2-  Müddeâ Bih'în Mülk Olması Hâli

İddia sahibi, "yurt" diye iddia ettiği halde, şahitler "beyt (= ev)' diye şahitlik yaparlarsa; uygun olan, örf en bu şehadetin kabul edilme­sidir.

Bu, zahir ve sahih olanıdır. Zahîriyye'de de böyledir.

îddia  sahibi,  yurdun  tamamını  iddia  ettiği  halde,   şahitler, "yarısının  üzerine  şahitlik  ederlerse;  hakim,  yarısı üzerine hüküm verir."   Sözlerde,   muvafakata   bakmaz.   Fetâvâyi   Kâdîhân'da   da böyledir.

İddia sahibi, mutlak mülk olarak iddia, şahitler de belirli sebebler söylerlerse, şehadetleri kabul edilir. Tebyîn'de de böyledir.

Hakimin iddia sahibine: "Mülkün sebebini" sorması uygun olur. Şahitlerin beyan ettikleri sebeble mi, yoksa, başka bir sebeb de var mı?" derse; bu şahitlerin şehadeti kabul edilir ve mülk o adama hükmedilir.

Eğer iddiacı: "Ben başka sebebden dolayı iddia eyledim.j" veya "Şahitlerin söylediği sebebden iddia eylemedim." derse o zamanj hakim şahitlerin şehadetlerini kabul etmez. Mu'hıyt'te de böyledir.        

Müddeî, mutlak mülk iddia eyleri; şahitler de, iddianın sebebiyle şehadette bulunurlar; sonra da "mutlak mülk olarak şahitlik yaparlarsa; şehadetleri kabul edilmez.

Önce mutlak mülk olarak şahitlik! yaparlar. Sonra da sebebini söylerlerse; şehadetleri kabul edilir. Füsûltin-İm£diyye'de de böyledir.

Müddeî, doğumdan dolayı iddiada bulunduğu halde, şahitler, "mutlak malı olduğunu" söylerse; şehadetleri kabul edilir.

Şayet, iddia sahibi, /'mutlak malı olduğunu" söylese de, şahitler, "onun doğum yoluyla olduğuna" şahitlik etseler; şehadetleri kabul edilmez. Hizânetü'l-Müftîn'de de böyledir.                               

Bir kimse, önce bir hayvan hakkındsı, "doğumu ile" iddii.a eder; şahitler de, "onu satın aldığını" söylerlerse; şehadetleri kabul edilmez.

Ancak, sözlerinde muvafakat bulunur da, iddia sahibi: "Benim mülkümde doğdu. Ancak, ben onu, o adama sattım. Sonra da geri satın aldım." derse, bu durumda sözler de muvafakat olmadığından, şahit­lerin şehadeîi kabul edilmez. Zahîriyye'de de böyledir.

Bir kimse, "mutlak mülkü olduğunu" iddia eder; şahitler de, "babasından miras kaldı." veya "onu, filandan satın aldı." derler; "fi'l-hâl mülküdür." demezlerse; bu şahitlikleri kabul edilir. O ayn (-mal) iddia sahibine hükmedilir. Fakat, hakim, şahitlere:  "Siz mül­künden çıktığını biliyor musunuz?" diye sorar. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Müddeî, "o malın, babasından miras kaldığını" iddia eder ve şahitler getirir; şahitler de: "Gerçekten, o mal, babasından mîras kaldı. Fakat bir de gâib kardeşi vardır." derlerse; şehadetleri caiz olur. Fetâ­vâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Müntekâ'da şöye zikredilmiştir:

Bir kimse, "mutlak mülkü (= malı) olduğunu" iddia eder ve tari­hini de söyleyerek: "Benden, bir ay öne aldı." derse; şahitler tarih söylemezlerse, şehadetleri kabul edilmez.            

Fakat bunun aksine olursa; şahitlikleri kabul edilir.

Miras davası da, mülk davası gibidir. Kerderî'nin Vecizi'nde ve Hulâsa'da da böyledir.

Bir kimse, başkasının elinde bulunan bir evi, dava eder ve: "O evin, bir senedenberi kendinin olduğunu" söyler; şahitler de "on senedir bunun olduğuna" şahitlik ederlerse; şehadetleri geçersiz olur.

Şayet iddiacı, "evin yirmi senedir, kendinin olduğunu" söylese de, şahitler: "Bir senedir bunundur." deseler; şahitlikleri kabul edilir. Fetâvâyi Kâdîhıân'da da böyledir.

Bir kimse, bir şahsın elinde bulunan bir malı iddia eder ve "kendi malı olduğunu" söyler ve malı elinde bulunduran kimsenin bir aydan beri, kendisinden aldığını iddia eder; şahitler de —tarihsiz olarak— "mutlaka o malın, onun olduğunu" söylerlerse, şehadetleri kabul edilmez.

Keza, iddia sahibi, mutlak olarak "aldığını" söyler; şahitler de, "bir aydır almış olduğuna" şahitlik ederlerse; şahitlikleri kabul edilmez.

Ancak, sözler birbirine mutabık olduğu zaman, şahitlikleri kabul edilir.

Eğer müddet: "Ben mutlaka aldım demekle, o vakti kasdeyledim." derse; o takdirde, şehadetler kabul edilir.

Bazıları da: "Bu takdirde, sözlerde mutabakat bulunmasa bile, kabul olunur." demişlerdir. Füsûlü'l-Imâdiyye'de de böyledir.

Müddeî: "Malımı geri vermek üzere aldı."  der;  şahitler de aldığına şahitlik yaptıkları halde, geri vereceğine şahitlik yapmasalar; aldığı  kabul edilince;  reddine   (= geri vermesine)   hükmedilir. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.

Keza, iki şahit, "alanın, aldığını ikrarına" şahitlik yaparlarsa, şehadetleri kabul edilir. Hızânetü'l-Esrâr'da da böyledir.

Müddeî, "Bir adam, malımı aldı." diye iddia eder ve "şu kadar dirhem." der; şahitler de: Faiz olarak aldı." derlerse, şehadetleri kabû-ledilir. Füsûlü'l-Imadiyye'de de böyledir.

Müddeî,  zoraki  alındığını  iddia  ettiği halde, şahitleri "faiz yönünden alındı." derlerse şahitlikleri kabüledilmez.

Bir kisme iddia ederek: "Filan şahıs haksız olarak, bütün malımı aldı." der ve malının kıymetini beyan eder; şahitlerde: "İddia olunan, bu  malların  tamamını,  başka birisinden aldı." derlerse;  şehadetleri kabûledilir.    Alan    şahsa    bu    mallan    hazır    etmesi    emredilir. Hızânetü'l-Miiftîn'de de böyledir.

Şayet iki şahit: "Filan adam, filanın kölesini zoraki elinden aldı." dedikten  sonra da:  "Geri verdi." deseler ve:  "Efendisinin yanında öldü." diye şahitlik yapsalar; kölesi gasbedilen şahıs da: "Bana geri yerilmedi." der ve "gasbedenin yanında öldüğünü" söylerse; aleyhine şahitlik yapılan şahıs da: "Ne gasbettim ne de geri verdim. Böyle bir şey yoktur." derse, hangi hakim olursa olsun "kölenin bedelini tazmin et." diye hükmeder. Zahîriyye'de de böyledir.

Keza, kimse, diğerinin kölesini gasbeder ve şahitler: "Efendisi, bu köleyi, gasbedenin yanında, öldürdü." derler; kölesi gasbedilen şahıs da:   "Ben,  öldürmedim.  Gasbedenin  yanında  öldü."   der;  gasbetti denilen şahıs da: "Ben gasbetmedim ve öldürmedim." derse; gasbetti iddiasında   bulunan   şahsa   kölenin   kıymeti   ödettirilir.    Fetâvfâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Müddeî "kölenin zayi olduğunu" iddia ettiği halde, şahitler "o, köleyi aldı." diye şehadette bulunurlarsa, şehadetleri kabul edilir.

Müddeî, kumaşlarının zayi olduğunu iddia ettiği halde, şahitler, "onun kıymetine" şahitlik ederler ve: "Gerçekten o, sattı ve filana teslim etti." derlerse; şehadetleri kabul edilir.

Sattığını söyleseler, fakat, teslim ettiğini söylemeseler; şehadetleri, o kumaşın helak olduğunu gerektirmez. FüsûIü'I-Imâdiyye'de de böyiedir.

Bir kimse, iddia edip "eşeğinin, elinden zoraki alındığını" söyler; şahitler de şehadetlerinde: "Gerçekten bu eşek, iddia sahibinin malıdır. Elinde bulunanın bir hakkı yoktur." derlerse, bu şehadetleri makbul olmaz. Hızânetü'l-Müftfn'de de böyledir.

Bir kimse iddia eder ve:  "Kepeği ile beraber, on batman un alacağım vardır." der; şahitler ise, şehadetlerinde, "unu söyledikleri halde kepeğini söylemezlerse, şehadetleri kabüledilmez.

Keza, unun, "elenmiş un olduğunu" iddia ettiği halde, şahitler, "elenmiş olduğunu" söylemezlerse, şahitlikleri kabüledilmez.

Şayet müddeî taze gümüş iddiasında bulunur; tartısını da açıklar; şahitler ise, tartısını söyledikleri halde, sıfatını söylemezler, "iyi idi." veya "orta idi." veya "kötü idi." demezlerse; bu şahitlik kabul edilir ve değeri az olan gümüşle hükmedilir. Hulâsada da böyiedir.

Müntekâ'nın Dâ'vâ bölümünde şöyle zikredilmiştir: Bir adamın elinde olan bir evi, başka bir adam iddia eder ve: "Mîras olarak, o ev, onunla benim aramda yarı yarıyadır; babamızdan kalmıştır." der; ev elinde olan da bunu inkâr eder ve "tamamının kendisine ait olduğunu" söyler ve bu iddia sahibi, şahitlerini getirir; onlar da: "Bu ev, bunun babasının evidir. O öldü ve bu evi miras olarak bıraktı. Bundan başka da varisi yoktur." derlerse; eğer iddia sahibi, önceden, "yarısını" iddia etmemiş olsaydı iyi olurdu. Şimdi ise, şahitlerinin şehadeti batıl oldu. Ve eğer: Ben yarısını ona bin dirheme satmış, onu da almıştım," dese, hakim, bu satışa itibar etmez ve kabul etmez. Şahitleri de yalancı saymaz ve evin yarısını miras olarak ona hükmeder.

Şayet o, evin yarısını, bin dirheme sattığını beyyineler veya ara­larında anlaşma yaparlarsa; o takdirde hakim evin tamamını miras olarak, o iddiacıya hükmeder. Yansını ise, satıştan dolayı müşteriye verir. Muhıyt'te de böyledir.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir:

Bir kimse, şufa yoluyla evin yarısının kendine ait olduğunu iddia eder; ev de iki kişinin elinde bulunur; bunlar, evi aralarında taksim etmiş olurlar ve birisi huzurda bulunmadığından davacı, hazırda olanı dava eder, şahitler de: "Evet, bu yarı, bu davacınındır." derlerse, şehadetleri kabul edilmez. Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.

Bir kimsenin elinde bulunan bir malı, başka birisi iddia ve bu iddiasına beyyine ibraz ettikten sonra, yine bu iddia sahibi: "Bu mal, kat'iyyen benim değildir." derse; beyyinesi bâtıl olur.

Şayet,   hakim   hükmetmiş   olsa   bile,   hükmü   geçersiz   kalır.. "Kat'iyyen" demese bile böyledir. Muhıyi'te de böyledir.

Bir kimse, başka birisinin elinde bulunan bir köleyi iddia edip, buna beyyine de ibraz eder; şahitler de, '"onun iddia edenin olduğuna dair, iddia olunan şahsın ikrarına şahitlik yaparlarsa, şehadetleri makbul olur.

Şayet, iddia eden şahıstan, idida olunan şahsın, satın aldığını ikra­rına şahitlik yaparlar, fakat, iddia eden: "Evet, o öyle söylemiş olabilir. Fakat, ben onu satmadım." derse; iddia eden şahıs, köleyi alır.

Keza: "Onu icarladım." der; veya şahitler, şehadette bulunarak: "îddia  olunan  şahıs,   onu  satın  aldım,  dedi."  derler  ve:   "Emanet bıraktı." diye şahitlik yaparlarsa yine böyledir.

Şayet, iki şahit, "iddia eden şahsın, ona verdiğine şehadette bulu­nurlarsa, şehadetleri kabul edilmez. Şayet, iki şahit; şehadette bulu­nurlar ve "davalının, o köelyi gasbettiğini veya rehin aldığını ikrar ettiğini" söylerlerse; köle, davacıya hükmedilir. Hulâsa'da da böyledir.

Bir kimse, başka birisinin elinde bulunan bir cariyeyi iddia ederek: Bu cariye benimdir." der; şahitler de, şehadetlerinde: "Bu cariye, iddia edenindir.' derlerse, şehadetleri makbul olur mu?

Bu mes'ele kitaplarda zikredilmemiştir.

Bu hususta alimler ihtilaf etmişler; bir kısmı: "Kabul edilir." bir kısmı da: "Kabul edilmez." demişlerdir. Esahh olan da budur. Muhıyt ve Zehıyre'de de böyledir.

Şayet müddeî: "Cariye onundur." diye iddia ettiği halde, şahitler: "Hayır bunundur." derlerse; şehadetleri      makbul olmaz.

Hızânetü'l-Müftfn'de de böyledir.

Müddeî, "cariyenin kendisinin" olduğunu" iddia eder; şahitler de: "Onundur." diye şehadette bulunurlarsa şehadetleri kabûledilir. Bir kimse, başkasının elinde bulunan bir evi iddia eder; iddiasına iki de şahit getirir; onlar da: "Bu ev iddia olunanındır." derlerse; şehadetleri kabul edilmez. Ve, bu ev iddia sahibine verilmez. Zahiru'r-rivaye budur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, bir binayı iddia ettiği halde, ondan, bir evi müstesna tutarsa, (onun girilmesini, haklarını mürafakasını hariç tutar) şahitler de, "binanın  tamamına şahitlik yaparlar ve  müstesna kılmazlarsa, şehadetleri kabul edilmez.

Ancak, muvafakat ederler de, "hepsi benim." diye iddia eder ve "fakat ben, bir evini sattım." derse; o zaman şahitler kabul edilirler. Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.

Şahitler, bir evin, "bir şahsa ait olduğuna" şehadette bulunduk­ları halde, üzerine şah.tlik yapılan kimse: "Bu ev, bir başkasımndır." derse; bu şahitler, yalancı kabûledilirler.

Eğer: "Hükümden önce, böyle idi." derlerse; ev, ona da, diğerine de hükmedilmez.

Eğer hükünîden sonra: "Bu ev, benim değildir. Filanındır." derse; İmâm Ebû Yûsuf (R.A.): "İkrar ettiği şahsa icazet veririm." buyurmuştur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, bir evi iddia eder ve "Evi kendisinin yaptığına dair" şahitler  de  dinletir;  sonra  da  kendisine  ev  hükmedilen   bu  şahsa: "Gerçekten bu bina,  aleyhine hükmedilenindir." der veya aleyhine hükmedilen şahıs isbat ederse; o yer hakkındaki hüküm batıl olmaz.

Şayet şahitler açık konuşurlar da, sonra da iddia sahibi: "Bina benimdir." derse, o batıl olur. Eğer aleyhine hükmedilen şahıs, "binanın kendisine ait olduğunu" kanıtlarsa ona da hükmedilmez. Kerderî'nin Vecîzi'nde de böyledir.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir:

Şahitler, bir şahsa karşı, bir eve şahitlik yaptıklarında, iddia olunan şahıs da: "Bina benimdir. Bunu ben yaptım." der ve şahitler dinletmek ister; iddia edenin şahitleri de hazır olurlar; hakim onlara binadan sorunca, onlar: "Bina, iddia edenindir." derlerse; o zaman hakim, davalının sözüne itibar etmez.

Eğer şahitler: "Biz, kimin yaptığını bilmiyoruz. Ancak, biz binanın yerinin iddia edene ait olduğunu biliyoruz." derlerse; bu takdirde şahitler yalancı olmazlar ve hakim binalı davalıya hükmeder.

Eğer müddet, onun haksız bina yapmış olduğunu isbat ederse, o takdirde, hakim "evin yıkılıp, yerinin iddia sahibine teslim edilmesini" emreder.

Bu davalının şahitleri bulunmazsa böyledir.

Eğer, davalı şahitler getirir ve "binanın kendisine ait olduğunu" isbat ederse; o zaman hakim, evi geri alır. Çünkü, daha önce hakim davalının şahitleriyle hükmeylememişti. Füsülü'Mmâdiyye'de de böyledir.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir: Bina iddia edene hükmedildikten sonra, o şahitler ölür veya kaybolur ve onları temine güç yetmez; hakim de, ondan şahit ister; davalı da:    "Binayı benim yaptığıma, beyyinem vardır." derse; onun beyyinesi kabul edilmez ve bina iddia sahibine hükmedilir. Hulâsada da böyledir.

Müddeînin şahitleri, "evin, onun olduğunu" söyleseler de, fazla bir şey demeseler; sonra da ölseler veya kaybolsalar; bilahare de, bir başkası gelerek, aynı binayı dava etse ve iki de şahidi bulunsa; bu durumda hakim, binanın yerini, iddia edene; binayı da iddia olunanlara hükmeder.

Şayet, iddia sahibi binanın kendisine ait olduğunu, hükümden önce, veya sonra beyyinelerse; onun beyyinesi kabul edilmez.

Şayet şahitler: "Biz, yerin iddia sahibine ait olduğunu biliyoruz; fakat binanın kim tarafından yapıldığını bilmiyoruz." derlerse; bu durumda, binanın yeri iddia sahibine; bina ise, "binayı ben yaptım." diyene hükmedilir. Muhiyt'te de böyledir.

Burası ev değil de, içinde hurma ağacı veya diğer ağaçlar bulunan bir yer olur; şahitler de bunu iyi açıklayamazlarsa; bu durumda, hakim, oranın yerini iddia edene; ağaçları ise, diğerlerine hükmeder.

Keza, şahitler, yüzüğün veya bu kılıcın "filana ait olduğunu" söyleseler, fakat kaşını veya hulliyatını (= tezyinatını) söylemezlerse; o takdirde, hakim yüzüğü kaşı ile, kılıcı ziyneti ile, iddiacıya hükmeder.

Fakat üzerine şahitlik yapılan yüzüğün kaşının ve kılıcın ziynetinin kendisine ait olduğunu kanıtlarsa; hakim, —daha önce hükmetsin veya etmesin— bu defa da, onları buna hükmeder. Füsûlü'I-Imâdiyye'de de böyledir.

Bir kimsenin yanında bulunan bir cariyenin kızı da başka bir şahsın yanında bulunur; bir adam da gelerek, beyyinesi ile birlikte, "cariyenin kendisine ait olduğunu" kanıtlar; hakim de bu cariyeyi ona hükmederse; bu adam, o beyyirie ile, o cariyenin kızım alamaz.

Bunun gibi; bir adamın elinde hurma ağacı, diğerinde de meyvesi bulunur; başka bir adam da gelerek, "hurma ağaçlarının, kendisine ait olduğuna" şahit dinletse ve ağaçlar ona hükmedilse; bu takdirde, hur­maları da ona hükmedilmiş olur. Bu, Müntekâ'da böyle söylenmiştir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Şahitler, "bir adamın elindeki cariyenin,  başka  birine  ait olduğuna" şehadette bulunurlar;  hakim de,  o cariyeyi iddia edene hükmeder; sonra da, şahitler kaybolur veya ölürler; cariye de, elinde bulunduğu adamdan, bir çocuk, meydana getirir; bu şahıs, müddeiye karşı, şahit gösteremezse, müddei bu cariyeyi alabilir.

Keza, çocuk zahir olur veya şahitler, "cariyenin iddia sahibine ait olduğuna" şehadette bulunurlar; buna karşı bir itiraz da yapılmazsa; hakim, hem cariyeyi, hem de çocuğu iddia sahibine hükmeder.

Şayet, cariye elinde bulunan adam: "Ben, çocuğun bana ait olduğunu isbat ederim." derse; bunun sözüne itibar edilmez; hem cariye, hem de çocuk iddia sahibine hükmedilir.

Hakim, hükmünü böylece verdikten sonra, şahitler gelir de: "Bu çocuk, cariye sahibi olan iddiacının değildir. Ancak, iddia olunanındır." derlerse; o takdirde hakim, —her ne kadar beyyinesi olmasa bile— çocuğa davalıya hükmeder.

Şayet, şahitler huzurda olurlar hakim de, hükümden önce, onlardan çocuğu sorar ve onlar: "Çocuk, davalınındır." derler; veya "Kime ait olduğunu bilemiyoruz." derlerse; hakim, cariyeyi müddeîye hükmeder; fakat, çocuğu kimseye hükmetmez. Zehıyre'de de böyledir.

Bir kimse, başka birinin elindeki evi iddia eder ve beyyine de ibraz eder; hakim de, o evi, ona hükmettikten sonra da, ev kendisine hükme­dilen bu zat, "evin bir başkasına ait olduğunu" ikrar eder; fakat, davalının olduğunu" söylemezse, iddia edenin bu evde hakkı olmaz ve hüküm geçersiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Ev kendisine hükmedilen şahıs: "Bu ev, benim değildir. Filan adammdır." der; o şahıs da, onu ikrar ederse; bu durumda, bu ev, onun olur. Ve, ev kendisine hükmedilen ikrar sahibinin tazminatta bulunması da gerekmez. Muhıyt'te de böyledir.

Hükümden   sonra,   ev  kendisine  hükmedilen  şahıs:   "Bu  ev filanındır. Katiyyen benim değildir." der ve fakat önce ikrar eder, sonra da onu nefy ederse veya önce nefy edip, sonra ikrarda bulunursa; ikrar olunan şahıs, onu doğrularsa bile; her halinde, hüküm batıl (= geçersiz) olur. Ve, bu ev dâvâlıya verilir. İkrar olunana bir şey verilmez. Şayet, "Katiyyen benim değildir." dediğinde, ikrar olunan şahıs onu tasdik etmiş olsaydı, o zaman ev, ikrar olunanın olurdu. Ancak, "O, benden hükümden sonra, bir sebeble aldı." demiş olsaydı; yine ev, ikrar olu­nanın olurdu. O zaman ikrar olunan şahıs, ev kendisine verilen şahsa —ister ikrar önce olsun ister sonra olsun— tazminatta bulunurdu.

Âlimler: "Bu, önce nefy ile başlandığı zaman böyledir. Çünkü, ikrarda vasûl ve açıklık yoktur.

İkrarda vusul olursa, o ikrar sahih olmaz, demişlerdir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Şayet hakim evi hükmetmeden ve iddiacıya vermeden Önce, o şahıs: "Bu ev filanındır. Benim, onda hakkım yoktur" veya: "Bu ev benim değildir; filanındır." derse, o zaman hakim, evi ancak, ikrar edi­cinin sözüne göre hükmeder O: "Eve, ben bu evi o adamdan satın aldım."   veya:   Bana   bağışladı."   der;   bunu  da   iddiacının   sözüne bitiştirirse, o takdirde hakim, o evi, o zata hükmeder. Muhıyt'te de böyledir.
Bir kimse, diğerinden önce iddiada bulunur; iddia olunan da: "Bu ev, senin değildir." der; müddeî de, şahitler dinletip, "davalının elinde olan evin, kendisinin olduğunu" isbat ederse; hakim, iddia sahibinden sorar; eğer o da, şahitlerin söylediği gibi söyleyip; "mülkün kendine ait olduğunu"  ikrar ederse;  ev  kendisinin  olur.  Eğer:   "Onları tasdik etmiyorum. Gerçekten o ev onun malıdır." derse, o zaman ev davalının olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir. [25]


Eser: Fetvayı Hindiye

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

Fetvayı Hindiye

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..