İkrahın Hükmü

İkrahın hükmü, ya ruhsattır veya mubahtır yahut bu ikisinden de başkadır.

Bunlar şartının mevcudiyeti zamamnda sabit olur.

Aslolan, mükrihin tasamıfatmdandır. Bize göre, akdedilen sözdür. Ancak, alım-satım, icâre gibi fesh ihtimali olanı vardır.

Bir de; talâk, ıtak, nikâh, tedbîr, istîlad ve nezirler gibi fesh ihti­mali olmayan ve lüzumu gerekenler vardır. Kâfî'de de böyledir.

Herhangi bir fiile karşı, can telefi va'di meydana geldiği zaman, zorlanan, zorlayana âlet olursa; o fiili bizzat zorlanan yapmış gibi olur.

Bir adamı öldürmek veya malını telef etmek gibi...

Telef va'di herhangi bir sözle, meydana gelirse, —ciddi olsun, şa­ka olsun— tehdit o sözün yerine gelmesiyle, sübût bulur. Talak ve ıtak gibi...

Bunun hükmü: Söyleyen şahsın aynı işi yapmış gibi sayılmasıdır.

Eğer ikrah, haps ve bağlama gibi hallerle hasıl olursa, bunun bir hükmü yoktur. Bu durumlarda, mukrihin sözünü yapan şahıs, onu ik-rahsiz yapmış gibi olur.

Keza, ikrah, haps gibi, bağlama gibi sözlerle olur ve bunlar sü­bût bulursa; —isterse söz ciddi olsun, isterse şaka kabilinden olsun— onun hükmü fâsiddir. Mükreh (= zorlanan) o işi, kendi isteğiyle yap­mış hükmündedir. Nihâye'de de böyledir.

Bir adam, alması veya satması yahut ikrar etmesi; veya icâreye; ölüm, şiddetli darb veya uzun süre haps gibi şeylerle zorlanır; onu da yaparsa; onu devam ettirmekte veya bozmakta muhayyerdir.

Fakat bir günlük haps, bir günlük bağlamak veya kamçılamak gibi şeylerle, zorlanırsa, hüküm bunun hilafınadır.

Ancak, adam makam sahibi olur ve mükreh, bu yüzden zarara uğ­rayacağını bilirse; bu da zorlama olur.

Hapsetmenin ve dövmenin miktarı, insanların hallerine göre deği­şir: Bazı insanlar var ki, şiddetli sopa yemedikçe veya uzun süre hapse-dilmedikce hiç bir zarar görmezler.

Bazı insanlar da şerefine, büyüklüğüne göre, tek bir kamçı vurul­maktan, kulağının çekilmesinden mutazarrır olur. îster halk huzurun­da olsun, ister sultan huzurunda olsun, onun hakkında yapılan bu gibi şeyler aynen ikrahtır ve bunlarda ikrah hükmü sübût bulur.

Bir adam, satmaya ve teslim etmeye zorlandığında; o şahıs, sa­tar ve teslim ederse; bu satış, zoraki olmuş olur.

Bu kimse —başka değil— yalnız satış yapması için zorlanır; o da satar ve kendi isteğiyle teslim ederse; işte bu, zoraki bir satış sayılmaz.

Burada ikrah, yalnız satıştadır; teslimde değildir.

Bundan dolayı biz: "Bir kimseye, satması için zor kullanılır ve tes­lim etmesi için, zor kullanılmaz ve satan şahıs, satın alınan şeyi geri al­mak isterse, da'vâsı —tesliminde zor kullanılmadığı için— kabul edilmez.

Şayet hem satmaya, hem de teslim etmeye cebredildi; onu da müş­teri teslim aldı ise, bu mülkiyet, fâsid bir mülkiyet olur. Ve bundaki ta-sarrufat da geçerli olur. İkrah olunan şahıs, da'vâ eyledikten sonra ta-sarrufda bulunsa bile böyledir.

Şayet mahkeme sonucu tasarrufun bozulma ihtimali olur ve o şey elde mevcut bulunursa; geri iade edilir.

Eğer tasarrufun bj zulma ihtimali bulunmazsa, (ıtk gibi, tedbîr gi­bi ve bunların benzerleri gibi...) zorlanan kimse, onu bozamaz. Onun, kıymeti tazmin ettirme hakkı vardır. Ve o, muhayyer olur: Dilerse, — azad ettiği değil de, teslim aldığı günkü— kıymetini ödetir; dilerse, azâd eylediği günkü kıymetini ödetir. Zehıyre'de de böyledir.

Bir kimse, malını satması hususunda zorlandığın o malı satar Ve parasını da kendi isteğiyle alırsa; bu bir icazet olur. Çünkü, bedelini isteğiyle almak, rızaya delildir. Bu da satışın şartıdır.

Şu mes'ele, buna muhaliftir:

Bir kimse bağış yapmaya cebredüdiği hâlde, onu teslim etmeye zor­lanmaz; o da teslim ederse; her ne kadar isteyerek teslim etmiş olsa bile bu bir icazet (= izin) olmaz.

Eğer, zorlayan alırsa bu- da izin olmaz. Bedelini vermesi gerekir. Çünkü, bu durumda, —ikrah sebebiyle— akid fesholmuştur.

Şayet zayi olmuşsa, bu durumda ondan bir şey alınmaz.

Bir müşterinin yanında bulunan bir mal, ikrâhsız olarak zayi olun­duğunda; o şeyi satan şahıs, satması için cebredilmiş bir kimse ise; bu şahıs mukrihe malının kıymetini ödetir.

Bir şeyi, bir kimseden, zorlayarak alıp da, onu zorlamadan bir baş­kasına satan şahıs; —zayi olması hâlinde— o şeyi,jsatm alan şahsa öde­tir. O şeyi müşteri tazmin edince mülk kendisinin olur. Bu durumda onu, mükrehe tazmin ettiremez.

Bu müşteri, satın aldığı şeyi, bir başkasına; o da bir başkasına satar ve satışlar, böylece birbiri ardınca devam ederse; en öncekinin taz-ninatı, hepsine geçerli olur.

Mükreh, hangisini istense ona tazmin ettirir (= ödedir).

Onlardan biri öderse, o şeye sahip olmuş olur.

Bu durumdaki sonraki satışların tamamı caiz olur. Önceki satışlar ise, bâtıl olur.                

Şu mes'ele, buna muhaliftir:

Zorlanan kimse bu satıcılardan hangisine izin verirse; önceki satış­lar da, sonraki satışlar da —hepsi— caiz olur ve zorlanan zat ilk müşte­riden malının bedelini alır. Tebyîn'de de böyledir.

Şayet satıcı zorlanır; fakat, müşteriye cebredilmez ve müşteri o şeyi teslim aldıktan sonra, satışı bozarsa; onun bozması sahih olmaz.

Eğer teslim almadan önce bozarsa, o zaman, bu bozuş sahih olur.

Bunun aksine, müşteri zorlanır da, satıcı zorlanmazsa; bu durum­da —teslim almadan önce— her birinin bozma hakkı vardır.

Teslim aldıktan sonra, iozma hakkı, yalnız müşteriye aittir. Fetâ­vâyi KMhân'da da böyledir.

Şayet satıcı değil de satın alan şahıs cebredilir ve satın alınan şey de satın alanın yanında zayi olur ve kasıtsız zayi olmuş bulunursa; emâ­net olarak zayi olmuş olur. Hizânetü'l-Müflîn'de de böyledir.

hükümdar, bir adamı, bir şey satın alıp onu da teslim almaya zorlayarak parasını da verirse, satıcı için zorlama bulunmaz. Bu durumda müşteri, satın aldığı bir köleyi teslim alıp, onu azâd eder veya müdeb-bere kılar yahut o câriye ise, ona cima eder veya onu şehvetle öperse; bu, satın ahşa izin vermek olur". Yok eğer, müşteri satın aldığı hâlde teslim almaz; satan da onu azâd ederse; azadı geçerli, satışı bâtıl olur.

Şayet teslim almadan önce, bu müşteri azâd ederse; istihsânen, onun azadı da geçerli olur.

Teslim almadan önce, ikisi birlikte azâd ederlerse; bu durumda sa­tıcının azadı evlâ olur. Muhıyt'te de böyledir.

Satıcı zorlandığı hâlde, müşteri zorlanmamış olur ve bu müşteri, öjcöleyi teslim almadan onu azâd ederse; azadı bâtıl olur. Azâddan sonra, satıcı izin verirse; akid durduğu için, satış caiz olur ve bu durumda, o azâd —müşteri tarafından yapılırsa— caiz olmaz.

Şayet birlikte azâd ederlerse, beraber yaparlarsa, satıcının azadı ka­bul edilir. Çünkü onun mülkiyetine düşmüştür ve o yüzden satış bozulmuştur.

Bu müşteri, teslim alır; sonra da birlikte azâd ederlerse, bu du­rumda, o köle, müşteri tarafından azâd edilmiş olur.

Her ikisi de akid yapıp, teslim-tesellüme zorlanırlar; ikisi de de­nileni yapar; sonra da onlardan birisi: "Sen, satışa izin verdin." derse; önceki satış caiz olur; sonraki, hali üzere kalır.

Şayet ikrâhsız, ikisine de izin vermiş olursa; ikrahsız satış caiz olur.

İzin verilmediği hâlde, müşteri, o köleyi azâd ederse; azadı caiz olur.

Bundan sonra, diğeri izin verirse; onun iznine, —müşteriye kıymet tazmin edildiği için— iltifat edilmez.

Eğer her ikisi de karşılıklı tesİim-tesellüm yapmazlar ve onlardan birisi de, ikrah olmaksızın, satışa izin verirse; bu durumda satış, hâli üzre fâsid olur. Çünkü ikrah, sahibi tarafından baki kalmış olur ve bu durumda satış fâsid olur.

Şayet, o köleyi, her ikisi de azâd eder ve onlardan birisi de satışına izin verirse; bu durumda o köle, teslim alınmaz. Satıcının itki (= azâd etmesi) caizdir. Müşterinin itki ise, batıldır. Eğer onlardan birisi azâd eder; sonra da diğeri azâd ederse; önce izin verenin satıcı olması hâlin­de, bu satış caizdir.

Müşteri azad ederse, bu azâd ediş, her ikisi adına da, müşteriye karşı caizdir. Müşteriye karşı, ıtk geçerli olmaz. Çünkü, onun mülkü geçmiştir.

Şayet satıcı, onu önce azâdsderse; bu satış vâki; ıtk ise geçerli olur. Bu, ikisinin de icazetle amel etmesi olmaz. Bundan sonra, müşterinin azadı da geçerli olmaz.

Eğer, önce bir defa, müşteri izin verirse; onu satmak caiz olmaz; satıcı azâd ederse caiz olur. O yüzden de satış geçersiz olur. İster müşte­ri önce azâd etsin; isterse sonra azâd etsin, farketmez. Çünkü o satıcı­nın mülkünde bakidir.

Müşterinin izninden sonra, satıcının azadı mülküne tesadüf eyle­miştir; geçerlidir ve satışı bozar. Mebsût'ta da böyledir.

Bir kimse, cariyesini satması için zorlanır; bir isim de bildirilmez; o da, o cariyeyi bir adama satarsa; bu satış fâsiddif. Feiâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Şayet, bir cariye, mal mukabili alındığında, bedelinin verilmesi hususunda zor kullanılır; câriye için de, bir şey söylenmez, ve alan şa­hıs, malı te'diye için (— borcunu ödemek için), o cariyeyi satarsa; bu satış caiz olur. Çünkü, satışta kasd vardır. Çünkü mal, borç yoluyla da alınırdı. Cariyeyi satmadan, bağış yoluyla da alınırdı. Bu, zalemenin âde­tidir. Onlar, bir adamı müsadere etmeyi murad ederlerse; ona mal ile hükmederler. Ona karşı, satış bedeli söylemezler. Böylece satış geçerli olur.

Böyle bir hale duçar olan kimseye çâre: Ben bu malı nerde te'diye edip vereceğim?" der ve: "Benim malım yok." der; zâlim de: "Niçin cariyeni satmıyorsun?" derse; işte bu satışta ikrah olur ve bu satış caiz olmaz (= geçerli olmaz). Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, bir cariyeyi onbin dirheme satın alması hususunda zor­lanır; o cariyenin kıymeti de bin dirhem olursa; bu durumda o müşteri, onu on bin dirhemden fazlaya satın alır,

Veya câriye sahibine, kıymeti on bin dirhem olan bir cariyeyi, bin dirheme satması zorlanır; o da, onu bin dirhejnden aza satarsa; bu satış da istihsanen caiz olur.

Bu, bizim âlimlerimizin kavlidir.

Şayet cariye bin dirheme satılmaya zorlanır; sahibi de, onu, bin dir­hem kıymetinde dinara satarsa, âlimlerimize göre, bu satış fasiddir.

Eğer bin dirheme satmaya zorlanır; o da, —kıymeti bin dirhem olan— bir yer veya bir hayvan karşılığında satarsa; veya bin dirhemi ikrara zorlanır da, o da yüz dinara satmış olur; onun kıymeti de bin dirhem olursa; ikrar etmesi hâlinde, âlimlerimize göre satış geçerlidir.

Şayet bin dirheme satmaya zorlanır; o da iki bin dirheme satarsa, satışın tamamı caizdir, Fetâvâyi Kâdîhln'da da böyledir.

Satışa zorlaxdiği hâlde, zorlanan şahıs bağış yaparsa; bu da caizdir.

Keza, bin dirhemi ikrara zorlanır; o da onu bağışlarsa, bu da caiz­dir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam, bir şeyi telef etmemesi hâlinde; "kıymeti bin dirhem olan bir köleyi, on bin dirheme almak üzere" zorlanır ve bedelini verip köleyi teslim alır; müşteri o kölenin tamamını azâd etmeye yemin veri­lir veya bizzat köleye karşı yemin verilirse, bu köle azâd olmuş olur. îkrâh olunan şahıs, hiç bir şey için, mükrihe müracaat edemez. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Bir kimse, yakın akrabasını satın almaya ve kıymetini de fazla­sıyla vermeye zorlanır; o da onu satm alıp azâd ederse; kıymeti lâzım olur ve bu değer zorlayan şahsa ödettirilir.

Keza, bir kimse bir cariyeyi zoraki satın almaya zorlanır; o câriye de ondan nikâhlı bir çocuk doğurmuş olursa; o, bu cariyeyi satın ve tes­lim almakla, onu müdebbere kılar. Çünkü, o, onun mülküdür. Muhıyt'­te de böyledir.

Bir hükümdar, bir adamı, telef veya hapsetme va'di ile; eşyala­rını, başka bir adama bin dirheme satmaya zorlar; (-yâni eşya sultanın olacak, müşteri ise bir başkası olacak şekilde zorlar) ve bu durumda, bu müşteri de zorlanmaz; adam da o şeyleri, bu adama satarsa; bu satış caizdir ve sorumluluk sultana aittir; satıcıya değil...

Eğer satıcı, sattığı şeyin bedelini, satın alan şahıstan isterse; onun uhdesine müracaat eder.

Şayet, bu müşteri, "filan adamın eşyalarını, bin dirheme satın almaya" zorlanır; o da satın alırsa; bu satın alış caizdir. Ve eşyanın ta­mamı, sultanındır. Müşteriye de sorumluluk yoktur. Ondan, parasını teslim etmesi istenmez.

Şayet müşteri, satıcıdan, sattığı şeyi teslim etmesini isterse; o za­man, kendisine de bedelini vermesi için müracaat edilir. Zehıyre'de de böyledir.

Bir kimse, taksim olunmamış bir evin yarısını, bağış yapmaya zorlanır veya taksimi yahut başka bir şey söylenmez; o da evin tamamı­nı bağışlayıp teslim ederse; bu caiz olur. Çünkü, o, onu ikrâhsiz getirip teslim etmiş olmaktadır. Mebsûl'ta da böyledir.

Bir kimse, taksim edilmiş bir evin yansını bağışa zorlanır; o adam da, o evin tamamım satarsa; istihsânen bu satış caiz olmaz.

Şayet o şahıs, caiz bir satış yapmakla zorlanır; bedeli de verilir; o da fâsid bir satışla satıp bu evi de verir; o da, onun yanında iken.zayi olursa; bu durumda satıcı, onu, ister zorlayıcıya, isterse müşteriye taz­min eder. Mebsut'ta da böyledir.

Bir kimse, fâsid bir satışa zorlanır; o da caiz bir satışla satarsa, bu satış caiz olur.

Bunun aksi olursa, o zaman, zorlanan şahıs, müşteriye müracaat eder.

Şayet taksim olunmuş bir ev, veya evinden bir bölümü bağış yap­ması hususunda zorlanır; zorlanan şahıs da, onun tamamını bağışlar veya tamamını satarsa; bu caiz olmaz. Gıyâsiyye'de de böyledir.

Bir adam, evini bağış yapması hususunda cebredildiğinde; o tasadduk eder; veya tasadduk etmesi için cebredildiğinde; o bağış yapar­sa; kendisine bağış yapılan veya tasadduk edilen şahıs, ister akraba ol­sun; isterse yabancı olsun; bunlar caizdir. Çünkü hibe başka şey; tasad­duk başka şeydir.

Bir adam, bir şeyi bağışlayıp, teslim etmesi hususunda zorlanır; o da bedel karşılığı hibe edip teslim ve tesellüm de yaparlarsa; bu caiz olur.

Bir kimse, karşılıklı bağişa cebredildiği hâlde; o, o şeyi satar ve teslim tesellüm de yaparlarsa; bu bâtıl (= geçersiz) olur.

Keza, satışa zorlanan kimse, o şeyi karşılıklı bağış yapar; teslim-tesellüm de yaparlarsa; bu da bâtıl (= geçersiz) olur.

Bir kimse, bir şeyi hîbe ve teslim için cebredilir; o da öyle yapar; kendisine bağış yapılan şahıs da, o hibeye —ikrah olmaksızın— bir kar. şıhk verir; diğeri de, bunu kabul ederse; işte bu caizdir. Hızânetü'l-MüfoVde de böyledir.

Bir adam, cariyesini bir Allah kuluna bağışlaması için cebir kul­lanılır; o da bağışlar ve fazla bir şey de verirse; verdiği fazlalık caiz olur; fakat, diğeri bâtıldır (= geçersizdir) FetâvâyiKâdîhan'da da böyledir.

Şayet, onun yerinde bin dirhem olsaydı, İmamlarımızın kavline göre, tamamı bâtıl (= geçersiz)a olurdu. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir kimse, "bir şeyi, birine bağışlamaması hâlinde öldürülmekle" tehdit edildiğinde, bu şahıs, hem o şeyi bağışlar; hem de teslim eder ve: "Ben, bunu, sana bağışladım; al kabul eyle." der; kendisine bağış ya­pılan şahıs da onu alınca, o şey onun yanında da, zayi olursa; bu du­rumda zorlanan zat muhayyerin Onun kıymetini, isterse mukrihe ( = zor kullanan şahsa) ödetir; isterse, teslim alana ödetir. Mebsut'ta da böyledir.
En doğrusunu, bütün noksan sıfatlardan berî olan Allahu Teâlâ bilir. [6]


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..