13- TİCARETE İZİN İLE İLGİLİ ÇEŞİTLİ MESELELER

Bir adam, bir şehre varıp: "Ben, füanın kölesiyim. Alırım, sata­rım ve ticâret işlerinden her şey yaparım."  derse; bu mes'ele iki durumdadır.:
1-) Efendisinin ona izin verdiğini haber vermesi.

Bu şahıs, ister âdil olsun^ isterse olmasın, bu haber istihsânen tas­dik edilir.
2-) Hiç bir şey söylemeden alım satım yapması... Bu durumda, kıyâsen, o kölede izin sabit olmaz. İstihsânda ise, bu durumda, o köle­nin izinli olduğu sabit olur.

Onun izinli olduğu tesbit edilirse, tasarrufâtı sahih olur. Borçlanırsa, kârından ödenir. Kâr'ı yoksa, efendisi hazır olana kadar, bu köle satıl­maz. Efendisi gelir de, onun izinli olduğunu doğrıılarsa, bu köîe borcu için satılır. Şayet efendisi: "İzinli değildir." derse; onun bu sözü geçerli olur. Kâfi'de de böyledir.

Bir adam, ticâret için bir köle icârladığında —vekil gibi— bu köle hakkında da itibar icârlayana itibar edilir. Hatta, bu köle borçlanırsa; müste'cire müracaat edilir. Mnğnî'de de böyledir.              

İmâm M ıı hanı m ed (R.A.), şöyle buyurmuştur:

Bir adam, alım-satımıyla şöhret bulmuş bir köleyi, her aya belirli bir ücretle, ticârette alış-veriş yapması için icarlarsa; bu icazet olur; icâ-rede caiz olur. Bu köle, müste'cirin dediğini yapar ve çok miktarda borç­lanırsa; alacaklıları, onun borcunu, müste'cirden isteyemezler. Onlar, köleye müracaat ederler. Müste'cire de, o köle, nefsini alacaklıya ver­meden önce veya sonra müracaat eder.

Şayet müste'cir, fakir olur; bir şeye gücü yetmez; elinde de, köîenin hiçbir kazancı bulunmazsa; o takdirde, alacaklıların, alacakları için, o köle sattfkr.

Ancak, asıl efendisi fidyesini verirse; o müstesnadır. Efendi borcu ödeyince, o ödediği için müste'cire müracaat eder. Şayet efendisi onun fidyesini vermeye razı olmaz, bu köle, bin dirheme satılır; halbuki alacaklıların alacağı onbin dirhem olursa; o bin dirhem alacaklılar arasında, alacakları nisbetinde taksim edilir. Geride kalan alacakları için, artık köle azâd olana kadar o köleye karşı yapacakları bir şey yoktur. Köle, azâd edilince kalan alacakları için, onu takib ederler. Muhıyt'te de böyledir.

Kölenin efendisi de, kölenin bedeli olan bin dirhem için, müste'­cire müracaat eder ve o da, o bin dirhemi efendiye verirse; artık diğer alacaklıların müste'cire yapacakları bir şey yoktur.

Hâkim, alacaklılar için bir vekil tayin eder; o da alacaklıların ala­cağını müste'cirden talepde bulunur.

Efendi, müste'ciri da'vâ eder ve ondan alarak, kölenin alacaklıla­rına verir.

Hâkim Abdurrahmaû şöyle buyurmuştur:

Me'zun kitabında zikredilen ile bunun arasında bir ihtilaf yoktur.

Şayet müste'cir, kaçınırsa hâkim vekil tâyin eder. Muğnî'de de böyledir.

Müste'cir, birşey vermeden önce ölür ve beşbin dirhem de mîras terkederse, o beşbin dirhem, efendi ile kölenin alacaklıları arasında ona taksim olunur: Onda biri, efendiye, dokuzu da alacaklılara verilir.

Şayet köle borcu için satılmaz ve ona, kıymeti bin dirhem olan bir köle bağış yapılır; efendisi de onun fidyesini vermekden (borcunu öde­mekten) kaçınırsa; her iki köle de borç için satılırlar.

Şayet köle, borç isabetinden sonra, bağış yapılır; sonra da o köle ile birlikte, izinli köle iki bin dirheme satılırlarsa; alacaklılar arasında, hisseleri nisbetinde taksim edilir.

Efendi de müste'cire müracaat ederek; kölesinin bedelini alır; ba­ğış yapılan kölenin bedelini alamaz. Ve hâkim, vekil tâyin ederek,müs-te'cirden dokuzbin dirhem talebinde bulunur. Onun bin dirhemi bağış yapılan kölenin bedeli; sekiz bin dirhemi de alacaklıların alacağı olur ve o bin dirhemi, efendiye verir.

Bu, şayet müste'cir hiç bir ödeme yapmadı ise, böyledir.

Müste'cir ölür de, geride beşbin dirhem terekesi kalırsa; işte o beş-bin dirlem, ona bölünür: Bin dirhem, me'zun kölenin hissesi; bin dir­hem bağış yapılan kölenin hissesi; sekiz bindirhem de alacaklıların his­sesi.. Me'zun kölenin hissesine isabet eden, onun efendisine verilir. Se­kiz bin dirhem isabet eden hisse de alacaklılara verilir.

Bağış yapılan kölenin bin dirhem hissesine düşen de, yine me'zun kölenin alacaklılarına verilir ve ondan, kölenin efendisine bir şey veril­mez. Efendinin, ona karşı bir yolu yoktur. Muhıyt'te de böyledir.

Alacaklılar, izinli köleden, o köleye bağış yapılana kadar veya alacaklarından vaz geçene kadar, bir şey almazlarsa; müste'cir, ister bun­dan önce ölsün; isterse, sonra ölsün; müste'cirde olan alacaklarından hiç bir şey eksilmez ve köle —satılmazsa— müste'cire müracaat eder.

Şayet o satılırsa, efendisi müste'cire müracaat eder. Muğnî'de de böyledir.

Şayet müste'cir köleyi icarlarken onu, "Yalnız bez satın alsın ve satsın  diye"   icarlar;   o  da  ahr-satar  ve  bir  kâr  elde  ederse;   o kar, müste'cirindir.

Zararı da müste'cirin üzerinedir.

Şayet başka şey alır-satarsa; kârı müste'cirin olmaz; efendisinin olur. Zarar ederse, bu zarar kölenin kendi boynunadır. Köle, bu zarar için satılır. Efendisine bir şey gerekmez Muhıyt'te de böyledir.

İzinli bir köle, bir adamdan yüz dirhem değerindeki bir kür buğ­dayı, seksen dirheme satın alıp, onu teslim almadan önce, ona su döke­rek, onu bozsa ve o buğday, seksen dirhem kıymetine düşse; bundan sonra da satıcı ona su serperek, kıymetini altmış dirheme düşürse; bu-durumda izinli köle muhayyerdir: İsterse, bir kür buğdayı altmış dört dirheme alır. Eğer almazsa, bozmasında% dolayı bir tazminat gerekmez.

Şayet, önce satıcı, sonra da müşteri su serperse, müşteri onu alma­ya zorlanır ve ona altmış dört dirhemi verir. Hüküm bütün ölçülen ve tartılan şeylerde böyledir.

Şayet, satılan şey arazi olur ve onu önce müşteri, sonra da satıcı bozarsa; o zaman, müşteri isterse, o yeri alır ve noksanlığı kadar parasından düşer. İsterse pazarlığı bozar.

Şayet, satıcıdan sonra müşteri de bozmuşsa, bozduğu kadarın be­delini satıcıya öder. Mebsût'ta da böyledir.

Mal yabancının olur ve efendinin yanında rehin olarak bulunur; efendisi de onu izinli kölenin yanma bırakmış; o da, onu zayi etmiş olursa; bu durumda efendi, borçtan bendir. Muğnî'de de böyledir.

İzinli bir köle, belirli taze bir kür buğdayı, belirli bir kür eski buğ­daya satın alır ve bu köle, satın aldığı budaya su serperek onu bozduk­tan sonra, satıcısı su serper ve o da bozarsa; bu durumda müşteri mu­hayyerdir: İsterse, o buğdayı alıp, kendi buğdayını verir. Dilerse, akdi bozar. Bu durumda, ikisi de birbirine müracaatta bulunamazlar.

Şayet müşteri, suyu satıcıdan sonra dökmüşse, buğdayın tamamı­nın parasını (bedelini) vermesi gerekir. Onu, aybı (= kusuru) sebebiyle reddedemez. Onun kusurunu, ister teslim almadan önce, isterse teslim aldıktan sonra bulsun bu böyledir. Hasılı, müşteri tarafından sırdökü-lürse, durum budur. Mebsût'ta da böyledir.

Eğer baba veya vasî küçüğe veya bunağa, o küçüğün veya matu­hun mahremlerinden olan bir câriye satın alırsa; bu geçerli olmaz. Kâ­fi'de de böyledir.

İzinli bir köle, bir adama, on ölçek buğday ile on ölçek arpa sat­tıktan sonra: "Ben, sana bu on ölçek buğdayı ve bu on ölçek arpayı her bir ölçeğini bir dirheme sattım." derse; bu satış karşılıklı teslim-tesellüm yapmışlarsa, caiz olur.

Sonradan, buğdayda bir kusur bulunursa; her ölçeği bir dirheme sayılarak, onun bedeli geri verilir.

Keza, satıcı: "Ölçeği bir dirhem.." derse yine böyledir.

Şayet: "Onlardan her ölçek, bir dirhem..." der ve karşılıklı teslim-tesellüm yapıldıktan sonra, buğdayda kusur bulunursa, her ölçek için yarı bedeli ödenir.

Keza, "her ölçeği bir dirhem" denildiğinde de böyledir.

Şayet: "Onlardan her birinin ölçeği bir dirhem..." denilir; karşı­lıklı alınıp verildikten sonra buğdayda bir kusur bulunursa; bu durum­da yarı buğday, yarı arpa kıymeti —bir dirhem olarak— geri verilir.

Bu duruma göre, ikisinin birden kıymeti yirmi dirhemdir ve buğ­dayla arpa arasında bir fark yoktur.

Şayet buğdayın ölçek kıymeti yirmi dirhem; arpanın kıymeti ise, on dirhem olursa; o takdirde buğdayın kıymetinin üçte ikisi reddedilir.

Keza, bunların her birinin ölçeği bir dirhem ofursa; bu durumda her birinin ölçeği yine bir dirhemdir.

Eğer: "Ben, sana bu buğday ve bu arpayı sattım; ikisinin kıymeti­ni söylemedim. Her birinin ölçeği bir dirhem demedim." derse; bu satış İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre fâsid olur. Çünkü, her birinin kıymeti bilinmemektedir.

Eğer bildirmişse, o zaman satıcı muhayyerdir: İsterse her ölçek buğ­day için bir dirhem alır. O zaman, her ölçek bir dirhem olmuş olur. İmâ-meyn'e göre, bu satış caizdir ve her ölçek buğday bir dirhemdir; her öl­çek arpa da bir dirhemdir.

Şayet: "Her ölçek arpa, bir dirhem.." deseydi, yine hepsinin de ölçeği bir dirhem olur ve satış yerini bulurdu.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavli budur. Her ölçeğin, yarısı arpa, yarısı buğdaydır ve bir ölçek bedeli dirhemdir.

Eğer, bilinerek, bir ölçek fazla konmuşsa, bu durumda satıcı mu­hayyerdir: İsterse, o bir ölçeği, her ikisinden müşterek olarak, bir dir­hem bedelle alır; isterse, terkeder.

İmâıneyn'in kavline göre, satış tamamı hakkında caizdir. Her ölçeği bir dirhemdir ve yarısı arpadan, yarısı buğdaydandır.

Şayet: "Ben, buğdayı sana arpadan fazlaya sattım." der; onu-da bir kürden az bulursa; satış caizdir.

Eğer buğdayın ölçeğini fazla bulursa; satış fâsiddir.

Eğer: "Buğdayın ölçeği azdı." der ve buğdayı da az bulursa; yine satış caizdir.

Eğer fazla bulursa, müşterinin o fazlayı vermesi gerekir. Satıcı, pa­rasını çoğaltıp eksiltemez. O fazlalık satıcının olur.

Eğer: "O, bir kür fazladır." veya "daha çoktur." der ve onu da dediği gibi bulursa; satış caizdir.

Eğer dediğinden az bulursa, müşteri muhayyerdir: İsterse, mevcut fazlalığı alır; isterse, onun da hisesini diğerlerine taksim eder; dilerse bırakır, mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, izinli bir sabiye karşı bir şey iddiasında bulunduğun­da; o, bunu inkâr ederse; onun yemin vermesinde ihtilaf ettiler:

el-Asl'da şöyle zikredilmiştir:

İkrar yemini gerektirir.

Fetva da bunun üzerinedir. Fetâvâyi Kâdîhîın'da da böyledir.

İzinli köle, on ntıl zeytin yağını, bir dirheme, bir adamdan satın aldığında, "onu,-bir şişeyle ölçmesini" söyleyip şişeyi getirir ve satıcı, zeytin yağını, onunla ölçünce, iki ntıl noksan gelir; satan da, alanda bunu bilmemekte olurlar; bundan sonra, satılan zeytin yağının tamamı akarsa; izinli köleye, yalnız birinci rıtılın bedeli gerekir. Her ne kadar, o da dökülmüşse; artık, satıcı birinci rıtıldan maada kalanın parasını tazmin eder.

Şayet şişeyf verirken, kavanoz kırılır; satıcı da on ntıl ölçmüş olsa, içinde olan on rıtılın parası, köleye aittir; onun malı olarak dökülmüş olur. Mebsût'ta da böyledir.

Bir adam, müdebberine ticâret izni verdiğinde, o köleye "kendi­si için, beş bin dirheme bir câriye satın almasını" emreder; o da satın alıp, emredene teslim edince, o câriye, onun yanında ölür veya onu sa­hibi azâd eder yahut ondan bir çocuğu doğar; veya müdebberin yanın­da iken, —henüz âmire teslim edilmeden önce— ölürse; bu hallerin her birinde, bu câriye, âmire aittir. Satıcı, parasını müdebberden alır.

Şayet satıcı, emredeni katip etmek isterse; ona hakkı yoktur. Ona müracaat, —parasını bizzat kendisi ödedikten sonra veya bundan önce— müdebberin hakkıdır. Eğer, müdebberin yanında veya âmirin yanında değilken, bir köle gelerek, o müdebberin elini keser ve ona cinayet kar­şılığı bir köle verir; müdebber de ticâretle veya hîbe yoluyla bir câriye kazanırsa; o câriye, kazanç olur. Ve onlar, müdebberin borcu için satı­lırlar veya onun fidyesini efendisi öder.

Şayet, efendisi öderse; o takdirde bütün ödediği için âmire müra­caat eder. Sonradan âmir, müdebbere rüfcu edemez. Eğer efendisi, iki-bin dirhemi ödemekden kaçınırsa; onlardan her birisi bin dirhem bede­linde olursa, satıcı, tamamını alır. Efendi de, verilen kölenin bedeli için âmire başvurur. O kazanılan câriye için müracaat edemez. Ve geride ka­lan borç için de, âmire müracaat eder.

Onlar dört bin dirhemse, üçbin dirhemini satıcıya verir.

Şayet borcu, beşbin dirhem olur ve kendisine de bin dirhem vasıl olmuş; ikinci bin dirhemi efendisine harcamış; müdebber ve efendi üe, âmirden bir şey almamış ve âmir ölmüş, iki bin dirhem terk eylemişse; onu beşe taksim ederler; bir sehmi efendiye, dört sehmi de müdebbere verilir.

Fakat müdebberin eli kesilmez de hata ile öldürülürse; katil onun kıymetini borçlanır ve onu cariyeyi satıcıya sarf eder. Efendisi de âmire müracaat eder. Bağışlanan köle buna muhaliftir. Muğnî'de de böyledir.

İzinli köle, bir câriye satın aldığında; onu, satıcının emri olma­dan teslim alır; parasını da ödememiş bulunur; câriye de onun yanında ölür veya onu efendisi öldürür; kölenin üzerinde de borç bulunmaz ve­ya o cariyeyi azâd ederse; satıcı, onun kıymetini köleye ve efendiye taz­min ettiremez. Fakat parasını köleden ister ve o yüzden köle satılır. Şa­yet parası, satıcının hakkından noksan gelirse kalanım onu öldüren efendi Öder. Şayet, köle, birini "cariyeyi almaya vekil" etmiş olsaydı; o da ca­riyeyi alınca, o, yanında ölseydi; vekil, o cariyenin kıymetini satıcısına öder; sonra da köleye parası için müracaat ederdi. Mebsût'ta da böyledir.

Bir köle, efendisinden izin almadan ihrama girerse; efendisi, onu ihramdan çıkarabilir.

Efendisinden izin alıp ihrama girdikten sonra, efendisi onu satmış-sa; satın alan şahıs onu ihramdan çıkarabilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Ticârete izinli iki köleden her birisi, bir adamın olur ve onlardan birisi, diğerini efendisinden satın alır; hangisinin önce aldığı da bilinir; onun da borcu olmazsa; önce alanın, satın alışı caiz olur. Sonrada o satın alman köle, satın alanın efendisinin mülkü olur ve izinden men edilmiş bulunur.

İkincinin satın alışı, bâtıldır.

Şayet, satımların hangisinin önce olduğu bilinmiyor ise, satışın ta­mamı merdûddur; olmamış gibidir.

Eğer her ikisinin de borcu varsa; her ikisinin satın alışı da bâtıldır. Mebsûi'ta da böyledir.

Müntekâ'l-Muallâ'da İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'nin şöyle buyruduğu ri­vayet edilmiştir:

İzinli bir köle, borcunu alma veya verme için bir vekil tuttuktan sonra, efendisi kendisini izinden men eder; vekil de borcu öder veya öde-t irse; bu vekil men edildiğini bilmiyor iseler, bu caizdir.

Ben, İmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğunu işittim: İster bil­sin, isterse bilmesin o caizdir.

ivezâ, men edilmiş bir köle, bir elbise satın alır; efendisi de onu bi­lir; sonra da köleyi satar; bilâhare de onun satın almasına izin verirse; işte o câi? olmaz.

Şayet köle, elbiseyi efendisi bilmeden, köleyi, bir adama satar; sonra da ona izin verirse, o satış caiz olur. Zehıyre'de de böyledir.

Ticâret yapmasına izin verilmiş bir kölenin, bir adama, bin dir­hem borcu olur; sonra da bu kölenin efendisi, köleyi alacaklısına bağış­lar; o da onu teslim alırsa; bu bağış caiz olur. Kölenin borcu, efendisi­nin üzerinde olduğu gibi kalır.

Şayet izinli kölenin üzerinde, beşyüz dirhem borç olur; kendinin kıymeti de bin dirhem olur ve bir adam, onun efendisinin izniyle, onun için bin dirheme kefil olduktan sonra, köle bin dirhem daha borç eder; sonra da o bin dirheme, bir kefil daha verir; biîâharede köle, bin dirhe­me satılırsa "öncekinin kefaletinin yarısı batıl olur. İkinci alacaklı ala­cağının tamamı (ki o, bin dirhemdir) dörde bölünür: İkiyüz elli dirhe­mini ilk alacaklı alır. Onun, bir misli de, onun kefiline verilir; kalan beş­yüz dirhemi de ikinci alacaklı alır. Mebsût'ta da böyledir.

—Bir adam: "Şu yeri, sana satıyorum; bin arşından azdır." der; o da o yeri öyle bulur veya "bin yahut daha fazla..' derse; caizdir.

Eğer bin arşından fazladır." der de, alan şahıs o yeri, bin arşından biraz fazla veya az noksan bulursa, satış tamamdır.

Şayet, tam bir arşın veya daha az bulursa; müşteri muhayyerdir: İsterce, tam parasıyla alır; isterse almaz, bırakır. Eğer alırsa, parasını tam verir. Mebsût'ta da böyledir.

İzinli bir köle, bir adamın yanına bir emânet bıraktığında; efen­disi ona sahip olmazsa; onu, ordan alabilir. Bu köle, ister izinli olsun; isterse olmasın böyledir.

Şayet, borçlu olmayan izinli kölenin, efendisinin yanına bir emâ­net bırakması caizdir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Eğer, bir adamdan on dirheme, on arşın kumaş alır ve o sekiz arşın gelir; satıcı da, alana: "Sana, sekiz arşına sattım," derse; yeminle birlikte, onun sözü geçerli olur. Müşteriye, —iddiası üzerine—: "Bey-yineni getir." denilir.

Meselâ: Bir adam: "Ben, mükâtebe yapmak üzere veya ekmekçi yapmak üzere bir köle satın alacağım." der; müşteri de: t;Ben, on arşın yer satın aldım; her arşını bir dirheme." derse; karşılıklı yeminleşirler veya alıp-verirler. Mebsût'ta da böyledir.

Müntekâ'nın Hacr Bölümünde şöyle zikredilmiştir:

Üzerinde vadeli borcu bulunan bir köleye, efendisi izin verirse; onun borcu yine müecceldir. (= va'delidir.) Muğnî'de de böyledir.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir: İzinli bir köleyi, efendisi men et­tiği hâlde, onun alacaklıları, onu nehyederler; alacaklarından bir şeyler vermesi için gerçekten alacaklılar, ona bir şeyler verirler; o da borcun­dan berî olur.

Keza, efendisi köleyi satarsa; alacaklıları sattıktan sonra da ona ve­rebilirler. Zahîre'de de böyledir.

Bir adam, borçlu ve izinli kölesini rehin bırakır ve o rehin alan şahsın elinden kaçarsa; alacaklılar, onu rehin alana ödetirler. Ginye'de de böyledir.

Abdurrahman şöyle buyurmuştur:

Bir adam, kölesine almayı-satmayı emreder; o da öyle yaparsa; bor­cu ona aittir; rehin, hâli üzerine durur. O rehin durdukça, alacaklılara bir yol yoktur. Muğnî'de de böyledir.

İzinli köle, bir yitik bulur; onun sahibi de bilinmez ve ancak onun söylemesiyle tanınırsa; efendisi de: "Sen, yalan söyledin. O, benim kö-lemdir." derse; bu durumda izinli kölenin sözü geçerli olur.

Sonra da sokağa atılmış olan o çocuğun hür olduğu tesbit edilirse; aslına itibar edilir. Zahinyye'de de böyledir.

İzinli köle, bir dirheme bir câriye satın aldığına; "eğer üç güne kadar parasını ödeyemez ise, aralarında alım-satım yok sayılacaktır." şartını korlarsa; bu caizdir. Ve üç günlük muhayyerlik gibidir. Hür kim­seden almak mesabesindedir.

Keza, satın alıp, teslim de alarak parasını öderse; ve üç güne ka­dar, satıcı parasını geri verirse; aralarında şart bulunması hâlinde, bu da caizdir ve satıcı muhayyer gibidir.

Bir izinli köle, cariyeyi satın alır ve üç güne kadar parasını vere­mez ise, aralarında alım-satım yoktur. Bu durumda, parasını verip, câ-riyeyide teslim alır ve onu satarsa; bu satış caizdir. Eğer parasını ver­meden üç gün geçerse, artık satıcının cariyeye karşı yapacağı bir şey yok­tur. Fakat müşteriye müracaatla parasını alır.

Keza, müşteri cariyeyi öldürür veya câriye, onun yanında ölür yahut onu bir yabancı öldürürse; üç ^ün kadar borcunu ödemesi gerekir.

Şayet câriye bakire olur da, m.isteri ona cima eder veya dul olur da cima eder yahut ona karşı başka bir cinayet rcw veya ona kimsenin fiili olmaksızın bir kusur isabet eder ve bedelini ödemeden de üç gün geçerse; bu durumda satıcı muhayyerdir: Dilerse, cariyeyi geri alıp, başka bir şey alamaz; dilerse, müşteriye teslim edip, parasını alır.

Cariyeye cima eden, veya cinayet işleyen bir yabancı ise onun meh-ri ve diyeti satıcının olmaz; cariyenin olur.

Eğer yabancının cinayeti sebebiyle bir kusur kaldı ve üç güne ka­dar da parası ödenmedi ise, işte o zaman, satıcı muhayyerdir: İsterse, cariyeyi alır ve ona yapılan cima ve cinayetin karşılığını da o cinayeti yapandan alır; isterse, cariyeyi müşteriye o halde teslim edip, parsını alır.

Eğer müşteriye teslim ederse, müşteri ona cinayet işleyeni takip eder.

Bu, yabancı ona bakire iken cima eylediği zaman böyledir. Onun, maliyet noksanı temekkün eder.

Şayet, câriye dul olur; cima da onun maliyetim uoks^aştırmaz ise, o cariyeyi satıcı geri alır ve onun mehrini de o yabancıdan alır; artık, onu müşteriye terkedemez.

Şayet müşteri, cariyemin elini kesmiş veya üç gün geç^iucn sonra bikrini bozmuşsa; işte o zaman satıcı muhayyerdir: İsterse, müşteriye teslim edip parasını alır; dilerse, elini kestiği için yan beddini alır.

Eğer cima etmişse, kıymetine bakılır: Kıymetinde ne kadar noksanlık yapmışsa, o noksanlığı da alır.

Eğer cima etmişse, kıymetine bakılır. Kıymetinde ne kadar noksanlık yapmışsa, o noksanlığı da verir.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre böyledir.

İmsuneyn'e göre ise, Kıymetine ve mehrine göre parası taksim edilir ve satıcı, parasından mehrinin hisesini alır. Eğer câriye, o üç gün içinde doğum yapar ve her ikisi de hayatta olarak üç gün geçer; müşteri de bedelini ödememiş olursa; câriye de, çocuğu da müşterinindir; parasını öder.

Bu durumda, satıcı için muhayyerlik yoktur.

Şayet câriye, üç gün geçtikten sonra doğum yapar; o doğum da ca­riyenin kıymetini eksiltirse, satıcı muhayyerdir.

Eğer üç gün geçtikten sonra, câriye ölür doğum da yapmamış olur­sa, müşteri parasını verir.

Şayet üç gün geçtikten sonra, ölür; çocuğu kalırsa, yine satıcı mu­hayyerdir: Dilerse, çocuğu müşteriye verip, parasını tam alır; isterse, ço­cuğu alır ve anasının hissesi için de müşteriye başvurur. Mebsût'ta da böyledir.

İzinsiz köle, borçlanır; halbuki, efendisi onu borçlanmaktan ya­saklamış olur ve ona alacaklara vermek üzere bir köle verir; o borcunu öderse, borçtan kurtulur.

Şayet efendisi, kölesine, ondan aldığının yerine, dirhemler verir; o da onları alacaklılarına verirse: borcundan beri olur.

Eğer borcunu başkası öderse; borcundan berî olmaz.

Bu, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavlidir.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre ise her iki hâlde de borcundan berî olur. (= kurtulur) Muhıyt'te de böyledir.

İzinli köle, bîr cariyeyi, belirli bir yere karşılık satın alır ve akid esnasında "şayet, üç güne kadar, satıcıya o yeri teslim etmezse; bu ahm-satim geçersizdir." derlerse; bu caizdir ve muhayyerlik gibidir. Şayet câ­riye, müşterinin yanında olduğu zaman, o gözünü çıkarmak veya ırzına geçmek gibi, bir cinayet işler yahut bunu bir yabancı yapar; üç gün de geçtiği hâlde, o yer verilmezse;, bu durumda, önceki vasfeylediğimiz du­rum aynısıdır.

Müşteri, satıcıya vereceğini vermeden üç gün geçer; sonra da câri­ye zâyı olur veya onu müşteri öldürürse; satıcı müşteriden bu cariyenin kıymetini alır. Onun bedelini (= karşılığını) almaya yol yoktur.

Müşteri, cariyenin gözünü kör ederse, satıcı, cariyeyi ve yarı kıy­metini alır. Onun karşılığına yolu yoktur.

Şayet, yabancı biri, cariyenin gözünü kör eder veya onu öldü­rürse; satıcı muhayyerdir: İsterse, müşterinin malından, cariyenin kıy­metini hâli hazırda alır; isterse, öldürenin âkîlesine diyeti için müracaat eder ve üç seneye kadar onlardan diyet bedelini alır.

Şayet müşteriden alırsa; müşteri de, onun katilinin âkîlesine mü­racaat ederek, diyet bedelini alır.

Bu durumda da, satıcının, cariyenin bedelini müşteriden alma yo­lu yoktur. Mebsût'ta da böyledir.

Üzerinde beşyüz dirhem borcu olan izinli bir köleyi, efendisi ala­caklısına, bin dirheme satsa; bu satış caizdir. Alacaklı, beşyüz dirhemi­ni alacağına bedel sayar beşyüz dirhemini de efendisine verir. Bu du­rumda, alacaklının alacağını aldığına, O: "Ben alacağımın yerine beş­yüz dirhemi aldım." demedikçe hükmedilmez. Mohıyt'te de böyledir.

Me'zun bir köle veya hür bir adam, bin dirheme bir câriye satar; karşılıklı teslim-tesellüm de yaparlar ve satıcı müşterinin parasını üç güne kadar geri verirse; aralarındaki ahm-satım bozulmuş olur.

Şayet müşteri, bu üç gün içinde, o cariyenin gözünü çıkarır veya ona cima eder; satıcı da cariyenin parasını geri verirse; cariyeyi alır ve ona (müşteriye) bu cariyenin yarı kıymetini, gözüne karşılık olarak taz­min ettirir.

Şayet, üç gün geçene kadar, satıcı cariyenin parasını vermez; müş­teri de cariyeyi satarsa; müşteriye diyet ve mehir gerekmez.

Bu işi, bir yabancı yapar; sonra da üç gün içinde satıcı cariyenin parasını geri vererek o cariyeyi alırsa; bu durumda, satıcı cariyenin göz­ünün diyetini isterse müşteriden alır; müşteri de o suçu işleyene müra­caat eder. Dilerse, satıcı, onun gözünü çıkaran şahsa müracaatla, diye­tini ondan alır. O takdirde müşteriye bir yolu kalmaz.

Câriye bakire idi de bikri bozuldu ise, durum aynıdır.

Eğer dul olur da, cima, kıymetinde eksiltme yapmaz ise, onun meh-rini cima yapamdan satıcı alır.

Eğer cariyeye cima yapan veya gözünü çıkaran, satıcı ise, bu alış­veriş kendiliğinden bozulmuş olur. İster parasını versin, isterse verme­sin; cariyeyi geri alır ve parasını geri verir.

Şayet bu işi, üç gün geçtikten sonra yaptı ise, bu durumda cariye­nin mehrini de gözünün diyetini de, satıcı müşteriye öder. Mebsût'ta da '^öyledir.

Câmiü'I-Mevlâ'da şöyle zikredilmiştir: Bir efendi kölesini ticaret için verir; o da cinayet işleyip borçlanır veya efendisi onu, rehin bırakır ya­hut icara verirse, bu durumlarda köle için muhtar olmak yoktur. Zehıy-re'de de böyledir.

İzinli bir köle, cariyesini bir adama satar; o adam da cariyeyi, onun halini bilmeden teslim alır; bir başkası da: "Bu, benim kızımdır." diye iddia eder; ve köle de müşteri de onu "onun kızıdır." diye doğru-larsa; müşteri, hemen onu geri verir.

Bir adam, diğer birinden bir câriye satın alıp onu da teslim alır ve satıcı, yukardaki gibi: "Bu filanın kızıdır." derse; satış tamamen bo­zulur. Müşteri, parasını geri alır; o da cariyeyi geri alır.

İzinli bir köle, bir adamdan, huzurda bulunan bir câriye satın alır ve câriye hiç sesini çıkarmaz, kerih de görmez; ve bu köle, cariyeyi teslim aldıktan sonra, onu bir başka adama satıp, ondan parasını alır; daha sonra da, bir başka adam iddia ederek: "Bu, benim kızımdır." der; izinli köle, câriye ve müşteri bu sözü doğruladıkları hâlde köleye satan şahıs yalanlarsa; bu durumda câriye hür olur. Ve o adamın kızıdır.

İkinci müşteri, "o kölenin satmak istediği cariyeyi, satılmadan önce azâd etmiş olduğunu veya onu müdebbere ettiğini yahut ondan bir çocuğunun doğmuş bulunduğunu" iddia eder; köle de bunu doğrular-sa; bu müşterinin ikrarı sahih olur. Kölenin tasdiki ise batıldır.

Şayet, "onun hür olduğunu" ikrar ederse; bu durumda, o câriye hürdür ve velâsı durdurulur.

Müdebbereliğinî veya ümm-ü veledliğini ikrar ederse; diğer müşte­rinin yanında mevkûfedir.

Şayet, önceki satıcı ölürse; o azâd olmuş olur; parası için de köleye —azâd olana kadar— müracaat edemez.

Bu köle, azâd olunca; alacağını takib eder.

Şayet, izinli köle, bunların tamamını inkâr eder; bu durumda o azâd edilinceye kadar, ona müracaat edilmez ve parası istenmez.

Şayet ikinci müşteri, "satıcı, onu satmadan önce, ben onu mü-kât ebe yapmıştım." der; —izinli köle, onu doğrulasm veya yalanlasın— o câriye de mükâtebe olduğunu inkâr eder ve "mükâtebe olmadığım" söylerse; o, müşterinin câriyesidir. İsterse, müşteri onu satar; isterse, satmaz. Mebsûf ta da böyledir.
En doğrusunu bilen Allahu Teâlâ'dır. [16]
[1] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/359.
[2] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/359.
[3] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/359.
[4] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/359-360.
[5] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/361-369.
[6] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/370-393.
[7] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/394-413.
[8] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/414-425.
[9] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/426-443.
[10] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/444-448.
[11] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/449-455.
[12] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/456-462.
[13] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/463-468.
[14] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/469-477.
[15] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/478-487.
[16] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 10/488-501.

Anasayfaya dön Kapak Sayfası
Sadakat.Net © İslami web hizmetleri


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..