14- GASB HUSUSUNDA ÇEŞİTLİ MES'ELELER

Bir gâsıp,mağsubu, birine satar; buna da sahibi izin verirse; satış caiz olur.

Ancak, bunun için şu şartların içtima etmesi gerekir:
1- Satıcı ve alıcının, onun üzerinde akid yapmaları;
2- İznin da'vâdan önce olması.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, Zâhirü'r-rivâyede, paranın mevcudi­yeti —şayet satış dirhem ve dinarlarla olursa— şart değildir.

Şayet mal sahibi da'vâ açmış ve mağsûbu kendisine mal etmesini hâkimden istemiş; sonra da satışa razı olmuşsa, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) göre icazeti ( = izni) sahih olmaz.

Şemsü'l-Eimme Halvânî, Şeyhü'I-İslâm Hâher-Zâde ve Şemsü'l-Eimme Serah-sî, Şerhi'nde: "Zahirü'r-rivâyeye göre, şayet icazet zamanım sahibi bil­miyor ise icazet caizdir." buyurmuşlardır.

Şöyle ki: Köle, müşterinin elinden kaçtı ise, icazet caizdir; sahihdir.

Eğer gasbeden şahıs, kölenin parasını almaş ve o, elinde zayi ol­muş; sonra da sahibi satışa izin vermişse; o, artık mal sahibinin mülkü olarak zayi olmuştur. İntihada (= sonda) izin, ibtidada (= başta) izin gibidir; öyle itibar edilir. Muhıyt'te de böyledir.

Şayet, gâsıp, mağsûbün minhin izniyle, satış hakkına veya bağış hakkına sahipse, yahut miras hakkına sahipse; onu başkasına sattıktan sonra, satış bâtıl olmuştur. O, vakfedilmiş mülke karşı, haksızlık yapmıştır.

Bir adam, başka birine "şu yolda yürü. Çünkü, bu yol güvencelidir." der; o da o yolda giderken, onu hırsızlar soyarsa; bu durumda tazminat gerekmez.

Şayet: "Korkuyorsan, malını almaları hâlinde, ben onu öderim." demişse; geri kalan mesele hâli üzerinedir; tazminat gerekir.

Bu cins mes'elelerde, asıl olan; Aldatmanın olup olmamasıdır. Şa­yet aldatmışsa, tazminat gerekir.

Keza: "Bu yiyeceğin tamamı helâldir." der; onun içinde de ze­hir olursa; —onu bilmeyerek söylemiş olması hâlinde— tazminat gerek­mez. Muhiyt'te de böyledir.

Bir adam, —izin almadan— diğerinin hayvanının üzerine biner ve bu hayvanın sırtında bulunan yara parçalanıp yarıhrsa; Ebû'l-Leys "Bu yara, merhem sürülünce iyileşirse, tazminat gerekmez. O yaradan dola­yı kıymeti noksanlaşirsa, o müstesnadır. Şayet, bu hayvan, o yüzden ölürse, tam tazminat gerekir. Hayvan ölünce, aralarında ihtilaf çıkar­sa, o hayvanı kullananın yeminli olarak söylediği söz geçerli olur.

Eğer yemin ederse, tazminattan berî olur. Şayet yemin edemezse, tazminat gerekir demiştir. Fetâvâyi Kâdîhân'nda da böyledir.

Bir adamın nuülkünde bulunan hurma ağacının dalları, komşu­sunun mülkünün üzerine gittiğinden, o onu kesmek isterse; onu kesme­ye hakkı vardır.

İmâm Muhammed (R.A) böyle buyurmuştur. Nâtifî, Vâkıâl'ta şöyle yazmıştır:

İmâm Muhammed (R.A.)'in lafzı: "Hâkimin izni olmadan da kesebi­lir." demektir.

Burda iki yol vardır.

Şayet, o dallan sahibinin tarafına çekip bağlama imkânı varsa, di­ğerinin onu kesme hakkı yoktur. Bu durumda keserse, tazminat gerekir.

Fakat sahibinden onu geri çekmesini ister ve onu ağacına bağlatır.

Eğer bazı dallarını geri çekme imkânı var; bazılarını çekme imkânı yoksa, sahibinden, onları kesmesini ister ve o da razı olmazsa, hâkime müracaat eder ve hakim, ağaç sahibini, kesmesi hususunda cebreder.

Komşu böyle yapmadan önce, kendiliğinden keser ve kesilmeyecek olanı da keserse, —yukarda olsun aşağıda olsun— eğer bu, sahibine fay­dalı ise, tazminat gerekmez.

Şeyhü'l-İslâm, Kitâbü's-Snlh'da şöyle zikretmiştir:

Şemsü'l-Eimme Halvâni'nin, Sulh Kitabının Şerhî'nde yazdığına göre, bu yukarda söylenen gibidir. Şayet kesecekse, kendi mülküne ait olanı ke­ser; komşusunun bostanına —izin olmadıkça— giremez.

Âlimler şöyle demişlerdir:

Kendi tarafında olan dalları —zarar verdiği için keser— En iyisi, işi hâkime çıkarmaktır. Hâkim naibini gönderir. O, gereği gibi keser. (= kestirir) Şayet komşu kendiliğinden kesmiş ve ona meûnette bulun­muşsa, tazminat için müracaat edemez. Yani, o dalları kestirdiği için sarf ettiği parayı komşusuna ödetemez. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, diğerinin kumaşını gasbedip, onu gömlek yapar ve di­kerse; onu diken, o gömleğe hak sahibi olur ve kumaşın sahibi, kuma­şının kıymetini tazmin ettirir.

Keza, bir kimse, diğer bir adamın buğdayını gasbeyleyip, onu öğü­türse, o una hak sahibi olur. Buğdayı gasbolunan şahıs da, buğdayının kıymetini ödetir veya mislini (= benzerini) tazmin ettirir.

Keza, bir kimse, başka bir adamın etini gasbedip, onu kızartsa; ona hak sahibi olur; ancak, mağsûbün minhe, o etin kıymetini taz­min eder.

Şayet müstehak beyyinesiyle etin kızarmadan önce veya elbisenin, dikilmeden yahut buğdayın, öğütülmeden önce kendisinin olduğunu bel­gelerse; bu durumda mağsûbün mİnh, hiç bir şey için gâsıba müracaat­ta bulunamaz. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, bir kumaşı gasbedip, onu kesse, fakat dikmese; veya bir koyunu gasbedip onu, boğazlasa, fakat etini parçalamasa; o, sahi­binin hakkı olur. Sonradan ona bir hak sahibi çıkarsa, gâsıp tazminat­tan kurtulur. Füsûlü'I- Imâddiye'de de böyledir.

Bir köle efendisinin izniyle, su dolu ipriğini götürmekte iken bir başka adam, ona —efendisinden izinsiz— "Bir ibrik vererek" havuz­dan su getirmesini ister; bu köle ise yolda zayi olursa; o adam, kölenin tam kıymetini tazmin eder. Çünkü onun fii'li, efendinin fiilini nashet-miştir. (= bozmuştur) ve o adam, bu kölenin tamamını gasbetmiş ol­maktadır. Hizânetü'l- Mfiftin'de de böyledir.

Bir müslüman, bir ateş perestin (= mecûsinin) mevkûzesini gasp ve telef ederse; Sağnâkî'de: Nassan sabit ve sahih olan onu tazmin etme­sidir. Denilmiştir. Cevâhirü'I- Ahlâtî'de de böyledir.

Bir kimse, kökü bir başkasının binasının altına gitmiş olan bir ağacı keserse; bina sahibi o kökleri sökmekten men eder ve o köklerin kıymetini ağaç sahibine tazmin eder. Miiltekıt'ta da böyledir.

Bir kimse, iki adet yumurta gasbedip, o yumurtalardan birini bir tavuğun altına, diğerini de kendi tavuğunun altına kor ve ikisi de civciv olarak çıkarlarsa; civcivler yumurtayı gasbeden şahısın olur. Bu şahıs, o yumurtaların bedelini sahibine öder.

Bu yumurtalar, gasbedilmiş değil de emânet olarak bırakılmış ol­saydı; çıkarılan cicivler yumurta sahibinin olmazdı; kendisine emânet bırakılan şahsın olurdu. Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.

Yumurtalardan birisi gasp, diğeri de emânet olur ve o şahıs iki­sini de tavuğun altına koyar; ikisi de civciv olursa gasbedilen yumurta­nın civcivi, gâsıbın olur; emânet bırakılan yumurtanın civcivi ise, emâ­net sahibinin olur.

Bir adamın yanında, iki ölçek buğday bulunur ve bunun bir ölçeği emânet, diğeri ise gasp olur; rüzgâr bunları savurup, bir yere saçar; bunlar orada biterlerse; çıkan mahsûlün yarısı, emânet sahibinin; yarısı da gâ­sıbın olur.

Ancak, gâsıp, buğdayını gasbeylediği adama, bir ölçek buğday ve­ya bedelini verir.

Şayet, çıkan cicivlerin hangi yumurtaya âit olduğu bilinmezse; bu hususta gâsıbın sözü geçerli olur.

Şayet, o da: "Ben de tanımıyorum." derse; bu şahıslar, iki civcive cîe ortak olurlar gâsıp yumurtanın bedelini sahibine öder. Serahsî'nin Mu-'ııvlı'nde de böyledir.

Zâlim bir kimse, ölen bir adamın alacaklılarının alacaklarını, ölen zatın majmdaaalsa; ölen zat, alacaklılara karşı yine borçludur. Tatarhâ-niyye'de de böyledir.

Bir kimse, gasbettiği bir evi satıp, teslim ettikten sonra, onu gas-bettiğini ikrar eder ve bu hususta ev sahibinin de beyyinesi olmazsa; onun, müşteri hakkındaki ikrarı bâtıldır. Ve bu gâsiba, İmâm Ebû Hatife (R.A.)'ye göre gerekmez. İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un son kavli de budur. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, değirmenciye buğday getirerek, değirmenin sahanlığı­na koyup, değirmenciyede: "Onu, bu gece değirmenin içine koy." der; o da koymaz; bir hırsız da gelerek gece o buğdayı çalarsa; bu durumda değirmenin sahanlığının duvarı yüksek olur ve merdivensiz oraya çık­ma imkânı bulunmazsa, değirmenciye tazminat gerekmez. Durum, bu­nun aksine ise, tazminat gerekir.

Bir adam, mestlerini tamirciye —söküklerini dikmesi için— ve­rir; tamirci de onu dükkanın dış tarafına bırakıp, dükkanının kapısını açık bırakarak, mescide namaz kılmaya gider ve bir bekçi de bırakmaz, mestler de çalınırsa, tamirci onu tazmin eder. Çünkü, onu kendi zayi etmiş durumdadır. Kübrâ'da da böyledir.

Bir hamala, bir yere götürmesi için, yük verildiğinde, o hamal, kış gününde altından su akan ve üzeri buz tutmuş büyük bir nehrin ke­narına, o yükü geçirmek için —bir çok yerlerde olduğu gibi— gelir ve yükün bir kısmını başka birine yükletir; geçerlerken birinin yükü suya düşer ve şayet o yer herkesin öylece gelip geçtiği bir yer olursa; suya düşen yükü tazmin etmek gerekmez. Kübrâ'da da böyledir.

Bir adam, bir deve katarına gelerek, onların bir kısmını çözse, tazminat gerekmez. Çünkü, onlardan bir deve gasbetmemiş; sadece çöz­müştür. Füsûlü'l- Imâdiyye'de de böyledir.

Bir adam, zincirle bağlı bulunan bir kölesini; birisine verip ona: "Bunu, zinciriyle birlikte evine götür." der; o da, onu zincirsiz götürür ve bu köle kaçarsa; tazminat gerekmez.

Bir adam, izinsiz olarak birinin koyununu kırkıp, yününü keçe yaparsa, keçe onun olur.

Bu durumda, koyun sahibi muhayyerdir .isterse yününün mislini alır; onun kırkılması, kıymetini eksiltmiş ise, onu tazmin ettirir. Mııhıyt'te de böyledir.

Bir adam, gasbettiği bir cariyeyi evlendirdiğinde, kocası ona dâ­hil olduktan sonra, cariyenin efendisi, buna razı olmasa; nikâh caiz ol­maz. Kocanın, mehrini vermesi gerekir.

Kâdî Bedfii'd-dfrı: "Mehir efendinin hakkıdır. îçâre bunun hilâfma-dır. Zira, Ücret gasıbın olur.*' demiştir. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Gâsip, gasbettiği şeyin kazancını tasadduk eder; yoksa, o kazanç temiz bir kazanç değildir. Sirâcü'I-Vehhâc'da da böyledir.

Bir adam, diğer birinin kölesini veya bir hayvanını gasbettiğin-de, mağsûbün minh gaip olur ve gâsıp, hâkimden "mağsûbu alıp, ka­bul etmesini" veya "onun, tasarrufuna infak edilmesine izin" isterse; hâkim bu isteği kabul eylemez ve mağsûbu gâsıbın yanında bırakır; onun masrafı da gâsiba ait olur.

Şayet hâkim, mağsûbün nafakasını (= masrafını) mal sahibine hük­mederse; bu durumda malı gasbedilen şahsa bir şey gerekmez.

Şayet hâkim, gasbedicinin, mağsûba bir zararının dokunacağından korkarsa, o takdirde, (o köleyi veya o malı) satar ve bedelini —sahibi için— yanında tutar. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Şeyhul-İslâm Hâher-Zâde, KHâbüVSaıf in sonunda, şöyle buyurmuştur: Bir adam, dinar mukabili bir gümüş bilezik satın alıp, dinarı verdi­ği hâlde bileziği teslim almasa; bir başkası da gelerek, o bileziği alır ve müşteri onun almasına râzi olur ve bilezik alanın yanında zayi olursa; alan bu şahsa tazminat gerekmez. Zehıyre'de de böyledir..

Bir adamın evinde bir hedef bulunur ve ona okunu atınca, ok duvarı delip dışarı fırlar ve bir adamın bir şeyini ifsad eder veya bir adama isabet ederek onu öldürürse, tazminat gerekir.

Tazminat, oku atanın malından Ödenir. Ölenin diyeti de ok atanın akilesi tarafından verilir. Zahirriye'de de böyledir.

Ebû'l Kasım'dan sorulmuş:

—Bir adam, kamış yüküyle bir köye uğradığında, çocuklar sokak­ta ateş yakıp, bu ateşten de kamışa atarlar; kamış tutuşup, eşekle bir­likte yanar ve eşek yanarken, odun bulunan bir yere girer; yükselen ateş o odunu da yakmasın diye, o odunu eşeğin üzerine atsalar ve eşek ka­mışla birlikte yansa; ne olur? İmâm, şu cevabı vermiş:

Ateşi atanla, odunu eşeğin üzerine atan, birlikte tazminatta bulu­nurlar. Hâvî'de de böyledir.

Bir mahalle yanmaya başlar ve bir kimse sahibinin izni olmadan, birisinin evini yıkar; yangın da, o eve gelmeden sönerse; bu durumda, o evi yıkan şahıs, —bu işi, hükümdarın emri olmadan yapmışsa— evi tazmin eder.

Fakat günahkâr olmaz. Çünkü izinsiz birinin evini yıkmak, niyeti­ne göredir ve yıkan şahıs, bu cihetten ma'zurdur.

Keza, muzdar kalan bir kimse, başkasının izni olmadan yemeğini yerse, onu tazmin eder; günahkâr olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Yüklü bir gemi karaya oturduğunda, bir adam geminin yükü ha­fiflesin diye bazı eşyaları gemiden çıkarır başka bir adam da gelerek ge­miden çıkarılan o eşyaları alıp götürse; bu durumda, bu eşyaları gemi­den çıkaran şahsa tazminat gerekir mi? —Burada iki durum söz konu­su olabilir:

Eşyaları, geminin batmıyacağını bildiği hâlde çıkarmış olabilir. O takdirde tazminat gerekir. Çünkü gâsıp durumuna düşmüştür.

Şayet geminin gark olacağından (batacağından) korktu ve, götü­ren adam da gemi emniyet altında değilken götürdü ise, tazminat gerekmez.

Eğer geminin batmasından emin olduktan sonra götürdü ise, taz­minat gerekir.

Bir fırıncı, fırını yakıp, onun içine ihtiyacından fazla odun atar, fırın yanar; ateş komşu eve atlar ve onu da yakarsa; bu durumda fırın sahibi yanan evi tazmin eder. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Nesefi'nin Fetvâlan'nda şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, başkasının mülkünde, ondan izin almadan ateş yakar ve ateş başka yere geçerek, bazı malları yakarsa; bu durumda, o ateşi ya­kana tazminat gerekir diye sorulduğunda, İmâm, şu cevası vermiştir:

—Hayır; gerekmezmi? şayet ateşi, ateş yakılan bir yerde yaktı ise, o zaman tazminat gerekir. Füsûliil-İmâdiyye'de de böyledir.

Bir adam, bir köyün hayvanlarının yattığı yere, hiç kimseden izin almadan bir çukur kazıp içinde de ateş yakar ve oraya bir eşek düşerse, ne olur?

İmâm şu cevabı vermiş:

—Bu, bizim âlimlerimizin şu kıyâsı üzerinedir. Bir kimse, yolun üze­rine bir kuyu kazar; onun içine de birisi bir taş atar ve taş o kuyunun içinde olan bir adama isabet edip onu öldürürse; diyet kuyuyu kazana aittir. Eşek yandığı zaman ise, tazminat kuyuyu kazanadır. Hâvî'de de böyledir.

Bir adam, şehveti galebe çalmış bir deveyi, birisinin develiğine sokar; o da orda bir deveyi öldürürse; bu hususta âlimlerimiz ihtilaf eylediler:

Fakıyh Ebû'l-Leys, şöyle buyurmuştur:

Şayet, o şahıs deveyi sahibinin izniyle girdirmişse; tazminat gerek­mez. İzinsiz girdirdi ise, tazminat gerekir.

Fetva da bunun üzerinedir. Zahîriyye'de de böyledir.

Veberî'den sorulmuş:

—Bir adam, arazisini suladığında; menfezin ağzını kapamaz ve su komşusunun mahsûlünü basıp ifsad eder ve bir hayli zarar verirse; tazminat gerekir mi?

İmâm şöyle buyurmuş:

—Şayet kanal müşterek ise, —menfezin deliğini iyi kapatmadığı için— tazminat gerekir Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir kadın, kocasının pamuğunu eğirdiğinde, bunda bazı vecihler vardır:
1- Kadın, kocasının pamuğunu onun izni ile eğiriyor olabilir.
2- Kocası, kadının pamuğu eğirmesini yasaklamış olabilir.
3- Kocası ne izin vermiş, ne de yasaklamış, fakat bu konuda sus­muş olabilir.
4- Kocası, kadının pamuk eğirdiğini bilmiyor olabilir.

Şayet, kocası, kadına, pumuğu eğirmesi için izin vermişse, burada da şu dört ihtimâl vardır:                         
1- Koca, kadına: "Benim için eğir." Demiş olabilir.
2- "Kendin için eğir." Demiş olabilir.
3- "Bana ve sana elbise olmak üzere eğir." Demiş olabilir.
4- "Onu eğir." Demiş ve başka bir kelime ilave etmemiş olabilir. Birinci durumda, yani "Benim için eğir." Demesi hâlinde, eğirdiği

kocasının olur.

Eğer "Benim için, ücretle eğir." demişse, yine eğirdiği kocanın olur ve kadma ecr-i misil verilir. Ücretten bahsetmeyince, iplik kocanın olur. Kadın, bu işi nâfileten yapmış olur.

Şayet ihtilaf ederler de, kadın: "Ben ücretle eğirdim." kocası da: "Ücret zikredilmedi." derse; bu durumda, —yeminle birlikte— koca­nın sözü geçerli olur.

Eğer koca, karısına: "Kendi nefsin için eğir." derse; bu durumda iplik kadının olur ve kocası pamuğu ona bağışlamış bulunur.

Şayet ihtilaf ederler de, kocası: "Ben, sana eğirmen için izin ver­dim." der; kadın da: "Ben, senin için eğirdim." derse, yine —yine ye­minli olarak— kocanın sözü geçerli olur.

Eğer kocası, kadına: "Eğir de, seninle bana elbise olsun." derse; o iplik, koca ile kadının olur. Ve kadına ecr-i misil verilir. Çünkü o, bu durumda, pamuğun bir kısmım eğirmek için icarlanmış olur ve bu icâre fesada gider. Onun için ecr-i misil gerekir. Meselâ: Bir dokumacı­ya iplik verilip, ona: "Bez doku/' denildiği hâlde, o, elbise yapsa; onu, işi veren için dikmiş olur; kendisine ecr-i misil verilir.

Şayet koca: "Doku." dese de, başka bir şey söylemese; bu söz, koca için söylenmiş olur. Kadına bir şey vermek gerekmez. Çünkü teberru olarak dokumuş olur.

Görünüşte bunların tamamı kocanın izniyle olmuştur.

Eğer onu eğirmekten men eylemiş olsa kadın da, bu menden sonra eğirmiş bulunsaydı; eğirdiği kendisinin olurdu ve bezinin kıymeti kru'kocasına tazminatta bulunması gerekirdi. Çünkü o gâsıbe, müstehlike olmuş olurdu.

Buğday gasbedip, onu üğüten kimse, buğdayı tazmin eder; un ken­disinin olur.

Bu İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir. Eğer koca, izin verme­diği gibi, men de etmemiş olsa; kadın da eğirmiş bulunsaydı burada iki ihtimal söz konusu olurdu:
1- Koca, pamuk satıcısı olabilir.

Bu durumda iplik kadının; pamuk ise kocasının olur. Çünkü pa­muğu ticâret için almıştır. Görünüşte yasak sabittir.
2- Koca, pamuk satıcısı olmayabilir. Kadın, pamuk satın almış ve evine gelmiş ve onu eğirmiştir. Bu durumda eğrilen kocanın olmuş­tur. Kadına'ücret de yokdur.

Hişâm Nevâdiri'nde şöyle buyurmuştur;

Bir erkek, birisinin pamuğunu eğirdiğinde, aralarmî&uhtilaf çıkar ve pamuk sahibi:

"Benim iznimle eğirdin, iplik benimdir." diğeri de: "Ben, senin iznm olmadan eğirdim; iplik benimdir. Sana, pamuğunun bedeli vardır." der­se; bu durumda pamuk sahibinin sözü geçerli olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Gabedilen bir köle, gâsıbın elinde ölür ve gâsıb da: "Onu, fîlan-dan gasbeyledim." diye ikrar ederse; bu durumda kölenin bedelinin, ikrar olunan şahsa verilmesi emredilir.

Bir başka adam gelerek, "beyyinesiyle,gasbedilen o kölenin, ken­di kölesi olduğunu" isbat ederse; bu durumda hâkim, köleyi, beyyinesi olana hükmeder. Kıymet beyyine sahibine hükmedilince o, ikrar olu-nulan şahıstan alınıp, beyyine sahibine verilir.

Bu durumda, ikrar olunan şahsın gâsıba karşı yapacağı bir şey yoktur.

Şayet gasbedilen köle, hâkim tarafından, biaynihî gasbedene hü­küm yoluyla bağış veya miras yahut vasiyet olarak ulaştınlırsa, o tak­dirde, gâsıb, "o köleyi ikrar eylediği kimseye vermesi" emredilir.

Şayet, hüküm yoluyla gâsıba, o önceki alınandan başka bin dirhem daha erişir ve bu bağış veya satın alma yoluyla kendisine ulaşmış bulunursa, o takdirde, ikrar olunana vermesi emredilmez.

Fakat miras veya vasiyyet yoluyla vasıl olursa, onu geri vermesi em-rolunur. Zemyre'de de böyledir.

Sîyerü'l-Uyân'da şöyle zikredilmiştir:

Bir müslüman, diğer müslümamn tulumunu yarıp, şarabını dökse; şarabı tazmin etmek gerekmez; tulumunun bedelini öder Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir zimnıî, çarşıda içki satmaktan men edilir. O içkiyi birisi telef eylese, tazmin eder. Muhtyt'te de böyledir.

Fetâvâyi Hnlâsa'da şöyle zikredilmiştir:

Bir kimse, ehli zimmetin içkisini döker, kabını kırar, tulumunu ya­rar ve bunu da müslümanlann arasında yaparsa; ona iyilikle emredilir; tazminat gerekmez. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir adam, diğerinin yanındaki elbiseyi tutup çekse ve yırtsa; o şahıs, bu elbisenin kıymetinin tamamını tazmin eder.

O şahıs, arkadaşının elbisesini ona yapışan bir şeyi almak için çe­ker ve o yırtılırsa; bu durumda tutup çeken şahsa, onun yarısını tazmin etmesi gerekir. Füsûlü'l-İmadiyye'de de böyledir.

Bir adam, diğerinin elbisesinin üzerinde oturur; elbise sahibide bunu bilmeden, kalkar ve elbisenin üzerinde oturanın elbisesinden yır­tarsa, onun yansını, İmâm Muhammed (R.A.)'den gelen bir rivayete gö­re, elbisenin üzerinde oturan tazmin eder; diğer bir rivayete görede, onun noksanlığım tazmin eder. ttimad Zâhinı'r-rivâyeyedir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir adam, belirli bir malı, satması için tellala verdiğinde, tellal onu bir dükkâna kor; dükkan sahibi de o şeyi alıp kaçarsa; onu tellal öder,

Nesefi ise" Şeyhu'l-İslâm Ebû'IH asan "d an naklen fatvalarında tazmin eylemez demiştir.

Sahih olan da budur. Bu iş olağandır."buyurmuş Muhıyt'te de böyledir.
Ebû'1-Fadl el-Kirmânî, işârâtü'l-Câmi'de: "Meta'da gasb tahakkuk etmez" demiş; Akdiyye kitabında ise: "Tahakkuk eder" denilmiştir.

Fetva da bunun üzerindedir. Kerderî'nin Vedzi'nde de böyledir.

Bir adam, birinin evine girdiğinde, ev sahibi, "oturmasını" söy­ler; o da bir yastığın üzerine oturur; onun altında da yağ şişesi bulunur ve oturan adam onu bilmez; şişe kırılıp, yağ dökülürse, bunların tama­mının tazminatı, oturan şahsa aittir.

Şayet şişe sedirin altında olur ve üzeri örtülü (= perdeli) bulunur; ev sahibi de "«İraya oturmasını" söyler ve şişe kırılıp yağ dökülürse; bu durumda, oturan şahsa tazminat gerekmez.

Ebû!l-Leys: "Yastıkda da tazminat gerekmez." buyurmuştur.

Bu,bazı âlimlere göre de böyledir.

Kıyâsa yakın olan da budur. Çünkü yastıkta sedir gibidir ve sahi­binin izniyle oturmuştur.

Fetva da buna göredir. Fetâvâyi Kâdîhâo'da da böyledir.

Bir adam, diğerine evin üzerine oturma izni verir: o da, oradan izin verenin kölesinin üzerine düşerse; tazminat gerekir. Hülâsa'da da böyledir.

Bir tellâlın elinde, bulunan ve satmak istediği elbisenin, çalınmış bir elbise olduğu meydana çıksa: onu hemen aldığı adama gerir verir. Elbisesi çalınan şahıs, o adamdan, onu geri ister. Tellal: "Ben aldığım adama geri verdim" deyince, tazminattan beri olur.

Necmüddin'den soruldu:

—Talebeler muallimleri ile birlikte iken soğuk çıkar; duvardaki pen­cere de açık bulunur ve muallim çocuklardan birisine: "Şu havluyu al ve bu pencereyi (- deliği) —soğuğun gelmemesi için— kapat." der; ço­cuk kapattıktan sonra da o havlu zayi olursa; muallim mi, yoksa o sabi mi tazmin edecek?

imâm, şu cevabı verdi: —Hayır, ikisi de ödemeyecek. Çünkü orda pencerenin yanında— hepsi de hazır bulunmaktadırlar.

Yine aynı zattan soruldu:

Bir topluluk, yaş üzümden pekmez yaparlarken, —onlara pekmez yapmayı öğretmek için— bir kadın gelerek, onlardan hiç birisi söylemeden- bu kadın, bir fincan alıp, kaynayan pekmez kazanının içi­ne atar ve hararetin fazlalığından dolayı kazan taşıp, fincanı dışarı atsa ve o kırılsa; bu kadın, o fincanı öder mi?

İmâm, şöyle buyurmuş: . —Evet öder. Çünkü, onu, kendiliğinden atmıştır.

Yine, o zata soruldu:

—Bir adam ölse: sonra da üzerine duvarı yıkılsa ve duvardan para çıksa, hâkimde bundan haberdar olsa, o parayı toplatır ve vârislerin ara­sında taksim eder. Şayet parayı huzuruna alır ve o para, bir müddet ya­nında kaldıktan sonra, onlara taksim etmesi için o para ile birlikte bir şahsı yollar; gönderilen adam da vârislere, o parayı vermezse, o vârisle­rin hâkime o parayı ödetme hakları var mıdır?

İmâm, şöyle buyurdu: —Evet vardır.

Mecmûu'n-Nevâzil'de şöyle zikredilmiştir:

Bir câriye, diğer bir cariyeye verildiğinde o, kendisine verilen cari­yenin bikrini bozarsa; Muhammed bin Hasan: "O cariyeye, mehri misil ge­rekir. Bu, bize, Hz.Ömer (R.A.)'den gelmiştir." demiştir. Muhıyt'te de böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.), şöyle buyurmuştur:

Bir adam, bir köleyi gasbettiğinde, kölesi ğasbedilen şahsa başka bir kimse: "yarın, onun kendisine verileceğini" ve "Şayet verilmezse, kendisine bin dirhem verileceğini" haber verir ve bu kölenin kıymeti ise beşyüz dirhem olur; bir gün geçtiği hâlde de gâsıp, köleyi teslim etmez­se; bu durumda onu tazmin edeceğini söyleyen şahsın beşyüz dirhem ödemesi gerekir; fazlasını ödemez.

Şayet, o kölenin kıymeti hususunda anlaşmaya varamazlarsa; bu durumda, kölesi ğasbedilen şahsın yeminle söylediği söz geçerli olur.

Eğer ihtilaf beşyüzle bin arasında olursa; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) .   ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre kefilin sözü geçerli olur.

Şayet kölenin sahibi, tazminat yaptırırken insanların aldanmış sa­yılmayacağı kadar farklı söylerse; öyle tazmin edilir.

Fakat, insanların aldatılmış sayılacağı şekilde söylerse, o fazlalık bâtıl olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, başka birinin elbisesini gasbederek sırtına giyer; elbi­se sahibi de gelerek elbisesini çeker; gâsıp da, onun, elbisenin sahibi ol­duğunu bilmez ve elbise yırtılırsa; bu durumda gâsıba tazminat gerek­mez. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Şayet elbise sahibi: "Elbisemi geri ver." deseydi ve gâsıp onu vermeyince, çok kuvvetli bir şekilde çekmiş ve elbise yırtılmış olsaydı: yine gâsıba tazminat gerekmezdi.

Fakat, yavaşça çekse ve elbise yırtılmış olsaydı, o takdirde gasıbın, onun yarısını tazmin etmesi gerekirdi.

Eğer çekilen elbise, giyenin şahsına âit olmuş olsa ve başka birisi onu ister yavaş, isterse şiddetli bir şekilde çekmiş olsun, bu eibise yırtı­lırsa; çeken adam onun tam kıymetini tazmin eder. Fiisûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Bir adam, gasbeylediği evde hastalansa, ziyaretine gidilmez. Süfyân-ı Sevrî'nin bu gibi şahısların yanlarına girip, onlarla birlikte yemek yediği rivayet olunmuştur,

Fakıyh':"Biz de bunu alırız." demiştir. Mültekıt'ta da böyledir.

Gasbedilen bir.câriye, doğum yapar; kâr eder; .bağış yapılır; el' kesilir; ona cima edilir veya benzeri şeyler olur ve o ölürse; gasbedildıgi günkü kıymeti ödetilir. Bu durumlarda çocuk, bağış, kazanç efendisi­nin olur. Mehir ve diyet ise gasbedenin olur. Hükümsüz anlaşma ya­parlarsa, hepsi efendisinin olur. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir oduncu, yol kenarındaki ağaçları evine götürmek isterse; halk ona mâni olur.

Eğer hayvanın üzerine koymuşsa, artık onların olmaz. Çünkü, on­ların mülkünde tasarrufu yoktur.

Ancak hayvanını girdirmiştir. Ona da hakkı vardır.

Eğer onu binaların üzerine atacak ve o da zarar verecekse: o za­man mâni olurlar. Fetâvâyi Kübrâ'da da böyledir.

Bir gâsıp, yaptığına nadim olduğu zaman, ona yapılacak bir şey yoktur.

Alimlerimiz şöyle buyurmuşlardır:

Bu durumda, gasbedilen şey sahibi gelene kadar bekletilir. Onun gelme ümidi kalmayınca, gâsıp, dilerse tasadduk eder. En güzeli, o şeyi zamanın imamına teslim eylemektir. Zira imâm, en güzel tedbir alıcıdır

ve onun görüşü güzeldir.

İmâm Muhammed (R.A.), Câmi-i Sağır isimli kitabında şöyle buyurmuştur:

Bir adam, bir köleyi gasbeylediğinde, o köle, kendi nefsini icâre verirse; yaptığı işi teslim edince, ücretini alması haktır. Bu kölenin aldı­ğı ücreti, onun elinden, onu gasbeden şahıs alıp, telef ederse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, gâsıba tazminat gerekmez. İmâmeyn'e göre, taz­minat gerekir.

Eğer kölenin kazandığı ücret elde mevcut ise, bil-icma bu ücret kö­lenin asıl sahibinindir. Mumyt'te de böyledir.

Necmüddin Nesefi'nin naklettiğine göre, üstadından sorulmuş: —Bir  adam,  borcunun yerine,  diğerinin başından  emamesini ( = sarığım) alıp, ona, başına örtmek üzere küçük bir mendil verir ve: "Borcunu getirirsen, emâmeni veririm." der; adam da borcunu getirir; sarık ise, alan şahsın yanında zayi olmuş, olursa; ne olur? İmâm şu cevabı vermiş:

—O, rehin alınmış gibi zayi olur; gasbedilmiş gibi olmaz. Çünkü ona alacağının yerine bırakmış oldu ve öylece gitmesi rızasına işarettir. Fetâvâyi Attâbiyye'de de böyledir.

Bir adamın hayvanı, başka birisinin evinde öldüğünde; onun de­risi kıymetli ise, onu, ordan mal sahibi çıkarır.

Şayet derisinde kıymet yoksa, ev sahibi çıkarır.

Bir vekil, müvekkelinin alacağı yerine, birinden dirhemler alıp, onları kendi dirhemleriyle bir torbaya koyarak merkebin üzerine asar ve bu dirhemler zayi olursa; tazminat gerekmez. Çünkü, kendi malına ne yaptı ise, ona da öyle yaptı. Hâvî'de de böyledir.

Bir adamın hayvanı birinin evine girse, onu çıkarmak sahibine aittir. Çünkü o, başkasının evini meşgul etmektedir.

Keza, bir adamın kuşu, birinin kuyusuna düşerek ölse, onu çı­karmak kuşun sahibine âttir.(Suyu boşaltması gerekmez.) Fetâvâyi Köb-râ'da da böyledir.

Tefrîd'de şöyle zikredilmiştir: Bir adam, bir câriye satın alıp, on­dan bir çocuğu doğar; sonra da o cariyeye bir sahip çıkarsa; o çocuk, aslen hür olur ve onun kıymetini asıl efendisine tazmin eder. Hz. Ali ker-remellâhü veçhe de sahabilerin huzurunda böyle hükmeylemiştir.

Bu çocuğun kıymeti, da*va zamanındaki kıymetidir. Şayet çocuk ölür ve mîras terk ederse, mirası babasına âit olur. Efendisine bir şey gerekmez.

Bir adam, başka birinden bir câriye gasbedip onu bir başkasına satar ve satın alan, onun gasbedilmiş olduğunu bilmeyerek ona cima eder ve ondan bir çocuğu olur; o da kendi yanında ölür; sonra da cariyesi gasbedilen şahıs, elinde beyyinesiyle gelirse; o takdirde efendi, müşteri­den, cariyenin mehrini alır; o da satıcıya müracaat eder. Bu durumda efendi, isterse gasbeden şahıstan da alabilirdi.

Satış ise, bâtıl (— geçersiz) bir satıştır. Mehir gerekir. Sonra câriye ölmüş olsaydı veya geri verilmesine bir takım engeller bulunsaydı, o zaman da mehir gerekir mi idi?

Bu hususta iki rivayet vardır. Gasb, fâsid satış hükmündedir.

Gasbda mehir vardır.

Mehirde de iki rivayet vardır. Tatarhâniyye'de de böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.), Câmi'de şöyle buyurmuştur: Bir adam, diğerinden bir câriye; bir başkası da aynı efendiden bir köle gasbeder; cariyeyi gasbedenle, köleyi gasbeden, karşılıklı değişim yoluyla alım-iatımı yapjp teslim de alırlar; sonra da durum efendiye bil­dirilir ve o da buna izin verirse; bu bâtıl olur.

Eğer sahipleri ayrı ayrı adamlar olsa ve onlara haber ulaşınca da razı olsalardı işte bu caiz ve câriye, köle sahibinin; köle de câriye sahi­binin olurdu.

Bu durumda köleyi gasbeden, kölenin sahibine, onun kıymetini taz­min eder; cariyeyi gasbeden de, onun kıymetini, câriye sahibine tazmin ederdi.

Şayet bidayette her iki sâhib izin vermiş olsalardı (Şöyleki: Köleyi gasbedene, onun efendisi: "Benim kölemle filânın cariyesini satın al." cariyenin sahibi de, onu gasbedene: "Benim cariyemle, filanın kölesini satın al." demiş olsaydı;) cevap aynı cevab olurdu.

Bir adam, diğerinden yüz dinar; başka biradam da, aynı şahıs­tan bin dirhem gasbettikten sonra, bu iki gâsıp birbirleriyle dinarlarla dirhemleri mubayaa edip, karşıklıklı teslim tesellüm ettikten, sonra da birbirinden ayrılsalar; bilâhare de asıl mal sahibi gelerek, bunların yap­tığı alım-satıma rıza gösterse; bu caiz olur. Muhiyt'de de böyledir.

Bir kimse, diğerinin karpuz veya kavunundan bir dilim koparsa, ondan sahibinin hakkı kesilmiş olmaz. Tamamını alırsa karpuz veya ka­vun yok olduğu için, hakkı kesilmiş olur. Ve bu durumda tam tazminat alır. Gmye'de de böyledir.

Bir adam, diğerinin kölesine "kaçmasını" söyler veya ona "Ken­dini öldür." der; o da, denileni yaparsa; bu kölenin kıymetini, o sözü söyleyen şahıs tazmin eder.

Şayet, bu şahıs, o köleye: "Efendinin malını telef et." demiş olur­sa; tazminat gerekmez. Hızânetu'l-Möftin'de de böyledir.

İmâm'dan sorulmuş:

—Bir adam, diğerinin pirincini gasbederek, onu kabuğundan çıkarsa veya buğdayını gasbederek, onu başağından çıkarsa; ne olur?.

İmâm, buyurmuş:

—Sahibinin hakkı baki kalır. Bu, bir koyunun kesilip, derisinin yü-zülmesi gibidir ki, o, sahibinin hakkıdır. Füsûlü'l-Im'âdıyye'de de böyledir.

Bir adam, camiin hadiminden izin almadan, kapusunun anahta­rını alıp, orayı açar ve içeriye sel girerek mescidin'sergilerini ifsat eder­se; kapıyı açana tazminat gerekir. Ünye'de de böyledir.

AH bin Cu'd'un şöyle dediği rivayet olunmuştur:

Ali bin Âsım'ın şöyle dediğini duydum:

İmâm Ebû Hanife (R.A.)'den sordum:

Bir adam, birinin bir dirhemini, diğerinin iki dirhemine katıp, iki dirhem zayi eder ve elinde bir dirhem kalır; onun da kime âit olduğunu bilmezse, o bir dirhem kimin olur?

İmâm, şu cevabı verdi:

Geride kalan bir dirhem, üçe taksim edilir: İki hissesi, iki dirhem sahibine; bir hissesi de bir dirhem sahibine verilir.

Ben, bu mes'eleyi İbnü Şübrime'ye sorduğumda, o, bana:

—Sen, onu başkasından sordun mu? dedi.

—Ben de

—Evet. Ebû Hanîfe'(R.A.)ye sordum. O da: "O dirhem, üçe taksim edilir." buyurdu; dedim.

O:

—Ebû Hanîfe hata eylemiştir. Ben öyle demem. Ben derim ki: O ka­lan dirhemin, iki dirhemden birisi olmak ihtimali de var; tek dirhemi olanın dirhemi olmak ihtimali de var. Öyle olunca, geride kalan bir dir­hemi, ikisinin arasında taksim ederim." buyurdu. Ben, cidden bu ceva­bı güzel buldum. Tekrar Ebû Hanife(R.A.)ye gittim ve mes'elede ihtilaf olduğunu ona anlattım. İmâm: "Sen tbnü Şübrime'ye mi gittin? Omu, sana böyle böyle söyledi ve cevap verdi:'* dedi; ben de "Evet" dedim. Bunun üzerine İmâm. Üçü, bir birine katışınca, ona ortak olurlar. O za­man, hangisi hangisinin olduğunu seçemez; onun tamamının üçte ikisi, iki dirhem sahibinin olur; üçte birisi de bir dirhem sahibinin olur, hangi dirhem gitse, sahibinin hissesi ile gider; geride kalan, aralarında üçte birli olarak kalır." buyurdu. CevherenVn-Neyyire'de de böyledir.

Bir adam, bir köleyi gasbedip, onu beşyüz dirheme —bir sene müddetle,— satar ve bu kölenin, mağsûbün minhe ait olduğu bilinir ve kölesi gasbediîen adam, gasbedene: "Sen, bu köleyi benden bin dirhe­me peşin satm alıp, onu benden teslim aldın. Sonra da onu, beşyüz dir­heme, bu adama sattım." der; gâsip da: "Ben senden kat'iyyen satm almadım. Fakat, sen bana bir seneye kadar beşyüz dirheme sat; dedin. bende senin dediğini yaptım." der; köle de müşterinin yanında durmakta bulunursa; köle müşterinin olur. Çünkü, her ikisi de onun satımında birleştiler.

Gasbedene de tazminat gerekmez. Çünkü, onun gasbedilenin satıl­masına dâir ikrarı vardır.

Gâsıba, Allah adına yemin verilir. Eğer yemin ederse, hiç bir şey gerekmez. Şayet yemin eylemez ise, malı gasbidilenin yaptığı iddia ge­reğince, sattığının parası ona verilir.

Şayet köle hayatta duruyorsa, kölesini geri ahr. Burda her iki dâva sahibi de davalarının doğruluğuna yemin ederler.

Şayet köleyi gasbeden şahıs, o köleyi, bir adama bağışlayın ona teslim ettikten sonra "onu, kölesi gasbediîen şahsın emriyle yaptığını'* iddia eder; kölesi gasbediîen de: "Ben, onu sana bin dirheme sattım. Sen ise, onu bağış yapmışsın.'* derse, bu mes'ele alım-satım bahsinde tafsilatını verdiğimiz gibidir.

Köleyi gasbeden adam, onu dövüp, öldürdükten sonra: "Ben, onu efendisinin emriyle dövdüm." der; efendi de: "Hayır; ben onu sa­na satmıştım. Sen, onu kendi malın olarak öldürdün." derse; önce gâ-sıp yemin eder.

Şayet yemin edemez ise, kölenin bedelini tazmin eder. Eğer yemin ederse, kölenin diyetini tazmin eder. Sonra da efendisine yemin verilir. Eğer, o da yemin ederse; kölenin bedelini alır. Eğer yemin edemez ise, ona tazminat gerekmez.

Sarhoş, akılsız, bir yolda uyur ve bir adam da, —korumak için— onun elbisesini alırsa; bu durumda, olan şahsa bir şey gerekmez.

Ancak, bu şahıs, başının altından elbiseyi parmağından yüzüğünü; cebinden parasını, —korumak için— alırsa; bu durumlarda tazminat gerekir. Çünkü onlar, zâten sahibi tarafından muhafaza altına alınmış­lardı. Kerderî'nin Vedzi'de de böyledir.

Bir adam, kendi ağzıyla "birinin kölesinin elini, —hata ile— kestiğini" söylediği hâlde, onun âkîlesi bunu yalanlar; sonra da, o kö­leyi birisi gasbeder ve köle, onun yanında ölürse; efendisi muhayyerdir: İster, cinayet sahibine, —üç senede— diyetini Ödetir; isterse, gasbedene, onun kıymetini tazmin ettirir ve onun hali hazırdaki malından alır. Elini kesen de, onu gasbeden şahsa kıymetinin yarısını Öder.

Şayet cani, onun kıymetini tazmin eylemişse, —ikrarı sebebiyle— gasbediciye müracaat eder. Makiyi'de de böyledir.

Bir adam, borçlu bir köleyi gasbettiğinde, o, gâsıbın yanında ölür­se; alacaklılar onun kıymetini gâsıbtan talep ederler. Gınye'de de böyledir.

Ebft HtMİd'den soruldu:

Elinde rehin bırakılmış bir ev bulunan bir kimsenin, elindeki bu evi, biri gasbederse; bu adam, alacağını borçlusundan İsteyebilir mi?

İmâm, şöyle buyurdu:

Duruma bakılır: Eğer ondan faydalanmak mubah olur ve o da, o menfaat ile birlikte gasbedilmiş bulunursa; karşılıklı talep etme hakları vardır.

Şayet menfaatsiz gasbedilmiş ise işte o zayi olmuş hükmündedir. Taîarhiuiyye'de de böyledir.

Bir müslüman, bir zimmînin, bir şeyini gasbeder veya çalar ve o müslüman, onun hakkını dünyada iken vermezse, kıyamet gününde azap görür.

Zimmînin muhakemesi çok şiddetli olacaktır.

Kâfire zulmetmek, müslümana zulmetmekten çok şiddetli olacak­tır. Çünkü kâfir ebediyyen cehennem ehlidir. İnsanlar tarafından kâ­firlere yapılan zülüm sebebiyle, onların cehennemde azapları hafifleti­lir. Onlar kafir oldukları için, müslümanın ona sevap vermesi veya müs­lümanın onların küfründen bir şey alması mümkün değildir. Fakat, ora­da, iki müslümanın birbirini affetmesi mümkündür.

Böyle olunca, üzerinde kafir hakkı bulunan kimse, onun karşılı­ğında azap görecektir.

Bunun için hayvan hakkı insan hakkından daha şiddetlidir. Bun­dan dolayı, herhangi bir hayvana zulmetmek doğru değildir. Kübrit'da da böyledir.

Ali bin Ahmed'den soruldu:

—Bir toplumun büyüğü, zulmen o toplumdan birşeyler alsa; sonra da nadim olup, aldıklarını geri vermek istese; olur mu?

İmam:

—"Evet olur." buyurdu. Tatartaâniyye'de de böyledir.

Bir kadının, bir kuyu yazlık; bir kuyu da güzlük buğdayı bulu­nur ve kız kardeşine, emrederek "Güzlük buğdayı, çiftçiye vermesini" söyler; o kız da hata ile yazlık buğdayı verir; sonra da kadın, kızını, ekiciyle birlikte tohumu nakletmeye gönderir; çiftçi de götürüp eker ve buğday çıktıktan sonra, onun yazlık olduğu anlaşılırsa; o üç kişiden han­gisine tazminat gerekir? Zira, kız kardeşi gâsibe olmuştur; ekici ile ka­dının kızı da gâsibenin gasibesi olmuşlardır. Kadın, bunlardan hangisi­ni isterse, ona tazmin ettirir.

Bu güzeldir; çok incedir. Bundan çok mes'ele çıkarılır. Gınye'de de böyledir.

Ebû Hâmid'den sorulmuş:

—Bir yolcu, eşyalarını bir beldeye götürmek için, bir gemiye kor; yanında da oğlu bulunur; sonra da kendisi Ölür; oğlu da o eşyaları o gemiden diğer bir gemiye —diğer vârislere vermek üzere— taşır ve ölü diğer gemide kalır; bu gemiler, ayrı ayrı yollardan giderler; sonra da, oğlanın bulunduğu gemi batıp, oğlan ölür; eşyalar da zayi olursa; o oğul, diğer vârislerin hisselerini tazmin eder mi? İmâm, cevaben: —"Hayır etmez." buyurmuştur.

Ona ikinci defa soruldu. İmâm şöyle buyurdu:

—Şayet, o yükü ikinci gemiye, vâriselerin bulunduğu yerden baş­ka bir yere götürmek için çıkardı ise, o takdirde diğer vârislerin hissele­rini tazmin eder. Tatarhaniyye'de de böyledir.

Câmiü'l-Esğar'da şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, diğerine: "Bir bakırcıya ver de tamir etsin." diyerek, bir ibrik verir; o şahıs da unutup vermese; —emânet bırakılan bir şeyin unu­tularak verilememesi gibi— tazmin gerekmez.

Bunun, bir benzeri, Fetâvayİ Saîd'de de vardır. Şöyle ki: Bir adam, diğerine: "Şu ipliği dokumacıya ver." dese de, hangi do­kumacı olduğunu açıklamayıp."istediğine ver." de demese; o da bir do- kumacıya verince; bu ipliği biri ahp kaçsa; tazminat gerekmez. Bu, müvekkilin, vekile olan emrine muhalifdir.

Keza, halife, bir beldenin valisine: li—Belirli— bir şahıs hakkında hüküm ver." dese, bu sahih olmaz.

Şayet: "Her isteyene hüküm, ver." derse, bu sahih olur. Gmye'de de böyledir.

Yûsuf bin Muhımmed'den soruldu:

—Yaptığına pişman olan ve aldığı malı sahibine geri veren veya sa­hibini bulmadan ümidi kesilince, o malı tasadduk eden bir gasıbm, o malı fakire vermesi ve o fakirin alması caiz midir? Gâsıp o maldan men­faat sağlayabilir mi?

İmâm, şu cevabı verdi:

—O malı, fakirin kabulü caiz olmaz. İntifa da caiz yalnız sahibine veya vârisine vermesi gerekir.

Bu cevaba ancak sıkıntılı olunca icabet edilir. İnsanların mallan hakkında suhulet (= kolaylık) yoktur.

Bununla menfaat de temin edilmez.

Gâsıp, gâsıbı bulamayınca, o şey yaz mevsiminde zayi olacaksa; gâ-sıbı bulma ümidi de kalmaz veya gâsıba müracaat edilmesi gerekirse; durum nasıl olacaktır?

İmâm:

—Zayi olacağı korkusu gelene kadar bekletilir; sonra da satılarak parası —hak yerini bulana kadar— bekletilir. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir adam, geride bir mal ile borç bırakarak ölür ve insanların yanında da gasbedilmiş malı bulunur ve onlardan hiç bir şey, vârislere ulaşmazsa; artık burda kıyâs, bu vârislerin sevap hakları âhirete kalır. Çünkü, ona vâristirler.

tstihsân da böyledir.

Alacak, sahibi ölmeden önce zayi olursa, sevabı ona aittir. Çünkü o irs hakkında câri değildir. Eğer ölümden sonra olursa, sevap vârisin hakkıdır. Çünkü ölümle, o hak onların olmuştur. Zira zayi olan mal­lar, onların mallandır. Fetâvâyi Altâbiyye'de de böyledir.

ölen bir zatın, vadeli borcu olsa, Kıyamet gününde sorumlu tu­tulur mu?

Şayet borç, ticâret cihetinden ise sorumlu olmaması umulur. Eğer borç, gasp yönünden ise, sorumlu tutulur. Fetâvâyi Kübrâ'da da böyledir.

Bir adamın babası, borçlu olarak ölür ve onu unutmuş bulunur; oğlu ise, o borcu bilmekte olursa; onu öder.

Şayet oğlu da unutur ve ölürse; bu durumda o şahıs kıyamette so­rumlu tutulmaz. Zemyre'de de böyledir.

Bir evlâd, babanın malını çalsa; sonra da babası ölse; bu evlad âhirette sorumlu olmaz. Çünkü, çalınarak borç olan şey, kendisine in­tikal etmiş olur.

Hırsızlık cezası ayrı bir şeydir. Çünkü onu yapmakla, cinayet işle­miştir. Fetâviyi AtUbiyye'de de böyledir.

Bir adamın, başka birine borcu olup, onu ödemek istediği hâl­de, zulmeti men edilir ve borç sahibi ölür ve borç vârislere intikal eder­se; bu hususta âlimlerin çeşitli kavilleri vardır:

Bazıları: "Önceki zat için, da'vâ hakkı yoktur." demişlerdir.

Fakat muhtar olan, vârislerin ödemesidir. Öncekine zulmen mâni olmuştur. Onun borcu yok demektir. Borç vârislere intikal eylemiştir. Zabîriyye'de de böyledir.

Bir adamın, diğerinde alacağı olduğunda, o, "borçlunun Ölmüş olduğunu" duyar ve: "Ben, onu halal eyledim." veya "Ona bağışla­dım." der; sonra da onun sağ olduğu meydana çıkarsa; bu durumda alacaklı, onu isteyemez. Çünkü onu şartsız bağışlamıştır. Fetâvâyi Kâdî-hân'da da böyledir.

Bir adamın borçlu bulunduğu ve muhâkemeleştikleri bir şahıs ölür; onun vârisi de kalmazsa; borçlu şahıs, borcu nisbetinde, onun için tasaddukta bulunur. Bu, bir emanet gibi olur. Yüce Allah onu, kıya­mette ona eriştirir. Fetâvâyi Attâbiyye'de de böyledir.

Bir adamın, bir kadında alacağı olduğunda, ona gitmesi, birlik­te oturması ve onun elbisesini alması hakkınna sahiptir. Çünkü haram değildir.

Şayet kadın kaçıp bir halvete girerse; alacaklısı da —nefsinden emin ise— oraya girer. Bu emniyetine rağmen gözlerim muhafaza eder.

En efdali, zâlime vermediği malı, mal sahibinin helâl etmesidir. Hızânetü'l-MüftînMe de böyledir.

Bir adaman diğerinde alacağı olur ve onu almaya gücü yetmez­se; ondan vaz geçmesi, onu da'vâ etmesinden hayırlıdır. Çünkü ibrada âhiret azabından kurtulmak vardır ve böyle yapmak sevaptır. Fetâvâyi Kübrâ'da da böyledir.

Bir yüzüğün üzerine, sahibinin adını yazacak olan kuyumcu, yan­lışlıkla başka İsim yazsa; ıslahı mümkün değilse, — İmameyn'e göre— onu tazmin eyler. İmâm Ebû Htnîfe (R.A.) göre ise, her hâl-ü kârda tazmin eylemez. Kerderî'nin Vedzİ'nde de böyledir.

Bir adam, iki kişiyi eşeğe yiyecek toplamak üzere icârlayıp, iki­sine de iki eşek verir; bir zorba da onlardan, eşekleri alıp götürür; son­ra da o iki kişiden birisi onları geri alıp, diğerine iki eşek vererek, ken­disi geri döner; sonra da o adam, eşeğin birini bir yere sürer; o da orada zayi olursa; bu durumda eşeklerin sahibi muhayyerdir: Dilerse eşeği ken­disine teslim ettiği arkadaşına tazmin ettirir; dilerse, eşeği sürene öde­tir. Çünkü birinci adam eşeği diğerine vermekle haddini aşmıştır. İkinci de eşeği sürmekle haddini aşmıştır. Fetâvâyi Cevâhir'de de böyledir.

Altlı üstlü iki kat bir binayı gasbedip, üst katını bozanın duru­mu sorulduğunda, şu cevap verildi:

—Bu durumda, mal sahibi muhayyerdir: Dilerse, olduğu gibi gas-bedene terk edip tam kıymetini tazmin ettirir; dilerse yıkılan kısmın nok­sanlığını ödetir. Fetâvâyî Ebû'l-Feth'te de böyledir.

Bir adam, bir buzağıyı gasbedince, buzağının anasının sütü ku­rursa; Fakıyh Ebû Bekir el-Belhî: "Bu gâsiba, buzağı ve ineğin noksanlığı tazmin ettirilir. Çünkü, yavrunun ölümü, ananın noksanlığmdandır. Fe-tâvâyi Kâdîhâiı'da da böyledir.

Bir adam, bir köleyi gasbederek iple bağladığında; bu köle nefsini öldürür veya ölürse; onu, gâsıp tazmin eder. Fetâvâyi Kübrâ'da da böyledir.

Bir adam, elbiselerini satıp, parasını almadan önce de ölür; gö­rünen bir vârisi de olmazsa; onun alacaklarını, borçlulardan hükümdar alır.

Sonradan, bir vâris meydana çıkarsa, borçluların, borçlarını, o vârise vermeleri gerekir. Çünkü, vâris zahir olduğu zaman, hakkı da zahir ol­muştur. Sultanın, o şahsın alacağını alma hakkı ortadan kalkar. Fetâvâ­yi Kâdıtaân'da da böyledir.

Tecnîsti'l-Müntehab'ta şöyle zikredilmiştir: Ölen bir kimsenin evi­nin duvarı yıkılsa da, içinden parası çıksa hâkim de, onu alıp, ^başka­larından zoraki alınmış" bilerek onlara verse; bu hâkime tazminat ge­rekir. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir adam, bir sabîyi, ailesinden izinsiz olarak, kendi ihtiyacı için bir yere yollar; bu çocuk, oynayan gocukları görünce onların yanına varır; evin damına çıkar ve oradan Glurse; bu durumda onu, gönderen şahsın tazmin etmesi gerekir. Çünkü onu, kendi işi için gasbeylemiştir. Fetâvâyi Kâtöhân'da da böyledir.

Şemsü'l-İslâm'dan soruldu:

—Bir adam, başkasının kölesini veya cariyesini kendi işinde çalış­tırırken, o köle veya câriye kaçarsa, ne olur?

İmâm şöyle buyurdu: —O şahıs, mağsûbu tazmin eder.

Bir kimse ortak olduğu köleyi veya eşeği, ortağının izni olma­dan çahştınrsa, ne olur?

İmâm —"Ortağının hissesini gasbetmiş olur." buyurdu.

Nâtifi'nin Ecnâsı'nda şöyle zikredilmiştir: Ortak olduğu bir köle­yi, diğer ortağının izni olmadan çalıştıran şahıs hakkında iki rivayet vardır:

Hişâm'ın rivayetine göre, o şahıs gâsıp olur.

İbnü Rüstem'in rivayetine göre ise, gâsıp olmaz.

Mağsup hayvan olsaydı, her iki rivayette de çalıştıran gâsıp olur­du. İster binsin, ister yük taşıtsın fark etmezdi.

Bu zamanda bazı beldelerden gelen suallere, şöyle fetva verilmiştir: Bir adam odun kırarken, bir başkasının kölesi gelerek: "Baltayı bana ver; biraz da ben kırayım." der; odun sahibi buna razı olmaz; köle ise, baltayı onun elinden alıp, odun kırmaya başlar; birini kırar ve odun sa­hibine: "Bir odun daha ver; onu da kırayım." der; odun sahibi de bir odun getirip, ona verir; o köle, bu odunu kırarken, odundan bir parça sıçrayarak, kölenin gözünün birini kör ederse; Buhara âlimleri: "Odun sahibine bir şey gerekmez." diye fetva vermişlerdir. Zahîriyye'de de böyledir.

Bîr adamın evinde bir topluluk bulunurken onlardan birisi, bir aynayı alıp, ona baktıktan sonra, bir diğerine verir; o da bakar; daha sonra da, o ayna düşüp kırılırsa; bu durumda, hiç birine tazminat gerekmez.

Çünkü, bu hâllere delâleten izin vardır.

Şayet kullanılmasına rıza gösterilmeyen bir şey olursa, ona tazmi­nat gerekir.

Bir adam, oduncunun baltasını aldığında; o da, onu gördüğü hâl­de men eylemez ve alan şahıs, onu kullanırken kırarsa; tazminat gere­kir. Gıaye'de de" böyledir.

Bir adam, cariyesini, câriye alıp-satan bir kimseye, onu satması için yolladığında, o satıcının karısı, cariyeyi bir ihtiyacı için, bir yere gönderir ve bu cariyede kaçarsa; cariyenin sahibi, bu cariyeyi,— satıcı­ya değil— onu gönderen kadına tazmin ettirir. Çünkü satıcının ortaklı­ğı vardır. İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)ye göre de ortak için tazminat yokdur.

Elbise satıcı da böyledir. Kübrâ'da da böyledir.

Ebû'l-teys'in Fetvâlan'nda şöyle zikredilmiştir:

Bir câriye, efendisinin izni olmaksızın, câriye satıcısı olan bir şah­sa gidip "kendisini satmasını" istedikten sonra; oradan ayrılır ve nere­ye gittiği de bilinmez; satıcı: "Ben, onu efendisine geri gönderdim." der­se; bu durumda satıcının sözü geçerlidir. Bu satıcıya tazminat gerekmez.

Satıcı, o cariyeyi teslim almamışsa, ona "efendisinin evine gitmesini" söylemiş olduğu kabul edilir. Ve bu satıcının, o cariyeyi gasbettiğini in­kâr etmesi geçerli olur.

Fakat, bu satıcı, o cariyeyi yolda yakalamış veya efendisinin evin­den almış olursa; artık onun sözüne inanılmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, diğerinin hayvanına, onun izni olmadan biner ve bu şahıs indikten sonra, o hayvan ölürse; İmim Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre —eğer yerinden ayırmadıysa— tazminat gerekmez. Zira gasp, bir şeyi sahibinden izinsiz alıp, onu yerinden ayırmak demektir.

Muhtar olan da budur. Gıyâsiyye'de de böyledir.

Bir adam, birisinin hayvanının üzerine oturur; onu yerinden ayır­maz, hareket ettirmez, başka bir adam da, gelerek o hayvanı boğazlar­sa; tazminat onun üzerine bindiğinden dolayı ölmediyse —o hayvana binene değil de— onu boğazlayana ait olur.

Bir adam, birinin hayvanına binip ve boğazlamadan veya yerin­den ayırmadan önce sahibini men eylese; bir başkası da gelerek onu bo-ğazlasa, bu takdirde mal sahibi, onlardan hangisine isterse ona Ödetir.

Keza, bir adam, diğerinin evine girip, onun eşyalarını aldığı hâl­de inkâr eylese; —her ne kadar yerinden aynlmasa bile— tazminat gerekir.

Eğer inkâr etmez ise, tazminat gerekmez. Ancak, onu evden çıka­rır, yerinden ayırırsa; o zaman tazminat gerekir. Fetâvâyi Kadidin'da da böyledir.

Bir adam, bir başkasının evine girerek, ordan bir elbise çıkarıp, başka bir yere kor; o da, orada zayi olursa; bu. iki yerin (alınan ve bıra­kılan yerlerin) değişik yerler olması hâlinde tazminat gerekir; değilse ge­rekmez. Kübrâ'da da böyledir.

Bir adam, hâlî (= boş, ıssız) bir yerde bir adamı öldürdüğünde, onun yanında malı bulunur ve o mal da zayi olsa o malıda tazmin et­mek gerekir. Uyûn'da da böyle söylenmiştir.

Zahînı'd-dm d-Murğînanî ise: "Tazminat gerekmez." demiştir. Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)nin kavline uygun olanıdır.

tki kişinin ortak bulunduğu bir ahırda her birinin ineği bulunur ve bu ortaklardan birisi, ahıra girip, ortağının ineğini —başka inekleri süsmesin diye— bağlar; o inek de, hareket edip, o ipe takılarak boğu­lup ölürse; bu durumda bağlayana —şayet başka bir mekâna götürme­di ise— tazminat gerekmez. Hizânetn'l-Möftîn'de de böyledir.

Hükümdar, bir adamdan, belirli bir mal alıp, onu birinin yanı­na rehin olarak bırakır ve o mal, rehin alan şahsın yanında zayi olursa; —rehin alan şahıs, kasden zayi etti ise— tazmin eder. Bu durumda, mal sahibi, hükümdar ile rehin alanın arasında muhayyerdir.

Bundan dolayı, haraç alan me'mur (= câbi) rehin olarak bir şey alıp, onu da kasden zayi etse, tazmin eder.

Sarraf da böyledir.

Sarraf ve haraç me'murunun şehâdetlerinde de arıza vardır. Mu-hıyt'te de böyledir.

Mahallenin muhtarı, bir şeyi rehin alıp, onu isteğiyle zayi etse; tazmin eder. Eğer birinden alıp başka birinin yanına rehin kor ve o şa­hıs, bu rehni isteğiyle zayi ederse; rehin sahibi muhayyerdir: Dilerse, muh­tara, dilerse, rehin bırakılana ödetir. Tatartaâniyye'de de böyledir.

Semerkant Ehlinin Fetvalarında şöyle zikredilmiştir:

Bir adam, diğerinin başına giydiği şeyi, onun başuıdan alıp, bir baş­kasının başına koyduğunda, o, başından çıkarıp atar ve o şey zayi olur­sa; eğer o başa giyilen şey sahibinin gözü önünde atılmış ve onun, onu alıp kaldırma imkânı bulunduğu hâlde, o, alıp kaldırmamış ve zayi ol­muşsa; bu durumda, onu alana ve atana tazminat gerekmez; değilse o dam mahayyerdir: ister, başından alana, isterse onu atana tazmin etti­rir. Zehıyre'de de böyledir.

Bir adam namaz kılarken, başına giydiği külahı,(= berkü, san­gı veya benzeri) önüne düşer; bir adam da onu kaldırıp namaz kılan şahsın alabileceği bir yere kor ve onu birisi çalarsa; onu yerinden ayıran şahsa tazminat gerekmez.

Şayet, sahibinin onu almasına imkân olmayacak kadar uzak bir yere koymuşsa; onu yerinden ayıran şahıs tazmin eder. Ktibri'da da böyledir.

Fetâvâ'da zikredildiğine göre, Ebn Bekir'den, alış-veriş hususunda şöyle sorulmuş:

—Bir kimse, su satan şahıstan içmek için bir tas veya bir bardak alır; o da elinden düşerek kınlım; tazminat gerekmez. Hâvî'de de böyledir.

Semerkant Ehlinin fetvalarında şöyle denilmiştir:

Bir adam, çömlekçiye gidip, onun izniyle ve içine bakmak için bü­yük bir çanak alır; o da, elinden diğer çanakların üzerine düşer ve bir kaç çanak kınlırsa; elinden düşen çanağı tazmin etmez; diğer kırılanları öder. Zthîriyye'de de böyledir.

Bir kimse, hamama gidip ordan hamam tasını alarak, onu bir başkasına verir ve bu tas ikinci adamın elinden düşüp kınlırsa, önceki adama tazminat gerekmez. Muhiyt'te de böyledir.

Bir adam, sahibinin izniyle bir dükkana girip, orda bir yere elbi­sesini asar ve o düşerse; bu düşüş, onun, çekmek gibi bir fiiliyle olmadı ise tazminat gerekmez.

Keza, bir kimse, bir dükkandan sahibinin izni olmaksızın ve ona bakmak için bir şey aldığında, o şey düşüp kınlırsa, tazminat gerekmez. Ancak, öderse daha iyi olur.

Şayet İzniyle aldı ise, —izin ister sarahaten olsun, isterse delâleten olsun— o zaman ödemek gerekmez.

Bir adam, birinin evine izinli olarak girip, onun, izinsiz olarak .   bir kabmı, ona bakmak için alır, o da düşüp kınlırsa; giren şahıs, onu almaktan men edilmemişse, tazminat gerekmez. Çünkü, delâleten ona izin vardır.

Görmüyürmusun ki, birisi diğerinin ibriğini alıp su içerken, düşüp kırılsa tazminat gerekmiyor. Kübrâ'da da böyledir.

Mttntekâ'da şöyle zikredilmiştir: Bir adamın yarımda, diğer bir ada­mın emânet elbisesi bulunduğunda, emânet bırakılan şahıs, onun içine başka bir elbise koyduktan sonra, emânet sahibi, elbisesini ister; emâ­net bırakılan şahıs da, tamamım ona verir ve emânet bırakılan bu şah­sın kendi elbisesi zayi olursa, emânet sahibi, onu tazmin eder. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, birisim misafir ettiğinde; misafir orda bir şeyini unu­tur; ev sahibi de onun unuttuğu şeyi ona yollar ve yolda giderken, onu birisi gasbederse; —şayet o elbise, şehir içinde gasbedildi ise— tazmi­nat gerekmez; değil de şehir haricinde gasbedîldi ise, tazminat gerekir. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Bir adam, diğer birine asılıp onu çeker ve muhasemede bulunur­lar; kendisin çekilen şahsın bir şeyi düşüp zayi olursa; ona asılan şahıs onu öder.

Uygun olan, bu cevabı tafsilatlandırmaktır. Şöyleki: Eğer düşen mal mal, sahibine yakın düşer ve sahibi onu görür; alması da mümkün olursa tazminat gerekmez. — Kendisinin alması gerektiği hâlde, almamıştır. Fetevâyi Kâdîhân 'da da böyledir.

Bir kimse elbisesini temizlikçiden almak için, birini gönderildi­ğinde temizlemeci, yanlışlıkla başka birinin elbisesini verir; o da gönde­rilen zatın yanında zayi olursa; bu elbise temizlikçinin ise; tazminat yok­tur, şayet başka birininse elbise sahibi muhayyerdir: İster, temizlikçiye ödetir; isterse elçiye ödetir. Hangisine ödetirse ödetsin, o, diğerine mü­racaat edemez. Kerderî'nin Vecizinde de böyledir.

Ebû Bekir'den soruldu:

Bir adam, ortağının kendisine ait eşeğini, ondan izinsiz alıp, değir­mene görür ve bu eşek, değirmende yediği buğday sebebiyle, örüse, ne lâzım olur?

imâm şu cevabı verdi:

Delâleten izin bulunduğundan tazminat gerekmez.

Örf inancımıza göre, bunda hayreti gerektiren bir şey yoktur. Bu, delâleten izin olduğu zaman böyledir.

Sarahaten ( = açıktan açığa) izin yoksa, o zaman tazminat gerekir.

Hatta, bir baba oğlunun eşeğini böyle yapsa veya bunun aksine oğlu babasının eşeğini böyle yapsa veya karı, koca birbirlerinin eşeklerini böyle yapsalar ve eşek de Ölse, —bu durumlarda— delâleten izin olduğundan, tazminat gerekmez.

Şayet, bir adam karısının cariyesini kendi şahsî işine gönderir ve bunda da karısının izni bulunmaz; câriye de kaçarsa; tazminat gerek­mez. Gınye'de de böyledir.

Ağzı açılmış bir tuluğa bir adam uğradığı hâlde, ondan bir şey almasa, tazminat gerekmez. Şayet ahr da geri bırakırsa; sahibi yanında bulunuyorsa; bir şey gerekmez. Eğer yanında değilse, verdiği zarar nis-betinde tazminatta bulunur. Füsû'Mmâdiyye'de de böyledir.

Bir kimse bir hayvanı, başkasının evine soktuğunda; ev sahibi, onu çıkarır ve hayvan ölürse; bu durumda çıkarana tazminat gerekmez. Hızânelü'l-Müftin'de de böyledir.

Bir adam, elbisesini birinin evine bıraktığında, ev sahibi, onu el­bise sahibide hazırda olmadığı bir sırada dışarı atarsa; bu durumda ata­na tazminat gerekir. Hâbî'de de böyledir.
En doğrusu her türlü noksanlardan münezzeh olan en AUâhu Teâlâ bilir. [16]
[1] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/505.
[2] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/505.
[3] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/505-510.
[4] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/511-532.
[5] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/533-539.
[6] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/540-544.
[7] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/545-550.
[8] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 11/5-14.
[9] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 11/15-23.
[10] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 11/24-30.
[11] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 11/31-33.
[12] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 11/34-38.
[13] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 11/39-43.
[14] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 11/44-50.
[15] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 11/51-54.
[16] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 11/55-85.


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..