Onuncu Mesele

Eğer biz ruhsatın, "ruhsatla azimet arasında muhayyerlik" mânâsında mübâh olduğunu esas alırsak, o takdirde azimet hükümle ruhsat tercihli vâciblerden olmuş olacaklardır. Zira bu du­rumda ruhsatla karşı karşıya olan kimseye: "Eğer dilersen azimeti işle; dilersen de ruhsatın gereği doğrultusunda hareket eyle." denil­miş olacaktır. Bu durumda kişi bunlardan hangisiyle amel etmiş ol­sa, o şey kendisi hakkında vâcib olarak vuku bulacaktır. Aynen ye­min keffâretindeki tercihler arasında olduğu gibi. Bu durumda ar­tık azimet hüküm o kişi hakkında azimet olmaktan çıkacaktır.

Ama biz böyle değil de, ruhsatın mübâhlığını "günahın kaldı­rılması" mânâsında alırsak, o takdirde azimet hükümle ruhsatın durumu tercihli vâciblerdeki gibi olmayacaktır. Çünkü günâhın kaldırılmış olması zorunlu olarak bir muhayyerlik mânâsı gerektir­memektedir. Dikkat edilecek olursa görülecektir ki, günahın kaldı­rılmış olması vâcible birlikte bulunabilmektedir. Durum böyle olun­ca; azimetin, bizzat Şâri'ce maksûd ve belirlenmiş bulunan aslî vâciblik hükmü üzere kalması ortaya çıkmış olacaktır. Bu durumda kişi azîmet hükümle amel ettiği takdirde, kendisiyle hiçbir özrü bu­lunmayan kimselerin o hükmü yapmaları arasında "bir fark bulun­mayacaktır. Şu kadar var ki; özür, sahibinin azimet hükmü terke-derek ruhsat hükme intikal etmesi durumunda ondan günahı (ha­raç) kaldırmış olacaktır. Daha önce her ne kadar Şâri'in ruhsat hü­kümlere yönelik bir kasdı varsa da, bunun ikinci kasıdla (kasd-ı sânî) olduğu ortaya konulmuştu. Aslî kasıdla maksûd olan şey ise, bizzat azimetin vuku bulması idi.
Bu meselenin benzeri şudur: Bir hâkim hükmünü verme sıra­sında iki beyyine (şahit vb.) ile karşılaşıyor. Aslında bu iki beyyine-den birisi adalet vasfını taşıyor, diğeri ise taşımıyor. Hakimin yap-ması gereken şey yani azîmet hüküm âdâlet vasfını taşıyan beyyi-nenin gereği ile hükmetmektir. Çünkü Yüce Allah "Sizden âdil olan iki şâhid tutun.[178]"Şâhidlerden razı olduklarınızdan.[179] buyurarak şâhidlerin âdil olması gerektiğini beyan etmiştir. Bu du­rumda olan bir hâkim, eğer adalet sahibi olan şâhidlerin şehâdeti gereğiyle hükümde bulunacak olursa, aslî azimete isabet etmiş ola­cak ve iki ecir alacaktır. Aslında âdil olmayan şâhidlerin şehâ-detlerine dayanarak hükümde bulunduğu zaman ise kendisine bir günah gerekmeyecektir. Çünkü işin içyüzünü bilemediği için mazur olacaktır; ayrıca ictihadda bulunduğu için de (isabet edemediği hal­de) bir sevap alacaktır. Verdiği bu hüküm her iki tarafı da bağla­yacaktır. Aynen ruhsat hüküm, ruhsattan istifâde durumunda olanlar için nasıl geçerli ve yeterli ise burada da durum aynı olmak­tadır. Nasıl ki, bu durumda olan bir hâkim için "O âdil olan şâ­hidlerin şehâdetiyle âdil olmayan şâhidlerin şehâdetine dayanarak hüküm verme arasında muhayyerdir." demlemezse, aynı şekilde burada da "Kişi azimetle ruhsat arasında mutlak surette muhay­yerdir." denilemez.
İtiraz: "Ruhsatların meşru kılınması ikinci derece kasıdladır." diye nasıl iddiada bulunulabilir? Oysa ki, güçlüğün kaldırılması kaidesi kesin olarak aslî kasıdla sabit olmuştur. Mesela: "Allah si­ze dînde bir güçlük kılmamıştır.[180] buyrulmuş ve ruhsat hükmü-
nün ifâdesinden sonra da: "Allah sizin için kolaylık diltr; torluk di-itmez.[181]diye beyanda bulunulmuştur.
Cevap: Nikahtan maksat "tenasül" yani insan neslinin bekâ­sını temin olmaktadır. Bunun dışında: "İçinizden, kendileriyle hu­zura kavuşacağınız eşler yaratıp; aranızda muhabbet ve rahmet var etmesi, O'nun varlığının belgelerindendir.[182] "Sizi bir nefis­ten yaratan ve gönlünün huzura kavuşacağı eşini de ondan var eden Allah'tır.[183]gibi âyetlerde ifâde edilen   eşlerin birbirlerine ünsiyet peyda etmeleri vb. gibi diğer maksatlar ise ikinci kasıdla sabit olmuşlardır. Dolayısıyla ruhsat bahsinde de durum aynıdır.
Hem sonra ruhsatla amel edecek olan kimseden bizzat güna­hın/güçlüğün kaldırılmış olması, onun için bir kolaylaştırma olmak­tadır (ve bu durum onun ikinci kasıdla meşru kılınmış olmasını ge­rektirmez. Çünkü) oruç daha başlangıçtan konulurken fazla olma­yan sayılı günler olarak konulmuş (aylar olarak konulmamıştır.) Bu durumda bizzat azîmet hükmün kendisinde de kolaylık ve güç­lüğün kaldırılmış olması mânâsı bulunmaktadır. (Hal böyle iken oruç için aslî kasıdla değil de ikinci kasıdla meşru kılınmıştır deni­lebilir mi?) Keza güçlüğün kaldırılması külliyyâtta (genel hüküm­lerde) da Şâri'ce maksûd bulunmaktadır. Yükümlülük getiren şer"î küllî esasların hiçbirinde, asla küllî ya da ekseri bir güçlüğün bu­lunması mümkün değildir. "Allah size dînde bir güçlük kılmamış-tır.[184]âyetinin gereği de bu olmaktadır. Biz bazı nâdir cüz'îlerde güçlük ve meşakkat bulabiliriz ve bununla birlikte haklarında da bir ruhsat meşru kılınmamış olabilirler. Bu Şâri'in önem verdiği hususun sadece külliyyâta yönelik olduğunu göstermek içindir. Ruhsat mahalleri hakkında da aynı şekilde söyleriz: Bunlar külliyyâttan değillerdir; sadece cüz'iyyâttırlar. Nitekim bu konu üzerine "azimetle mi yoksa ruhsatla mı amel" konusunda dikkat çe-[853]   kilmişti.

Şu halde azimetler küllî olmaları açısından Şâri'ce aslî kasıdla meşru kılınmış hükümlerdir. Güçlük (haraç) ise, cüz"î olması açısın­dan bu külliler üzerine sonradan arız olan şeylerdir. Eğer Sâri' ruh­satlarla bunların kaldırılmasını kasdetmişse, bu ikinci kasıdla ol­maktadır.
Allahu a'lem! [185]


Eser: El-Muvafakat

  • Yeni Ekle
Yorumlar (0)

El-Muvafakat

 

Son eklenen ruyalar

Sitemizde yer alan soruların cevapları özenle islami eserlerden seçilerek yazılmaktadır.
..