Altıncı Mesele:
Bir Önceki meselede maslahat ve mefsedetleri dünyevî ve uhrevî (ahiretle ilgili) olmak üzere ikiye ayırmış ve dünyevî maslahatlardan söz etmiştik. Burada ise uhrevî maslahat ve mefsedetlerden söz edeceğiz:
Uhrevî maslahat ya da mefsedetler iki kısımdır:
a) Katkısız olup, biri diğeriyle karışık bulunmayan uhrevî maslahat ya da mefsedetler: Cennet ehlinin nimetleri, ebedî cehennemliklerin azabı gibi .Allah bizleri cehennem azabından korusun ve cennetine koysun!
b) Birbiri ile karışık halde bulunan uhrevî maslahat ya da mefsedetler: Bu tür maslahat ya da mefsedetler. sadece tevhid ehlinden olup da cehenneme girenler hakkında ve sırf cehennemdeki durumları ile ilgili olarak söz konusu olur. Sonunda Allah'ın rahmeti neticesinde cennete konulunca, bunlar da birinci kısma döner. Bütün bunlar şeriattan alman veriler neticesinde ortaya konulmaktadır. Zira ahiret işlerinde aklın bir yeri bulunmamaktadır; bu konuyla ilgili bütün bilgiler nakil (sema) yoluyla elde edilebilir.İkinci kısımda maslahat ve mefsedetlerin birbirleriyle karışık halde içice bulunduklarının izahı zor değildir. Çünkü cehennem ateşi, tevhid ehlinden olup da oraya giren kimselerin secde mahallerini,[42] imânın bulunduğu yeri fkalb) yakmaz. Bu ise apaçık bir maslahattır. Keza cehennem ateşi onları amelleri ölçüsünde yakar. Amelleri ise (daha Önce de belirtildiği gibi) katkısız serden olu sınamaktadır. Dolayısıyla cehennemin bu tür günahkâr mü'nünleri yakalamasıyla, amellerinde asla bir hayır bulunmayan kâfirleri yakalaması aynı olmayacaktır. İman ve sâlih amellerden kaynaklanan maslahatın bulunması için bu kadarı yeterlidir. Sonra müminin kalbinde, oradan çıkacağına dair bir ümit ve beklenti vardır ve bu ümit ona bir nevi rahatlık ve huzur verir; cehennem azabının verdiği sıkıntıları kısmen de olsa hafifletir. Konuya delâlet edecek daha pek çok cüzî mesele vardır. Araştıranlar onları bulacaklardır.
Birinci kısımda olan uhrevî maslahat ve mefsedetlerin katkısız olduğu konusunda ise, pek çok delîl vardır: Mesela bazı âyetlerde şöyle buyrulur: "Azaba hiç ara verilmez, onlar orada tamamen umutsuzdurlar[43]"O'nu inkâr edenlere, ateşten elbiseler kesilmiştir, başlarına da kaynar su dökülür ve bununla karınlanndakiler ve derileri eritilir. Demir topuzlar da onlar içindir.[44]"Rabbine suçlu olarak gelen bilsin ki, cehennem onun içindir. Orada ne ölür, ne yaşar."[45] Daha bunlara benzer, ilâhî rahmetten uzaklaştırıldıklarını belirten pek çok deliller bulunmaktadır. Cennet hakkında ise, orada hiçbir azabın, meşakkat ve sıkıntının, herhangi bir mefsedetin bulunmadığını, âyet ve hadisler açıkça ortaya koymaktadır; "Allah'a karşı gelmekten sakınanlar ise, cennetlerde, pınar başlarındadırlar. 'Orayagüvenlik içinde, esenlikle girin' denilir.,. Onlar orada bir yorgunluk hissetmezler. Oradan çıkarılacak da değillerdir.[46]Rablerine karşı gelmekten sakınanlar, bölük bölük cennete götürülürler. Oraya varıp da kapıları açıldığında, bekçileri ona: 'Selâm size, hoş geldiniz! Temelli olarak buraya giriniz' derler[47] Daha benzeri pek çok âyet bu hususu belirtmektedir. Bu hususu Rabbbimizin cennet hakkındaki "Sen benim rahmetimsin"; cehennem hakkındaki "Sen de benim azabımsın"buyruğu da ortaya koymaktadır.[48] Bu kudsî hadiste Yüce Allah mübalağa ifâde etmesi için cenneti "rahmet," cehennemi de "azab" diye isimlendirmiştir.
İtiraz: Bu nasıl doğru olabilir? Kesin olarak bilindiğine göre, nasıl ki cennette birbirlerinden farklı ve üstün dereceler varsa, aynı şekilde cehennemde de birbirlerinden şiddetçe daha farklı olan katmanlar (derekeler) bulunmaktadır. Bazı ebedî cehennemlikler hakkında, "Dahdah[49] katmanında olacakları bildirilmiştir. Keza, cennette olduğu halde onun bazı nimetlerinden mahrum kalacak kimselerden bahsedilmektedir. Mesela devamlı içki içen ve tevbe etmeden de Ölen kimselerin böyle olacakları bildirilmiştir. Cehennem katmanları Allah bizleri onlara düşmekten korusun birbirlerinden şiddetçe farklı olduklarına göre, daha şiddetli olanın altında bulunan katman, ona nis-betle dahaTı afif olacaktır. Hafiflik de, bir nevi maslahat kabul edilebilecek bir rahmet eseridir, Keza cehennemde kişiye ulaşacak azab, korkulan daha fazla miktardaki azaba göre daha hafif kalacaktır. Nitekim daha hafifine göre de şiddetli olmaktadır. Madem ki, nisbî de olsa bir hafiflik düşünülebilmektedir; o halde bu azab mefsedeti içerisinde bir maslahat olacaktır. Diğer taraftan ele alındığında cennetin derecelerinde de durum aynı olacaktır. Çünkü mükâfat amel Ölçüsündedir. İtaatsizliğin çokluğu sebebiyle tâat ameli az idiyse, karşılık da o nis-bette az olacaktır. Cennete en son giren kimsenin derecesi ile, Allah'a asla isyan etmemiş ve ömrü boyunca tâat üzere yaşamış bir kimsenin cennetteki mertebelerinin aynı olmayacağı aşikârdır. Tabiî ki bunun sebebi, bu neticeyi doğuracak amellerin farklı oluşudur. Kişinin âhirette tâat ölçüsünde mükâfatlandırılması ve bu yüzden de farklı derecelerin ortaya çıkması, nimetlerden istifâde sırasında onun bir burukluğa düşmesine neden olacaktır. Mefsedet ve maslahatın birbirleri ile karışık halde bulunmalarının anlamı da işte bu olmaktadır. Durum böyle olunca, her iki kısım da birleşmekte ve tek bir kısım halini almaktadırlar.
Cevap: Naklî deliller içerisinde, cennet nimetlerinin azapla katkılı ve içice bulunduğunu; keza onlarda herhangi bir şekilde bir mefsedetin bulunabileceğini ifâde eden bir haberin bulunması asla mümkün değildir, Şeriatın verilerinden çıkan sonuç budur. Evet, belki akıl bu neticeyi imkansız görmeyebilir. Ancak şu bilinmelidir ki, âhiret işlerinde aklın herhangi bir yeri yoktur. Aynı şekilde, temelli cehennemde kalacaklar hakkında, bir nevi maslahat sayılabilecek bir rahmet eseri bulunabileceğini söylemek imkanı da bulunmamaktadır. Bu yüzdendir ki Yüce Allah: "Azaba hiç ara verilmez, onlar.orada tamamen umutsuzdurlar [50]buyurmaktadır. Bu durumda az da olsa, onların azaptan istirahat etmeleri durumu söz konusu değildir. Bizzat azâb yurdu olan bir yerde bu nasıl mümkün olabilir ki? Allah korusun! İçki içenlerin orada cennet şarabından mahrum kalacakları hadisi, mertebeleri ifâde anlamına yöneliktir. Ondan mahrum olan kimseler,bu mahrumiyetlerinden dolayı bir elem duymayacaklardır. Nitekim cennetteki herkes, çocuk sahibi olma arzusundan mahrum olacaklardır, fakat hiçbir kimse bundan bir sıkıntı duymayacaktır. Dahdâh'a çıkarılan şahıs (Ebû Tâlib) meselesi ise, özel bir uygulamadır. Nitekim Huzeyme'nin şehâdetinin (tanıklığının) [51]yalnız başına yeterli bulunması, Ebû Bürde'nin oğlağının kurbanlık için kâfi görülmesi[52] de bu tür ''şahsa Özel" (kadıyyetu ayn) uygulamalardandır. Bu tür özel uygulamalarla, istikra neticesinde elde edilmiş olan genel esasları ortadan kaldırmaya çalışmak mümkün değildir.
Ancak burada cennet dereceleriyle cehennem katmanlarının farklılık arzetmeleri konusunda, başka değil de üzerine fıkhı faydalar doğması açısından durmak gerekmektedir:
Mertebeler her ne kadar farklılık gösterseler de, bu farklılıklarından aralarında bir zıdlık ve çelişki meydana gelmez. Şöyle ki mesela: 'Talanca âlimdir" dediğimiz zaman, mutlak surette belirttiğimiz bu ifâdeden o kişinin ilim sıfatına sahip olduğunu bir şüpheye meydan vermeyecek şekilde belirtmiş oluruz. "Falanca, ilimde ondan üstündür" dediğimiz zaman ise, bu ifâdeyle ilim alanında ikincinin birinciden daha üstün bir seviyede olduğunu ortaya koymuş oluruz. Bu ifâdeden birincinin asla cehalet sıfatıyla nitelendiği anlamı çıkarılamaz. Keza "Cennette peygamberlerin mertebeleri, âlimlerin mertebelerinden üstündür" sözünden de, orada âlimler için nimetlerden istifâdede bir noksanlık olacağı, onların mertebelerinin aşağılandığı anlamı çıkmaz. Aksine âlimler cennet nimetlerinden eksiksiz olarak istifâde ederler. Peygamberler ise, nimetlerin eksiksiz olarak bulunduğu bu mertebenin daha da üzerinde olurlar. Münafıklar ve diğer günahkârlar hakkında söylenmiş sözleri de aynı şekilde anlamak gerekir. Bunların her biri azab içerisindedir ve azablan sırasında bir rahat gördükleri yoktur. Şu kadar varki ,katmanlarına göre bir kısmı digerinden daha fazla azâb çekmektedirler.
Bu hususu şu hadis de ifâde eder: Hz. Peygamber'e En-sâr hanelerinden hangisinin daha hayırlı olduğu sorulmuştu. Onları hayırlılıklanna göre sıraya koydu ve şöyle cevap verdi: "Ensâr hanelerinin en hayırlısı Nece ar oğulları hânesidir. Sonra Abdul-Eşheloğulla-rı hanesi, sonra Haris b. el-Hazrecoğullarıhanesi, sonra da Sâideoğul-ları hânesidir." Bu sözünün hemen arkasından Hz. Peygamber, bunların arasında bir zıtlık olduğu anlaşılmasın diye "Ensârın her hanesinde hayır vardır" sözünü ilâve etmişlerdir.[53] Zira ism-i tafdîl kipi aynı zamanda zıtlık anlamı belirtmek için kullanılabilmektedir.Meselâ: "Hayır! Siz dünya hayatını tercih ediyorsunuz. Halbuki âhiret daha hayırlı ve daha bakîdir[54] âyetinde ism-i tafdîl olan kelimeleri bu ablamda kullanılmışlardır. Hz. Peygam-
ber'in sözü sonrasına ilâve ettiği kısımdan ela anlıyoruz ki, Ensâr hanelerinden bazılarını diğerlerine üstün kılmasından, daha alt mertebede tutulan hanelerin üstün olmadığı ve onların meziyetlerinin düşürüldüğü anlamı çıkmaz. Eğer öyle olsaydı, bu söz onlar için bir övgüden çok yergi olurdu. Hadisin sonunda bizim arzettiğimiz bu anlam vurgulanmaktadır. Çünkü hadis şöyle devam ediyor: "Biz Sa'd b. Ubâde'yeyetiştik ve: Görmedin mi?RasûlullahEnsâr hanelerinin hayırlılarını söyledi de bizi en sona bıraktı, dedik. Bunun üzerine Sa'd Rasûlullah'a yetişerek:
Yâ Rasûlallah! Ensâr hanelerinin hayırlılarını söylemiş, bizi en sona bırakmışsın!' dedi. O da:
'Size hayırlılardan olmanız yetişmiyor mu?' buyurdu."
Dolayısıyla bu hadiste belirtilen öncelikler, geri plânda zikredilenlerin az ya da çok hayırlı olmadıklarını belirtmek için değil, öncekilerin fazladan daha başka meziyetlere de sahip olduklarını bildirmek için olmaktadır.
Şahıslar, türler ve sıfatlar arasında yapılan takdimleri de aynı şekilde anlamak gerekir. Yüce Allah: "İşte bû peygamberlerden bir kısmını diğerlerinden üstün kıldık[55]"And olsun ki, peygamberleri birbirinden üstün kılmışızdır.[56]buyurmakta, hadiste de "Güçlü mümin, Allah katında zayıf müminden daha hayırlı ve daha sevimlidir. Hepsinde de hayır vardır [57]buyrulmaktadır.
Kısaca şöyle dememiz mümkündür: Aynı türe ait fertlerin, o türün hakikatine nisbetle sıralamaya (tertibe) sokulması mümkün değildir. Aksine böyle bir sıralama, ancako fertlerin, o türün hakikati dışında sahip oldukları özellikler ve haricî nitelikleri dikkate alınmak suretiyle yapılabilir. Bu gerçekten üzerinde durulması gereken bir
tesbittir. Kim bu tesbitimiziîyi anlarsa şerîatı anlama sırasında karşılaşabileceği birçok güçlük ve problemler çözülmüş olacaktır. Peygamberlerin birbirlerine olan üstünlükleri,[58] imanın artması ya da eksilmesi ve benzeri ferî fıkıh meselelerini, bu tesbitten habersiz oldukları için birçoklarının yanıldığı serî manâları bu arada bu tür problemlere örnek olarak hatırlatabiliriz.Tevfîk ancak Allah'tandır. [59]
Uhrevî maslahat ya da mefsedetler iki kısımdır:
a) Katkısız olup, biri diğeriyle karışık bulunmayan uhrevî maslahat ya da mefsedetler: Cennet ehlinin nimetleri, ebedî cehennemliklerin azabı gibi .Allah bizleri cehennem azabından korusun ve cennetine koysun!
b) Birbiri ile karışık halde bulunan uhrevî maslahat ya da mefsedetler: Bu tür maslahat ya da mefsedetler. sadece tevhid ehlinden olup da cehenneme girenler hakkında ve sırf cehennemdeki durumları ile ilgili olarak söz konusu olur. Sonunda Allah'ın rahmeti neticesinde cennete konulunca, bunlar da birinci kısma döner. Bütün bunlar şeriattan alman veriler neticesinde ortaya konulmaktadır. Zira ahiret işlerinde aklın bir yeri bulunmamaktadır; bu konuyla ilgili bütün bilgiler nakil (sema) yoluyla elde edilebilir.İkinci kısımda maslahat ve mefsedetlerin birbirleriyle karışık halde içice bulunduklarının izahı zor değildir. Çünkü cehennem ateşi, tevhid ehlinden olup da oraya giren kimselerin secde mahallerini,[42] imânın bulunduğu yeri fkalb) yakmaz. Bu ise apaçık bir maslahattır. Keza cehennem ateşi onları amelleri ölçüsünde yakar. Amelleri ise (daha Önce de belirtildiği gibi) katkısız serden olu sınamaktadır. Dolayısıyla cehennemin bu tür günahkâr mü'nünleri yakalamasıyla, amellerinde asla bir hayır bulunmayan kâfirleri yakalaması aynı olmayacaktır. İman ve sâlih amellerden kaynaklanan maslahatın bulunması için bu kadarı yeterlidir. Sonra müminin kalbinde, oradan çıkacağına dair bir ümit ve beklenti vardır ve bu ümit ona bir nevi rahatlık ve huzur verir; cehennem azabının verdiği sıkıntıları kısmen de olsa hafifletir. Konuya delâlet edecek daha pek çok cüzî mesele vardır. Araştıranlar onları bulacaklardır.
Birinci kısımda olan uhrevî maslahat ve mefsedetlerin katkısız olduğu konusunda ise, pek çok delîl vardır: Mesela bazı âyetlerde şöyle buyrulur: "Azaba hiç ara verilmez, onlar orada tamamen umutsuzdurlar[43]"O'nu inkâr edenlere, ateşten elbiseler kesilmiştir, başlarına da kaynar su dökülür ve bununla karınlanndakiler ve derileri eritilir. Demir topuzlar da onlar içindir.[44]"Rabbine suçlu olarak gelen bilsin ki, cehennem onun içindir. Orada ne ölür, ne yaşar."[45] Daha bunlara benzer, ilâhî rahmetten uzaklaştırıldıklarını belirten pek çok deliller bulunmaktadır. Cennet hakkında ise, orada hiçbir azabın, meşakkat ve sıkıntının, herhangi bir mefsedetin bulunmadığını, âyet ve hadisler açıkça ortaya koymaktadır; "Allah'a karşı gelmekten sakınanlar ise, cennetlerde, pınar başlarındadırlar. 'Orayagüvenlik içinde, esenlikle girin' denilir.,. Onlar orada bir yorgunluk hissetmezler. Oradan çıkarılacak da değillerdir.[46]Rablerine karşı gelmekten sakınanlar, bölük bölük cennete götürülürler. Oraya varıp da kapıları açıldığında, bekçileri ona: 'Selâm size, hoş geldiniz! Temelli olarak buraya giriniz' derler[47] Daha benzeri pek çok âyet bu hususu belirtmektedir. Bu hususu Rabbbimizin cennet hakkındaki "Sen benim rahmetimsin"; cehennem hakkındaki "Sen de benim azabımsın"buyruğu da ortaya koymaktadır.[48] Bu kudsî hadiste Yüce Allah mübalağa ifâde etmesi için cenneti "rahmet," cehennemi de "azab" diye isimlendirmiştir.
İtiraz: Bu nasıl doğru olabilir? Kesin olarak bilindiğine göre, nasıl ki cennette birbirlerinden farklı ve üstün dereceler varsa, aynı şekilde cehennemde de birbirlerinden şiddetçe daha farklı olan katmanlar (derekeler) bulunmaktadır. Bazı ebedî cehennemlikler hakkında, "Dahdah[49] katmanında olacakları bildirilmiştir. Keza, cennette olduğu halde onun bazı nimetlerinden mahrum kalacak kimselerden bahsedilmektedir. Mesela devamlı içki içen ve tevbe etmeden de Ölen kimselerin böyle olacakları bildirilmiştir. Cehennem katmanları Allah bizleri onlara düşmekten korusun birbirlerinden şiddetçe farklı olduklarına göre, daha şiddetli olanın altında bulunan katman, ona nis-betle dahaTı afif olacaktır. Hafiflik de, bir nevi maslahat kabul edilebilecek bir rahmet eseridir, Keza cehennemde kişiye ulaşacak azab, korkulan daha fazla miktardaki azaba göre daha hafif kalacaktır. Nitekim daha hafifine göre de şiddetli olmaktadır. Madem ki, nisbî de olsa bir hafiflik düşünülebilmektedir; o halde bu azab mefsedeti içerisinde bir maslahat olacaktır. Diğer taraftan ele alındığında cennetin derecelerinde de durum aynı olacaktır. Çünkü mükâfat amel Ölçüsündedir. İtaatsizliğin çokluğu sebebiyle tâat ameli az idiyse, karşılık da o nis-bette az olacaktır. Cennete en son giren kimsenin derecesi ile, Allah'a asla isyan etmemiş ve ömrü boyunca tâat üzere yaşamış bir kimsenin cennetteki mertebelerinin aynı olmayacağı aşikârdır. Tabiî ki bunun sebebi, bu neticeyi doğuracak amellerin farklı oluşudur. Kişinin âhirette tâat ölçüsünde mükâfatlandırılması ve bu yüzden de farklı derecelerin ortaya çıkması, nimetlerden istifâde sırasında onun bir burukluğa düşmesine neden olacaktır. Mefsedet ve maslahatın birbirleri ile karışık halde bulunmalarının anlamı da işte bu olmaktadır. Durum böyle olunca, her iki kısım da birleşmekte ve tek bir kısım halini almaktadırlar.
Cevap: Naklî deliller içerisinde, cennet nimetlerinin azapla katkılı ve içice bulunduğunu; keza onlarda herhangi bir şekilde bir mefsedetin bulunabileceğini ifâde eden bir haberin bulunması asla mümkün değildir, Şeriatın verilerinden çıkan sonuç budur. Evet, belki akıl bu neticeyi imkansız görmeyebilir. Ancak şu bilinmelidir ki, âhiret işlerinde aklın herhangi bir yeri yoktur. Aynı şekilde, temelli cehennemde kalacaklar hakkında, bir nevi maslahat sayılabilecek bir rahmet eseri bulunabileceğini söylemek imkanı da bulunmamaktadır. Bu yüzdendir ki Yüce Allah: "Azaba hiç ara verilmez, onlar.orada tamamen umutsuzdurlar [50]buyurmaktadır. Bu durumda az da olsa, onların azaptan istirahat etmeleri durumu söz konusu değildir. Bizzat azâb yurdu olan bir yerde bu nasıl mümkün olabilir ki? Allah korusun! İçki içenlerin orada cennet şarabından mahrum kalacakları hadisi, mertebeleri ifâde anlamına yöneliktir. Ondan mahrum olan kimseler,bu mahrumiyetlerinden dolayı bir elem duymayacaklardır. Nitekim cennetteki herkes, çocuk sahibi olma arzusundan mahrum olacaklardır, fakat hiçbir kimse bundan bir sıkıntı duymayacaktır. Dahdâh'a çıkarılan şahıs (Ebû Tâlib) meselesi ise, özel bir uygulamadır. Nitekim Huzeyme'nin şehâdetinin (tanıklığının) [51]yalnız başına yeterli bulunması, Ebû Bürde'nin oğlağının kurbanlık için kâfi görülmesi[52] de bu tür ''şahsa Özel" (kadıyyetu ayn) uygulamalardandır. Bu tür özel uygulamalarla, istikra neticesinde elde edilmiş olan genel esasları ortadan kaldırmaya çalışmak mümkün değildir.
Ancak burada cennet dereceleriyle cehennem katmanlarının farklılık arzetmeleri konusunda, başka değil de üzerine fıkhı faydalar doğması açısından durmak gerekmektedir:
Mertebeler her ne kadar farklılık gösterseler de, bu farklılıklarından aralarında bir zıdlık ve çelişki meydana gelmez. Şöyle ki mesela: 'Talanca âlimdir" dediğimiz zaman, mutlak surette belirttiğimiz bu ifâdeden o kişinin ilim sıfatına sahip olduğunu bir şüpheye meydan vermeyecek şekilde belirtmiş oluruz. "Falanca, ilimde ondan üstündür" dediğimiz zaman ise, bu ifâdeyle ilim alanında ikincinin birinciden daha üstün bir seviyede olduğunu ortaya koymuş oluruz. Bu ifâdeden birincinin asla cehalet sıfatıyla nitelendiği anlamı çıkarılamaz. Keza "Cennette peygamberlerin mertebeleri, âlimlerin mertebelerinden üstündür" sözünden de, orada âlimler için nimetlerden istifâdede bir noksanlık olacağı, onların mertebelerinin aşağılandığı anlamı çıkmaz. Aksine âlimler cennet nimetlerinden eksiksiz olarak istifâde ederler. Peygamberler ise, nimetlerin eksiksiz olarak bulunduğu bu mertebenin daha da üzerinde olurlar. Münafıklar ve diğer günahkârlar hakkında söylenmiş sözleri de aynı şekilde anlamak gerekir. Bunların her biri azab içerisindedir ve azablan sırasında bir rahat gördükleri yoktur. Şu kadar varki ,katmanlarına göre bir kısmı digerinden daha fazla azâb çekmektedirler.
Bu hususu şu hadis de ifâde eder: Hz. Peygamber'e En-sâr hanelerinden hangisinin daha hayırlı olduğu sorulmuştu. Onları hayırlılıklanna göre sıraya koydu ve şöyle cevap verdi: "Ensâr hanelerinin en hayırlısı Nece ar oğulları hânesidir. Sonra Abdul-Eşheloğulla-rı hanesi, sonra Haris b. el-Hazrecoğullarıhanesi, sonra da Sâideoğul-ları hânesidir." Bu sözünün hemen arkasından Hz. Peygamber, bunların arasında bir zıtlık olduğu anlaşılmasın diye "Ensârın her hanesinde hayır vardır" sözünü ilâve etmişlerdir.[53] Zira ism-i tafdîl kipi aynı zamanda zıtlık anlamı belirtmek için kullanılabilmektedir.Meselâ: "Hayır! Siz dünya hayatını tercih ediyorsunuz. Halbuki âhiret daha hayırlı ve daha bakîdir[54] âyetinde ism-i tafdîl olan kelimeleri bu ablamda kullanılmışlardır. Hz. Peygam-
ber'in sözü sonrasına ilâve ettiği kısımdan ela anlıyoruz ki, Ensâr hanelerinden bazılarını diğerlerine üstün kılmasından, daha alt mertebede tutulan hanelerin üstün olmadığı ve onların meziyetlerinin düşürüldüğü anlamı çıkmaz. Eğer öyle olsaydı, bu söz onlar için bir övgüden çok yergi olurdu. Hadisin sonunda bizim arzettiğimiz bu anlam vurgulanmaktadır. Çünkü hadis şöyle devam ediyor: "Biz Sa'd b. Ubâde'yeyetiştik ve: Görmedin mi?RasûlullahEnsâr hanelerinin hayırlılarını söyledi de bizi en sona bıraktı, dedik. Bunun üzerine Sa'd Rasûlullah'a yetişerek:
Yâ Rasûlallah! Ensâr hanelerinin hayırlılarını söylemiş, bizi en sona bırakmışsın!' dedi. O da:
'Size hayırlılardan olmanız yetişmiyor mu?' buyurdu."
Dolayısıyla bu hadiste belirtilen öncelikler, geri plânda zikredilenlerin az ya da çok hayırlı olmadıklarını belirtmek için değil, öncekilerin fazladan daha başka meziyetlere de sahip olduklarını bildirmek için olmaktadır.
Şahıslar, türler ve sıfatlar arasında yapılan takdimleri de aynı şekilde anlamak gerekir. Yüce Allah: "İşte bû peygamberlerden bir kısmını diğerlerinden üstün kıldık[55]"And olsun ki, peygamberleri birbirinden üstün kılmışızdır.[56]buyurmakta, hadiste de "Güçlü mümin, Allah katında zayıf müminden daha hayırlı ve daha sevimlidir. Hepsinde de hayır vardır [57]buyrulmaktadır.
Kısaca şöyle dememiz mümkündür: Aynı türe ait fertlerin, o türün hakikatine nisbetle sıralamaya (tertibe) sokulması mümkün değildir. Aksine böyle bir sıralama, ancako fertlerin, o türün hakikati dışında sahip oldukları özellikler ve haricî nitelikleri dikkate alınmak suretiyle yapılabilir. Bu gerçekten üzerinde durulması gereken bir
tesbittir. Kim bu tesbitimiziîyi anlarsa şerîatı anlama sırasında karşılaşabileceği birçok güçlük ve problemler çözülmüş olacaktır. Peygamberlerin birbirlerine olan üstünlükleri,[58] imanın artması ya da eksilmesi ve benzeri ferî fıkıh meselelerini, bu tesbitten habersiz oldukları için birçoklarının yanıldığı serî manâları bu arada bu tür problemlere örnek olarak hatırlatabiliriz.Tevfîk ancak Allah'tandır. [59]
Konular
- Onuncu Mesele
- On Birinci Mesele
- İKİNCİ KISIM
- KİTÂBU'L-MAKÂSID
- Makâsıd
- BİRİNCİ NEVİ ŞARİİN ŞERİATIN KONULMASINDAKİ KASDI
- Birici Mesele:
- a) Zarurî Olan Maksatlar (Zarûriyyât):
- b) Hâcî Olan Maksatlar (Hâciyyât):
- c) Tahsîniyyât:
- İkinci Mesele:
- Üçüncü Mesele:
- Dördüncü Mesele:
- Beşinci Mesele:
- Altıncı Mesele:
- Yedinci Mesele:
- Sekizinci Mesele:
- Dokuzuncu Mesele:
- Onuncu Mesele:
- On Birinci Mesele:
- On İkinci Mesele:
- Dördüncü Mesele:
- Beşinci Mesele:
- ÜÇÜNCÜ NEVİ
- ŞERÎAT, GEREĞİYLE YÜKÜMLÜ TUTULMAK ÎÇÎN KONULMUŞTUR
- Birinci Mesele:
- İkinci Mesele:
- Üçüncü Mesele: