4- İKRAHLA İLGİLİ ÇEŞİTLİ MESELELER

Bir adam, ölüm veya hapis yahut bağlanma tehdidi ile, bir şeyi ikrar ederse; bu ikrar sahih olmaz.

Şayet bir gün habsetmek veya bağlamak yahut bir kamçı vurmakla tehdid edilerek, "bin dirhem borçlu olduğunu" ikrar ederse; bu ikrarı caizdir.

Eğer kalbinden, bu ikrar hapisten ve bağlanmaktan üzüntüdür di­ye geçirirse, ikrarı bâtıl olur. Âlimlerimiz: "Bu, orta halli bir insan için böyledir. Eğer, o şahıs eşraftan olur ve halk huzurunda kırbaç yemek-den çekinir veya hapsedilmekten, bağlanmaktan kaçınır yahut hüküm­darın huzurunda, kulağının çekilmesini istemezse işte bu ikrah caiz olur. Muhiyt'te de böyledir.

Bir kimse "bin dirhem" borçlu olduğunu ikrara zorlanırda, "yüz dinar borçlu olduğunu" ikrar eder ve onun kıymeti de bin dirhem olur­sa; bu ikrar geçerli olur.

"Filan adama bindirhem borçlu olduğunu" ikrara zorlanan şahıs "beşyüz dirhem" ikrar ederse; bu ikrar istihsânen sahih olmaz ve malı vermesi lâzım gelmez.

Şayet "iki bin dirhem" diye ikrarda bulunur veya "bin beşyüz dirhem" derse; fazlası lâzım gelir. İkralf edildiği mikdar lâzım gelmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Ölçülen veya tartılan şeylerden, ikrâhsız olarak, yarısını ikrar ederse; bu, ikrar ettiği miktar gibidir.

Bir kimsenin, huzurda bulunmayan birine "bin dirhem borçlu olduğunu" ikrarı İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye ve İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre batıldır. Huzurda olmayan şahıs, ortaklığı ister ikrar etsin; isterse inkâr etsin müsavidir.

İmâm Muhammed (R.A.): "Eğer gâib tasdik ederek Bende, onun söy­lediğinin yarısı kadar malı vardır." derse; o gâib için yapılan ikrar caiz olur buyurmuştur. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, "geçmiş zamanda, köle azâd eylediğini veya karı bo-şadığını yahut nikâh yaptığını ikrar etmeye zorlanır; o da: "Ben yap­madım." der; mükrîh de bunu ikrar ederse; bu ikrar da bâtıl olur; köle kölesidir; karı da karışıdır. İkrah hapis ile olsun veya katlile olsun müsavidir.    

Keza, bir kimse, ikrah karşısında, "kölesini, oğlum" diye, cari­yesini ise "ümm-ü veledim" diye ikrar ederse; bu sahih olmaz. Mebsût'­ta da böyledir.

Tecrid'de şöyle zikredilmiştir: Bir kimse, dövülmek ve hapsedil­mekle ikrah edildiğinden "kendi üzerinde had ve kısas olduğunu" söy­lerse, bu itirafı bâtıldır. (= geçersizdir.) Tatarhâniyye'de de böyledir.

İkrah karşısında kendi üzerinde had ve kısas'olduğunu söyleyen kimseye, bu ikrahında dolayı bir şey gerekmez.

Şayet, bu şahıs doğru sözlülüğü ile ma'ruf (= bilinen) bir kimse ise, bu ikrarı geçerli olur. Ve beyyinesi yoksa, bu mukrehe kısas uygu­lanır ve malının tamamından tazminat gerekir.

Eğer, bu vâsıfla tanınan biri değilse, o zaman, tazminat mukrihin malından yapılır. Serahsî'nin Mahıyb'nde de böyledir.

Bir kimse, "bir şey gasbettiğîni veya emâneti zayi ettiğini" ikrar etmes için ikrah olunur; o da, denileni ikrar ederse; bu ikrarı sahih ol­maz Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

"Nefse veya mala karşı yapılmış bir kefili, kefaletten çıkarmaya" bir kimse ikrah olunsa bu sahih olmaz.

Şefî'in, şüf'a hakkını istemede susmasına karşılık'ikrah da bulunulur; o da susarsa, bu durumda şüf a hakkı bâtıl olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, talebden sonra; üüf ayı teslime zorlansa, onun teslimi geçersiz olur. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir kadın, kocasına karşı kazf (= iftira) ettiğini iddia eder; koca da bunu inkâr eder; kadın ise, gizlide ve aşikarda tertemiz olduğunu is-bat ederse hâkim, kocasına, lânetleşmeyi hükmeder ve o zamana kadar da habseder.

Koca: "Ben böyle bir şey yapmadım. Yalancı şahitler dinletildi." derse; hâkim yine lânetleşmeye hükmeder ve onu habseder. Veya o: "eşhedü billah, gerçekden ben doğrulardanım. Ben zina iftirası yapmadım." diye dört defa söyleyinceye kadar, hapsetmekle tehdit eder. Sonda da o adam: "Yalancılardan isem, Allah'ın laneti üzerime olsun" der; ka­dında aynı şekilde söylerse, hâkim aralarını ayırır.

Sonrada köle veya had cezası almış kimselerden, kazfe dâir şahit­ler çıkar veya hâkim diğerlerinin şahdetini ibtal ederse; bu durumda hâ­kim, aralarındaki ayrılığı da lânetîeşmeyi de ibtâl eder. Ve kadını koca­sına reddeder.

Şayet hâkim, onu lânetleşene kadar hapsetmez ve hapisle de tehdit edmez; fakat, o adama: "Sana karşı, kazf ile şehâdette bulundular; ben de sana lânetleşmeniz için hükmeyledim. Lânetleş; fazla bir şey yapma'' der ve bu adam, hâkimin söylediği gibi lânetleşir; kadın da lânetleşirse, hâkim aralarını ayırır.

Sonradan köleler şahitlik yapsalarda, hâkim onları ibtâl eder; İlan muamelesini uygular ve bu karı-kocanın aralarını tefrik edip, kadını ko­casından bâine olarak ayırır. Mebsût'ta da böyledir.

Hizâne'de şöyle zikredilmiştir:

Adam öldüren bir kimse, karşı tarafı, mal karşılığında sulh olmayı kabul etmesi hususunda cebirde bulunur; karşı taraf da bunu kabul eder­se; bu durumda kısas bâtıl (- geçirsiz).olur. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir kimse kısas af için cebredilse; cebredilen şahısta affetse; işte bu af caizdir.

Mükrihe tazminat gerekmez

Alacağından vaz geçmek için, tehdid edilen adam; bu alacağından vaz geçse; bu ibra bâtıldır. O geçersizdir.) Muhıyt'te de böyledir.

Bir kadının velisi» o kadını' abn-i fahiş ile nikahlamaya zorlar; sonra da bu zorlama işi zail (= yok) olur; bu kadın da nikâha razı ol­duğu hâlde, buna velisi razı olmazsa; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre; buna velînin hakkı vardır.

.İmâmeyn'e göre ise, velinin, buna hakkı yoktur. Kâfi'de de böyledir.

Bir koca, karısını, mehrinden dolayı anlaşma yapması veya on­dan tamamen vaz geçmesi hususunda döve döve öldürmekle tehdid et­se; bu ikrah, sahih olmaz.

Anlaşma yaparlar ve kocanın ibrası gerekmez. Bu, İmâmeyn'e göre böyledir.

Bir koca, karısını talâkla; veya bir erkek, bir kadını nikâhlamakla, tehdid ederse; bunlar ikrah olmaz

Bir kadın, bir çocuğu emzirmekle tehdid edilse veya bir erkek, ka­rısının sütüyle bir çocuğu emzirtmekle cebredilse; o da onu yapsa; bu durumlarda emme ahkâmı sabit olur. (= yâni emziren ana; emende, onun süt çocuğu olur.)

Bir adam, "filanın evine girmemekle" tehdit edildiğinde, o adam da, girmemeye yemin eylese, yemin akdi yapılmış olur.

Şayet o eve girerse yemini bozulur ve kefaret gerekir.

Bir adam, bir kadını nikâhlar ve ona cima yapmamış olur; ona ci­ma etmesi için de tehdit edilirse; bu durumda duhûl hükmü sabit olur. Talâk vaki olursa, tam mehir ve, iddet gerekir. Onun kızını veya böyle bir yakınını nikahlaması da haram olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Ebû Bekir şöyle buyurmuştur:

Bir adamın yanında, başka birisinin malı bulunduğunda; hüküm­dar ona: "Sen, o malı bana vermezsen; seni bir ay hapsederim. Veya kırbaçla döverin hayut seni belde belde dolaştırırım." derse; bu ada­mın, o malı, hükümdara vermesi caiz olmaz.

Eğer verirse, o malı tazmin eder. (— öder)

Hükümdar, bu adama: "Ya, o malı verirsin; veya elini keserim veya elli kırbaç vururum." der; o da mecburen verirse; bu şahsa tazmi­nat gerekmez. Yenâbi'de de böyledir.

Bir adam, yemek yemesi veya elbise giymesi hususunda zorlanır ve bu mukreh emredilen şeyi yapınca da elbise yırtılsa, mükrih onu öde­mez. Tehzîb'de de böyledir.

Bir adam, hür bir kocası bulunan bir cariyeyi azâd ettiğinde; ko­cası, bu cariyeye cima etmemiş bulunur ve bu câriye ölüm veya hapisle, —nefsini ihtiyar etmesi için— tehdit edilirse; o mecliste, kocasında olan mehrinin tamamı ibtâl olur. Onu zorlayana da tazminat gerekmez. Za-hîriyye'de de böyledir.

Bir adam, babasının dâhil olmadığı bir kadına; babanın nikâhı fâsid olsun diye, cimaya zorlanırsa; bu kadının, kocasında nısıf mehir hakkı vardır. Baba da onun için, oğluna müraccatta bulunur.

Şayet baba, o kadına cima etmişse, oğluna karşı bir şeyle müraca­atta bulunamaz.

Fesâd sözüyle murad nikâhı ifsaddır. Amma zina, nikâhı ifsad et­mez. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, kölesini filan şahsa vermek ve ona bağışlamak üzere zorlanır; o da bağışlayıp teslim edince, kendisine bağışlanan şahıs da, bulunması mümkün olmayacak şekilde kaybolursa, bu durumda hîbe eden şahıs, o kölenin kıymeti içni mükrihe müracaat eder.

Sadaka da böyledir.

Keza bir adam, kölesini müşteriye satıp teslim etmeye zorlandı-ında; o da öyle yapar ve müşteri kaybolur; nerede olduğuda bilinmez­se, bu durumda mükreh, sattığı, kölenin kıymeti için mükrihe müracaat eder. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, tehdit karşısında "filan şahsa borcunun olduğunu" ikrar ettiğinde, o mal ondan alınıp; ikrar olunana verilir; ikrar olunan da aynı şekilde kaybolur veya müflis olarak ölürse; bu durumda mükreh (= zorlanan) mükrihe (= zorlayana) müracaat eder. Tatarhâniyye'-de de böyledir.
Bir adam, kölesini müdebber etmeye zorlanır ve 6 da öyle ya­parsa bu tedbîr sahih olur ve bu efendi ölünce, o köle azâd olmuş bulu­nur. Bu efendinin vârisleri, o müdebberin kıymetinin üçte ikisine sahib olurlar. Ve bu kıymet için âmire (= müdebber kılmasını emreden mük­rihe) müracaatta bulunurlar.

Şayet, teslim alacak olan şahıs "teslim aldığı şeyi âmire vermesi için"' tehdit edilir; o da teslim alır ve o şey, bu şahsın yanında zayi olur ve teslim alan bu şahıs: "—Bana emrettiği gibi— mükrehin âmirine ver­mek üzere teslim aldım." derse; bu durumda o, tazminata dahildir.

Eğer, "Sahibine vermek üzre teslim aldım." derse; o şey» yanında bir emanet gibi olur ve kendine bir tazminat gerekmez. Bu durumda, onun sözü geçerli olur.

Keza, hibede, bağışlayan şahıs, bağış için; bağış alacak da teslim almakla zorlanır ve bu, mal da bağış alanın yanında telef olursa; bu du­rumda kendisine bağış yapılan şahsın sözü geçerli olur. Fetâvâyi Öâdîhân'da da böyledir.

Bir köle, "efendisinin kendisini, bir mal karşılığında müdebber yapmasını kabul etmesi" hususunda tehdit edilince, bu köle, denileni yaparsa; bu durumda, bu köle müdebber olur ve kıymetini efendisine öder. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir çocuğun veya bir bunağın ikrah edilmesi hâlinde, hüküm, âkil ve baliğin hükmü gibidir.

Şayet mükrih, bir gulam veya bir matuh olur; mükrih de onu öldü­rürse; diyet, üç sene içende, mükrihin babataraf akrabalarına ait olur.

Bir kimse, karşılıklı bir bağış kabul etmesi için zorlanır; o da de­nileni yaparsa; mükrih'e hiç bir (ey için müracaatta bulunamaz. Keza karşılıklı bir bağışın kabulüne zorlanır; vâhib de o şeyi verip karşılığım alırsa; bu durumda da mükrihe bir şey için müracaat edemez, Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Ölüm tehdidi ile murisini öldüren kimsenin kendisi de öldürü­lür. Katil mîrasdan mahrum kalmaz.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavlidir.

İınâm Muhammed (R.A.)'in kavli de böyledir. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir  kimse, hapisle tehdid edilerek, "malını   filan   adama bağışlaması" istendiğinde, onu verir; diğeride, hapisle ikrah olunarak, onu kabule zorlanır ve onu alıp zayi ederse; onu, teslim alan şahsın taz­min etmesi gerekir.

Eğer kapzedici (= teslim alıcı) ölümle tehdit edilirse, tazminat ge­rekmez. Bu durumda, fhükrihe de bir şey gerekmez.

Eğer bağışlayıcı ölümle ve bağış alıcı da hapisle tehdit edilirse; mal sahibi, dilerse teslim alana ödetir; dilerse, zor kullanana ödetir.

Eğer teslim alan öderse; o müracaat edemez.

Şayet mükrih tazminat yaparsa, teslim alana müracaat eder. Meb-sûf'ta da böyîedir.

Bir adam, bir kadın nikahlayıp, ona dahil olduktan sonra, ta­lâkla cebredilir ve boşarsa; bu kadının mehri, kocasına âit olur. O, kim­seye müracaat edemez.

Eğer nikâh mehr-i mislinden fazla ise, o fazlalığı ödemesi lâzım ol­maz. Felâvâyi Kâdüıân'da da böyledir.

Bir adam, kölesine: "Eğer şu eve girersen, hürsün." der; o da, o eve girmesi için ölüm tehdidi İle zorlanır ve oraya girerse azâd edilmiş olur.

Şu mesele bunun hilafınadır: Birisi, onu sırtına alarak o eve girer­se, o zaman bu köle hür olmaz. Ancak: "Ne zaman, benim kölem bu evde olursa; o zaman hürdür." demişse, zoraki girdirilip, nefsine gücü yetmese bile, o köle hür olur.

Şart mevcut olduğu için de, mükrihe, —her iki cihettede— tazmi­nat gerekmez. Mebsût'ta da böyledir.

Bir kadın nikâha zorlanır; o da onu yaparsa; bu nikâh sahih olur. Ve mükrihe müracaat olunmaz.

Keza, bir adam, kölesini, değeri ile satmaya zorlanır; o da öyle yaparsa; kıymetini almak için, mükrihe müracaat edilmez. Fetâvâyi Kâdî-hân'da da böyledir.

Bir adam, "şayet, karısına cima ederse, üç talâk boş olması için" zorlanır ve o, karısına henüz yaklaşmamış bulunursa; ne zaman yakla­şırsa, üç talâk boş olur. Ve tam mehir gerekir. Bu şahıs da, mükrih'e hiç bir şey için müracaat edemez.

Şayet yaklaşmaz da, bâin eder ve dört ay geçerse, yarı mehir bedeli lâzım olur. Kendisine ikrâhda bulunana da müracaat edemez. Muhıyt'te de böyledir.

Bir adam: "Eğcı evlenirsem, karım boş olsun" der; ve bu adam, bir kadınla mehr-i misliyle evlenmeye cebredilerek evlense; bu nikâh câİz olur. Ve kadın, yarı talâkla boş olur; mükrihe de bir şey için müracaat edemez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Haricilerden bir toplum, bir yeri hükümlerinin altına aldıktan son­ra, bir adama cebrederek; veya müşrik bir toplum, bir adama zorlaya­rak, bir iş yaptırsalar; bu şahıs, mükreh hükmündedir; —elini kesmeye zorlasalar bile— yaptığı şeyden dolayı bir şey gerekmez.

Bu, haydutların ikrahı mesabesindedir. Yalnız, haydutlar diyeti taz­min ederler.
Ehli harbe karşı, bir şey gerekmez. Mebsût'ta da böyledir. En doğrusunu bilen, Allahu Teâlâ'dır. [9]
[1] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/269.
[2] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/269.
[3] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/269.
[4] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/270.
[5] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/270-271.
[6] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/271-279.
[7] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/280-310.
[8] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/311-313.
[9] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/314-321.

Anasayfaya dön Kapak Sayfası
Sadakat.Net © İslami web hizmetleri


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..