Feriye Sarayına Nakli


Sultan Abdülaziz'in mektupları, 5. Murad'ın ilgisi Fer'iye Sarayına nâkil işini sağlamakla beraber, kader ağlarını örme­ye başlamıştı. Çünkü rakip olduğu kayıktan inen Abdülaziz Hân, Fer'iye rıhtımına geldiğinde yolların süngü takmış du­rumda iki sıra hâlinde dizili askerlerle kaplı olduğunu müşa­hede etti. Eski padişahın yanında, Mabeyncisi Hafız Mehmed Bey ile 2. mabeynci Fahri Bey olduğu halde saray'ın kapı­sından gireceklerken, Hafız Mehmed Bey'in yanına gelen İz­zettin Binbaşı adlı birisi, eski başmabeyincinin omuzuna do­kunarak, bilhassa size saraya girmek yasaklanmıştır tebli­ğinde pek çirkin şekilde bulunulmuş ve Hafız Mehmed Bey, velinimetinden tefrik olunmuştur. Çok geçmemiş vâlidesul-tan ile harem halkı gelmişsede, bunların harem ağalarını sa­raya almamışlar Topkapı Sarayına geri gönderilmişlerdir. O güne kadar belinde kuşanmış olarak duran palasını da vâli-desultan'a yaptırdıkları rica ile aldırmaya muvaffak olan gaf­let bekçileri padişahın, "artık benim işim Allah (c.c)'e kal­mıştır" deme kertesine getirmişlerdi. Bu andan sonra Sultan Aziz bol bol nevafil namazı kılıyor, Kur'an-ı Kerîm tilâvet ey-liyor, zikre zaman ayırmıştı. Ancak Hüseyin Avni Paşayı nâ-paşanın seçtiği nöbetçiler birer Osmanlı münkiri olup, uluor­ta hakaretlerde bulunmaktaydılar. İşte bunlardan bir tanesini aşağıda sizlere nakle cesaret edelim: Ziya Nur Aksun Beye­fendinin yukarılarda adı geçen eserinin 164. sahifesinden alı­yoruz: ".Kendisinin muhafazasına bilhassa en cibiiiyetsiz za­bitler tahsis edilmiş ve bunlara davranışları hakkında, her­halde Serasker-i erâzil(rezil serasker)tarafından kat'ı emir ve­rilmiştir. Öyleki, sabık padişah Sultan Murad'ın mabeyncisi ile bahçede dolaşırken bir subay tarafından <Burada dur­mak yasaktır, içeri giriniz> hitabıyla karşılaşmıştır. Sultan Abdülaziz, Edhem Bey'e <belki sizi bilemediler, bigâne zan­nettiler. Kendinizi tarif ediniz!> demiş bunun üzerine başma-beynci kendi memuriyetini bildirerek, hitâb ettiği zâtın Sul­tan Abdülaziz olduğunu fısıldamıştır. Fakat subayı merkum, yüksek sesle Edhem Bey'e: <size söylemiyorum. Aziz Efendi­ye hitâb ediyorum> ceuab-ı mekruhunu vermiştir. Bunu du­yan Ha- kan-ı sabıkın üzerine fenalık gelmiş ve kollarına giri­lerek dâiresine çıkarılabilmiştir." Demektedir. Bu olayın cere­yanı Sultan Aziz'in kuvve-i mâneviyesinde derin hüzü nese-beb teşkil etmiştir.   1 1/cemaziyelevvel/l 293-4/Hazi-ran/1876'da Pazar sabah namazından sonra abdest alıp, odasına dönmüş ve ezânî saatle 2'de, zevali saatle 9. 36'da bileklerinden kan fışkırdiğı halde can çekişirken bulunmuş­tur.
Sultan Aziz; Vâlidesultan'dan aldığı makasla sakalını dü­zelteceğini söylemiş bir de ayna taleb etmiş. Bu nakış maka-sıyla her iki kolun damarlarını kesmiştir. Böylece seyelânı dem neticesinde vefat etmiştir. İbnül Emin Mahmud Kemâl İnal merhum, bu makasın sakal düzeltecek kadar büyük ol­madığını söylediği bilinmektedir. Harem'de bulunanların şa­hadetinde, padişahın odasından hırıltılar geldiği kapı zorlana­rak açılıp girildiğinde Sultan Aziz'in naşı ile karşılaşmışlarda. Vâlidesultan, oğlunun cesedine kapanmış ağlamaya başla­mıştır. Bu arada da, Serasker Hüseyin Paşa, Fer'iye Sarayına gelmiş cenazeyi, Fer'iye Karakoluna naklettirip, bir ot şilte üzerine koydurduğu nâşın üstüne pencereden kopararak al­dığı bir perdeyi örtmüştür. Devlet erkânına haber göndermiş ve bu arada da hekimler yerli ve ecnebi olmak üzere Kara­kola celbedilmiş, ceset uzaktan gösterilmiş ve doktorlardan rapor talep olunmuştur. Muayenenin sık elenip, dokunulduğu söylenemez tarzda yapıldığı pek açıktır. Daha yakından gör­mek isteyenlere, Serasker Avni Paşa bu bakkal Ahmed Efendinin cenazesi değil, koskoca padişah cenazesidir de­rnek suretiyle, güya saygı gösterisi sergilemiştir. Bu raporda 19 hekimin imzası olup, isimleri şöyledir: Dr. Marko, Dr. Şa­to, Dr. Espanyol, Dr. Mark Markel, Dr. Patropulo, Dr. De Kastro, Dr. Maroen, Dr. Jül Melincen, Dr. Kostantin Karato-dori, Dr. Dikson, Dr. Vitales, Dr. Edvar Esparado, Dr. Melyan Bey, Dr. Nuri, Dr. Abdannur, Dr. Servet, Dr. Nuricân, Dr. Mustafa ve Dr. Mehmed Beylerdir.
Biz bu doktorlar heyetinin imzaladığı rapor hakkında yapı­lan bir analizi alıntılamak suretiyle şüpheleri gıdıklayalım ve intihar fikrine kail olanların düşüncelerine biraz katkıda bulu­nalım. Ziya Nur Bey'in eserinin 167. sahifesinde şöyle den­mektedir: ".Önce bir mikrazdan bahsedilmekte, sonra kendi­lerine birden ziyade âlet gösterildiği ifade edilmektedir. Ra-por'un bilhassa neticedeki üç maddesi mühimdir. Bunlara göre, vefata kol büklümlerindeki damarların kesilmesinden hâsıl olan kan akması sebeb olmuştur. Bu malum ve doğru­dur. Kendilerine gösterilen adi makasın bu yaralan husû le getirebilmesi mümkün görülmektedir. Yâni ikinci şıkta bir katiyyet yoktur ve yaralar <bu makasla vücûda getirilmiş­tik denmemektedir, üçüncü şıkda <yaraları husule getiren alet-i câriheden bahsedilerek, bir intihar yani telef-i nefs vu­kua geldiği istidlal olunuyor> yollu gayet kaypak bir ifade kullanılmıştır. Bu mazbatadan da anlaşılmaktadır ki, hekim­ler vücudu tamamen muayene edememişler;ancak yüz ve kolları görmüşler, intihar için kat'i delil teşkil edecek bir ra­por da vermemişler, gayet üstünkörü, iki tarafa çekilebilecek kaypak bir hükümle işin içinden sıyrılmışlardır. "

Demektedir ki biz de buna Nizameddin Nazif Tepedelenli-oğlu'nun ünlü "Komitacılar" adlı eserinde Sultan Abdülhamid Hân'a uzun yıllar müdavi hekim olarak hizmet veren Dr. Mavroyeni'nin, dönemin en meşhur ve başarılı hekimi olmasına rağmen bu heyetin içinde adını görememeğe dikkat çektiğini okuyoruz. Dr. Mavroyeni bu işin karışıklığı hususun­da itikadı olduğundan, kendisine eğelen dâvetçiye hastayım dedirtmek suretiyle meşkûk bir rapora dâhiİ olmaktan kendi­ni alıkoyabilmekle doğrusu pek ciddi bir davranış sergilemiş­tir.
Sultan 5. Mehmed Murad; Serasker çetesinin oyuncağı hâ­line geldiğini, idrak etmeye başlamıştı. Ancak yapacağı pek birşey yoktu çünkü cidden içki, şuurunu âdeta muhtel hâle getiriyordu. Bir takım ipe sapa gelmez davranışlar ortaya ko­yuyordu. Yeni padişahın bu hâli rical-i devleti iki karar ara­sında düşündürüyordu birincisi, 5. Murad'ın hâl'i ve yerine kimin geleceğiydi. Bunun Sultan Abdülaziz olması hâlinde bu çetenin halaç pamuğu gibi atılması demekti, Hiç kimse kendi ilmiğini kendi boynuna geçirmek istemeyeceğine göre bu hâinler çetesi bunun üzerinde durup da yeniden taht'a ic-lâs etmeye lüzum görmeyip, ifna etme yolunu seçtiler. Bu hususu kuvvetlendirecek bir mektupla Abdülaziz Hân'ın katli meselesiyle ilgili olarak ifadelerimizin geri kalanını, Sultan 2. Abdülhamid'in devrini anlatırken, meşhur Yıldız Mahkemesi bölümünde daha da geniş bir şekilde siz okurlarıma takdime gayret edeceğim. Aşağıya alacağımız rivayetin sahibi, Sultan 5. Murad'ın lobisine mensuplar arasında yeri ehemmiyet kesbeden kimselerden Ali Şefkati Bey, olup bahse konu riva­yeti Şâiriâzam Abdülhak Hâmid (Tarhan)e' anlattığını İbnül Emin Bey şöyle naklediyor: "Saltan Abdülaziz'in halinden sonra ifnasını, Hüseyin Aoni Paşa teklif edince, Sultan Mu­rad telâşa düşüb ben kaatil olamam diyerek teklifi şiddetle red etti. Aunî Paşa <o halde yine telâsı lâzım gelir, dehşetli fenalıklar zuhur eder> tarzında tehdid ve ihâfede bulunması üzerine Sultan Murad; <beni ielâs ederken reyimi sordunuz-mu ki, onun ifnasında benden müsaade istiyorsunuz? dedi

kemâl-i teessürle odadan çıktı. Hüseyin Auni Paşa bu cevabı irâde hükmünde telakki ve katle tasaddi etti."


Eser: Büyük Osmanlı Tarihi

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Büyük Osmanlı Tarihi

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..