3- KEFALETTE DÂVA VE HUSÛMET

Bir kimse,  başka bir şahsın,  bin dirhem  —borcuna—  kefil olduktan sonra, bu bin dirhemin kumar veya şarap parası yahut benzer­leri gibi, edası vacip olmayan bir şey olduğunu iddia ederse, bu sözü kabul edilmez.

Bu kefil, alacaklıya karşı, böylece bir beyyine ikâme eder; alacaklı ise, bunu inkâr ederse; kefilin bu beyyinesi de kabul edilmez.

Bu durumda kefil, alacaklının yemin etmesini talep etse; bu talebine de iltifat edilmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Alacaklının ikrarı üzerine beyyine ikâme eden kefilin beyyinesi dinlenmez. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kefil, malı (borcu) alacaklıya ödemiş olur ve borçluya müra­caat etmek ister; bu esnada alacaklı da huzurda bulunmaz, borçlu ise: "Bu mal (borç), kumar parası (veya lâşe parası) idi," der veya buna benzer bir şey söyleyip, kefile karşı, bu hususta beyyine ikâme etmeye kalkarsa; bu borçlunun beyyinesi de kabul edilmez.

Ve bu durumda, bu borçluya, o malı, kefile ödemesi emredilir. Ve bu borçluya: "Hasmını (= dâva edeceğin şahsı = alacaklıyı) ara ve onunla muhâsemeye tutuş. (Onu dâva et.)" denilir.

Şayet alacaklı şahıs, kefilden malı almadan önce gelir ve hâkimin huzurunda "bu malın (alacağın) şarap parası veya buna benzer bir şey olduğunu" söylerse; bu durumda hem asîl (= mekfûlün anh), hem de kefil, bu malı ödemekten ve kefaletten berî ( = kurtulmuş) olurlar.

Bir hâkim, kefili, kefaletten berî kıldıktan sonra, borçlu gelerek "bu malın borç olduğunu" söyler; alacaklı da, bunu doğrularsa; bu durumda malı (borcu) ödemek, borçluya aittir. Kefil hakkında, ikisinin sözüne de inanılmaz.

Bu durumda, havale de kefalet gibidir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Birbirine ortak bulunmayan üç kişinin, birbirlerinde biner dirhem. alacakları bulunur ve bu üç kişiden ikisi, "üçüncünün, borçluya kefil olduğuna" şahitlik etseler; borcun bu iki kişinin müşterek borcu olması hâlinde, ikisinin de şehâdetleri kabul edilmez. Kâfi'de de böyledir.

Bir kimse, diğer bir kimseye karşı, "onun nefse ve mala kefil olduğunu iddia edip, bu hususta iki de şahit getirdiğinde; bu şahitler, kefalettin zamanında ve mekânında ihtilaf ederlerse; hâkim, bunların şehâdetini kabul eder.

Bu şahitler, kefaletin akdedildiği zaman ve mekânda ittifak ettikleri hâlde, müddetinde (vâdesinde) ihtilaf ederlerse; dâva da mala kefalet hususunda olur ve şahitlerden birisi: "...Bir aya kadar kefil oldu.*', dediği halde, diğeri: "...İki aya kadar kefil oldu." derse; iddia sahi­binin, bu iki müddetten en yakın olanını iddia etmekte olması hâlinde, hâkim, bu şahitlerden ikisinin şahitliğini de kabul eder.

İddia sahibinin bu iki müddetten uzak olanını iddia etmesi hâlinde ise, hâkim, bu şahitlerin ikisinin şehâdetini kabul etmez. Muhıyt'te de böyledir.

İki kişi, bir şahıs hakkında, "bir adamın bin dirhemine kefil oldu." diye şahitlik yaparlar; bu şahitlerden birisi: "Bir seneye kadar kefil oldu." dediği hâlde, diğeri ise: "Hâl-i hazırda (alacaklı istediği zaman vermek üzere) kefil oldu.' der; alacaklı da, "hâl-i hazırda kefili oldu." diye iddia eder; kefil ise, kefaletini inkâr eder veya bunu ikrar (kabul) ettiği halde,  müddetin bir sene olduğunu iddia ederse;  bu durumlarda mal  (borç)  kefilin  üzerinedir; Hızânetü'I-Müftîn'de  de böyledir.

Şayet dâva, nefsin kefaleti hakkında olur ve şahitlerden birisi: "Bir ay..." diğeri de: "İki ay müddetle kefil oldu." diye şahitlik yapar­larsa; Şcyhu'I-İslârn, bu mes'eleyi şerhederken, tafsilâtlı olarak şöyle uyurrnuştur:

Şayet Mdia sahibi, şahitlerin söylediği bu iki müddeten, yakın olanını iddia ediyorsa; şehâdet kabul edilir.

İddia sahibinin, bu iki müddetten uzakta olanını iddia etmesi hâlinde, şehâdet kabul edilmez.

Şemsü'l-Eimme Serahsî ise, Şerhı'nde, tafsilâtsız olarak: ((Bu şehâdet makbuldür." buyurmuştur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir şahit, "kefalet üzerine"; diğer şahit de "Bu kefilin kefaleti üzerine" şahitlik yaparlarsa; bu şahitlerin ikisinin.de şahitlikleri kabul edilir.

Bu şahitlerden ikisi de, "o şahsın, bin dirheme kefil olduğuna" şahitlik yapsalar; ancak, sözde ihtilâf edip, biri: "Ona kefil oldu." dediği halde, diğeri: "Ona tazammun etti." veya biri: "O bana aittir dedi." dediği halde, diğeri: "O benim üzerimedir; dedi." derse, ikisinin de şehâdetleri caiz olur. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir kimse, başka bîr şahısta, "kefaletinden dolayı, belirli bir mal (alacağı olduğu) iddiasında bulunduğu halde, borçlu olan şahsın nese­bini (soyunu, kimliğini) belirtemese; bu şekildeki bir dava sahih olur mu?

Şemsü'l-Eimme el-Ezvecendî'nin fetvasına göre, "bu dava sahih değildir."

Zahîru'd-dîn el-Murğînânî de, böyle fetva vermiştir.

tmâm   Muhammed   (R.A.),   Kefalette   Şehâdet   Bâbı'nda   şöyle buyurmuştur:

Şayet iki şahit: "Bu şahıs, şu adamın nefsine kefil oldu; fakat biz, o adamın ismini bilmiyoruz; ancak, onu yüzünden tanıyoruz." diye şehâ-dette bulunurlarsa, bu şehâdet caiz olur.

Keza, bu şahitlerden birisi: "Ben, o adamı yüzünden de tanımam." dese bile, kefil yine de kefildir.

Bu durumda kefile: "Nesebini (soyunu, kimliğini) açıkla." denilir.

Şayet kefil, bir adam getirir; mefkûlün leh (= talip = alacaklı = kefilden malın teslim edilmesini istemeye ve da'vâ etmeye hakkı olan kimse) de: "Borçlu, işte budur." deyince, alacaklı da, bunu tasdik ederse; ne âla!.. Bu durumda, yemine hacet kalmaz.

Ancak, alacaklının talibi yalanla:'aası hâlinde davaya itibar olunur.

bu mes'elede inkâr, kefalet davasında delildir ki, borçlunun kim olduğunu söylemesi şart değildir; bu durumda borçlu sadece.nesebini söyler.

"Bu mes'elede delil şahindir." de denilmiştir. Doğru olan ise, bunun sahih olmamasıdır. Bu mes'elenin mâba'di (= devamı, sonu),

mâkablini(= öncesini, başlangıcını)ifsâdettiği (= bozduğu)gibi...

Gerçekte kefalet, belirli  şahıslar  hakkında vâki olur; ancak, şahitler, onu tanıyamazlarsa, nesebini sormazlar; bu durumda kefalet, belirli şahsın nefsinden vâki olur.

Şemsü'l-Eimme'nin şöyle buyurduğu rivayet olunmuştur: Gerçekten, iddia sahibi: "Evet, şu şahıs, şu adamdaıi dolayı kefil oldu." dediği halde; "kefil oldu." dediği şahıs, meçhul bir şahıs olursa; bu kefalet sahih olmaz. Zehıyre'de de böyledir.

İki şahit, "bir şahsın, bir nefse kefil olduklarına" şahitlik ettikleri zaman, bu şahitlerden birisi: "Borçlu Zeyd'dir." dediği hâlde, diğeri: "Borçlu Amr'di*." derse; bunların şahitlikleri kabul olunmaz.

Bir kimse, diğerinden önce, "bir nefse, iki kişinin kefil olduk­larım" iddia edip, iki de şahit getirir; bu şahitler de "o iki adamdan birinin kefil olduğunu" söylerler, diğerinde ise ihtilâf ederler ve birisi "o şahsın kefil olduğunu" söylediği halde, diğer şahit, şüphe eder ve: "Ben bilmiyorum; kefil bu mudur; başkası mıdır."derse; bu durumda şahit­lerden   ikisinin   de   "kefil"   dediği   şahıs   yakalanır;   diğerinin   kefil olduğuna hükmedilmez.

îki kişi, "bir şahsın, kendi babalarına kefil olduğuna; filanın da, filan şahsın nefsine kefil olduğuna" şahitlik ederlerse, bu şehâdetleri geçersiz olur.

Çünkü, ikisi de bir lafızla şahitlik yapmışlardır ki, bu durumda, babaları hakkındaki şahitlikleri geçersiz olduğu için, diğer şahıs hakkındaki şahitlikleri de bâtıldır. (= geçersizdir; hükümsüzdür.)

İki kişi, bir şahıs üzerine şahitlik yaparak: "filan şahıs, filan şahsa, "yarın borcunu ödemezse, bin dirhem olan borcunu, o ödeye­cektir." diyerek kefil oldu.'' deseler; bu şehâdet caiz olur.

Bu iki kişi, "şahitliklerini bu gün yerine getireceklerini" söyleseler; o gün geçince, kefaletten berî olurlar.

Şayet bu şahitler, malda ihtilâf ederler ve biri: "...bin dirhem..." dediği halde, diğeri: "...beş yüz dirhem..." diye şahitlik yaparlar; bu arada da, "bir nefse kefalette" görüş birliği yaparlarsa, bu durumda hâkim, nefse ait olan kefalete hükmeder.

Çünkü, şahitlerin bu hususta ittifakları Vardır. İhtilâfları ise, mal hususundadır.

Bu şehâdetleri, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre kabul edilmez.

Alacaklının, bu iki maldan azını veya çoğunu iddia etmesi arasında da bir fark yoktui.

Bu  iki şahit,  mal  hususunda ihtilaf ederler;  birisi  "borcun dirhemler olduğunu" söylediği halde, diğeri "...dinarlar olduğunu" iddia ederse; alacaklı, bunlardan hangisini iddia ederse etsin, bu şahit­lerin şehâdetleri kabul edilmez.

Bu şahitler mal hususunda ittifak ederek: "O, bin dirhemdir." derler; ancak, ihtilaf ederek, birisi: "Bu, bir borçtur." dediği halde, diğeri: "Satılan bir malın karşılığıdır." der; alacaklı ise, "onun, satılan bir m-aiın bedeli" olduğunu iddia ederse, bu durumda, hiç bir şeyle hükmedilmez.

Bu hüküm, alacaklının iki sınıftan birisini iddia ettiği zaman geçerlidir. Şayet alacaklı, iki sınıfı da iddia ederse;'şahitlerin şehâdetleri kabul edilir ve bin dirhem olarak hükmedilir.

Bu iki şahit, az olan mala kefil olmuş olurlarsa, şehâdetleri kabul edilmez. Muhıyt'te de böyledir.

Nişanı, İmâm Muhammed (R.A.)'ın şöyle buyurduğunu nakle­diyor:

Bir kimse, "bir şahsın, başka bir şahsın nefsine kefil olduğunu, iddia ettiği hâlde; o şahısda kefil olmadığını iddia eder ve iddia sahibi, "kefilin, kefil olduğuna" beyyine ibraz ederse; bu durumda onun kefa­leti ilzam olunur.

Bundan sonra, kefil, "Onun emri ile kefil olduğunu" belgelese bile, bu durumda onun beyyinesi kabul edilmez. Zahîriyye'de de böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.) Camimde şöyle buyurmuştur:

Bir kimse, başka bir şahsa, hakimin hükmü ile sabit olmuş bir borç için kefil olduktan sonra, mekfûlün anh (= borçlu) kaybolur ve bunu takiben de, alacaklı gâib olan şahısta, bin dirhem alacağının bulunduğuna beyyine getirirse; bu durumda bu borca hükmedilmez. Bu borç, kefile de, asîle de hükmedilmez.

Çünkü, kefalet iddiası lazım değildir. Onun lüzumu, asîl üzerine, hükümle sabit olur.

Hatta alacaklı: ''ben, borçluyu filân hakime götürdüm ve onda bin dirhem alacağımın olduğunu isbat ettim; hâkim de, bu şekilde hüküm verdi." der; kefil ise, bunu inkar ettiği halde, alacaklı bunu isbât ederse; hakim, "Bu alacaklının, bin dirhem olan alacağını, kefilin ödemesine" -hükmeder. Zehıyre'de de böyeldir.

Bir kimse, gâib olmuş bir şahısta, bin dirhem alacağının bulunduğuna beyyine getirir ve: "Bu adam, onun nâmına kefil oldu." derse,, hâkim, borçludan bedel olarak, kefilin bin dirhemi ödemesine hükmeder.

Bu kefil de, asîle müracaat ederek, verdiğinin mislini ondan ister ve alır.

Eğer alacaklı, kefaletin, borçlunun emri olmaksızın yapıldığını iddia ederse; hâkim, asîle değil de, kefile bin dirhemi hükmeder.

Eğer alacaklı, kefile: "Sen, benim, filan şahısta bulunan bütün malıma (alacağıma) kefil oldun." der; onun da "bin dirhem olduğunu" söyler ve hem bu alacağa, hem de kefalete burhan (= delil, isbat) geti­rirse; bu durumda hâkim, hem kefile, hem de asîle, bu bin dirhemi hükmeder.

Bu durumda, âmirin iddia edip etmemesi de değişmez.

Ancak kefil, borçlunun emriyle kefil olmuşsa, verdiği için, ona müracaat eder; aksi takdirde müracaat edemez. Kflfî'de de böyledir.

İki şahit, diğer iki şahidin kefaletlerine şehâdette bulunarak: "Biz, kefili de, mekfûlün anhi de (= asıl borçluyu da) bilmiyoruz; ancak, filan ve filanın şahitliklerine şehâdet ediyoruz; filan oğlu filan, bu adamın nefsine kefil oldu; filan oğlu filan da kefil oldu." derlerse, bunların şehâdetleri kabul edilir.

Bundan sonra, iddia olunan şahıs, filan oğlu filanın kefaletini kabul ederse; o kefil yakalanıp, borç ondan alınır.
İddia olunan şahıs, bunu inkâr ederse; iddia eden şahsın şahitlerine ihtiyaç hasıl olur. Muhıyt'te de böyledir. [23]


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..