhep müntesiplerinin inat damarını kabartır ve üzerinde bulundukları görüş üzerinde ısrar etmelerine sebep olur. Çünkü farklı bir görüşe inanan kimsenin dikkate alınmaması ve karalanması, üzerinde olduğu görüşe taassupla sarılması ve görüşünün güzelliklerim ortaya çıkarması için uğraşması sonucunu doğurur. Dolayısıyla böyle bir mecraya sokulan tercihin, zayıf da olsa karşı görüşe sarılınmasım kışkırtma yanında hiçbir faydası olmaz. Çünkü bu durumda gerçek bir tercih yapılmamıştır. (3)
Böyle bir tercih, karşı tarafı kışkırtır ve onun da benzeri bir tercihte bulunmasına yol açar. Bu durumda biz, iyilikler peşinde koşacağımız yerde, kötülüklerin peşine düşmüş oluruz.[9] Çünkü nefisler yaratılış itibarıyla, kendilerini savunma, inandıkları mezhebe sarılma ve onu aklama eğilimindedir. Eğer bir kimse, karşısındaki tarafından dikkate alınmazsa, o da onu dikkate almaz. Bu durumda kendi mezhebini bu şekil üzere tercihte bulunan kimse, sanki kendi mezhebini gözardı ettirmiş olur. Zira buna sebebiyeti kendisi vermiştir. Nitekim hadiste Rasûlullah: "Şüphesiz en büyük günahlardan biri de, kişinin ebeveynine sövmesidir" der. Sahabe: "Ya Rasûlallah! Adam ebeveynine söver mi?" diye sorarlar. Hz. Peygamber (as.): "Evet, o birinin babasına söver; o da onun babasına söver; o birinin anasına söver; o da onun anasına söver"[10] buyurur.
İşte bu da, ondandır. Allah Teâlâ, aslında caiz olmasına rağmen, yasak olan birşeye götürmesi sebebiyle bazı şeyleri yasaklamıştır.[11] Meselâ: Yüce Allah, mü'minlerden Hz. Peygamber'e 'Bizi gözet!' anlamında hitap ederlerken 'çobanımız' anlamına da çekile-bilen "râinâ" kelimesini kullanmamalarını istemiştir.[12] Bir başka âyette: "Allah'tan başka yalvardıklarına sövmeyin ki, onlar da bilmeyerek aşırı gidip Allah'a sövmesinler"[13]buyurmuştur. Benzeri daha başka Örnekler de vardır.[14] (4)
Böyle bir işlem, mezhebe bağlı kimseler arasında ilişkilerin kesilmesine ve düşmanlığın doğmasına sebep olur. Çocuklar bu tür düşmanlık duyguları altında yetişir ve mezhebe bağlı insanların kalbinde, karşı mezhep taraftarlarına karşı bir kin ve düşmanlık duygusu yer eder. Sonunda da fırkalara bölünürler. Allah Teâlâ,böyle bir sonucu doğuracak davranışlara girmeyi yasaklamış ve şöyle buyurmuştur:
"Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın"[15]
"Dinlerini parça parça edip, gruplara ayrılanlar var ya, senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur"[16]
Bu konu daha önce de açıklanmıştı. Böyle bir sonuca götürecek herşey yasaktır. Dolayısıyla sonuçta İslâm ümmetinin birliğini bozacak, ümmet arasında kin ve düşmanlığa sebebiyet verecek türde bir tercihe gitme de aynı şekilde yasak olacaktır.
Taberî, her ne kadar senedi sahih olmasa da şöyle bir rivayet nakletmektedir: Hz. Ömer, ez-Zibirkân b. Bedr'i hicvetmesi sebebiyle hapsetmiş olduğu şâir el-Hutay'a'yı serbest bırakırken ona şöyle demişti: "Şiirden sakın!" O: "Ey mü'minlerin emiri! Terkede-mem. O benim çoluk-çocuğumun geçim kaynağı, üstelik de dilimin üzerinde bir karınca; söylemeden edemem!" diye karşılık verdi. Hz. Ömer: "Aileni öv, fakat muzır medihlerden sakın!" dedi. Hutay'a:"O nasıl birşey?" diye sordu. Hz. Ömer: "Falanca oğulları, filancalardan hayırlıdır... şeklindeki Övgülerdir. Sen öv, fakat hiç kimsenin diğerlerinden üstün olduğunu söyleme" dedi. Hutay'a: "Sen, ey mü'minlerin emiri! benden daha şairsin" diye karşılık verdi. Bu haber sened itibarıyla sahih değilse bile, mânâ bakımından doğrudur. Zira övgü, eğer başkalarının yerilmesi esası üzerine kurulursa, zararlı olur. Gözlemlerimiz bunun böyle olduğuna şahittir. (5)
Red ve tercih esnasında karalama yoluna gitmek ve karşı tarafı kötülemek, bazen yukarıda zikredilenler yanında mezhepte aşırılığa kaçmaya ve doğru yoldan sapmaya sebebiyet verebilir. Bu, tercih ve delillerin tartışılması sırasında muhalif taraflardan sadır olan birbirlerine yönelik aşırı hücumlar, yaralayıcı ifadelerden kaynaklanan kin ve düşmanlık duygularının kışkırtması ve galeyana getirmesi sonucunda ölür. el-Gazzâlî bir kitabında şöyle der:
"Cehaletin çoğu, halkın (avam) kalbine, hak ehli olacak cahil insanların taassupları yüzünden yerleşir. Bunlar karşı tarafa meydan okuyarak ve onlara ağır sözler ederek hakkı ortaya çıkardıklarını zannederler, zayıf gördükleri karşı tarafa hakaret edici ve hor-layıcı bir gözle bakarlar. Bunun sonucunda da onların içlerinde inat ve düşmanlık damarları galeyana gelir ve kalplerine bâtıl inançlar yerleşir. Ondan sonra da yumuşaklıkla yaklaşan gerçek ulemâ, onların kalplerine yerleşmiş olan bu yanlış duyguları ve düşmanlıkları sümekte başarılı olamaz. Taassup öyle güçlü bir duygudur ki, buna kapılan fırkalardan biri, hayatı boyunca sükût-tan sonra konuşmaya başladığı harflerin kadîm olduğuna inanmıştır. Eğer inat ve taassup yoluyla şeytanın iğvâsı ve nefse hâkimiyeti söz . konusu olmasaydı, böyle bir inanç, değil aklı başında olan bir kimsenin, cinnet getirmiş birinin dahi kalbinde yer edemezdi"
Onun dedikleri böyle. Yaşadığımız sosyal gerçeklerin tanıklık ettiği hak ve hakikat da işte budur.
"Musa'yı bütün insanlığa üstün kılana yemin ederim ki..." diyen yahudiyi tokatlayan Ensârî hakkında gelen hadiste belirtildiği üzere, bu harekete Rasûlullah kıznnş ve: "Peygamberler arasında üstünlük bakımından bir ayırıma gitmeyin" veya: "Beni Musa'dan üstün tutmayın" buyurmuştur.[17] Oysa ki bizzat Rasûlullah da yeri geldiğinde peygamberler arasında üstünlükten ve kendisinin diğer peygamberlerden üstünlüğünden söz etmiştir. el-Mâzirî bazı üstadlarından nakille hadisin şöyle yorumlanabileceğini zikretmiştir: "Allah'ın peygamberleri arasında, onlardan bir kısmını alçaltına sonucuna varacak bir mukayese yapmayınız" Hadis zaten belli bir sebep üzerine söylenmiştir. O da Ensâr'dan olan sahâbînin ("Musa'yı âlemlere üstün tutana yemin ederim ki..." diyen) yahudiyi tokatlamasıdır. Dolayısıyla Rasûlullah bu fiilden Hz. Musa'nın alçaltılmış olduğunun anlaşılacağından korkmuş olmalıdır ve bu yüzden de böyle bir sonuca götürebilecek ayırıma gidilmesini yasaklamıştır. Iyâz şöyle demiştir: Belki de bu sözünü kendinin onlara üstünlüğünü bile bile, ümmetine de bunun böyle olduğunu bildirmiş olmasına rağmen söylemiştir ki, insanlar böyle konulara dalmasınlar ve şu üstün bu üstün gibi bir mücadeleye girişmesinler. Zira bu tutum, bazen tartışma esnasında kendilerinden beklenmeyen sözlerin sadır olmasına, keza kızgınlık ve tartışma anında kendi makamlarına yakışmayacak duygulara kapılmalarına sebep olabilir. Bu durumda konu ile ilgili tartışmaya girmeyi yasaklaması, Kur'ân ile de ehl-i kitaba karşı mücadele etmeyi yasaklaması vb. gibi olur. Onun sözü böyle. Bu izah doğrudur. Dolayısıyla âlimler ve mezhep imamları arasında da aynı şekilde davranmak gerekecektir. Çünkü onlar peygamberlerin varisleridir.
Fasıl:
(Müctehidler arasında yapılacak) tercihin, herkesin tanıklık ettiği faziletler, özellikler ve açık meziyetlerin zikri yoluyla olması halinde ise, bunda bir salanca yoktur. Hatta bu gibi durumlarda yani buna ihtiyaç duyulması halinde yapılması gerekli olan da budur. Bunun dayanağı Kur'ân'daki şu âyettir; "O peygamberler ki, biz onlardan bir kısmını diğerlerinden üstün kıldık..[18] Bu âyet, peygamberler arasında üstünlük bakımından ayırımın olduğunu ortaya koymaktadır. Sonra Allah Teâlâ, bazı seçkin peygamberleri ve onların sahip oldukları meziyetleri zikretmiştir. Meselâ Dâvûd hakkında şöyle buyurmuştur: "Gerçekten biz, peygamberler- ' den kimini, kiminden üstün kıldık; Davud'a da Zebur'u verdik"[19]
Hadiste bu kabilden pek çok örnek vardır; Meselâ kendisine insanların en üstünü sorulduğu zaman: "En müttakîleridir" diye cevap vermişti. Onlar: "Biz bunu sormuyoruz" dediklerinde de: "Yusuf; Allah'ın dostunun oğlu, Allah'ın peygamberinin oğlu, Allah'ın peygamberinin oğlu, Allah'ın peygamberi" demiş. "Sana bunu da sormuyoruz" dediklerinde: "Bana Arap ulusundan mı soruyorsunuz. Onların cahiliye döneminde hayırlı olanları, eğer dinde üstün anlayışa ulaşmışlarsa İslâm döneminin de hayırlılarıdır" buyur-du.[20]
Rasûlullah şöyle buyurdu: "Mûsâ, İsrailoğullarından bir mecliste iken kendisine bir adam geldi ve: 'Senden daha bilgili birini tanıyor musun?'diye sordu. Mûsâ: 'Hayır!' dedi. Bunun üzerine Allah Teâlâ kendisine vahyetti ve: 'Evet var, kulumuz Hızır' buyurdu" Bir başa rivayet de şöyledir: "Mûsâ, İsrailoğulları arasında hitabede bulunuyordu. Kendisine: 'Kim daha bilgindir?' diye soruldu. 'Ben!' diye karşılık verdi. Bunun üzerine Allah Teâlâ kendisini uyardı. Zira ilmini Allah Teâlâ'ya nisbet etmemişti. Allah ona: 'Evet, iki denizin buluştuğu yerde benim bir kulum var, o senden daha bilgindir...' buyurdu"
Müslümanlardan biri ile yahudilerden biri ağız kavgasına tutuştular ve müslüman: "Muhammed'i bütün âlemlere üstün kılana yemin ederim ki..." dedi. Yahudi de "Musa'yı bütün âlemlere üstün kılana yemin ederim ki..." dedi. (Bunun üzerine müslüman yahudi-nin yüzüne bir tokat vurdu. Yahudi Rasûlullah'a gitti ve durumu ona bildirdi.) Rasûlullah şöyle buyurdu: "Beni Musa'ya üstün tutmayınız. Çünkü bütün insanlar bayılıp düşecek ve ilk ayılan ben olacağım. Bir de bakacağım ki Mûsâ, Arş'ın bir tarafını tutmuş. Bilmiyorum; o da bayılıp düşüp de ayılanlardan mı, yoksa Allah'ın müstesna kıldığı insanlardan mı?"[21] Bir başka rivayette de şöyle buyurmuştur; "Peygamberler arasında (üstünlük bakımından) bir ayırıma gitmeyiniz. Çünkü sura üflenir..." Hadis devam ediyor.
Bu, delile müstenid ol(may)an bir ayırımı reddetmektedir ve aynı zamanda tercihi gerektiren bir durumun olması halinde üstün tutmanın doğru olacağına da delil olmaktadır. Yine Rasûlullah Şöyle buyurmuştur: "Erkeklerden çok kişi kemale ermiştir. Kadınlardan ise sadece Firavundun karısı Âsiye ile Imrân'ın kızı Meryem kemâle ulaşmışlardır. Âişe'nin diğer kadınlara üstünlüğü ise, tiridin[22] diğer yemeklere olan üstünlüğü gibidir[23]
Kendisine "Yâ hayra'l-beriyye! (yani ey yeryüzünün en hayırlısı!)" diye çağıran kimseye: "O İbrahim'dir" buyurmuştur.[24]
Bir başka hadislerinde de: "Ben Adem oğullarının efendisiyim buyurmuştur.[25] Kendisinin diğer insanlardan daha üstün olduğunu belirten benzeri daha başka deliller de vardır. Burada konumuz iki hadis arasında tearuzun bulunduğundan bahsetmek değildir. Bizim üzerinde durmak istediğimiz husus, üstünlük bakımından bir ayırıma gitmenin doğru ve tercihte bulunmanın caiz olabileceği sonucuna ulaşmaktır. Bu da her iki hadiste de sabittir.[26] Yine Rasûlullah şöyle buyurmuştur:
"Nesillerin en hayırlısı, içerisinde bulunduğum nesildir. Sonra onları takip edenler, sonra onları takip edenler.[27]
(İbn) Ömer şöyle demiştir: "Biz Rasûlullah zamanında ashabı üstünlüklerine göre derecelendirir; önce Ebû Bekir'i, sonra Ömer'i, sonra da Osman'ı daha üstün görürdük"
Hz. Osman, (Kur'ân'ın yazılması için) Kureyş'ten oluşturduğu üç kişilik heyete ki bunlar Abdullah b. ez-Zübeyr, Saîd b. el-Âs ve Abdurrahman b. el-Hâris b. Hişâm idi şöyle demişti: "Siz ve Zeyd b. Sabit, Kur'ân'dan birşey hakkında görüş ayrılığına düşerseniz, onu Kureyş dili üzere yazın; çünkü Kur'ân onların diliyle inmiştir" Onlar da Öyle yapmışlardı.
Rasûlullah şöyle buyurmuştur: "Ensar yurtlarından (evlerinden) en hayırlısı Neccâr oğulları, sonra Abdu'l-Eşhel oğulları, sonra Haris b. el-Hazrec oğullan, sonra Sâide oğulları yurdudur ve Ensâr'ın yurtlarının her birinde hayır vardır"[28]
Bir başka hadislerinde de şöyle buyurmuştur: "Ümmetim içerisinde ümmetime karşı en merhametli olanı, Ebû Bekir'dir; Allah yolunda en şiddetli olanı, Ömer'dir; haya bakımından onların en doğruları, Osman'dır; helâl ve haramı en iyi bilenleri Muâz b. Ce-bel'dir; en. İyi ferâiz bilenleri, Zeyd b. Sâbit'tir; en iyi okuyanları Übeyy b. Ka'b'dır. Her ümmetin bir emini olur; bu ümmetin emîni de Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh'tır'[29]
Abdurrahman b. Yezîd anlatır: "Biz, Huzeyfe'ye: 'Hal ve gidişat, hidayet bakımından Rasûlullah'ayakın olan kimdir? Öğrenelim de ondan (bu meziyetlerini) alalım" diye sorduk. O: "Rasûlullah'a hal ve gidişat, hidayet ve tavır bakımından İbn Ümm Abd'dan[30] daha yakın birini tanımıyorum" diye cevap verdi.
Muâz'a ölüm vakti gelince ona: "Ey Ebû Abdurrahman! Bize vasiyette bulun!" dediler. O: "Beni oturtun!" dedi ve devam etti: "İ-lim ve iman yerlerindedir; kim onları ararsa bulur" Bu sözünü üç defa tekrarladı. "İlmi dört kimse yanında arayın: Üveymir Ebû'd-Derdâ, Selmân el-Fârisî, Abdullah b. Mesûd ve Abdullah b. Selâm"
Rasûlullah şöyle buyurmuştur: "Benden sonra iki kişiye: Ebû Bekir ve Ömer'e uyun[31]
Dînî bir ihtiyaçtan dolayı tercih ve üstün tutmayı ifade eden deliller pek çoktur. Ancak hepsi de, överken diğerlerini küçültme gibi bir anlam taşımamaktadır. Durum böyle olunca bu, geçerli bir kıstas ve uyulması gereken kesin bir hüküm olur ve bunun ötesine geçilerek, kırıcı, aşağılayıcı mahiyette bir tercih yoluna gidilemez. Nitekim seîef-i sâlihin yaptığı da bu olmuştur.
Fasıl:
Bu konuda gaflet ya da gaflet görünümü o kadar ileridedir ki, bu, ilim ehlinden önde gelen bazı kimseleri, tercihi açık ya da imalı bir şekilde karşı taran karalama şeklinde yapmayı âdet edinir bir hale sokmuştur. Onlar maalesef divanlarını bu şekilde oluşturmuşlar, kağıtlanrn bu yolla karalamışlardır. Hatta öyle ki bunlar, Fıkılı Usûlü alanında tasnif edilmiş terâcim kitaplarından bir tür ya da öyle birşey bile olmuştur ve bunlarda kısmen temas ettiğimiz şeyler yer almaktadır. Dahası iş, sahabe ve onları takip eden nesillerden oluşan selef-i sâlihe kadar uzanmaktadır. Bazı sahâbîlerin üstünlüğü hakkında yazılmış birtakım eserler gördüm. Bunlar diğerlerinin karalanarak yükseltilmesi, karalamak için ileri sürülen şeylerin yükseltilmeye çalışılan kimsede bulunmadığı iddiası gibi bir mecraya kaymıştır. Bu gibiler vadiye inmiş ve suyun kaynağını kapatmışlardır. Bu tutum peygamberler arasında da sergilenir olmuş ve iş, cahil bir topluluğun bu doğrultuda nazım ve nesir eserler yazmasına kadar gitmiştir. Bunlar yazdıklarında Hz. Muham-med'i övüyöruz, onu yüceltiyoruz derken diğer peygamberler hakkında aşağılayıcı sözler etmişlerdir. Üstelik bunları da, yanlış bir şekilde anladıkları nakillere dayandırmışlardır. Doğrusu bu, hak ve hakikatin dışına çıkmaktır. Rasûluîlah' "Peygamberler arasında üstünlük bakımından bir ayırıma gitmeyin"[32] buyurmasının sebebini ve âlimlerin bu konudaki yorumlarını daha önce görmüştük. Bu itibarla böyle netameli konulara girmekten sakınmalı ve bu gibi yerlerden sırât-ı müstakime çıkmaya bakmalıdır.
2) Husûsî tercih yolu: Bu konu hakkında ayrı bir mesele açalım: [33]
Konular
- DOKUZUNCU MESELE:
- ONUNCU MESELE:
- ON BİRİNCİ MESELE:
- ON İKİNCİ MESELE:
- ON ÜÇÜNCÜ MESELE:
- ON DÖRDÜNCÜ MESELE:
- İKİNCİ TARAF: FETVA
- MÜCTEHİDİN VERDİĞİ FETVAYA MÜTEALLİK KONULAR
- BİRİNCİ MESELE:
- İKİNCİ MESELE:
- ÜÇÜNCÜ MESELE:
- DÖRDÜNCÜ MESELE:
- ÜÇÜNCÜ TARAF: İSTİFTÂ VE İKTİDÂ
- BİRİNCİ MESELE:
- İKİNCİ MESELE:
- ÜÇÜNCÜ MESELE:
- DÖRDÜNCÜ MESELE:
- BEŞİNCİ MESELE:
- ALTINCI MESELE:
- YEDİNCİ MESELE:
- SEKİZİNCİ MESELE:
- DOKUZUNCU MESELE:
- EK:1 TEARUZ VE TERCİH
- BİRİNCİ MESELE:
- İKİNCİ MESELE:
- ÜÇÜNCÜ MESELE:
- EK: 2
- CEDEL İLMİ
- (SORU VE CEVABA DAİR HÜKÜMLER)
- BİRİNCİ MESELE: